@1scintilla
|
Bölüm 15. Alpagut Zehri Bu hayatta mutlu olmanın yolu; beklentileri düşük tutmaktır. Yoksa kanatlarından vurulmuş kuşa dönersin. Sabahattin Ali Ulaşım 101 dersini merakla beklerken, karşıma çıkacak şeyin ışınlanmak olduğunu düşünüyordum, bir atın beni seçecek olmasını değil. Ne var ki hayvanları hisseden ve dinleyen ruhum onunla öyle iyi anlaştı ki, birlikte bir gezintiye bile çıktık. Başımıza gelecek olan kuru kafa amblemli ve Alpagut, yani kötülerin bölgesinden olan birinin bize dadanacağını bilmeden. Beklenmedik şeyler her zaman mutlu eder miydi? Sürprizler iyi ya da kötü olarak ikiye mi ayrılırdı? İyileri sevip başımızda taşırken kötülere ettiğimiz lanet ne olacaktı? Kızlarla birlikte yemekhaneye inerken kapının önünde bekleyen Arat ile göz göze gelince çarpıldık. Artık bunun derecesi sürekli yüz yüze geldiğimizden azalmıştı. Hafif bir irkilme olarak devam ediyordu. Arat’ın siyah opal taşına benzeyen gözleri beni görünce gülümsemek ister gibi parlamaya başladı. Yanına yaklaştığımda ise bir eli pelerinime uzanarak “Günaydın eşim.” dedi. İçime tuhaf bir ürperme yayıldı. Ruh eşi kelimesini her yerde kullanmamaya dikkat ediyorduk. Bunun yayılması şu an için isteyeceğimiz bir şey değildi. Günden güne de sanki yüz asırdır birlikteymişiz hissini atamıyordum içimden. “Böyle söyleyince kalbim eriyecek gibi hissediyorum.” “Hmm. Erimeyle alakalı çok özel büyüler biliyorum. Erisin, hiç sorun değil.” “Öyleyse senin kalbinde eriyebilir. Günaydın eşim.” “Ahh!” diyerek elini kalbine götürdü büyük bir oyunculukla. Ben ise bu hareketine gülmeden edemedim. “O güzel gülümsemeni görünce daha çok erimeye başladı şimdi.” “Öyleyse gideyim ben.” deyip bir adım attığımda ise kolumdan tutulup geri çekildim. “Hiç sanmıyorum. Benden gidemezsin yani. Hem daha aramızda küçük bir dövme meselesi vardı.” dedi muzip bir tonla ve o an unuttuğumu fark ettim. Gözlerimi büyütüp ona döndüğümde “İnanamıyorum. Şuracıkta soyacağım şimdi seni! Hâlâ göremedim.” Arat buna sırıtırken ileride kahvaltısını almaya başlayan Pırıl bana doğru dönüp kusuyormuş gibi yaptı. Doğru ya yerin kulağı vardı ve bizi duyuyordu şu an. Yazıklar olsun diye düşünmeden edemesem de ona sırıtarak baktım. “Kale grubunun olduğu yatakhanede olsan belki birbirimizi daha çok görürdük.” dedi derin bir nefes alıp vererek. “Ne demeye çalışıyorsun? Gizli gizli yatakhane köşelerinde buluşacak mıydık?” “Ben ona öyle demezdim. Belki sürekli dövmemizde bir değişim var mı diye kontrol ederdik.” “Ama ben buna fırsatçılık derim.” dediğimde yüzümü inceleyerek gülümsedi. “Neyse gel bakalım. Önce aç karnımızı doyuralım.” Hevesle başımı salladım. Tanrım! Ne kadar da acıktım. Havada duran kepçelerin yanına geldiğimizde tabağıma böreğe benzer bir şeyler ve patatese dair ne varsa aldım. Arat ise oldukça sağlıklı besleniyor gibiydi. Neyse ki ben de taze sıkılmış portakal suyu içiyordum. O kırmızı elmasını eline alırken en azından ben de bununla avunabilirdim. Kale grubunun masasına geçip oturduğumuzda Feris yanağıma şap diye bir öpücük kondurdu. Ona şaşkın gözlerle bakarken “Günaydın şirin çayım. Bugün nasılsın?” diye sordu tüm neşesiyle. “Günaydın Ferisciğim. Gayet iyiyim sen nasılsın?” “Bomba gibiyim.” Boğa ve Pera atılarak masaya gelip oturduğunda, Sofya somurtmaya başladı. “Siz gelene kadar huzurlu bir sükûnet içindeydik.” Pera beyaz kirpiklerini kırparak eteklerinde dolanan yılana baktı. “Beni kışkırtma gökkuşağı!” “Yoksa ne olur tıslar mısın?” diyerek dalga geçti ama Pera’nın ruh hali çoktan değişmişti. Ne olduğunu anladığı için de gülen suratıyla “Ama bu haksızlık.” demeye çalışıyordu. Ben ise onları izlerken tabağıma şans eseri aldığım bir havucu kemiriyordum. “Ulaşım 101 dersini çok merak ediyorum. Ne tür yollar öğreneceğiz acaba?” dediğimde masada bir sessizlik oldu. Sonra Boğa haykırarak “Bu derse kesin katılmam lazım.” dedi. Bakışlarım sırayla hepsinde dolandı ve en son Arat’a uğradı. Bu çocuk bir şeye gülüyorsa işin içinde kesin bir şey vardı. “Aslında ne beklediğine bağlı. Sen yine de beklentini yüksek tutma.” “Bence asıl dersin eğitmeninden beklentini yüksek tutma. Yani Bayan Ahter ve Layal’i gördükten sonra hem de.” diyerek konuya dalan Şeref Şerefli idi. “Peki neden böyle söylediğini açıklar mısın Şeref Şerefli?” “İşte bu be. Seninle çok iyi anlaşacağız Yargı Yargıcı. Adımı soyadımı bir arada kullanan insanlara hep bir adım daha yakınım.” dediğinde Arat çoktan yemeğini bitirip eline aldığı kırmızı elmasını hart diye ısırıp dikkatleri üzerine çekti. “Sınırlarımda dolanma, yoksa hiç iyi olmaz şerefsiz Şeref...” dedi sakin bir sesle ve elmasından bir ısırık daha aldı. Masadakiler kahkaha atarak gülmeye başladıklarında benim dikkatim Arat’ın elmasındaydı. Kırmızı elma ise kötü cadının elması kadar sulu ve iştah kabartıcı gözüküyordu. Arat gözlerime bakarak yeniden elmayı ısırdı. Şu hart hurt diye çıkan sese sinir olmam lazımdı. Normalde Hazel bunu yapsa elimde ne varsa ağzına çoktan geçirmiştim. Ama işler Arat’a gelince aynı yürümüyordu. Elmasına baktığımı gören Arat elini hafifçe ağzıma doğru uzattı ve ben de uslu çocuklar gibi yaklaşıp bir ısırık aldım. Arat ağzında kalan elma kalıntılarını diliyle topladıktan sonra beni izleyip yutkundu. Bende çiğnediğim elma ile birlikte tabağımı alarak ayağa kalktım. Yemekhanedeki renkli pelerinler patika yolu aştıktan sonra sadece safir olmaya başladı. Çünkü gruplar arası bloklar oldukça mesafeliydi. Birlikte çılgın asansöre bindikten sonra yer altına indik. Ya da ben öyle sanıyordum. Asansör nihayet durduğunda diğerlerinin inmesini bekledim. Yolu bilmemek kötü bir şeydi. Arat bir kapının kolunu kavrayıp açtığında boş bir duvar çıktı. Duvardan mı geçeceğiz diye düşünmüştüm ama biraz ilerledikten sonra bu duvarın kapı olduğunu gördüm. “Kapı bir şaşırtmaca. Burası oldukça büyük bir alan ve bazen başka gruplarla karma derslere giriyoruz. Kimse kimsenin nereden geldiğini görmüyor böylelikle.” diyen Arat’a açıklama yaptığı için teşekkür ettim. Ama duvarı aşınca yaşadığım şok her şeyin ötesine geçti. Burası ağaçlarla çevrili bir ormandı. Ama asıl şaşırtan şey buranın bir hipodroma benziyor olmasıydı. Peşimizden başkaları da geldiği için çok duraksamadan yürümeye başladık. Ben ise etrafı incelemekten kendimi alamıyordum. Burnuma gelen kokular eşliğinde tahmin ettiğim şeye kaşlarımı kaldırırken karşımıza bir kadın çıktı. “Hoş geldiniz çocuklar. Hey, bazılarınız uzun zamandır yoktunuz ve bazılarınız da hiç yoktunuz.” dedi bana gülümseyerek. Bir elini uzatıp “Ben ulaşım 101 dersi eğitmeniyim. Sanırım aramızda yeni katıldınız?” diye sordu ağır aksanıyla. “Merhaba ben Yargı Yargıcı. Bu derse girmeye hak kazanacak kadar yeniyim.” dediğimde gülümsedi. Kadın tamamen kovboy gibi giyinmişti. Kahvaltı masasında konuşulan şey demek buydu. Ayağında orta boy kovboy çizmeleri, başında şapkası, üzerinde püsküllü yeleği ile tamamlanıyordu. Konuşması feci aksanlıydı. “Gel bakalım yeni kız beni takip et. Yanındaki grubun seni izlemek için bu derse girdiğinden de emin ol.” dedi enerjik bir şekilde. Sonra bariyerlerin üzerinden kapıyı açmaya gerek duymayarak çevik bir hareketle zıpladı ve karşı tarafa geçti. Cebinde şıngırdayan bir grup anahtarı karıştırıp ihtiyacı olanı bulunca kapıyı açıp bizi içeriye aldı. “Neden büyü kullanmıyor?” diye fısıldadım Arat’a doğru. “Bazılarımız daha normal bir yaşam sürmek ister. Bu yüzden olabildiğince büyü kullanmamaya çalışır.” Kovboy kıyafetli ulaşım 101 dersi eğitmeni tekrar bana döndü. “Bu arada adım Orenda. Söylemeyi unutmuşum aldırma. Bu ahmakların da söylemediğine eminim. Soyum Kızılderililere dayanıyor. Adımın anlamı ise onların dilinde büyü gücü demek.” Ahmaklar derken kıkırdadı ve yanımdaki kimse bu duruma bozulmadı. Sanırım burada olası bir kelimeydi. “Öyle mi? Şimdi daha çok ilgimi çekti. Sizi tanıdığıma memnun oldum Profesör Orenda.” “Bakalım biraz sonra da bu fikrini koruyabilecek misiniz Bayan Yargı?” Biraz sonra dediği gibi başka bir yere gelmiştik. Yürüdükçe baskın bir koku burun deliğimden sızıp yüzümü buruşturuyordu. Sebebi ise arenada bir sürü atın olmasıydı. Atların rengi kiminin birbirine benzerken, kiminin ki sıra dışı derecede farklıydı. Kocaman arenada bulunan her at bir köşede durmuş bekliyordu. Öğrenciler dört bir yana dağılırken ben çevreyi izlemeye başladım. Başımdaki uğultu gittikçe artıyordu. Çünkü atların sesi beynimi yoruyordu. Hepsini birden duymam mümkün değildi. Atlar... Ulaşım 101 dersi? “Ne yani bu dersin konusu atlar mı?” dediğimde arkamdan büyük bir kahkaha tufanı koptu. “Ulaşım derken at ile ulaşım mı demek istemiştiniz?” diye soruma devam ederken bir kahkaha daha koptu. Boğa sırf yüz ifademi görmek için önüme geçmiş havyan gibi böğürüyordu. Arat ağzının içinde bir şeyler mırıldanırken eğlenceleri ne zaman bitecek diye bekliyordum! Profesör Orenda da kabaca güldükten sonra “Her çaylağın bunu görmesini isterler. Uçan halı beklemediysen şayet ilk işimiz atlarla başlamak. Burada ulaşım ağının temeli onlarladır. Konuları yavaş yavaş göreceğiz. Şimdi arenanın içine gir ve şöyle bir dolaş bakalım. Onları sevmeye çalış duygularını yansıt. Atlar sezgileri güçlü hayvanlardır.” Daha önce hiç ata binmemiştim. Denemeye çalıştığımda ise korkmuştum. Benden daha uzun oldukları için beni hep ürkütüyorlardı. Ayrıca hadi ama? Ben ışınlanma falan ummuştum. Ulaşım dersinin at gübreleri ile bu kadar haşır neşir olduğunu bilsem belki heyecanlanmazdım. Arenaya girmeden önce Arat sanki duygularımı anlamış gibi bana destek oldu. “Korkmana hiç gerek yok. Onlar zararsızlar. İçeri girdiğinde içlerinden birini kendine daha yakın hissedeceksin hatta.” dedikten sonra kolumu yavaşça okşadıktan sonra hafifçe itti. Adımlarım içeri doğru girerken son kez bizimkilere bakayım dedim ama çoktan dağılmışlar bile. Tüyleri bembeyaz güzel bir at gördüğümde ilk ona yaklaşmak istedim ama beni gördüğü an geriye doğru çekildi. İstemediğini daha net anlatamazdı. Bazı atların boynuzu olduğunu bile görmüştüm. Gerçek bir unicorn görmemin şokunu sonraya saklıyordum.
|
0% |