Yeni Üyelik
47.
Bölüm

47. Bölüm

@1scintilla

İnanılmaz derecede çok at vardı. Onlara çok yaklaşmadan uzaktan seyrederek yürürken nefes egzersizi yapmaya devam ediyordum. Duygularımı daha iyi yansıtabilmek için bence bu gerekliydi. Kestane rengi bir at gördüğümde ona doğru adımladım. At bana baktı baktı ve yanımdan geçip gitti. Hepsi son derece sağlıklı görünüyorlardı.

Beyaz rengi hafif pembeye çalan bir at beni görünce kişnedi ve koşarak uzaklaştı. Arena kocamandı ve ben daha yarısına bile gelememiştim. Renkleri sürekli farklılık gösteriyordu. Hatta bir tanesi durduğu yerden kımıldayınca orada olduğunu anladım, o derece etrafa uyum sağlıyordu. Milka’nın mor ineği gibi bir at gördüğümde hayal görüyorum sandım ama Şeref Şerefli ben geldim Milka’m diye koşarak ata sarıldığı için yanıldığımı anladım. Bu Şeref çok değişik bir adamdı, kesin ata büyü yapmıştı. E buradaki herkes de bilmeyince ona uyum sağlamış gibi görünüyordu.

İleride kirpiklerine kadar beyaz bir at gördüğümde yüzünde olan gri simleri fark ettim. Bu istisnasız Pera’nın atıydı. Zaten biraz sonra birbirlerine sevgiyle baktılar.

Başımdaki uğultu gittikçe artarken açık kestane renginde bir at bana doğru yürüdü. Ona elimi uzatıp sevmek istediğimde ise yürümeye devam etti.

“Ama sevecektim.” diye söylendiğimde ise beni değil dediğini duydum. Sonra yüksek sesle kişnedi. Arkamı dönüp baktığımda at Arat’ın yanına gitmişti.

“Kızım, hoş buldum.” deyişini dudaklarını okuyarak anlamıştım. Atı sevmeye başladığında gözlerimde güzel bir tablo oluştu. Çok tatlı görünüyordular. Bir sonraki çizeceğim tablo kesinlikle bu olmalıydı.

Yürümeye devam ettim. Anlaşılan herkesin baktığı bir at vardı. Kafamı önüme çevirip ileriye bakarken anında geri çevirmem bir oldu. Çünkü yan tarafımda muhteşem bir güzellik beni bekliyordu. Onu görünce gülümsemem kendiliğinden oluştu. Simsiyah tüyleri vardı. Yelesinde ve kuyruğunda ise bu tüylerin bazıları beyaza dönüyordu. Bu at bir tek kişinin olabilirdi, benim.

Ona doğru yürümeye başlamıştım ama arada mesafe vardı. Ben yanına gitmeden önce şaha kalktı ve kişnedi. Tam o sıra zihnimdeki bütün uğultu kayboldu. Bana doğru hızla koşarken ortada öylece durmuş bekliyordum. Bana zarar vermeyeceğini ise kalbimde hissettim. Yanıma gelip başını koluma sürdü ve kollarım anında boynuna dolandı. Ata sarıldığımda kendimi inanılmaz iyi hissettim.

“Merhaba. Çok, çok güzelsin. Seninle ben mi ilgileneceğim şimdi?”

Evet.

Duyduğum sesle kollarımı çözüp ona daha dikkatli bakarken yaptığım tek şey gülümsemekti. Başını okşarken dikkatimi çeken şey ise kaşlarının üzerinde kanat şekli vardı. Hayvanlarda dövme olmaz diyemezdik, çünkü bu zaten kendi kendine oluştuğu için o kadar can yakmazdı.

“Dövmen çok hoş.”

Seninki de.

O sadece kişnerken ben onu duyuyordum.

“Şahane! Şahaneeee.” diye bağırarak gelen Profesör Orenda’dan başkası değildi. “Demek seni seçen atı buldun. Birbirinizle çabuk kaynaşacaksınız.”

“Beni seçen mi?”

“Evet Yaşamayanlar evreninde kesinlikle bir hayvanı sahiplenemezsin. Onlar seni bulurlar. Aslında bugün belki kimse bir seçim yapmaz diye düşünmüştüm. Çünkü kimileri günlerce dolanır ve bir sonuca ulaşamaz. Tebrik ederim sen anında seçildin.”

“Demek atım beni sahiplendi, çok hoş.” dedikten sonra kıkırdadım. “Süreç kısaldığı için mutluyum.”

“Ah, aldırma. Bu arada o bir oğlan.”

“Merhaba oğlum ben Yargı, peki senin bir ismin var mı?”

Herkesin bir ismi vardır. Peki sen bana nasıl seslenmek istersin?

“Karaka. Sana böyle seslenmek istiyorum.”

Anlamı ne?

Zihnimdeki sesi olgun bir erkek sesi gibi değil de daha çok genç birinin sesi gibi geliyordu. Onunla iyi anlaşacaktık.

“Maori dilinde portakal demek. Sakın gülme. Ben portakallara bayılırım. Bunun için sıkıldığım bir zaman dilinde portakalın farklı dillerdeki anlamını araştırmıştım. Hem tüylerine çok uygun hem de sevdiğim bir kelime. Bence müthiş oldu Karaka. Ne dersin? Çok mu konuştum?”

Seni sevdim Yargı. Bana sesleneceğin hitabı da sevdim. Uzun bir zamandır seni bekliyorum. İstediğin kadar konuşabilirsin.

“Senin de tüylerin benim gibi. Benim atım olduğunu herkes bilecek. Ben de uzun zamandır bir arayış içindeydim. Demek burada tamamlanacakmışım.”

Herkes bir arayış içindedir. Öyle olmasa kimse de hayata tutunma arzusu kalmaz.

“Haklısın Karaka.”

İstersen biraz gezebiliriz.

“Olur, tabii.” deyip yanında yürümeye başladım. Ama Karaka yürümüyordu. Omuzumun üzerinden ona dönüp baktığımda hafifçe eğildi.

“Ne? Ama ben daha önce hiç ata binmedim. At diyerek sanki sana kaba davranıyormuşum gibi geliyor ama.”

Yargı. Tamam sakin. Bana güven. Şimdi bin ve gezelim.

“Tamam. Bineyim o zaman.” Çok çabuk ikna olsam da korkuyordum.

Ayağını şu halkaya takıp kendini yukarı iteceksin. İşte böyle. Şimdi sıkı tutun yavaşça kalkacağım.

Yavaşça kalktı da ama benim için korku dolu geçmişti. Bu yüzden yükselirken ufak bir çığlık attım. Büyük ve hareket halindeki bir hayvana binmek kolay değildi... Arat’ın endişe dolu yüzü benimle buluşunca kaşları anbean gevşedi. Feris’in yanından geçerken el sallamak istedim. Ama bir elimi bırakınca dengem sarsıldı. O da korku dolu bir sesle “Yuları sıkı tut Yargı. Düşme sakın. Dikkatli gidin.” dedi annem gibi.

Profesör ise bir ağacın gölgesinde oturduğu yerden bana gülümsüyordu. Ağzında ise kurumuş bir ot parçası olduğundan emindim.

Hazır mısın Yargı?

“Neye?” diye sormamla hızlanmamız bir oldu. Son anda artık yular yeterli gelmemiş ve Karaka’nın boynuna sarılmıştım. Bir süre sonra ise çığlık çığlığaydım. “Aa! Yavaş ol, Karaka yavaş.”

Hadi ama sakinleş ve gözlerini aç. Rüzgârı hisset Yargı. Seni çevreliyor hisset.

Gözlerimi yavaşça açtığımda dediklerini yapmaya başladım. Etrafta olan ağaçları uçuşan kuşları bizimle yarış yapan kelebekleri görmek beni çok mutlu etmişti. Öyle yerlerden gidiyorduk ki etraf çiçek tarlası gibiydi. Suyu neredeyse dibini gösteren bir nehrin yanından geçtik. Kaçırmamak için arkamı dönüp tekrar bakmak istedim.

“Karaka bu harika bir his. Bu harika.”

Artık alıştığım için boynunu bırakıp yeniden sıkıca yulara tutundum. Siyah beyaz tüyleri uçuşurken çok güzel görünüyordu. Birbirimizle sağladığımız uyum paha biçilmezdi. Onu duyabildiğim için tedirgin de hissetmiyordum ayrıca.

Uzun bir yolu geçtikten sonra suyun asıl kaynağını bulunca yavaşladık ve durduk. Karaka daha kolay inebilmem için yine biraz eğilmişti. Heyecanla suyun kenarına gittim. Tepeden bir şelaleden akan su etrafa ferahlık ve serinlik veriyordu. Suyun içindeki balıklar, dibindeki taşlar net bir şekilde gözüküyordu. Pırıl pırıl yüzeyinde bir tane çöp olmaması beni çok sevindirdi.

Bir kere bu konuda, sağlıklıyken yürüyüş bile yapmıştık. Denizler çöp kutusu değildi!

Kendini kurutacak büyüyü bilmediğin için içine giremezsin ama istersen ayaklarını sok.

Karaka’nın önerisinden sonra ayakkabılarımı ve çorabımı hemen çıkardım. Pelerinimi de çıkartıp bir kenara koydum. Hevesle suyun dibine kadar girdim.

Taşlar kaygan olabilir dikkat et. Balıkların yanına da çok yaklaşma hangisi iyi, hangisi kötü bilemezsin!

“Kötü balıklar mı?” diye mırıldanıp Karaka’ya doğru baktım. O ise bana kişneyerek cevap verdi. Köpek balıkları ya da piranalardan mı bahsediyordu yoksa?

Suyun yüzeyinde önce ayağımı gezdirdim. Buz gibiydi ama hiçbir şey biraz daha girmeme engel olamazdı. Ayaklarım tamamen girdiğinde suyun üzerinden görebiliyordum. Biraz daha ilerlemeye karar verdim. Ne olsa eteğim vardı ve ıslanmayacaktı.

Parmaklarım suyun yüzeyinde gezindi. Sonra ellerimi enseme götürdüm. Bu beni biraz serinletirdi. Sonrasında ellerim yeniden suyun yüzeyinde gezindi ve avucuma doldurarak yukarı doğru attım. Yüzüme çarpan damlalarla birlikte kıkırdayarak omuzumun üzerinden atıma döndüm. “Su çok güzel oğlum.”

Ama beklemediğim bir şey vardı. Tamamen siyah pelerinli bir adam ağacın dibinde oturmuş, bir kısmını ağzına soktuğu bir ot parçasıyla beni izliyordu. Pelerinindeki amblem bizimkilere benzemiyordu. Yani yabancıydı. Hoş pelerininde kuru kafa işareti olan bir adam tanıdık olsa ne olurdu?

Zihnimiz içinde tehlike çanları çalıyordu. Çünkü diğer tarafa döndüğümde o da ayağa kalkmıştı.

“Merhaba. Sizi buralarda ilk defa görüyorum.”

Henüz sudan çıkamamıştım.

“Nereden biliyorsun ilk defa gördüğünü?” dedim ters bir şekilde.

“Ah şu ses tonuna da bakın. Daha önce böyle bir güzellik görsem asla unutamazdım da ondan.”

Bu hiç hoşuma gitmemişti. Sudan çıkmak için uğraşıyordum ama hangi ara bu kadar uzaklaşmıştım?

“Neden cevap vermiyorsunuz? Nazikçe iltifat ediyorum hanımefendi.” Gözleri beni süzerken nazikçe ya da değil, yaptığı hiçbir şey hoşuma gitmiyordu.

“Sizi tanımıyorum ve daha fazla konuşmak istemiyorum. Rica ediyorum siz de aynısı yapın.”

“E ne güzel işte tanışalım o zaman. Ben Arsel. İsminizi benimle paylaşır mısınız?”

“Hiç sanmıyorum.”

“Ah! Bu kadınlar neden her zaman zoru tercih ediyor?”

“Zoru değil, sizi tercih etmiyorum sadece. Lütfen müsaade edin.”

Yavaşça başını iki yana sallayarak beni izlemeye başladı. Sudan çıkamıyor muydum bana mı öyle geliyordu? Ben yürüdükçe su da yürüyordu sanki.

“Sadece tanışmak istiyorum. Neden inat ediyorsun? Buraya yeni geldiğin belli.”

O sırada Karaka kişneyerek bize doğru geliyordu. Şaha kalktığında ise sakince geri indi. Nedenini anlamamıştım. Büyü mü yapıyordu? Karaka yorgun bir sesle ona burada olmasının yasak olduğunu söyle Yargı dedi.

“Oğlum? İyi misin? Ne yaptın ona? Buraya girmen yasak bunun bilinmesini istemiyorsan derhal burayı terk et!”

“Oğlun iyi. Biraz yoruldu sadece. Yasak demek. Peki neden göndermiyorsun?”

“Şuradan çıkabilirsem!”

“Çıkamazsın...” dedi sakin bir ses tonuyla. “Çünkü henüz tanışmadık.” İşte o an ona tam anlamıyla şöyle bir baktım.

Simsiyah pelerinin içinde ince bir tişört ve pantolon vardı. Gözleri renkliydi. Ama bana şeytanlıkla parlıyor gibi geliyordu. Eli yüzü düzgün duruyordu. Neden şansını daha kibar bir şekilde başkalarında denemiyordu? Zorbalık yapmayarak?

Bir adım daha attım ama bu sefer kesinlikle atamadığımın acı yüzüyle karşılaştım. Daha ılımlı olmaya çalışarak “Bakın Arsel Bey,” dedim ancak hemen sözümü kesti.

“Ah! Adım dudaklarına ne de güzel yakıştı.”

Asla iletişime geçemiyorduk asla! Zihnindeki şey belliydi ve ötesine geçemeyecektik.

“Sizinle tanışmak istemiyorum. Çünkü benim bir sevgilim var.”

“Çok üzücü.”

“Lütfen şansınızı kalbi dolu olmayan birinden yana deneyin.”

“Demek durup yeniden atan kalbin, bir başkası tarafından çoktan dolduruldu.”

“Evet, çoktan.”

“Ne yazık...”

“Yazık olan ne?” dedim bıkkın bir ses tonuyla.

“Bu gölde tanışacağım üçüncü kadının kaderim üzerinde önemli bir etkisi olacağını öğrendim. Bil bakalım sen kaçıncısın?” Üç rakamı benim için uğurluydu. En sevdiğim rakam böyle bir olaya yem olmamalıydı. “Doğru bildin. Sen üçüncüsün. Bu yüzden önce güzellikle tanışmamız gerek.”

“Belki de bu önemli etki ellerimle can verecek olmanızdır.”

“Ben başka türlü can vermeyi tercih ederim.”

“Eh yeter artık. Seninle uğraşamayacağım. Beni kaliteli çizgimden çıkartma yoksa çok kötü olur!”

“Güzelim olacak olsa şimdiye kadar olurdu zaten. Yeni geldiğini en başında buraya hayranlıkla bakarken anlamıştım. Öğrendiğim bilginin içinde bu da vardı. Bu yüzden büyü yapamıyorsun ve kendini çok basit bir büyüden bile kurtaramadın?”

Ne olacaktı şimdi? Elimi göğüs boşluğundaki dövmeye götürdüm ama stresten hiçbir şey hissedemiyordum. Kantlarımı çağırıp uçsam bu hergelenin görmesi sorun teşkil eder miydi? Zuri herkese her şeyi söyleme demişti. İmdat diye bağırmak tam başka çarem kalıyor muydu?

Nova’ya içimden seslensem duyar mıydı?

Tekrar adım atmayı denedim. Bu sefer oluyordu biraz daha ilerlemiştim ama bu kez su havaya kalkıp bana barikat kurdu.

“Defol git. Birazdan burada olacaklar, seni görmelerini istemezsin.”

“Kimse gelmeyecek güzelim sakinleş. Sadece tanışacağız. Hadi bana adını söyle.”

Adımı söylesem kötü şeyler olacak gibi hissediyordum. Söyleme. Karaka son gücüyle bana bunları fısıldadı. Daha yeni tanışmıştık ve atıma yaptığı büyü için bile onu mahvedecektim. Yeniden yürüyüp suyun içinden geçmeye çalıştım ama su beni öyle kuvvetle itti ki geriye doğru savruldum. Suyun içine düştüm. Eteğim açılmıştı. Nerden gelip girdim buraya inanamıyorum! Yeniden sırılsıklam bir şekilde kalkarken öfkeyle dolup taştım.

“Vay canına göz rengin değişti.” Ona asla cevap vermemiş, bana hayranlıkla bakmasına daha çok öfkelenmiştim. Artık hiçbir şey umurumda değildi kanatlarımı çağırmak için omuzlarımı şişirip gözlerimi kapatmıştım ki onu duydum.

“Ne acı senin değişecek bir gözün bile olmayacak!” Arat’ın ses tonunu duyduğumda omuzlarımı yeniden indirdim, geldiği için bu kadar mutlu olamazdım. Ayrıca adımla bana seslenmek yerine bizzat onu tehdit edecek cümleye başlamıştı.

Arsel alayla dönüp Arat’a baktığında “Bakın burada kimler varmış? Dilsiz prens?”

“Sana tekrar karşıma çıkma demiştim. “

“Görünüşe göre daha çok karşılaşacağız Arat Zemheri. Çünkü onu buldum.”

“O diye nitelendirdiğin kişi benim kalbim. Bir daha ona seslenirsen o dilini kökünden koparır köpek balıklarına yem ederim.”

Aralarında başka bir husumet söz konusuydu. Arat’ın her bana hitap edişinde kalbimde çarpıntılar oluşuyordu. Şey gibi şimşek çakarken yaydığı enerji gibi. İşte tam Arat’a uygun bir tabirdi bu.

“Öyle mi? Benim dilim ona seslenmeyi çok sevdi ne yazık ki?”

“Öyle mi? O zaman sadece dilini değil seni de balıklara yem ediyorum.” Arsel koca bir kahkaha attığında Arat gölün içine bakıyordu. Ne arıyordu bilmiyordum ama sonunda kocaman bir balık çıkıp zaten kıyıya yakın olan Arsel’i tek hamlede ağzıyla tutup geri göle atladı. En son Arsel’in ayakları balığın ağzına sığmamış taşıyordu. Ne olduğu şu an zerre kadar umurumda değildi açıkçası.

 

Loading...
0%