@1scintilla
|
Ormanın içinde biraz ilerledik. Aklıma gelen tek şey Laçin’in yaşamını nasıl sürdürdüğüydü? Görmek bir mucizeydi çünkü. Sadece beş dakika olmasına rağmen üç kere takılmıştım. Eğer biri bizi yukarıdan izliyorsa büyük komedi vardı. Çünkü ellerim önde ayaklarımı sağa sola sallayarak tetikte durmuş bir pozisyondaydım. Sanırım diğerleri de öyleydi. Elime gelen büyük yaprakları itinayla itiyor, ağaçlara çarpmamak için büyük çaba harcıyordum. Görmeden hareket etmek çok zordu, çok zor! “Arat?” “Buradayım sevgilim. Sanırım aramızda üç dört metre falan var.” Otuz saniyede bir Arat’ı kontrol ediyordum, hâlâ yanımda mı diye... “Ben de buradayım yenge! Aman deyim özel konuşmalarınızı ormanın dışında yapın. Bunu hafızamdan silemem.” diye huysuzlanan kişi Boğa’ydı. “Sen niye hâlâ buradasın Boğa. Bir sal bizi kardeşim git şuradan ya?” “Sayın Yargı Hanım kalbimi kırıyorsunuz! Ah! Bir şeye çarptım! Ahhhğ bu neydi böyle?” “Benim seni taş kafalı. Korktuğunu bu kadar belli etme.” Pera yanımıza katıldığında ona gülmeden edemedim. Korkmazdı tabii, eteklerinde süzülen yılanı vardı sonuçta ve o görüyordu. Ama burada şike vardı! Bir avukat adayı olarak buna nasıl engel olacaktım? Özelliğimi kullanarak? Olmaz. Pera’yı ispiyonlayarak? Aynı kapıya çıkıyor yine olmaz. “Kim korkuyor kızım? Hayalet benden korksun. Kung fu biliyorum ben.” “Ben anlamam burada korkan birileri var? Hem eminim kung fu’nun ne olduğunu bilmiyorsundur. Yaşayaşanlar’ın dünyasından gelenlere özellikle mi soruyorsun bu değişik isimleri?” “Peracığım neden öyle diyorsun? Gel seni engin bilgi kültür havuzumda yüzdüreyim.” “İstemez. Seninle değil havuza girmek aynı bardaktan su bile içmem.” “Aa ama sarılırım niye öyle diyorsun?” “Ne sarılması be pis amip uzaklaş çabuk!” “Aman aman darılırım diyecektim. Ağzımdan kaçtı!” Boğa kendini açıkladıktan sonra Pera yeniden cevap vermedi. İkisin arasındaki atışmayı eğlenerek dinledim. Eğlenmediğim olay ise Pera’nın hissettiği korku dolu aurayı sezdiren kişi olmamdı. Elimde değildi, tedirgin oluyordum. “Arat?” “Buradayım sevgilim, sanırım sadece ikimiz kaldık.” “Evet başka adım sesi gelmiyor. Ne kadar ilerledik sence?” “Daha iki kilometre bile ilerlemedik.” “Ya kimse bulamazsa bu hayaleti ne olacak?” “Bulana kadar buradayız. Göz bantları büyülü. Ama o kadar uzun sürmez diyorum ben.” “Anladım.” demekten başka bir şey yapamamıştım. Acaba Pera kaplanı aurasından yakalar mıydı? Olası bir sonuçtu. Yaklaşık yarım saat daha geçmişti ama kimseden ses çıkmıyordu. Yüzüme çarpan serinlikten çevrede bir akarsu olduğunu anlayabiliyordum. Adımlarımı daha dikkatli atmaya devam ettim. Burası balta girmemiş orman olabilir miydi? Sürekli önümü temizlemek zorunda kalıyordum. Ya gittiğim yol değil de diğer yol tertemizse? İşte her şey seçimlerimizden ibaretti. Doğru ya da yanlış yolu sadece biz seçebilirdik. Üstelik bunu sadece görerek değil, sezgilerimizi kullanarak da yapmalıydık. Ne yazık ki sezgilerim suya doğru yaklaşmamı söylüyordu... “Arat?” Sessizlik. “Arat?” Yeniden sessizlik. Birbirimizden hangi ara uzaklaşmıştık. Daha demin yanımdaydı oysaki. Sesimin ona gitmesine bir şey engel oluyor olabilir miydi? Olabilirdi. Hatta aklımıza gelen daha ütopik şeyler de olabilirdi. Neticede biz de bir hayalet kedi arıyorduk. Burası Yaşamayanlar’ın evreniydi. Başımıza her şey gelebilirdi. Uzun yaprakları elimle itmeye çalışırken koluma dolanan bir şeyi hissettim. Umarım yılan değilsindir? Hani kuş vardı, böcek vardı? Yılanlar burada sürüngen böcek kategorisinde değildi umarım. Korkarak elimi uzatıp koluma dokunduğumda bunun bir sarmaşık olduğunu hissettim. Onu koparıp attığımda ayağımı sardı, onu da koparıp attığımda büyük bir taşa takıldım. Buraya girene kadar böyle şeyler yaşamamıştım. Buraya girmemi mi engelliyorlardı? Hayalet kedi burada mıydı? Ellerimle yoklaya yoklaya ayağa kalktığımda bir ağacın gövdesine yaslandım. Biraz soluklandıktan sonra yeniden devam ettim. Artık Arat yoktu ve tek başımaydım. Olası bir sorunda kanatlarımı çağırıp buradan uçup giderdim ama bir sinek gibi sağa sola yapışmam muhtemel rezil bir son olurdu. Hissettiğim ağırlıkla çamura bastığımı fark ettim. Suya iyice yaklaşmıştım sanırım. Sesini duymaya odaklandım kendimi. Şimdilik sadece serinliği geliyordu. O zaman bu çamur neydi? Ayrıca bu pelerinle birlikte yürümek oldukça zorlaşmaya başladı. Hislerimi dinleyerek bu yöne gelmiştim ama yanılmış mıydım bilmiyordum. Bir adım daha attığımda ayağımın boşluğa gelmesiyle dengemi kaybettim. Kalbim ağzımda atarken geriye doğru eğim vermeye çalıştım. Can havli ile yere düştüğümde bu sefer arkama doğru düştüm ve yuvarlanmaya başladım. Olamaz! Ellerimle durdurmaya çalışmak boşuna bir çabaydı. Ama keşfettiğim şey canımın yanmamasıydı. Bu da özel bir büyüydü sanırım. Sonunda yuvarlanmam bittiğinde o büyük kahkahayı duydum. Dikkat kesildiğimde saat bir yönünden doğru geldiğini fark ettim. Bu ses tonu kimindi? Bizimkilerden birine ait olamazdı çünkü oldukça kalındı. Bir erkeğe ait ses tonuydu ve hâlâ deli gibi gülüyordu. “Arat?” Arat Arat Arat! Yok Arat işte seni duymuyor bağırıp durma başımı şişirdin! Cevap vermişti. İnanamıyorum kendi özel gücüm olan hayvanları duymamı tam olarak ne zaman hatırlamayı düşünüyordum? Onları duyduğumda! Gerginlikten bir kuş sesi bile duymamıştım ki! Ormanda bizden başka kimse olmadığına göre bu hayalet kedinin sesiydi. Bir de gevezeydi ki sormayın! Hahahaha budalalardan biri ağacın üzerine çıktı o kör gözüyle hahahha. Hele şuna bakın. Ohohoho çok komik. Neymiş beni bulmak çocuk oyuncağıymış? Hadi niye bulamadın o zaman artist!? Serinlemek için gölün kenarında uyuduğum asla akıllarına gelmedi. Sadece gizli köşelere bakıyorlar. Bazen her şey apaçık ortadadır oysa. İşte şimdi yaktım çıranı hayalet kedi. “Gel pisi pisi gel benim oğlum...” Of bu da iyice kedi belledi beni. Bir kükreyeceğim görecek kediyi ama yerimi açık etmek istemiyorum. Ya da kükresem mi? Korkudan suya düşer bir de ona gülerim. Yine de en yaklaşan bu olduğu için minik bir jest saysın benden. Kükreyip yeni kızı korkutmayacağım. Ahahahahha bataklığa saplandı hahahaha. Aptal acemiler gibi davranıyorlar sadece. Dur! Şu renkli saçlı kız ne yapıyor öyle eline sopayı almış? Şşş çok yaklaştın sen. Yeni kız demeyip kükrerim şimdi. Sesine doğru giderken huysuzluğuna gülmeden edemiyordum. Bundan nasıl korkulurdu ki? Yine de biraz ağzını aramaya karar verdim. “Off Arat’la çok yakındık nasıl kaybettik birbirimizi? Nasıl bulacağım onu?” Düşmeden önce yanındaydı cici kız. Sadece sen yanlış bir çiçeğe dokundun ve ses iletkenin ona kısa bir süre gitmedi. Hmm. Demek tahmin ettiğim şey gibiymiş. “Pisi pisicik neredesin? Çok sıkıldım artık biri bulsun seni?” Sus kız! Şurada biraz eğleniyorum. Tadımı kaçırma. Ama ben hiç eğlenemiyordum. “Çok yoruldum biraz oturayım bari.” dedim dikkati benden dağılsın diye. Keza öyle de oldu. Benimle ilgilenmeyi bırakıp diğerlerine gülmeye devam etti. Sesini takip ettiğim yere az kalmıştı. Şşş sen de iyice yaklaştın ha? Deli cesareti midir nedir? Keşke yasak olmasaydı da suya itseydim şunu. Demek öyle seni sinsi hayalet. Kollarımı bir anda tüylü bedenine doladığımda büyük bir kükreme duyuldu. “Gel pisi pisicik benim akıllı oğlum. Bu kadar eğlence yeter.” Başının arkasını okşadığımda sakinleşip kendini saldı ve elim boynuna dolanan kumaşı çözdü. Kumaş çıktığı an göz bandım da açıldı. Karşımda güzeller güzeli beyaz bir kaplan vardı. Hayatımda ilk defa böyle bir şey görüyordum. E hani hayalet kediydi bu? Gözlerim açık olsa hemen görecektim demek. Belki de sadece Pera’nın ve Bayan Layal’in gizli yılanını görmüyorumdur. Bu da özelliklerimden birisidir. Gölün kenarında ben sevdikçe sırtının üstünde oynaşan kaplanla biraz oynadım. Üstelik daha bebekti sanırım boyutu da küçüktü. Gölün suyu büyük ekran televizyon gibi bölünmüş ve ormanda onu arayan herkesi gösteriyordu. Gözlerim hemen Arat’ı aradığında gerçekten çok yakın olduğumuzu gördüm. Ben ona bağıramadan o bana seslendi bile. “Yargı? Yargı? Sesimi duyuyor musun?” “Arat! Buradayım. Aşağı düştüm. Gölün kenarındayım.” Takır tukur gelen seslerle inmeye çalıştığını anladım. O gelene kadar bu güzel beyaz kaplanla oynamaya devam ettim. Arat inip yanıma geldiğinde şaşkınlıkla bana baktı. Bir de ellerime. “Ne yapıyorsun?” “Pisi pisiyi seviyorum.” Yalnız pisi pisi demezsek. Karizma meselesi anlarsın ya? “Demek yakaladın? Nasıl yakaladın? Evet nasıl yakaladın? “Ses çıkardı ve buldum. Zaten buraya düşmüştüm. İsabet olmuş.” Yoo çıkarmadım. Sus çıkardın işte bunu şu an açıklayamam. “Tebrik ederim eşsizim. İlk görevini başarıyla yerine getirdin.” dedi gülümseyerek. “Nasıl yani?” “Bu asıl senin görevindi. Biz gerçekten aramıyorduk.” Ama çok komiktiniz. “Neden bana böyle söylemediniz?” “İlk görevinden kendini yalnız hissetme diye. Büyük bir sorumluluk altına girip gerilme diye söylemedik. Mamba’nın seni beklemesindeki asıl amaç buydu.” dediğinde huysuzlandım. “Sağ ol şu anda kandırılmış hissediyorum.” O ise hemen yanımda bitmiş ve belimden yakaladığı gibi kaplanın önünden kaldırmıştı. “Üzgünüm sevgilim, kurallar.” “Kurallar kurallar kurallar.” diye homurdanırken o sadece gülüyordu. Eli hâlâ belimde olduğu için boynumu çevirdiğimde kafa kafaya geldik. “Umarım bir gün senin bilmeyip benim bildiğim kurallar ortaya çıkar ve bu anı sana hatırlatırım Arat Zemheri!” Yeni kız haklı. Dur şunu bir kıtlayım! Beyaz kaplanın sesini duyunca panik yaptım. “Neyse neyse gidelim buradan kurda kuşa yem olmadan!” Daha fazla sırıtan bir Arat yüzü görmek istemiyordum şu an. Bir saatliğine? Yok yok birkaç dakikalığına... Ne güzel seviyordun nereye gidiyorsun yeni kız? Kaplanın üzgün sesini duyunca ona veda etmek istedim. Yalandan bir iki neredesin diyerek elimle yoklarken zaten kalkıp yanıma gelmişti. Boynunun arkasını severken yeniden mayıştı. “Hoşça kal güzelim seni yeniden görmek için sabırsızlanıyorum.” Bir kedi gibi yüzümü yalamaya başladığında geri kaçarken düştüm ve üzerime çıktı. Dışarıdan bakıldığında olmayan bir varlığı kendimden uzaklaştırmaya çalışıyor gibi görünüyordum. Yaşayanlar’ın dünyasında olsam kesin şizofreni tanısı koyulurdu. Ama işler Yaşamayanlar’da böyle ilerlemiyordu. “Sanırım buna ben bile alışamayacağım? Oynuyor musunuz? Kurtulmaya mı çalışıyorsun?” diye sorduğunda gülümsedim. “Sorun yok vedalaşıyoruz.” “Benimle böyle vedalaşmıyorsun ama?” “Sen de hayalet kedi gibi yüzümü mü yalamak istiyorsun Arat Zemheri?” dediğimde ikimiz de duraksadık. Pat diye konuşma huyumdan vazgeçmeliydim. Sanırım bu sefer ben bile utanmıştım. E bir zahmet yani... “Yaşam Yargı Yargıcı, ben seninle ne yapacağım? Ayrıca dediğin vedayı bir ara deneyelim, tutarsa devam ederiz.” dediğinde onu duymamış gibi davranıp tekrar beyaz kaplanı sevdim ve boğazımı temizleyerek ayağa kalktım. Ondan bağımsız düşüp yuvarlandığım yerden çıkmaya başladığımda adım sesi hemen arkamdan geldi. “Ne oldu bu sefer de sen mi utanıyorsun? Neden kaçıyorsun? Bana dön de güzel yüzünde dolaşan kızıllıkları göreyim.” dediğinde sıcaklığın yanaklarıma toplandığını hissediyordum. Ona dönmedim. Ama hızla yukarı tırmanmaya çalışırken ayağım taşa takıldı ve altımdaki toprak pıtır pıtır aşağı indi. Geriye doğru eğim kazandığımda ise bir çift el tarafından tutulmuştum. Ama neremden? Arat’ın bir eli kalçamın üzerindeydi şu an? Üstelik tam kavramış bir şekilde. Bu konuşmanın üzerine kayan toprağa kendimi gömebilir miydim? Sanmıyorum. Belimde duran eli beni olduğum yere sabitlerken kalçamı hafifçe ittirip ilerlememi sağladı. Ayrıca kalçama dokunduğunda da bedenimden bir elektrik akımı geçmişti. Bizi bu yöne itmeyen tek bir işaret bile yoktu. Birbirimize dokunduğunda bir yerleri yakmak zorunda kalırsak ne olacaktı? Yeniden hareket ettiğim ilk birkaç dakika peşimden adım sesi gelmedi. Ben de bakmadım. Muhtemelen kendine gelmeye çalışan Arat, bunu başarınca yeniden tepeye çıktı. Dudağımın tek tarafını kıvırıp alayla ona gülerken “Yüzüne giden kızıllıkları görmek isterdim neden hemen gelmedin?” diyerek az önce bana söylediği lafı ona iade etmiş bulundum. Ne ara dibimde bittiğini anlamadığım Arat, beni nazikçe tuttuğu gibi bir ağacın gövdesine yasladı. “Demek damarlarımdan geçen kızıllıkları daha yakından görmek istiyorsun?” Hangi damarlarından bahsediyordu!? Bu hâle girdiğimizde bedenimiz birbirine tutuşmak isteyen iki kibrit çöpü gibi tepki veriyordu. Daha fazla beklemeyip burnunun ucuna bir öpücük kondurdum. Sanırım bu daha masum bir hareketti. “Burnunun üzerindeki çillerin ne kadar çekici durduğundan haberin var mıydı Arat Zemheri?” “Sen söylediğinden beri var. Ah, bedenimdeki kıvılcımlar beynimle çakışıyor.” dediğinde alnını alnıma yasladı. Parmağı saçlarımın ucunda dolaşırken “Tüm göle bizim görüntümüz yansıyor olabilir. Onlara sevimsiz bir ara vereceğim ve bunu yapmaktan bir o kadar üzgünüm.” dedi ve şakağıma dudaklarını bastırıp geri çekildi. Ama bu hiç hoşuma gitmemişti. Devamında hiç konuşmadan Mamba’nın eğitim verdiği uçurum kenarı dersliğin yanına gittik. Bizi gülümseyerek bekliyordu. Ürkütücü yılan dövmesine gözlerim takıldığında hemen geri çektim. “Tebrikler Yargı Yargıcı. İlk görevini kısa sürede başarıyla tamamladın. Eğitmenin olarak seninle gurur duyuyorum. Hayalet kediye yaklaşımın beni çok mutlu etti. Onunla vedalaşman ise onu. Yine ziyaret edebilirsin, bu çok hoşuna gidecektir.” “Teşekkür ederim Mamba. Hayvanları seviyorum. Tanışabildiğim kadarıyla tanışmak isterim.” dediğimde gülümsüyordu. Hepsini duyacak mıyım diye ayrıca merak ediyordum. Hayvanlarla birlikte insanları da duyabilseydim keşke... “O zaman sana güzel bir haberim var. Haftaya bu günlerde minik bir boşluğum olacak. Seni birkaçıyla tanıştırmak isterim.” “Memnuniyet duyarım efendim.” dediğimde elimdeki kumaşı ona doğru uzattım. Rengi turuncuydu ve benim turuncu rengine zaafım vardı. Her gün mutlaka üzerimde bir noktaya turuncuyu iliştirirdim. Bu bir toka, bir saat, bileklik veya fular olabilirdi. Eğer gözükmüyorsa muhtemelen çamaşırım o renkti. Mamba kumaşı eline aldı ve sonra bileğimi tutarak kumaşı oraya bağladı. Elimi sıktıktan sonra göz kırparak “Dersimiz sona erdi. Gidebilirsiniz.” dedi. Artık turuncu kumaş bileğimdeydi ancak bir süre sonra kelepçeli altın bir bilezik gibi bileğimi sardı ve oraya oturdu. Hem renginden hem de görevimi başarıyla tamamladığımdan dolayı çok muyluydum. Kısa günün kârını bileğimde hissederken geldiğimiz yoldan geri göndük.
|
0% |