@1scintilla
|
Bölüm 2. Hayatıma Dahil Olan Üçüzler
Yaşam, bisiklet sürmeye benzer. Dengeyi sağlamak için pedal çevirmeye devam etmek gerekir. Albert Einstein
Ölüp yeni bir evrene geldiğimi söylediklerinde bir müddet sakin kalıp meraklı sorularımı sıralamıştım. Üstelik buraya gömüldükten sonra çıplak gelmediğim için daha çok dikkat çekiyordum. Tüm acılarım bir anda hiç yokmuş gibi kesildiğinden bunu umursamamıştım ama gözlerimi kapatıp açtığımda düştüğüm saçmalığın farkına vararak tüm bedenimi bir korku esir aldı. Evren: Sonsuz uzay ve uzay içindeki gök varlıklarının tümü. Ölülerin kendilerine verdikleri isim bu muydu? Yaşamayanlar? İşler gittikçe ilginç olmaya başlıyordu. Tabeladan sonrasını devam etme kararı aldım. Burada durup ne yapacaktım? Görmek en mantıklısıydı. Zombi saldırısının ortasındaymışım gibi davranmaya gerek yoktu. Ölen zombilerin buraya geldiği de yoktu! Hem onlar teknik olarak iki kez ölmüş oluyordu. Kafamı dağıtmak için saçmalamam gerekiyordu evet. Tabelayı geçerken bir ses duydum. “O geliyor. Onlardan olan geliyor.” Kim vardı orada? Yanlış duymamıştım biri konuşmuştu. Acaba küçük kız gibi benden çekinip saklanıyorlar mıydı? Ya da Gulliver gibi minik insancıklarla dolu bir adaya mı düşecektim? İleride gördüğüm yeşil ormana doğru adımlarımı çevirdim. Büyüleyici bir güzellikteydi. Bu ağaçlar, bu çiçekler hepsi harikaydı ve daha önce görmediğime emindim. Büyük yapraklı kırmızı çiçeğe doğru adım attığımda bir ses duydum. “Dokunma!” kimdi bu seslenen? Burada benden başka birini göremiyorum. Kafamı kaldırıp ağaçları incelediğimde bir kuş gördüm. Gördüğüm en güzel kuştu. Bembeyaz tüyleri vardı, kuyruğu tavus kuşu gibi açık ve desenliydi. Ama kuş serçe boyutundaydı, kuyruğu da ona göre küçüktü. Hayranlıkla kuşa bakarken “Çok güzelsin.” diye fısıldadım. Ama karşılık gelmesini beklemiyordum. “Teşekkür ederim.” Ne? Kuş cevap vermiş olamaz değil mi? Birileri benimle dalga geçiyor. “Kim var orada?” deyince kuş ötmeye başladı. Zihnim bana oyun mu oynuyordu? Ormanın girişine adım attığım an aslında ormanın yeşil olmadığını gördüm. Dışarıdan böyle gözükmüyordu! Bence imdat deyip kaçmanın tam zamanıydı! İnanılır gibi değil. Bir tarafı bembeyaz, diğer tarafı simsiyah olmuştu. Kafamı arkaya doğru çevirip kırmızı yapraklı çiçeğe baktım, gözükmüyordu. Rüya görüyor olma olasılığım kesinlikle artmıştı. Siyahla beyazın buluştuğu çizgiden yürümeye devam ettim. Adımlarım ne tam olarak beyaz tarafa geçiyordu, ne de siyah tarafa. Dengedeydim. Yol bitene kadar devam edecektim. Gördüğüm her şeyi aklıma kazıdım. Bu sefer ağaçlara dokunmamaya çalıştım. İleride iki ağaç kıvrılarak uzanıyor ve tam tepede bir araya geliyordu. Sanki bir kemer oluşturmuşlardı. Çit yoktu ama ağaçlar kemer oluşturup bitişi gösteriyordu. Orada ormanın sonuna geldiğimi hissettim. Bir adım daha atıp çıktığımda renkler geri gelmişti. Arkama dönüp baktığımda orman da yeşil rengini aldı. Bu işte bir tuhaflık vardı. İçindeyken siyah beyaz olduğuna yemin edebilirdim. Hangi yöne gideceğime karar vermeme gerek yoktu, zaten önümde tek bir yol vardı. Yol kenarındaki ağaçları izlerken ilerde bir karaltı görür gibi oldum. Orada birisi mi vardı yoksa bana mı öyle geliyordu? Konuşan tabela, konuşan kuş ve siyah beyaz ormandan sonra hayal görüyor olabilirdim. Koskoca yerde nasıl kimse olmazdı? Yaklaştıkça daha net görmeye başladım. Evet emindim orada biri bekliyordu. Hayır bir değil tam iki kişi vardı. Adımlarımı biraz daha hızlandırdım. Hâlâ kaybolmadılar. En sonunda göz göze geldiğimizde pür dikkat beni izlediklerini gördüm. “Haklıymışsın.” dedi çekik gözlü adam, yanındaki kadına. Kadın oldukça esmer tenli, kıvırcık saçlarını arkadan bir toka ile tutturmuş, önüne düşen bir iki tutam saçıyla çok güzeldi. Ama yüzünde dikkat çeken tek şey bu değildi. Masmavi gözleri bir misket kadar parlaktı, öyle parlaktı ki uzun süre bakamamıştım. “Geleceğini gördüğümü söylemiştim.” dedi kadın umursamaz bir dille. İkisi de beni şöyle bir süzüp arkalarını döndüler. Yürümeye başladıklarında çelik gözlü çocuk heyecanla “Hadi ne duruyorsun? Sen de gelsene. Ah acele et, tamam şimdi oldu.” diyerek her hareketime bir kelime kullandı. Maalesef ki neler olduğunu bilmediğim bu diyarda adımlarımı emin atamıyordum. “Siz de kimsiniz?” diyerek çaresizce sordum. Kadın gözlerini devirerek “Birazdan anlarsın.” diye cevapladı. Melekler göz devirir miydi? Meleğin de asisine denk gelmiştim! Ormanın tamamen dışına çıkana kadar konuşmadık. Çekik gözlü çocuk dışında tabi. O sürekli “Çok heyecanlıyım, sonunda geldi, şimdi neler olacak, dövmesi ne zaman belirecek?” gibi şeyler soruyordu. Sorduğu şeyleri anlamlandıramadığım gibi kendi soruma da cevap alamamıştım. Ormanı geçtikten sonra dar bir köprüye girdik. Köprüdeki meşaleler önümüzü görmemize yardımcı oluyordu. O loş ortamda köprü boyunca şah figürü gördüm. Bunun anlamı neydi acaba? Satranç oynamayı çok mu seviyorlardı? Önce orman şimdi ise bu ürkütücü köprü... Bir adım daha atıp ateşe mi düşecektik? Köprüyü geçtikten sonra gördüğüm insan sayısı arttı. Beni görenler dönüp şaşkınlıkla tekrar bakıyordu. Bir tane oğlanın “Hadi be nasıl kaçırdık?” diye fısıldadığını duydum. Onlara çok dikkatli olmamak kaydıyla bende bakıyordum. Genç bir kız gördüm. Hava güneşli olduğu için efil efil bir elbise giymişti. Açık olan kolunda ise bir at dövmesi vardı. Hayır bildiğimiz at değil, satranç atı dövmesi. Dövmeye kaşlarımı çatarak baktım. Bazı kadınlar ve erkekler de bana aynen bu şekilde bakıyordu. Bu bir rüyaysa çok sıkıcı olmaya başlamıştı. Neredeyse acı çekmeye razı gelecektim. Çıkarın beni bu rüyadan! Daha fazla dayanamayıp yanımda bir manken gibi duran esmer kadına yeniden sordum. “Burası neresi?” Sonunda aklım başıma gelmiş ilk tepkimi atıp soru sorma yetimi yeniden kazanabilmiştim. Kadın bana kısaca göz attı. “Burası Yaşamayanlar. Okuman yazman olduğunu düşünmüştüm. Tabelada yazıyordu.” “Biraz daha açarsak? Yaşamayanlar ne demek? Öldüm mü yoksa bir rüyanın içinde miyim anlamıyorum. Hatta arttırıyorum kâbusa dönmek üzere.” Kadın derin bir nefes verip bana doğru döndü. “Öldün ve artık yaşamıyorsun. Burası Yaşamayanlar evreni. Öldükten sonra ikinci bir şansı olanlar toprağa gömülür gömülmez gözlerini burada açar. Burası yeni bir evren senin için anlayacağın.” dediğinde kahkaha atmaya başladım. “Kameralar nerede?” diye gülerek sorduğumda “Kamera nedir?” diye bir cevap almayı beklemiyordum. “Bu tarz şeylere kamera şakası mı yapıyorsun diye sorulur. Kamera neredeyse el sallayacağım. Tam öldük bitti kurtulduk derken bu da nereden çıktı? Yok ölmüşüm ama başka bir boyutta geri dirilmişim falan. Çok iyi şaka gerçekten. Bana dirilmek istiyor musun diye soran oldu mu?” Başka bir evren mi? Hayal gücüm inanılmaz çalışıyor. Kendimi tebrik ediyorum. “Çok sık şaka yapan biri değilim. Gelene kadar sana absürt gelecek hiç mi bir şey görmedin?” dediğinde yutkundum. “Bu insanlar bana neden böyle bakıyor?” diye başka bir soru sordum. Çünkü saçların yok! Ne çabuk unuttun sana hep böyle bakarlar. Gerçekten ne çabuk unutmuştum. Bari rüyamda saçlarım olsaydı. “Çünkü çıplak değilsin de ondan.” diye yanıtladı kadın sorumu. “Ne? Ne demek çıplak değilim? Herkes gibi giyiniğim işte?” kadın derin bir nefes alırken, sözü çekik gözlü çocuk devraldı. “Çünkü çıplak olman gerekiyordu. Bu benim için de şaşırtıcı oldu açıkçası. Neden giyiniksin?” “Neden çıplak olmam gerekiyordu?” “Çünkü güzel saçlı kız, ölüler gömülürken çıplak olurlar. O yüzden buraya da çıplak gelirler ve herkes bunu görür. Seni ilk defa görüyorlar ve çıplak değilsin, o yüzden daha çok ilgi çektin.” “Lütfen artık çıplak demeyi keser misin?” neyin içine düşmüştüm böyle. Bir dakika güzel saçlı kız derken? Elimi kafama götürdüğümde gerçekten saç vardı. Geçtiğimiz bir dükkânın önündeki camdan yansımama baktım. Saçlarım vardı. Ama kısa oldukları için omuzlarımdan dökülmüyordu ve bu yüzden fark edememiştim. Kısa da olsa saç saçtı. İçimi bir sevinç kapladı. Ama camdan bakarken fark ettiğim bir diğer değişiklik saçımın bir kısmı beyaz, bir kısmı siyahtı. İşte yine bir ilginçlik daha. Hasta yatağımda alacağım son nefesi düşünürken, saçlarım yok diye üzülürken başıma gelenlere bakın? Eğer bu bir rüya değilse Hazel’e binlerce kez teşekkür edecektim. Çıplak kalma korkumu ciddiye alıp bana kıyafet giydirdiği için. Yırtmaçlı uzun eteğimin cebine elimi soktuğumda ise bir şeyle karşılaştım. Elimi hemen cebimden çıkarıp bakmak istesem de bunu bu kadar insanın içinde yapmak istemedim. “Hey baksana saçlarım gerçekten var mı?” diye sordum çekik gözlü çocuğa. Çocuk bana dönüp gülümsedi. “Ah heyecandan tanışma faslını unuttum. Ben Bong. Daha önceki hayatımda Kore’de yaşıyordum ve evet saçların gerçekten var. Ayrıca tarzına bayıldım.” “Merhaba Bong. Ben Yargı. Yargı Yargıcı. Yarışmaya Türkiye’den katılıyorum.” dediğimde güldü ve “Ben şaka severim dostum. Sık sık yapmalısın.” dedi yanındaki esmer kadına bakarak. “Bu arada saçlarım ne renk gözüküyor?” “Siyah ve beyaz.” “Sen de görüyorsun yani?” |
0% |