@1scintilla
|
Ayağım suya değdiğinde beni tedirgin edecek hiçbir soğukluk olmaması şaşırttı. Su ılıktı, üstelik bu yüksek iki dağın arasında gibi duran yerde güneşi neredeyse hiç almıyordu. Demek ki büyünün kudretli gücü bu kanyona da uğramıştı. Kenarda kendiliğinden oluşmuş gibi duran taş merdivene ilerleyip kendimi yavaşça suya bıraktım. Tüm bedenim anında gevşedi ve bu harika bir histi. Suya tamamen daldığımda kanatlarımın beni bir gölge gibi koruduğunu düşündüm. Bedenimi kaplayacak büyüklüktelerdi. Sudan çıktım, yeniden daldım, çıktım, daldım ve en sonunda kendimi sırt üstü şeffaf suyun kollarına bıraktım. Arat’a baktığımda oturduğu yerden beni izlediğini gördüm. Kıkırdayarak “Su çok güzel gelsene?” dediğimde başını iki yana salladı. Elini yüzüne götürüp çenesini kaşıdı. “Ben girmesem daha iyi, seni böyle izlemek en güzel manzaranın bile üzerine çıkıyor.” Suyun altında saklanmış olmam hiçbir şeyi değiştirmezdi çünkü su hiç yokmuş gibi berraktı. İyice kenara yaklaştığımda tek bacağımı ona doğru kaldırıp ayağımla üzerine su attım. Bu onu kızdırmak yerine oldukça eğlendirmişti. Bir kez daha aynısını yapınca gülerek “Canın oyun oynamak istiyor gibi.” “Evet. Su sıcakmış, ben de sıcak bir oyun oynamak istiyorum.” dediğimde muzip bakışlarımı üzerinden çekmedim. Üzgünüm artık eskisi gibi sadece masum düşüncelere eşlik etmiyorum. Üzerime serpilen ruh eşi tozları beni daha kadınsı yapıyorsa bu kimin suçu? Bence bir suçlu aramak da doğru değil, çünkü bu bizzat içimden geliyor. Ona dokunmak, ona sarılmak, onu hissetmek ruhuma iyi geliyor. Arat gözlerini yumup açtıktan sonra sanki yenilgiye uğramış gibi bir nefes verdi. Ayağa kalkıp üzerini çıkartırken sabırsızca onu bekliyordum. Suya balıklama atladığında ise çıkan tok ses beni daha da heyecanlandırdı. O bana doğru yüzerken ben de geriye doğru yüzmeye başladım. Beni yakalarsa oyunumuz başlardı. Arat ise bu hareketime sadece hıh der gibi güldü. Suya dalıp daha hızlı kaçmaya başladım. Kanatlarımı kürek gibi kullandığımdan bahsetmiş miydim? Bu beni daha hızlı yapardı. Ondan öndeydim. Kafamı suyun yüzeyine çıkarıp nefes almaya çalıştığım an önümde durup bana gülerek bakan bir Arat ile karşılaşmayı beklemiyordum. Başımı sallayıp tenimde gezinen su damlalarından kurtuldum. “Hmm demek oldukça oyunbaz birisin.” “Oyunbaz olan tek kişi ben değilim eşsizim. Beni kışkırttıktan sonra kaçma fikrini hangi ara düşündün? Zihninin o güzel kıvrımlarında daha neler dolanıyor?” Bunları söylerken yavaş yavaş bana doğru yaklaşıyordu. Kanın kokusunu alan avcı bir köpekbalığı gibiydi. Birazdan avını tek lokmada yutabilirdi ve avın (ki bu ben oluyorum) bu durumdan zerre kadar şikâyeti yoktu. “Hangi ara bu kadar hızlanıp önüme geçebildin sevgilim? Yoksa senin de yüzgeçlerin mi var?” Sanki özel bir espriye değinmişim gibi güldü. “Bence bu soruları sonra konuşabiliriz. Neden şimdi senin şu sıcak oyunundan bahsetmiyoruz.” Sırtım bir kayaya yaslanana dek geri gittim ki bu pek uzun sürmemişti. Ben geriye doğru adımladıkça o da bana doğru geliyordu. Kanatlarımın yumuşak dokusu sayesinde sert kayadan herhangi bir rahatsızlık hissetmiyordum. Eli belime dolandığında sanki bedenimdeki yanardağ yükselmiş ve artık durdurulamaz bir noktaya gelmişti. Kalbimdeki ateş coştukça coştu ve dudaklarımdan fırlamak üzere yola çıktı. Elim Arat’ın ensesine doğru gittiğinde gözlerinin içine baktım. O gözlerde çakan şimşeği artık daha net görüyordum. Emin olduğum bir şey daha vardı ki gözlerinde bulunan, ateş kırmızısı gözlerimin yansımasının onun şimşeklerine bulaştığıydı. İkimizin de duyguları doruklara ulaştığında ortak noktada buluştuk. Belimdeki eli beni yönlendirip kendine çekerken aynı görev saç diplerinde gezinen parmaklarıma da aitti. Dudaklarım dudaklarının derin okyanusuna daldığı an kalbimin volkanları yukarıya doğru taştı ve büyük bir patlama gerçekleştirdi. Bu patlamanın kanlı tadını alabiliyordum. Av, avcı köpekbalığının dudağını ısırmıştı. Bir damla kan okyanusa karışırsa etrafımıza birden çok köpekbalığı dadanabilir miydi? Bilmiyordum. Arat’ın diğer eli omuzuma çıktığında ufak bir baskıyla beni suyun içine çekti. Buna hiç itiraz etmeden öpüşmemizi tüm hızıyla suyun altında devam ettirdik. Ellerimin ona dolanması yetmiyor devreye kanatlarım giriyordu. Tüm uzuvlarımla ona dokunmak, ruhumun açlığını en doyurucu bir şekilde besliyordu. Eli kalçalarıma doğru gittiğinde suyun kaldırma kuvvetiyle beraber saniyeler içinde kucağına çıktım. İçimizdeki ateşi bu su birikintisi söndürmeye yanaşmayıp daha çok harlıyordu. Kalçalarıma destek veren Arat bizi yeniden suyun yüzeyine çıkardığında birbirimizden kopup derin bir nefes aldık. Gözlerime baktığında, irslerindeki bu hayranlığı sezebiliyordum. Eğer enleri olsaydı, gözümün en sevdiği rengi ateş kırmızısı olurdu. “Çok güzelsin. Çok nahifsin, enerji dolusun, yüzün mimiklerin izlemeye doyamadığım bir tablo gibi. Bu zamana kadar sensiz nasıl yaşamışım bilmiyorum. Her zerrenle özelsin. Kalbimi öyle dolduruyorsun ki Kıvılcım, artık son anına kadar sen diye atacak.” Parmaklarım kendiliğinden göğsündeki dövmeye gittiğinde gülümsedim. “Bilmiyorum ki sen hangi iyiliğimin karşılığısın. Her şey bir rüya gibi geliyor bazen. Sen bu kadar güzel şeyleri bir arada yaşayamazsın diyorum. Çok korkuyorum aslında seni yeni bulmuşken kaybetmekten. Çünkü yaşamım boyunca seni bekledim. Eğer bu bir rüyaysa ve ben uyanırsam sanırım hayata küserim. Gözlerimi yeniden kapatır senin gerçekliğini ve devamını hissetmek için Tanrıya dua ederim.” Arat beni yeniden şiddetli olmayacak bir biçimde uzun kayaya yasladı. Bir sonraki hareketi ise tüm bedenini üzerime yaslamaktı. “Bu bir rüya değil ve ben tüm gerçekliğimle karşındayım Yargı Yargıcı.” Buna o kadar emindim ki tüm uzuvlarını ve bedenimde hissediyordum. Onu kendime biraz daha çektiğinde dudaklarına yeniden kavuştum. Bahsettiğim kadar sıcak bir oyun oluyordu, ama yeni oyuncular katılmasaydı... İkimizin de gözleri kapalı anın tadını çıkarmaya çalışırken, Profesör Layal’in dediği zihin genişletme olayını kullanıyordum ve suda bir hareketlenme hissettim. Nefes nefese bir şekilde birbirimizden ayrılırken Arat benim elimi tutmuş kıyaya doğru çekiyordu. Kimdi gelen? Geçen sefer göldeki o Arsel olacak adamı düşünmemeye çalışarak girmiştim bu suya. Çünkü biliyordum üstelersem zihnim bana sürekli onun hakkında baskı kurardı. Bu baskılar da zamanla korkuya dönüşürdü. Burada en ihtiyacım olmayan şeydi korku. “Kim o?” Sessizlik. “Arat neler oluyor?” Beni belimden tuttuğu gibi suyun üstüne itti ama, an itibariyle ondan daha ağırdım. “Güzelim biraz burada kal olur mu? Lütfen kanatlarını geri gönder. Gelen sirenler.” “Siren de ne? Tehlikeli mi? Sen neden orada kaldın o zaman sen de gel. Arat geldiğimiz gibi havalanıp gidelim endişeleniyorum.” Bu isim bana bir yerden tanıdık geliyordu ama çıkaramıyordum. “Endişelenmene gerek yok. Bana bir şey yapamazlar. Kanatlarını gönder. Bunu görmelerini şimdilik istemiyorum.” Tanrım bu da neydi? Her gün başka bir olay olmak zorunda mıydı? Gratias ago tibi alas. Sırtımda oluşan yarıkların büyüyüp bir vakum gibi kanatlarımı emdiğini hissettim. Çıkardığım taytı üzerime geçirmeye çalışırken denizdeki hareketlenme çoğaldı. Arat ise odaklanmış bir şekilde suyun içine bakıyordu. Gözlerini sudan çektiği an bana doğrulttu ve kanatlarımı kontrol etti. Suyun içinden neyin çıkacağı merak ediyor ve açıkçası deli gibi tedirgin oluyordum. Neden hemen buradan gitmemiştik? Sudaki dalgalanma arttı, arttı, arttı ve içinden üç tane kız çıktı. Kız mı çıktı? Sirenler bunlar mıydı? Zihnimdeki bütün sesleri susturup onlara odakladım. Şafağın sökmesi ve tüm canlıların uyuması kadar derin bir sessizlik vardı. Bu üç güzel kız mı tehlikeliydi? “Burada ne arıyorsun Neptün?” Neptün mü? Çıkan tiz ses kulaklarıma bastırmama neden olacak şekildeydi ama kendimi tuttum. Hatta rahat gözükmek için çimlerin üzerinde oturmayı tercih etmiştim. Çimlerin üzerinde ve biraz geride! “Yüzüyorum, gördüğünüz gibi. Siz neden geldiniz? Bir problem mi var?” “Kardeşlerim emin olamasa da ben senin kanının kokusunu aldığıma eminim. Yardıma geldik.” Tiz sesli uzun saçlı kız yeniden konuştu, sesi mikrofon bozulması gibiydi tıpkı... Başını çevirdiği an ürkütücü bakışları aniden beni buldu. Gözümü dikip onlara baktığımda hepsini ayrı ayrı süzmekle meşguldüm. Birinin saçları maviydi gözleri ise olabildiğince siyah, yani gözünün akı bile gözükmüyordu. Diğeri sarı saçlı ve renkli gözlü, gözlerinin rengini tam olarak görememiştim. Arat’la (Neptün dediği Arat’la) konuşan kızın ise saçları oldukça gür ve kızılımsı bir kahverengiydi ama kesinlikle kızılları daha belirgindi. Gözlerindeki öfkeyi kaldırırsak boncuk gibi parlayan mavi gözlerini görebilirdik. Tabii kızların çıplak olma ihtimali aklıma gelmeseydi. Suyun içinde bir ileri bir geri hareket ederken, dalgalar göğüslerine vuruyordu ve bu yeni dikkatimi çekmişti. Onlara siz kimsiniz diyemezdim. Kanatlarımı da saklamıştım. Masum küçük bir insanoğlu taklidi yapmak zorundaydım. Kısa bir süre öncesine kadar herhangi bir taklide gerek bile yoktu oysa. “Sağlığım gayet yerinde Ceysi! İlgilendiğin için sağ ol. Burada bir sorun yok gidebilirsiniz.” “Sorun olmadığına emin misin?” derken gözleri hâlâ benim üzerimdeydi. “Akademiden oldukça uzaktayken yanında ilk defa bir dişi görüyorum. Üstelik bunun olduğu aynı gün, suda kanının tadını alıyorum. Kim o? Onu mu koruyorsun?” “Sana zarar verdiği hâlde mi onu koruyorsun Neptün?” dedi mavi saçlı kız. Siyah gözleri ürkütücüydü. “Bana zarar vermedi Molpe. Kuralları hatırlatmama gerek kalacak mı? Buraya giriş izniniz yok.” “Kurallar anormal durumlar dışında geçerli, Neptün? Eksik hatırladın!” “Ve senin kanının kokusu oldukça anormal bir durum.” dedi adının Ceysi olduğunu öğrendiğim kızıl saçlı kız. “Pekâla! Anormal bir durum sezip geldiniz ve gördünüz ki böyle bir durum söz konusu değil. Ayrıca kendi başımın çaresine bakabilirim. Her zaman baktım. Bir daha sinyal göndermeden bu durumu gerçekleştirmeyeceksiniz. Bu seferlik görmezden geliyorum, bunu bildirmeyeceğim. Şimdi geldiğiniz gibi gidebilirsiniz.” Arat’ın sesi oldukça baskın ve sert çıkıyordu. Üstünlük ondaydı, bu gayet belliydi ama henüz ne olduğunu çözememiştim. Kızıl saçlı kız Arat’a doğru yüzdü ve diğerleri de peşinden gitti. Onu bir halkanın içine aldıklarında artık çimlerde oturmuyordum. “Onu koruyorsun, o kim?” Ceysi’nin derdi bendim. Molpe’nin derdini ise konuşunca anladım. “Gelmişken seni biraz daha görelim Neptün, sonra çiftleşme dönemine kadar özlüyoruz.” Çiftleşme dönemi derken? Arat’ın etrafında dolanıp şarkı söylemeye başladılar. Neptün Neptün denizlerin efendisi Neptün Neptün senden sorulur hepsi Neptün Neptün gel bize yeniden Neptün Neptün özlüyoruz hepten Şarkı söyledikleri an tiz sesleri ortadan kaybolmuş yerine büyülü bir melodi gelmişti. Kaval çalan çobanın koyunları peşine topladığı gibi, insanları peşinde toplayacak kadar güzel bir ezgiydi. Denizlerin efendisi dediler? Neptün dediler? Çiftleşme dönemi dediler! Eğer bir rüya görüyorsam rüyam an itibariyle bir kâbusa dönüşmüştü. Halkadan ilk ayrılan kızıl saçlı kız bana doğru yüzmeye başlayınca gerildim. “Soruma cevap alamadım, bir de sana soralım bakalım. Kimsin sen?” dedikten hemen sonra elleriyle kayanın kenarına tutundu ve kendini yukarı çekti. Gözlerime inanamadığım şey suyun içinden çıkan kızın çıplak olması değildi. Belinden aşağı doğru inen bir kuyruğunun olmasıydı. Karşımda bir denizkızı duruyordu!
|
0% |