@1scintilla
|
Anlattığı andan beri onu masaldaki pamuk prensese benzeten sevgilisi, ona ucunda elma olan bir kolye almıştı. Genç adam bu kolyeyi alırken tek düşündüğü Çağıl'ın kar gibi beyaz teniydi. Bu kolye onda durmazsa büyük bir haksızlık olurdu. O da aracı olarak görevini tamamlayıp kolyeyi sevgilisinin gerdanına bıraktı. Onun kandırılıp zehirli elmayı yemesine hiç gerek kalmayacaktı. Kolyeyi takarken bile böyle söylemişti çünkü, genç adam daima Çağıl'ın yanında olacaktı. Birlikte gülüşerek kol kola girmiş yatakhaneye giden kestirme yoldan dolanıyorlardı. Çağıl'ın doğum günü çoktan bitmişti ve Tanrı'ya ilettiği duasının bu kadar erken reddedildiğini görmeye henüz hazır değildi. Ağlama sesi duyduklarında iki gençte ne olduğunu anlamak ister gibi birbirlerine baktılar. Çağıl gidip bakmak istediğini söyledi ama genç adam buna karşı çıktı. Zaten gecenin bu vakti burada olmamaları gerekirdi. Bir de birine yakalanmak hiç istediği bir şey değildi. Çağıl durmayıp ısrar edince hatta tek başına gitmeye kalkınca mecburen elini tutup devam etti genç adam. Kimin ağladığını görüp yardımcı olmaya çalışıp gideceklerdi hemen. Yakalanıp da Çağıl'sız geçireceği günlerin sayısını arttırmak istemezdi. Fakat öyle bir şey oldu ki, bu gece edilen tüm dilekler titrek bir mum ışığı gibi söndü. Ay sanki üzerlerinden çekildi ve ormanı derin bir karanlığa bıraktı. Beyaz elbisesi içinde ağacın dibine oturup ağlayan bir kız vardı. Sarıya dönük turuncu saçları ellerinin üzerinden dağılmış içli içli ağlıyordu. Onu daha önce görmediğini anladı Çağıl. Buraya yeni gelmişti belli. En kibar olduğunu düşündüğü ses tonuyla onu ürkütmemek için sordu. "Merhaba. Yardım etmemizi ister misin?" Rüzgar sarı saçlarını tümüyle yüzünden silerken genç kız kafasını kaldırıp onlara baktı. Önce Çağıl'ın mutlu yüzüne sonra ise yanında duran adamın ay ışığında parlayan renkli harelerinde dolandı gözleri ve sonra bir şey oldu. Güneş ters döndü, ay belki bütün gezegenlerle birden tutuldu. Etrafa düşen renk cümbüşü belki de bütün Yaşamayan halkına ulaştı. Çağıl'ın yanında duran sevgilisi genç kızın gözlerinden bir saniye olsun kopamadı. Aralarında görünmez bir ip onları orada sıkı sıkı bağladı. Daha nice hissiyatı vardı Çağıl'ın ama değil dile getirmek, düşünmekten bile korktu. Kalbi titredi Çağıl'ın ama bu kez saf heyecan ve mutluluktan değil, başına geleni bildiğinden. Daha yeni işlemişlerdi bu dersi, daha yeni sayfalarca ödev hazırlamış ve araştırmıştı. Şimdi ise bizzat gözleriyle şahit oluyordu bu mühürlenmeye. Güzel duyguları beraberinde getirir dedikleri mühürlenme Çağıl için neden ısdırap doluydu şu an? Çağıl'ın titreyen kalbine tek bir damla göz yaşı düştü sol yanağından sol tarafına doğru. Genç adam verdiği sözü daha yirmi dört saat bile dolmadan bozmuştu. Artık hep yanında olamazdı. Çağıl'ın gece siyahı ve okşamaya bayıldığı saçları artık yalnız kalmıştı. Kalbi üşüdü, ruhu sendeledi ve ne kadar zor olursa olsun geriye doğru bir adım attı Çağıl. Buraya gelmek isteyen oydu. Bunun için bir miktar üzüntü doldu. Topuklu ayakkabılarını sessizce eline aldı. Bu sefer onu taşıyacak bir sevgilisi yoktu. Bu zamana kadar ki en zor dönüşünü yaptı Çağıl. Kalbini biraz önce ısıdan delirten adama, biraz sonra buzdan sarkıtlar tutmuştu. Çağıl artık saçlarında gezinen şefkatli ellerin varlığını hissedemeyecekti. Bu saçları bir daha bu kadar uzatmayacaktı ve artık siyahtan başka bir renk giyinmeyecekti. Bu onun kalbinin ebedi yasıydı... Günümüz Öyle güzel bir kadın ki umarım bu dünyada yeniden kalbini hızlandıracak biri ile karşılaşır. Gözlerindeki üzüntü biraz olsun azalır. Üçüzlerin tek renk giydiği kıyafetlerden dolayı bir soru sormuştum. Çağıl siyahtan başka bir renk giymiyor ve bedenindeki tek renk ise kırmızı ruju. Eskiden böyle değildi cevabı almam beni yine o ana götürdü. O adama kadar her şey daha renkliydi ve sonra bir anda siyaha dönmüştü. Çok ama çok zor bir durumdu. Kendi adıma düşündüğümde ise Arat’la normal şartlar altında tanışıp birbirimizi sevdikten ve her şey ilerledikten sonra, bir başka kadına gözlerimin önünde bir anda mühürlenmesini görsem korkunç olurdu. Düşüncesi bile tüylerimi ürpetmişti. Dehşet derece acı hissederdim. Şimdi Çağıl’ın ne düşündüğünü daha iyi hissedebildim. Yasını hissedebildim. Sevdiği adamı kalbinde gömmeye çalışırken büründüğü siyahları hissedebildim. Bu yüzden söylediği cümlenin tüm samimiyetini hissediyordum. Öylesine söylenmiş bir şey değildi. İçten gelen bir dua gibiydi. Onu kollarımın arasına aldığımda “Bir gün yasın bitecek, buna eminim.” Yas kelimesi onu ürpertmeye yetmişti. “Her şey daha güzel olacak ve biz yanında seni izliyor olacağız.” dediğimde üçüzler de kollarını bize doladı ve sevgi yumağı gibi olduk. Fakat bu saniyeler sürdü. Çağıl hemen bizi itekleyip kendini kurtararak “Aaa ne bu samimiyet canım, uzak durun benden. Daraldım, bunaldım, sıkıldım. Boğucu ve kasvetlisiniz.” dedi ve kendini yatağına atıp bizden kurtuldu. Aslında kaçtığı biz değildik, o andan kaçıyordu. Biz de sessizce yatağımıza süzüldük. Gözlerimi kapatır kapatmaz az önce yaşadıklarımı unuttum çünkü Arat’ın dudakları zihnimde dudaklarıma kapanmıştı. Bugün gerçeğini yapamamıştık ama beni rüyamda bile es geçmeyip yalnız bırakmıyordu. ️ Günler hızla geçerken buraya alışma hızım oldukça artıyordu. Yeni insanlarla tanışıyordum. Bazıları sevgiyle bakarken, bazıları kinle bakıyordu. Bunun nedenini anlamamış olsam da Pera, Arat ile olan yakınlığımdan ötürü öfkeli bakışlara maruz kaldığımı açıklıyordu. Ayrıca evet biz vezir grubundaydık ama yaptığımız büyü bizi kale grubuna ait kılıyordu. Bu yüzden de kale grubundaki kişiler tarafından da hayranlık uyandırdıklarımız oluyordu. Bu büyüyle olduğu için hoşlantının ötesine geçemiyordu ama, insan her yerde insandı işte. Ulaşamadığı ete mundar diyen çoktu. Şimdi çocuklara söylesem bu sözün açıklamasını yapmak zorunda kalırdım. Biz onlardan hoşlanmıyorduk çünkü eşlik mührümüz vardı. Bu Yaşayanlar’ın dünyasında bile mümkün olmamışken, burada hiç olmazdı. Geçen süreç boyunca adaylarla daha çok zaman geçirmiş kendimi ve onları alıştırmaya çalışmıştım. Savunma sanatlarına hafif hafif başlamıştık. Dağların eteklerine çiçek toplamaya diye çıkacaktık ama öngörülen hava şartları dolayısıyla sonraya kalmıştı. Ufak büyüler yapmakta iyiydim. Bazı iksirli derslerde ise bilerek tutturmuyordum. Kendimi saklamam gerektiği söylenmişti çünkü. Arat ile geçen zamanlarımız ise muhteşemdi. Bunca sene bu histen nasıl uzak durmuşum diye düşünüp duruyordum. Burada sevdiğim dostlarım vardı ortam git gide daha da güzelleşiyordu... Dün gece gözlerimi kapattığımda Arat’ı ilk gördüğüm ana gitmiştim. Yanından geçtiğim arabanın içinden sadece birazcık açılmış cam ve onun gözleri... O zaman da gözünün üzerindeki joker işaretine benzer şeyi görmüştüm. Peki neden o arabayı görmüştüm bu gece? Sormamı mı istiyordu? Araba hakkında herkes kullanamaz diye duymuştum. Öyleyse o gün o aracın içinde Arat’ın ne işi vardı? Yine bir bilinmezlik topunun içinde yuvarlanmaya devam ederken, gözlerim kapalı uyandırma perimi bekliyordum. Ondan önce uyandığımı görünce küsüyordu. Önce minik kanat çırpma sesini duydum. Melodi eşliğinde bana doğru uçtu ve yanağıma doğru kondu. Tüy kadar hafifti. Günaydın Yargı, günaydın Yargı, günaydın Yargı, günaydın Yargı. Serin esen çayırların arasından mis gibi bahar esintisi getirdim sana. Hadi uyan ve güneşi selamlaaaaa.... Kendine göre muhteşem şarkısı bittiğinde yeni uyanıyor gibi gözlerimi kırpıştırıp açtım. Ellerini çenesinin altına koymuş hayran hayran beni izliyordu. Buna nasıl kıyabilirdim ki! “Günaydın benim güzeller güzeli uyandırma perim.” dediğimde ise mest oldu ve omuzuma doğru düştü. “Of şöyle seslenme iste kalbine inecek sevinçten zaten bir gıdım canı var ya!?” Çağıl geç kalmadan söylenmesine başlamıştı bile. Onu parmağıma alıp başına minicik bir öpücük kondurdum. “Hadi git ve yarına kadar enerji depola.” dedim yumuşacık bir sesle. Kanatları çırpıp ilerlerken bile arkasını dönüp mutlu gözlerle beni izliyordu. Ama sonra diğer periye çarptı ve birbirlerine karışıp yavaşça aşağı düştüler. Işıl ve Pırıl bu duruma kahkahalarla gülerken, Çağıl burnundan soluyordu. Birazdan “Senin perin benim perimi düşürdü diye şov yaparsa şaşırmam.” diyecek sanırken kızlar daha çok gülmeye başladı. Sanırım dışımdan düşünmüştüm. Çağıl’a yapmacık bir gülüş attıktan sonra, ayaklarını kıçına vura vura banyoya doğru gitti. Bende fırsattan istifade perilere bakmaya gittim. İkisini de ayırdıktan sonra övgü dolu sözlerle odadan yolladım. Nihayet biraz daha seviye atlamıştık ve bugün farklı bir ders daha almaya başlayacaktık. Aslında toplamda farklı iki ders sekmesi açılmıştı bizim için. Ulaşım 101 Dövüş sanatları Ulaşım 101 dersini aşırı merak ediyordum doğrusu. Işınlanacak mıydık? Uçacak mıydık? Ejderhalarımız falan mı olacaktı yoksa? Düşündüm de onları yumurtadan çıkar çıkmaz besleyip büyütmek fena bir fikir değil gibiydi. Tabii sonra ufacık bir alevle tutuşurduk. Bu hikâyede yanan gerçekten ben olurdum. Bugün akademiye özel klasik formalarımızı giyecektik. Uzun zamandır okula gitmeyen bana, bu oldukça hoş gelirken kızlar bundan hoşlanmıyor gibiydi. Hele Çağıl herkesle aynı görünmekten nefret ettiği için kendine ek parçalar takmayı tercih ediyordu. İşlerimi hızlıca hallettikten sonra siyah pileli eteğimi üzerime geçirirken, gömleğimin altta kalmasını sağlamaya çalışıyordum. Ayaklarıma diz altı çorabımı giyip omuzlarıma pelerinimi örttükten sonra geriye tek bir şey kalıyordu. Pelerinin çeşitli türleri vardı; bağcıklı olanı, omuzdan gömleğe yapışanı, seni komple sarıp sarmalayanı ve daha nicesi... Grubumuzun simgesi olan siyah kravatımızı da taktıktan sonra hazırdım. Kravatın üzerinde kim hangi gruptaysa onun renklerinde arma işlenmişti. Aslında arma gibi durmuyordu ama nasıl izah etmem gerektiğini bilmiyordum. Çünkü buranın kumaşları müthiş derecede güzel ve değişikti. Bu yüzden bu formadan asla sıkılmayacaktım. Yapmam gereken tek şey etek boyunu çeşitlendirmekti. Kısa etek giymeyi sevmiyordum. Pelerinimin kenarında, gömleğimin düğmelerinde ve eteğimin içinde sanki saklı gibi duran ama hareket ettikçe gözüken bir renk vardı. Safir. Bu renge bu kumaşla birleşince aşık olmuştum. Ben kale grubundaydım ve kale grubunun rengi safirdi. İçinde bulunan hafif dalgalı siyahlık rengi gözümde arşa çıkarıyordu. Piyon grubunun rengi siyah üzerine gümüşi, at grubunun rengi siyah üzerine bordo rengiydi. Bu renge burada Karmen kırmızısı ya da koyu kızıl diyorlardı ama bana göre dümdüz bordoydu. Tamam bir tık koyusu olabilirdi hakkını yememek lazımdı ama o zaman da kan kırmızısı derdim. Fillerin grubu siyah üzerine zümrüt yeşiliydi. Bu renk de aşırı havalı duruyordu. Ne yazık ki fil grubuna ilk eğitime geldiğimde de bunu giyememiştim çünkü grubum netlik kazanmamıştı. Üstelik kumaşlarda özel bir büyü vardı. Üzerimde nasıl duruyor diyerek Işıl’ın pelerinini giydiğim anda ben hangi gruptaysam pelerinin çizgileri o grubun rengine dönüyordu. Bunu bozmak için bir büyü var demişti Işıl ama oldukça riskli ve yasak olduğunu eklemişti. Kale grubu dediğim gibi siyah üzerine safir rengindeydi. Bana göre en asiliydi. Vezir grubu siyah üzerine altın tozu rengindeydi, şah grubu ise pembe elmastı. Şahlar azınlıkta olduğu için onları oldukça az görüyorduk. Yani değerli pembe elmaslar etrafımızda çok gezmiyordu. Şahların daha önemli görevi vardı, elemeleri tamamlamak. Geleceğin şahı olmak kolay değildi. Bu yüzden onlara sıklıkla turnuva düzenleniyordu. Bunu genelde gizli alanlarda yaptıkları için biz görmüyorduk. Biz derslerle ilgilenirken onlar bir de bununla ilgileniyordu. Henüz vezir olmanın zorluklarını bile tam görememiştim bu yüzden iyi ki bir şah değildim...
|
0% |