Yeni Üyelik
42.
Bölüm

42. Bölüm

@1scintilla

Gözümü fillerin olduğu gruba çevirip bizimkileri selamladıktan sonra yemeğime döndüm. Derin bir nefes alırken portakal çiçeği kokusu ciğerlerime kadar dolunca onun geldiğini anladım. Kafamı çevirdiğim an ufak bir çarpılma yaşayıp gülümsedim. O da tabağını alıp gülümseyerek yanıma oturdu.

“Adamım neden bana Yargı’nın soyadını söylemedin ki?” diyen Şeref’i bıkkınlıkla cevapladı Arat “İşte tam da bu yüzden, beni bunaltma diye.”

“Ama bunaltacağım. Birlikte harika bir ekip olacağız Yargı Yargıcı. Adaletten ve şerefli insanlardan oluşan koca bir ekip.” deyip sırıtarak bana baktı. Ama sonra herkes salatasından çıkardığı minik birer salatalığı ona doğru fırlatınca “Hey dostum lanet olsun sizin sorununuz da ne böyle?” diye söylenmeye başladı. Kaşlarımı kaldırıp ona bakınca Pera kıkırdayarak “Yine arşiv odasına girip dizi izlemiş belli.” dedi. Arşiv odası mı vardı? Neler vardı orada?

Heyecanla Arat’a döndüğümde “Bazen Yaşayanlar dünyasında çekilen senaryoları izlemek için film gecesi yaparız. O zaman görebilirsin.” dediğinde gülümsedim. “Leb demeden Leblebi diyorsun Arat Zemheri, bu harika.” dediğimde masada oturan yüzler bana doğru döndü. Gözlerimi devirdim.

“Yani daha söze başlamadan bir kimsenin ne söylemek istediğini anlamak demek. Leb demeden leblebiyi anlamak işte.” diye açıkladım.

“Leblebi ne ya? Yeniliyor mu?” diye soran meraklı kişi Boğa’ydı. Sanırım bu grubun yemek meraklısı ise oydu.

“Evet yeniliyor. Burada yok demek. Bir tür kuruyemiş. Küçükken onu toz haline getirir ve yerdik. Sonra genzimize burnumuza falan kaçardı, öksürmekten bir hal olurduk.”

“Bu bir işkence aleti mi?” Sofya’nın anında ilgisini çeken konu işkence aleti olabilecek olmasıydı. “Hayır Sofyacığım. Küçük çocuklar böyle şeylerden hoşlanır ve zevk alırdı. Tabi günümüzde bunlar kalmadı. Teknoloji her yeri esir alınca çocukların elinden tablet telefon düşmez oldu.”

“Bu yüzden burada teknoloji imkânı oldukça kısıtlı. Yani istesek her şeyin en iyisini yaparız, ama istemiyoruz. Erişim yasak. Sadece özel kişiler ve özel zamanlarda erişim olabiliyor.” dedi Pera bilge bir tavırla.

“Zaten bu kadar büyünün içinde bir de buna gerek yok bence. Baksanıza, savunma sanatları derken tahmin ettiğim şey mi olacak?” diye ortaya bir soru attım. Bu sırada son derece lezzetli olan lazanyamı yemeye devam ediyordum. Hızlı hızlı yediğimi fark etmedim ama elime tutuşturulan bardakla, Arat’ın fark ettiğini anladım. Sonuçta eşimdi. Eşim. Ne güzel çıkıyordu bu kelime ağzımdan, kulağa tınısı ne hoş çalıyordu. Ona bakıp gülümsediğimde gözlerine kadar güldüğünü gördüm. İşte bu gerçek ve samimi bir gülüştü.

“-diye düşünüyorum. Hey sen beni dinliyor musun? Birbirinize aşk dolu bakışlar atmayın gözümüzün önünde. Hem soru soruyor hem dinlemiyorsun?”

“Affedersin Şeref, lütfen baştan al.”

“Diyorum ki burası hep güllük gülistanlık olmuyor. Bu da unutmadığım deyimlerden biri. Nasıl? Yeri gelse de kullansam diye can atıyordum.” dediğinde hafifçe başımı salladım. Bana göre oldukça sıradan bir deyimdi işte. Ama onlara çok değerli bir söz gibi geliyordu. Ata sözü ve deyimlerimiz zaten Yaşayanlar’ın dünyasında çok değerliydi ama, ben buraya nasıl şaşırıyorsam, bazı şeyler de onları aynı şekilde etkiliyordu. Ayrıca Şeref de Yaşayanlar’ın dünyasından gelmişti fakat geleli bayağı olduğu için unutmuş olması normaldi.

Şeref kara kaşlı kara gözlü diyebileceğimiz yağız bir delikanlı gibi gözüküyordu. Tabii yaşını henüz bilmiyordum. Gömleğinin üzerine giydiği deri kolsuz ceketi ona yakışıyordu. Şimdiye kadar aldığım izlenim ise sürekli gülmesi ve susmamasıydı.

Bu durum Sofya’da çok farklıydı. O az ve öz konuşmayı seviyor, gerekmedikçe dahil olmuyordu. Gelin görün ki ikisi bir arada neler yaparlardı...

“Bazen karmaşa çıkabiliyor, işte bu ergen büyücü çocuklar birbirine büyü atıyor sonra ortalık saman alevi gibi kızışıyor. Zaten farklı Yaşamayanlar grubu olması bu yüzden, en baştan anlaşamamışlar ve ayrılmışlar. Ee haliyle gruplaşma olmuş. Bizi karşı karşıya gelen futbol takımı gibi düşünebilirsin.”

“Aa burada futbol oynuyor musunuz?”

“Evet. Sever misin?”

“Hiç sevmem.” dediğimde sırıtarak bana baktılar. Sanırım Arat oynuyordu.

“Bu kültürde böyle bir oyun yoktu ama Yaşayanlar dünyasından gelenler yıllar içinde alıştırdı.” dedi Arat.

“Sende mi oynuyorsun?”

“Evet kafa dağıtıyor.” dediğinde onaylayarak başını salladım. Yemeğimizi yedikten sonra Işıl’ın meraklı bakışlarını üzerimde hissettim ama dövmemi ona açıklayamazdım.

Gruplar halinde patika yolu geri yürüyüp kale grubunun binasına doğru ilerledik. Arat cebinden çıkardığı ve asla bölünmemiş, bir bütün olan cevizleri bana verdi. Ben ise elinden almak yerine koluna girerek tek tek avucunun içinden alıp yiyordum. Koluna girebilirdim değil mi? Sonuçta o benim eşimdi. Ruh eşim. Kimse bilmese de biz biliyorduk.

“Bedenimdeki iz senin görmen için çok sabırsız.” diye seslendi kulağıma doğru.

“Ben de onu görmek için sabırsızım.”

“Hmm. Ne yapsak acaba. Keşke aynı kanattaki yatakhanede olsaydık.”

“Ne olurdu öyle olsaydı?” diye cilveli bir şekilde sordum ama cevap alamadım. Çünkü karşıdan kollarını birbirine kavuşturmuş oldukça öfkeli gözüken Veronika bana bakıyordu.

Evet Arat’a bariz bir ilgisi vardı fakat bu hoş olmayan bir yola doğru gidiyordu. Ben yokken de buradaydı ve aralarında bir şey olsaydı o zamanlar olurdu. Kimsenin arasına giren kara kedi değildim. Birbirimize olan bakışlarımızı görüp acı çekiyor olabilirdi ama hayat tam olarak buydu. Seçimler ve sonuçları. Biz birbirimizi ebediyetten beri seçmiştik. Başkasının bu denli tavrı sadece çocuksu kalırdı. Aptal küçük göz korkutma deneyleri geçersiz kılındığı için sanırım hâlâ intikam alamamıştı.

Ne olduğunu daha kavrayamadan öne doğru uzattığı eliyle yerden kaldırdığı yaprakları hızla bana savurdu. Arat önüme doğru atıldı ama bu kez ondan önce davrandım. Nasıl yaptığımı bilmiyordum ama gücümü öfkemden aldığımı hissettim. Ellerimi toprağın üzerinde paralel bir şekilde tutunca, toprağın derinlerdeki soğukluğunun tenimi karıncalandırdığını hissettim. Ağaç kökleri tüm vücudumu sıkı sıkıya kavrayıp yukarı çıkıyor gibiydi. Sonra hızla ellerimi yukarı doğru kaldırıp indirdim ve artık önümde topraktan bir kalkan duruyordu. Saydam gözüken toprak kalkanım tam önümde düz bir çizgi çizerken tüm yapraklar bir balta gibi kalkana saplandı ve orada kaldı.

Karşıdan Veronika’nın sinirli bakışlarını görüyordum. Ama aynı zamanda şaşırmıştı da. Ben de bir gücümü böylelikle ele vermiş oldum. Arkamda hayret dolu nidalar atılırken yaptığım tek şey, gözlerimi Veronika’ya dikip bakmaktı. Pes ettiği an ellerini indirdi ve arkasını dönüp yürümeye başladı.

“Vay canına! Demek toprağa hükmedebiliyorsun?”

“Veronika canına susamış herhalde? Herkesin gözü önünde saldırmak ne demek?”

“İyi göz dağı verdin, bu onu bir süre idare eder.”

“Hey gözlerin korkunç bir kahveye döndü bizi duyabiliyor musun?”

Konuşmalar ardından bakışlarımı Arat’a çevirdim. “Herkes gördü mü?”

“Hayır çünkü bizi görmemeleri için bir kalkan da ben açtım.”

“Teşekkür ederim.” Biraz başım dönmüştü açıkçası ama yiğitliğe bok sürdürmek istemezdim.

Pera cebinden küçük bir şişe sıvı çıkardı ve bana uzattı. “Bitkin duruyorsun, iyi gelir. Toprak güçlü bir element olduğu için kolay taşınamaz. Alışana kadar sende yorgunluk hissettirebilir, susatabilir.”

Arat bir elini belime koyup iyi olduğumu tekrar sorduktan sonra yürütmeye devam etti. “Sana olan kini hoşuma gitmiyor. Basit bir çekememezlik diye düşündüm ama ötesi var. Bu konuyu halledeceğim. Bilmeni isterim ki onunla aramda herhangi bir şey geçmedi. Sırf birkaç sorusunu yanıtladım diye yüz bulduğunu düşünüyorum.” dediğinde sadece başımı salladım. Halletse iyi olurdu çünkü bu kız uslanmak bilmiyordu. Eski sevgili muhabbeti olmadığını biliyordum ama Veronika kafayı feci şekilde Arat’a takmıştı. Bu konuyu boş verip asıl kafamı kurcalayan şeyi sordum.

“Güçlerimi başkalarının görmesi ne kadar sorun olur?”

“Burada yeni sayılırsın, aylar olmasına rağmen. Kimseye bu kadar güç yüklemesi bir anda yapılmaz. İfşa olmuş olursun. Ne kadar güç o kadar bela demek aslında. Bunu sonra açıklamayı düşünüyordum ancak şimdi de tam sırası gibi. Satrançta vezir, oyundaki at hariç her taşın hareket yeteneğine sahiptir. Satranç oyunun en önemli ve en güçlü taşıdır. Vezirler de burası için oldukça önemlidir çünkü görevlere giderler. O yüzden en çok güç ve yetenek onlara yüklenir. Ama bu güçler kişinin karakteriyle bağlantılıdır. İfşa olursan daha çok ilgi gördüğün gibi, daha çok baskı da hissedersin. Görevlerin gizliliği esastır ve baskı güçlerini köreltebilir.”

Arat’ın söylediklerini hayretle dinledikten sonra cevap vermedim. Sorularımı sonraya sakladım. Mesela gizli görevler neydi? Ne zaman ve nasıl oluyordu? Baskının boyutu ne kadardı ki güçleri köreltiyordu?

Patika yolun kalanını hızlıca aştıktan sonra, bu ekibin komple aynı dersliğe gireceğini öğrendim. Sanırım diğerleri boştaydı ve bizimle aynı eğitim seviyesinde olan derste bulunmak istemişlerdi. Her şey yolunda gibi görünüyordu ta ki kale grubunun binasını geçip arkadaki ormana yönelene kadar.

“Nereye gidiyoruz?” diye sorduğumda Feris hemen arkasını dönüp neşeyle fısıldadı. “En sevdiğim derse.”

“Bu derslik ormana yakın bir yerde. Gidince beğeneceğini umuyorum.”

“Neden akademi dışında bir yerde ders işleniyor peki?”

“Çünkü bu dersimiz özel ruh hayvanları dersi. Herkesin boşta kaldıkça tekrar tekrar girdiği bir ders çünkü eğitmeni bizler tarafından çok sevilir.”

“Neden bu zamana kadar özel ruh hayvanları dersimiz yoktu?”

“Dediğim gibi seviye seviye ilerliyorsunuz. Bir anda bütün ders yüklemelerini kaldıramayabilirsiniz. Kafanız karışır, bu yüzden alıştıra alıştıra oluyor her şey. Zihnimiz bir labirent gibidir, bir kapıdan geçer ve onlarca kapıya açılırız. Eğitmenlerimiz de böyle düşündüğünden o kapıları yavaş yavaş aralıyorlar.”

Biraz daha ilerledikten sonra sarmaşıklarla dolu bir duvarın önünde durduk. Sabırsız çocuklar gibi Ee nerede diye sormamak için zor duruyordum. Pera elini sarmaşığın üzerine koydu ve sarmaşıklar sanki hareket eder gibi yavaşça birbirinden ayrılıp, Pera’nın geçeceği kadar bir kemer oluşturdular. Pera geçer geçmez sarmaşıklar yeniden birbirine tutundu ve sanki onu yutuyormuş gibi bir araya gelip tekrar duvar halini aldı.

Bu işlem saniyeler içinde olmuştu ama ben ağır çekimde gibi hissetmiştim. Gözlerimdeki şok ifadesiyle Arat’a doğru döndüm ve beni gülümseyerek izlediğini gördüm. “Bu hallerini zihnime kalın bir çiviyle kazımak istiyorum ki hiç unutmayayım.” dediğinde özellikle bundan bahsetmediğini anladım. Ben Arat’ın gözlerine tutuklu kalmış bakarken bu sırada herkesin saniyeler içinde tek tek geçtiğini hissettim. En sona kalan Feris koca bir of çekip dikkatimi dağıtmış ve öyle gitmişti. Bu bücürün derdi neydi anlamıyordum. Ablasını paylaşmayan küçük çocuklar gibiydi.

“Birlikte gidemeyiz sanırım?”

“Evet. Burası kişiye özel açılıyor. Elini sarmaşığa bastırsan yeter. Önden buyur lütfen.” dediğinde beni arkasında bırakmayacağını anladığım için gülümsedim. O da bana gülümsedi. Bu duygu tıpkı sıcacık bir sarmaşık gibi benliğimi sardı.

Elimi sarmaşığa koyar koymaz geçit açıldı ve bir an sonra içerideydim. Ancak içeri girer girmez zihnimde koca bir fırtınalı kaosun oluşacağını tahmin edemedim...

 

 

Loading...
0%