Yeni Üyelik
43.
Bölüm

43. Bölüm

@1scintilla

Bölüm 14. Solan Umutlar

Ayrılmanın gökteki yıldızlar kadar çeşidi vardır.

William Shaekspare

Ruh eşini bulmak anlamlandıramayacağın kadar güzel bir histi. Peki ya onu buldum sanıp gözlerinin önünde bir başkasının ruhuyla eşleştiğini görürsen ne olurdu? Üçüzlerden birinin canı fena hâlde yanmıştı ve buna karşı ne yapılacak bir şey bulabilirdik ne de söylenecek bir söz yeterli olurdu...

Geçitten içeri girdiğim an beynimdeki uğultuyla birlikte safir renginde ışıldayan kelebekler dört bir yanımı sardı, parıldayan renginin mükemmelliği yetmezmiş gibi kanatlarını çırptığı her yere peri tozu bırakıyorlardı.

Büyülenmiş gibi etrafı izlerken saniyeler sonunda Arat’ın varlığını yanımda hissettim. “Çok güzeller değil mi?” diye sorduğu soruya gözlerimden kalp çıkartarak cevap verdim.

“Muhteşemler.”

Gerçekten tam özel ruh hayvanları adlı derse yaraşır bir bölge ve sunumdu. Kelebeğin safir kanadına aşık olmuştum. Beynimdeki uğultu artarken kısa bir an kaşlarımı çattığımda bir tanesi omuzuma kondu.

“Bölgemize hoş geldin Yargı Yargıcı.”

O ses kelebekten çıkmıştı değil mi? Bir özelliğim de hayvanlarla aramda olan bağdı. “Hoş buldum.” diye fısıldadım. Herkes dört bir yana dağılmış olsa da duysunlar istemedim. Köşede denk geldiğim Feris ise aşırı mutluydu. Kanatları çıkmıştı ve küçük dostları etrafında pervane oluyordu. Neden bu dersi çok sevdiğini şu an anlıyordum.

“Sürekli cevap vermene gerek yok. Başındaki uğultu dinsin diye sen gidene kadar aynı anda konuşmayacağız.”

“Teşekkür ederim, minnettar olurum.”

“Önemli değil Yargı Yargıcı. Buraya getirdiğin harika enerjin için asıl biz teşekkür ederiz.”

“Sizi görünce oluştu o birden.” Kelebek kıkırdayarak omuzumdan uçtu ve arkadaşlarının yanına gitti. Dediği gibi uğultu kesilmişti.

“Demek onlarla iletişim kurabiliyorsun. Güçlerinin gerçekten çok güçlü olduğunun farkında mısın? Unutmamak için not almam gerekecek yakında.”

“Abartma.” diyerek koluna doğru bir yumruk savurdum. Ama o sanki acı çeker gibi inlemişti. “Elin ağırmış Kıvılcım, çarpmaktan beter ediyorsun.” dediğinde onu kendi halinde bırakıp etrafı keşfe çıktım. Elim ağır değildi bir kere. Numara yapıyordu. Ya da yapmıyor muydu? Gelen güçlerle birlikte kuvvet de mi kazanmıştım? Şöyle göz ucuyla arkaya doğru baktığımda hiçbir şey olmamış gibi peşimden geldiğini gördüm. Öyleyse sorun yoktu.

Etrafta yürürken duyduğum su sesine doğru gittim. İnce ama uzun gözüken bir akarsu vardı. Rengini kelebeklerden almış kadar güzel duruyordu. Su bir yerden sonra ikiye ayrılıyor ve bir tarafı şiddetle şelale gibi aşağı doğru çarpıyordu. Suya yaklaştıkça inanılmaz bir serinlik hissettim. Suyun kalan kısmı ise üzerinde yuvarlak taşlarla bizim geçmemiz için merdiven oluşturuyordu. Adımlarım oraya doğru yöneldi.

Yanından yükselen ağaçlar ile mükemmel bir doğa harikasıydı. Yere doğru eğilip suya elimi uzatmadan önce Arat’a baktım. Gözleri kapatarak onayladıktan sonraki an ellerim suyun içindeydi. Farklı bir büyü varsa diye bir anda elimi daldıramamıştım.

Su o kadar berraktı ki elimi çok net görebiliyordum. Aynı zamanda buz gibiydi. Kemiklerime kadar işlemişti soğuğu. Arat da yanıma eğilip parmağını suyun yüzeyinde gezdirdi.

“Safir Nehri buraya oldukça yakın ve suyunun bir kısmını buraya akıtıyor. Tabii bunda Profesörün bir parmağı olabilir ama hepimiz bundan memnunuz. Huzur verici bir alan. Safir suyu şifalıdır. Kemiklerine bile iyi gelir. Bir yaran varsa iyileşme hızını etkiler. Ciğerlerine çektiğin nefesin bile daha kuvvetli olmasını sağlar.” diyerek beni aydınlattığında çoktan geçen baş ağrımı düşündüm. Kemiklerim donmuştu ama serinlemiştim de gerçekten. Sadece bakmak bile bana şifa vermişti.

Arat suyun yüzeyinde gezinen işaret parmağını alnıma doğru çıkarıp bir işaret çizdi. Gülümseyen ama şaşkın gözlerle ona baktım. “Bu da ne? Ne çizdin öyle?” diye sordum yumuşacık bir ses tonuyla. Omuzlarını silkti, sanki karşımda küçük bir çocuğa dönmüş gibiydi. Yaramazlık yaptığını fark eden muzır gözleri ışıl ışıl bakıyordu.

“Birazdan anlarsın.” dediğinde başka bir şey sormadım. Elinin ıslaklığı hâlâ alnımda duruyor asla kurumuyor gibiydi. Suyun farklı bir özelliği de bu olmalıydı.

Gong sesi duyduğumda bakışlarım etrafta gezindi. Az önce gördüğümüz taş basamakları birer birer çıkmaya başladılar. Arat elimi nazikçe tutup kaldırdığında biz de onların peşine takılmış olduk.

“Bu ders uzayacak gibi ne diyorsun?”

Arat’ın sesini kulağımın yakınlarında duyarken ne demek istediğini anlamamıştım. “Uzasın ne olmuş?”

“Aaa?” dedi yapay bir şaşkınlıkla. Sonra kaşları çatıldı. “Hani görmen gereken bir dövme vardı? Bizim dövme yalan mı oldu yani?” Şimdi derdi anlaşılmıştı.

“Öyle bir ses tonuyla konuşuyorsun ki, dövmen yasaklı yerlerinde sanacağım neredeyse.” Anında sırıtmasıyla kısa bir an öyle düşündüm de. “Yasaklı yerlerim nerelerim ki? Hadi aydınlat beni.” Gözlerimi devirerek omuzumun arkasından ona döndüm.

“Sen çok fena bir insansın Arat Zemheri ama unutma bana nasıl gelirsen sana öyle gelirim. Yani şimdi sana yasaklı yerlerinden öyle bir bahsederim ki, hava durumunu değiştirmek zorunda kalırız.” dediğim an gözleri buğulanmış ve duyduklarından memnun olduğunu belli eden bir şekilde bana bakakalmıştı. Onu öylece bırakıp yürümeye devam ettim. Yoksa gerçekten kıvılcımlar, şimşekler derken çok feci ifşa olacaktık. Hem henüz görmediğim bir Profesöre saygısızlık yapmak istemezdim.

Portakal çiçeği kokusu peşimden gelirken, sessizce taş basamakları adımladım. Oldukça yükseğe çıkmıştık. Sonunda yolumuz bitince şöyle bir etrafa bakındım.

Yolun sonu uçuruma çıkmıştı.

Gerçek bir uçurum. Uçurumun ucunda da bir kadın oturuyordu. Toz pembe keten gömleği üzerinde uçuşurken sanki bulutların üzerinde oturur gibi rahattı. Gümüşi saçları hafif esen meltemle beraber tenini okşayarak dans ediyor gibiydi.

Önemli bir detay vardı. Gördüğüm en yaşlı yüz hatlarına sahipti. Bu da onun yüzlerce yıldır burada yaşadığını gösterirdi. Yüzündeki kırışıklıklar onu oldukça yumuşak gösteriyordu. Yaşanmışlığın ifadesi sinesine mutluluk olarak yansımış gibiydi. Alnının tam ortasında olan hilal dövmesi ise ona aşırı güzel bir hava katıyordu. İşte şimdi Arat’ın alnıma ne çizdiğini anlamış bulunmuştum.

“Ona Mamba deriz. Başka bir ekten hoşlanmaz.” diye fısıldayan Arat’ın sesiyle kadını yeniden inceleyen gözlerim boynuna dolanan yılan dövmesini yeni görmüştü. Kuyruğunu boynuna dolayan yılanın başı kulağına doğru uzanıyor ve çatallı dilini dışarı çıkarıyordu. Sanki kulağına fısıldar gibi.

Aşırı gizemli ve heyecan verici buldum. Dersi ise şimdiden merak etmeye başladım. Uçurumun kenarına oluşturduğu bu derslik ise çimenlerin üzerine atılan rengarenk minderlerden ibaretti. Sanki birazdan yoga yapacak gibiydik. Etrafı çevreleyen mis kokulu çiçeklerin kokusu insanı cezbediyordu. Muhteşem bir sınıftı. Oldukça keyif alacağımdan şimdiden emindim.

Yaşlı kadın dalgalanan gümüşi saçlarının eşliğinde ayağa kalktı. “Hoş geldiniz tomurcuklarım. Sizi parlayan güneşin huzurunda selamlıyorum. Sevgiyle geldiniz, sevgiyle kalın.” Ses tonunu aynı anda hem baskın hem yumuşak nasıl çıkartabilirdi? Ellerini öne doğru uzatarak “Kendinize bir yer seçip oturun lütfen.” dediğinde hep birlikte boş bulduğumuz yerlere doluşmaya başladık. Gerçekten yumuşak minderlere sukhasana pozisyonunda oturmaya başladılar. Biz buna Yaşayanlar’ın dünyasında bağdaş kurmak diyorduk. Hani şu dedikodu zamanlarında şekilden şekle girdiğimiz o şekillerden biri de buydu.

“Özel ruh hayvanları dersimizi burada işlememizin sebebi, onları doğal ortamlarından esirgememek, bir kafese kapatmamak için. Hep birlikte huzurla esen meltemin altında, zihnimizin tüm kapılarını açarak başlamak istiyorum derse. Lütfen ellerinizi dizlerinizin üzerine koyun ve gözlerinizi kapatın. Geçmişi unutun, geleceği düşünmeyin. Andasınız, anı yaşayın. Derin bir nefes çekin içinize, doğa ana tüm güzellikleriyle yanınızda. İhtiyacınız olan her şey onda, huzur, güzellik, mutluluk, sağlık...”

Mamba anlattıkça ruhuma dolan dinginliğe anlam veremedim. Bu ses tonuyla bizi inanılmaz yatıştırıyordu.

“Derin bir nefes alın ve verin, alın, verin. Çimenlerin üzerinde çıplak ayaklarınızla dolaşırken, ayağınıza gelecek nemli dokuyu hissedin, çiğ taneleri sizi serinletmek için orada duruyor. Güneş teninizin üzerinde dans ederken cildiniz ışıl ışıl parlıyor. İçinize çektiğiniz nefeste ormanın içine işlemiş o muhteşem kokuyu duyuyorsunuz. İşte bu, mutluluk burada. Zihnimiz karmaşadan arındı. Tekrar derin bir nefes al ve bırak. Gözlerinizi yavaşça açabilirsiniz.” dedikten sonra gerçekten arınmış hissettim. Etrafında yanan mumları yeni fark ediyordum. Mumlar çiçekleri sembolize eder gibi rengarenkti.

Dudaklarını büzüp melodili bir ıslık çaldığında iki mükemmel varlık yeni fark ettiğim ağacın dalından uçup omuzlarına kondu. Onları tanıdığımın farkına varmamla heyecanla yerimde kıpırdandım. Buraya ilk geldiğimde ağacın dalında gördüğüm o harikulade kuştu. Bunlar biraz daha farklıydı ama ne gördüğümden emindim.

Bembeyaz bir pamuk topu gibi duran minik kuşların arkasında tavus kuşu gibi kanatları vardı.

Birinin kanatları arasında iki altın tüy duruyordu. Her detayıyla eşsiz ve harikaydı gerçekten, gözlerimi onlardan alamıyordum. Diğer kuşta ise beyaz ve pembe tonunda yumuşacık tüyler gözüküyordu ve sanırım tüylerin içerisinde inci taneleri vardı.

“Görmüş olduğunuz mucizevi güzellikler cüce tavus olarak sınıflandırılır. Cüce tavuslar içlerinde ikiye ayrılır. Yetişkinlik dönemine gelene kadar bu görünüşe sahip olamazlar. Sağ omuzumda görmüş olduğunuz altın safir, sol omuzumda görmüş olduğunuz ise incifem isimli cüce tavuslardır.” dedikten sonra kuşlara bir hareket yaparak bize doğru uçmasını sağladı. Herkes büyülenmiş gözlerle onları izlerken Mamba anlatmaya devam etti.

“Altın safir beş yılda bir kere tüy döker. Altın renginde olan tüyün ucunda minik bir safir taşı bulunur. Bu taş o kadar önemlidir ki, büyüleri güçlendirmekten tutun kalıcı hale kadar getirmeye yarar. Tüy dökecekleri zaman bu güzel halinden eser kalmayıp hasta gibi gözükürler. Eğer onu bulan kişi onunla değil de sadece safir tüyüyle ilgilenirse, üzüntüsü taşı eritir ve geriye altın tüyden tek bir zerre kalmaz. Kuşlar bütün hisleri sezerler, onları kandırmak mümkün değildir. Kötü niyetli kişilerin eline önemli güç geçmesine engel olurlar. İncifem ise kanatları arasında tek seferde ondan fazla inci taşıyabilir. O incilerini dökmez, bu yüzden özel bir yöntemle bizler onu oradan alırız. İnciler büyüdükçe ağırlaştığı için olgunluk dönemine gelince kendisini açık eden yerlerde bulunur ve onu kolayca görebiliriz.”

Tüm sınıf dikkatle Mamba’yı dinliyordu. İlginç bir ismi vardı. Bir anda dönüşüm geçirip koca bir yılana evrilip, uçurumun kenarından üzerimize doğru atlayabilirdi. Ama o ışıldayan yüzü böyle bir ihtimal olmadığını düşündürüyordu. İncifem gelip benim elime konduğunda, parmağım kendiliğinden uzanıp tüylerini okşamaya başladı.

“Evet, aramıza yeni katılan birini kolayca kabul etmezler aslında, ama görüyorum ki sana ısınmışlar. Tanıyalım seni?”

“Merhaba efendim. Adım Yargı. Yargı Yargıcı. Aslında bu güzel kuşu buraya geldiğim ilk gün bir ağacın tepesinde görmüştüm.” dediğimde gözleri hafif kısılarak bana bakmaya devam etti.

“Uzun zamandan sonra Yaşamayanlar’ın dünyasına gelen birinin karşısına çıkmak, hem de ilk günden. Senden hareketli enerjiler alıyorum Yargı Yargıcı, aramıza hoş geldin. Bu özel dostlarımız kadar ben de tanıştığımıza memnunum. Söylesene, sınıfımı nasıl buldun?”

“Tek kelime ile harika. Sanki burada başka bir dünya yaratmışsınız ve o eşikten geçince her şey son bulmuş gibi. Romantik ve huzur dolu dersliğiniz beni oldukça heyecanlandırdı.” dediğimde içimi kıpır kıpır eden bir kahkaha attı.

“İşte aradığım hakiki yorum bu. Dersliğim ve benim kapımız isteyene her zaman açık, sakın unutma.” deyip göz kırptı.

Mamba kalan detayları da anlatıp sonlandırdıktan sonra zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Burada zaman da mı faklı işliyordu? Bu kadar saattir orada olmamızın bir açıklaması yoktu.

Sarmaşık kapıdan geldiğimiz gibi tek tek geri dönerken Feris’e baktım. Oldukça hüzünle kelebeklere veda ediyordu. Onun için en kısa zamanda bir resim çizecektim. Odasına asıp her gördüğünde sevinmesini istiyordum. Bu küçük kız benim kalbime işliyordu. Göz göze gelince gülümsedi ve koşarak bana sarıldı. Sarılmasıyla ufak bir sarsıntı ve şok geçirdim.

“Hey ne oluyor bücür? Duygu patlaması mı yaşıyorsun?”

Gözlerini devirip “Bütün neşemi rezil ettin ya, rüsva kadın. Bana bücür deyip durma senden büyüğüm diyorum.” diye söylenmeye başladı yine aynı şekilde. Ben ise ona cevap vermeden sarmaşığı içinden geçtim. Aşırı güzel bir duyguydu. Otların beni tutarak içeri çekmesi ve geri dışarı püskürtür gibi bir alana bırakması sıra dışıydı. Çok hoşuma gitmişti. İzin verseler sürekli girip çıkardım...

Biraz yürüyüp patika yola girdiğimizde Sofya önüme geçerek “Adayları kontrol etmen gerekiyor. Ben de seninle geleceğim.” dediğinde benim çizim atölyesine gitmem yalan olmuştu. Arat’ın dövmesini görmem de...

Arat ile göz göze geldiğimizde bundan hiç memnun olmadığını anladım. “Bu tamamen aklımdan çıkmış ben de bir göz atsam iyi olur. Başka zamana güzelim, iple çekiyorum emin ol.” dedikten sonra dudağımın kenarını öpüp geldiği yoldan geri döndü. “Ben de sizleyim.” diyen ses Pera’ya aitti ve böylece üçümüz ayrı bir yoldan saparak adayları bulmaya gittik. Kalanlar da kendi adaylarına ve yemekhaneye doğru yol aldı.

Gittiğimizde kendi halinde bir köşede takılan çocukları görünce gülümsedim. Onlar gibi ben de alışmaya çalışıyordum. Bu düzene birlikte ayak uyduracaktık.

Bir ağacın dibinde oturan ve gözleri kapalı olan Laçin geldiğimizi hissettiği an anında başını benden tarafa çevirdi. Diğerleri ise oturduğu yerden kalkmış yanımıza geliyordu.

Laçin görme engelinden dolayı etrafı biraz yoklayarak ayağa kalkmaya çalışınca, ekipteki diğer kız ona yardımcı olmak için atıldı. “Yardım edilmesini sevmem, alışık değilim.” diyen Laçin’e kız sadece gözlerini devirmekle yetindi. Anlaşılan oldukça iyi anlaşıyorlardı.

Yol boyu Pera ve Sofya ile bu konuyu konuştuğum için ne yapılması gerektiğini öğrenmiştim. Bu ekipten ben sorumluydum ve ona göre davranmalıydım.

“Merhaba çocuklar yeniden tanışalım isterseniz. Ben Yargı Yargıcı. Buraya geleli henüz aylar oldu. Sizin gibi yeni sayılırım ve birlikte adapte olacağımızı düşünüyorum.”

“Sen bir Yaşamayan’sın. Biz ise Yaşayamayan, nasıl aynı kefeye koyalım kendimizi?” dedi hırçın ve asabi olan çocuk.

“Sınıfları bir kenara bırakarak. Birlikte dövüş sanatları öğreneceğiz. Bu işte ben de çok iyi değilim. Bildiklerimizi birbirimize aktarırsak bizden daha iyi bir ekip olamaz.”

“Bu şekilde mi gözümüzü boyamaya çalışıyorsunuz. Yemeğimizi daha yeni metal kaplarda yedik. Her şeyi ayırırken nasıl eşit olacağız.”

“Eşit olmaktan bahsetmedim. Elimizdekinin en iyi olmasından bahsettim. Ve sana bir haberim var, henüz metal kaplardan yemek yeme fırsatım bile olmadı. Bak ne güzel ki sen doyurmuşsun karnını.”

Saçları iki yandan örgülü ve yüzünde kocaman gülümseme olan kız “Ben demiştim. Burası bizim için bir dönüm noktası olacak, her şeye rağmen heyecanlıyım.” dedi.

Çocuk ağzının içinde “Aman ne hoş.” diye mırıldanıp bana bakmaya devam etti.

“Şöyle yapalım. Adını söyleyerek ilk adımı atmaya ne dersin?” diyerek elimi uzattım. Elime şöyle bir baktıktan sonra uzattı ve hafifçe sıktı “Yağız.” dediği an bırakacaktı ama buna engel oldum.

“Merhaba Yağız tanıştığıma memnun oldum. Kaç senedir buradasınız bilmiyorum. Ailemden kopalı uzun bir süre olmadı. Burada yalnız başıma neler yapmam gerektiğini düşünüp yıprandığım günler uzak değil. Ama benim elimi tuttular. Bir bataklığa saplanmadan önce o eli tutup çektiler. Şimdi gün ışığı daha güzel gözüküyor. Ben de sizin ellerinizden tutacağım. Birlikte gün ışığını daha güzel görmek için.” Sıktığım eline tekrar kuvvet verdi ve daha canlı sıkmaya başladı.

“Bunu sevdim. Bu kol kasları geliştirilirse herkesten güçlü olmak istemez misin? Bunun için uğraşmalıyız. Bir şeyler yapmalıyız. Boşlukta savrulmak yerine kendimiz için çaba vermeliyiz. Bizlere ikinci bir fırsat yaratıldı ve bunun kıymetini bilmeliyiz.”

Konuşmamı yaptıktan sonra Yağız elimi sakince bıraktı ve gözlerime bakmaktan kaçındı. Sanırım bu düşündüğü evre oluyordu. Örgülü ve neşeli kız hemen yanıma geldi. “Ben Deniz. Görmeyeli nasılsınız?”

“İyiyim Deniz. Sen nasılsın neler yaptınız ilk günlerinizde?”

“Her şey çok güzel. Bakma sen ona. Güzel bir oda, yatak, yemekler, giyecekler. Her şey harika. Dövüş konusunda gelişmek için sabırsızlanıyorum.” diye cıvıl cıvıl anlatmaya başladı.

“Hah. Üflesem uçacak, dövüş diyor. Kızım sen git patates soy.”

“Hevesimi kaçırma lütfen. Askeriye mi burası? Hem güçlenip ilk seni döveceğim.” dediğinde Laçin’in yüzünde bir tebessüm oldu. Ama anında kayboldu, fark edilsin istemiyordu.

“O günü iple çekiyorum.” dedi Yağız ve kendi aralarında konuşmayı bıraktılar.

“Deniz sana verilen asıl görev mutfak değil. Sesinin iyi olduğunu söylemiştin. Gündüzleri ders alıp akşamları şarkı söylemeye ne dersin?” dediğimde gözünden bir korku dalgası geçti. Gözleri hemen Pera ve Sofya’yı buldu. Pera onu dikkatle inceledikten sonra “Burası sandığın gibi bir yer değil. Kimse sana sarkıntılık yapmaz. Arada kafa dağıtmaya gittiğimiz yerlerden biri. Yine de deneme süren var. Baktın sana uygun değil, diğer yeteneğine odaklanırız.” dedi ve Deniz kafa salladı.

Burada farklı bir hikâye vardı. Boyutlar arası bir evrende de olsan ilk aklına gelen korktuğun şey aynı oluyordu. Kimlerin önünde ne şekilde şarkı söyleyeceğin?

“İlk gününde yanında olacağım. Bakalım sandığımız gibi miymiş yoksa değil miymiş?” Zamanı gelince öğrenecektim. Bu sürekli gülen ve neşeli durak kız bir maske miydi? Umarım can sıkan bir şey yoktur diyerek diğer adaya geçtim.

“Merhaba, sen nasılsın?”

“Merhaba efendim iyiyim.” dedi yüzünde yara izi olan utangaç çocuk.

“Bana efendim deme lütfen. Adını öğrenebilir miyim?”

“Adım Ahmet Enes.”

“Tanıştığımıza memnun oldum Ahmet Enes. Alışmaya çalışıyor musun?” dediğimde başını sallayarak gözlerini kaçırdı.

“Hatırladığım kadarıyla aşırı hızlı koşuyordun?” dediğimde yine hızlıca bakışlarını kaçırarak başını salladı.

“Yüzündeki iz nasıl oldu Ahmet Enes?” Bana okuldaki bir arkadaşımı hatırlatıyordu. O da son derece nazlıydı.

“Hızlı koşma yeteneğimi kazanmamı sağladı. Lütfen üzülmeyin efendim.”

“Ahmet Enes ben sizin efendiniz değilim. Bana böyle seslenmeyi kesin lütfen. Biz bir ekibiz ve ben bu ekibin lideriyim o kadar. Şimdi hikâyeni anlatmak istersen dinleriz.” diye konuştuğumda Yağız yine kendi içinde homurdandı.

“Ormandaki hayvanlardan kaçarken herkesten çabuk kurtulduğumu gördüm. En hızlısı bendim. Öyle ki dakikalar sonra geliyorlardı yanıma. Bu iz de kaçamadığım bir hayvan sayesinde oldu.”

Pera bana dönüp “Hayvan değil.” dediğinde tehlikeli bir varlık olduğunu anladım. Ucuz atlatmıştı.

Sofya’nın Yağız’a olan bakışını gördüm. Sonra Yağız aniden “Ee hadi başlamıyor muyuz eğitime?” diye sordu. Ben şaşırırken Softa sırıtmıştı.

“Laçin? Sen nasılsın?”

“Neden buraya geldiğimi hâlâ sorguluyorum.”

“Sorgulaman kısa sürecek. Kalp gözü açık olan bir insansın ve hislerin bu yüzden çok kuvvetli. Bunları geliştirdiğimiz zaman her şey daha güzel olacak.” Belli belirsiz başını salladı.

“Eğitimler bugün başlamıyor. Ben sadece sizi görmeye geldim. Şimdi yatakhanelerinize gidebilirsiniz.” dediğimde hepsi onaylayıp yürümeye başladı.

“Hepsi aynı yere mi yürüyor? Ben ayrı sanmıştım kaldıkları yerleri.”

“Ayrı yerler değil, adayların hepsi aynı odada kalıyor. Grup olanlar yani. Birliği daha iyi sağlamak için bu düşünüldü. Dördü aynı odada kalıyor ki kaynaşsınlar aile ortamı oluşsun ve yalnız hissetmesinler diye.”

“Anlıyorum. Aranızda bana yeteneğini söylemek isteyen var mı? Neden özellikle bana yardım ettiğinizi?”

Gözlerim ikisi arasında mekik dokurken Sofya yanaklarını şişirip üflemekle yetindi. Pera ise giydiği eski çağ elbisesinin eteklerinde gezen yılanın başını okşamaya başladı. Sofya’ya bakarak “O şu an ne yapıyor?” d

 

 

 

Loading...
0%