Yeni Üyelik
50.
Bölüm

50. Bölüm

@1scintilla

“Gözlerini açmaya ne dersin?” Sorusuyla kirpiklerimi yavaşça araladım. Yaklaştıkça su sesini duymuştum zaten ama görmek yerine bana verdiği dinginliği hissetmekle yetindim.

Oldukça yüksek duvarları olan bir kanyonun yanına geldik. Çevresi yemyeşil otlarla kaplıydı. Mükemmel bir manzara bizi bekliyordu. Arat attan indikten hemen sonra benim de inmeme yardım etti.

“Ayakkabılarını çıkar istersen iç kısımlara doğru götürmek istiyorum seni. Göstermem gereken bir şey var.”

Bir elim ayakkabıma ulaşırken sinsice gülmeyi ihmal etmemiştim.

“Ne göstereceksin bana?”

“Ses tonunda eğlenen bir tını mı var bana mı öyle geldi?”

Sadece kıkırdayıp cevap vermeden ilerledim. Adam benim bu arsızlık seviyemi kınayacak gibi duruyordu. Ama o da hep ucu açık cümleler kuruyordu. Tek suçlu ben değildim!

Çıplak ayaklarım çimenlere değdiği an içimi kaplayan ferahlığı hissettim. Çimenlerin keskin kısmının ayağımı kesmesi gerekirken, ben toprağı hafif nemli kumsalda yürüyor gibiydim.

“Arat. Burası harika. Çimenlerin verdiği hissiyat muhteşem bir şey. Bu zamana kadar çimlere basarken asla böyle hissetmemiştim.”

Elimi tutup beni kendine çekti ve ilerlemeye devam ettik. “Nasıl bir hismiş biraz tanımlar mısın?”

“Nemli bir kumsalda yürüyorum ve ayaklarım bastıkça içine gömülüp geri çıkıyor gibi ılık bir his.” Adımları durduğunda bana dönüp baktı.

“Sevgilim, sanırım bu his sadece sana özel. Çünkü ben öyle hissetmiyorum. Yani sadece çimen. Ya sen çok şairane konuşuyor ve hislerini kendine göre içselleştiriyorsun. Ya da toprakla alakalı özelliğinden dolayı bastığın yer seni bu şekilde ödüllendiriyor.” dediğinde şaşırdım ama sevindim de.

“Bu harika bir şey. Özelliğim toprakla ilgili olduğu için ne kadar mutluyum bilemezsin. Toprakla haşır neşir olmayı çok severim, çocukluğumdan beri. Küçükken bahçeli bir evde otururduk. Annem beni hayatta yatakta uyutamadığını söylerdi. Sürekli bir ağacın dibine kıvrılıp uyurmuşum. Babam bu huyumdan vazgeçemediğimi anlayınca bana özel kum getirmiş bahçeye. Taşın içinde yatmayım diye.”

Yüzümde hevesli bir gülümsemeyle anlattığım anı, Arat’ın siyah gözleri üzerimdeyken dikkatle dinleniyordu.

“Herkesin kaderi önceden belliyse toprağa olan ilgin zaten bu özelliğinden geliyor olabilir.”

“Nasıl yani?”

“Şöyle, orada yaşayacağın ömür belliydi ve sonra buraya geleceğin de. Her şey bir çizgiye göre ilerliyor. Burada geçireceğin zamanın ve güçlerin zaten senin içindeydi, geleceğindi. Ne derler, kan çekiyor gibi bir tabir var yanlış duymadıysam. Seni de toprak çekmiş, çünkü bir topraksın. Sen osun, o sen. Nasıl ayrı olabilirdiniz ki? Toprağı hissetmenin seni iyileştirdiğini söylemiştin. Bu her yaşında böyle olmuş ve olacak.”

Dediklerini düşününce toprağa daha çok bağlanıyordum. Beni yatıştıran tek şey olmuştu. Halk dilinde buna elektriğini atmak derlerdi, benim dilimde ise Yaşamayanlar’a ait olmak. Sanki yıllardır buradaymış gibi hissetmenin nedeni bu muydu? Buraya ait olmak...

Yuvarlak ve sivri taşlarla dolu küçük su birikintisinden geçmek oldukça zordu. Kayıp düşmem an meselesiydi. Buranın sonunda bana göstereceği şeye değerdi tabii ki ama ufak bir hile yapmaktan zarar gelmezdi.

“Tamam, neden bir şey denemiyoruz?”

“Ne denememizi istersin?”

Gözlerimi kapatıp odaklanmaya başladım. Onlara ihtiyacım vardı. Gelmeliydiler.

İ vestra libertate.

İ vestra libertate.

İ VESTRA LİBERTATE.

En son bağırarak içimdeki tüm hırçınlığı dışarıya kusmaya çalıştım. Doğum yapan bir annenin son kez ıkınması gibi yeniden kanatlarımı doğurduğumda sırtımda oluşan yarıkları hissettim. Çıkarken sancılı olan bu süreç belki sonsuza dek, belki de alışana kadar devam edecekti.

Saçlarımın tezatlığına karşı olarak bir tarafımdan siyah diğer tarafımdan beyaz kanatlar yükseldi. Onları kendine getirmek için hafifçe silkeledim. Kolların dışında, hareket ettirebildiğin bir uzvunun olması garip bir şeydi.

Bana hayranlıkla bakan Arat’a doğru yürüdüm. “Üç kilo bir şeysin bence seni taşırım.” dediğimde iç gıcıklayıcı bir gülümseme sundu.

“Kanatların oluştuğunda bedeninde başka bir değişim hissediyor musun?”

“Evet ama bunu tam olarak isimlendirmemem.”

“Daha güçlü bir görünümün oluyor fiziksel olarak. Aslında bu yeteneği nasıl geliştirebiliriz araştırmamız lazım. Belki farklı evreleri vardır.” O kendi kendine konuşurken bir anda kollarımı ona dolayıp kaldırıp kaldıramayacağıma baktım. Ve bingo!

Arat artık kollarımdaydı. Oldukça üç kilo gibiydi. Az önce benimle bu şekilde dalga geçmemeliydi. Kanatlarımla birlikte oluşan fizyolojik gelişimimi elbette hissediyordum. Tıpkı şu an Arat’ın yanaklarında oluşan kızarıklığı hissettiğim gibi.

“Ne oldu kuşum sessizleştin?”

“Bir kuzguna dönüştüğünde çenen açılıyor sanki senin. Ayrıca şuraya bir bak. Hangi erkeklik kanununda eşi tarafından kucaklanıp taşınan bir adam var?”

“Peki hangi kanunda bir adamın, kanatları olan bir eşi var? Bu kadar taş kesilmene anlam veremiyorum. Rahatla. Hem gelirken de sen beni taşımıştın? Ödeşmiş olduk.”

“Onunla bu bir mi Yargı?” Ses tonu bu işten hiç memnun olmadığını gösteriyordu. Onu biraz rahatlatmak için yanağını öptüm. Daha çok kızarışını ise zevkle izledim. O sırada hafif bir yalpalama oldu. Kanatlarımı yeniden çırpıp daha yükseğe süzüldüm.

“Lütfen görev başında beni öpme. Hakimiyetini kaybediyorsun!” dediğinde yaptığım tek şey kahkaha atmak oldu. Dayanamayıp yanağını ısırdım.

“Yaşam Yargı Yargıcı!” Otoriter bir ses tonu kullandığında oldukça çekici oluyordu. Şu an kendini tüm karizması çizilmiş gibi hissediyor olabilirdi ama benim gözümde bu mümkün değildi. Neyse, bunu söyleyip daha çok uyandırmaya gerek yoktu.

Dar kanyonu kanatlarımla arşınladığım zaman yusyuvarlak olan bir bölüme doğru uçtum. Evet uçtum. Kelimenin büyüleyici özelliği beni heyecanlandırıyordu.

“Alçal sevgilim ineceğiz.” dediğinde gülmemek için kendimi zor tuttum.

“Kendimi dolmuş şoförü gibi hissettim.”

“Dolmuş şoförü nedir?”

“Büyük bir araba var ve insanları bir yerden diğer yere taşıyor. Onlara da böyle sesleniriz. Müsait bir yerde inecek var, kaptan sağda tükür beni, kaptan bizi bir üfle de nefes alalım be hadi anam?” Söylediğim şeye deli gibi gülmeye başlarken Arat öylece yüzüme bakıyordu. “Ya komik bir video vardı o aklıma geldi işte.”

“Video mu?”

“Ohoo ama olmaz ki böyle. Bak bu çok güzel bir şey tamam mı-” diye başladığım cümleyi böldü.

“Tamam.”

Kısa bir duraksamadan sonra devam ettim. Her şeyi ciddiye alıyordu. Benim soru cümlesi olmayan sorularıma bile cevap verecek kadar seviyor olabilir miydi bu hayatı? Ya da konuşma tarzıma adapte oluyor olabilir. İkinci seçenek daha makuldü.

“Bir fotoğraf makinesi var ki bunu telefonunun kamerasıyla da yapabiliyorsun. Burada yok mu gerçekten?”

“Görmedim.”

“Tamam. İşte bu makine sen bir yerde sabit dururken karşıdan birinin senin fotoğrafını çekmesine yarıyor demek. Yani nasıl resmini çiziyorlarsa, makinada öyle çekiyor. Aynı bulunduğun konumda ve nasıl durduysan öyle. Sonra o fotoğraflara bakabiliyoruz. Bazılarını kâğıda baskı olarak çıkartabiliyoruz. Video da bunun uzun hali. Diyelim bir şarkı söyledin, başından sonuna kadar seni çekebiliyor sonradan izlemek için. Videoyu kâğıda bastıramıyorsun ama çünkü hareket halindesin. Anladın mı?”

“Anladım. Burada da hareket halinde çizimler oluyor. Yaşayanlar’ın yapamadığı şeyi yapıyoruz o zaman.”

“Yaa, ciddi misin? Bir ara görmek isterim, çok merak ettim.”

“Olur.”

Kanatlarını sabit bir şekilde aşağı doğru çevirip havadan süzüldüğümde her yeri kuş bakışı görebiliyordum.

“Yaşayanların dünyasında aynı makinenin böyle benim gibi değişik kanatlara sahip olanı da var. Kumandayla çalışıyor, onu uçuruyorsun ve yukarıdan bu manzaranın fotoğrafını çekiyor. Ona da kuş bakışı, kroki, harita gibi isimler veriliyor.”

“Yargı Yargıcı ile tarihte gezintiler. Bu bilgileri benimle paylaştığın için teşekkürler. Yaşayanlar teknoloji işini epey ilerletmiş öyleyse.”

“Sanki matematik dersinde bu bilgi ileride benim ne işime yarayacak hocam demişsin gibi geldi. Teknoloji gırla sorma.”

“Gır mı?”

“Sürüyle yani. Pek çok. Ohoo çok fazla. “

“Bu hallerin öyle tatlı ki. Bir şeyi bildiğinde kendinden ne kadar emin gözüküyorsun öyle. Bu seni inanılmaz çekici kıldı gözümde.”

“Öyle mi? Bakalım inişe geçtiğimizde de hâlâ çekici kalacak mıyım?” dedikten sonra hızlı bir iniş gerçekleştirdim. Rüzgârın tenimde dans edişi harikulade bir histi. Arat’ın dediği gibi kanatlarımı çıkarıp bir kuzguna dönüştüğümde görüşüm de netleşiyordu. Göz kapaklarıma inen saydam tabaka sayesinde rüzgârdan asla rahatsız olmayıp karşıma bakabiliyordum. Yere indiğimizde kanatlarını sırtıma doğru topladım. Onlara dokunduğumda içim yumuşacık olmuştu. Bir tavşanın tüyü gibi kendi kürküm oluşuyordu. Kanatlarımı doğururken çektiğim acı onları rüzgarla beslediğimde her şeye son veriyordu.

Nasıl ve neden kanatlarım çıkmıştı bu neyin görevi olacak bilmiyordum ama bu durumdan memnundum.

Tıpkı Arat’ı indirdikten sonra bana dönüp kanatlarımı okşamasından memnun olduğum gibi. Kanatlarım bile bu adamın dokunuşlarını seviyordu. Özellikle beyaz kısma doğru gelip dudaklarını yaklaştırdığında içimde çıkan volkanları sakin tutmaya çalıştım. Muhteşem bir çekim gücüydü.

Arat’ın dudakları beyaz kanadığımın üzerindeyken, doğurduğum bu kanat benden bağımsız onu sarmaya başlamıştı bile. Lanet olası adam sadece beni değil, vücudumdaki her uzvu heyecanlandırıp coşturuyordu.

“Var olan tüm kollarımla seni sarmak ne büyük lüks Arat Zemheri.”

“Var olan tüm uzuvlarını tüm kalbimle sevmek ne büyük bir lüks Yaşam Yargı Yargıcı.” Gözleri içimdeki volkanı yeniden canlandırıyordu. Yüzünü tekrar sever gibi kanadımda gezdirdikten sonra geri çekildi ve elimi tuttu. Sonra da kendine gelmek için var sayıyorum derin bir nefes aldı.

“Suya girmek ister misin?”

“İsterim.” dedikten hemen sonra hırkamı çıkardım. Eh bu sefer taytımı da çıkarmam gerekecekti. Arat’a baktığımda gözleri kapalı duruyordu. Mahremiyetime bu kadar saygı duyması çok hoştu ama zaten dolaylı yoldan daha önce beni bu şekilde görmüştü. O zaman diğer ihtimal kendine saygı duyup kontrol altına almaya çalışmasıydı. Sonuç olarak ikisi de hoşuma gitti.

 

Loading...
0%