@1scintilla
|
"Kurt gibi açım hemen yemek yemeye gidelim,” diyen kişi Boğa’ydı. “Şaşırmadık,” diye huysuzlanan kişi ise Pera. Yemekhaneye girdiğimizde fazla kalabalık olmadığını gördüm. Kızlar ise yoklardı. Onlarla olan mührümüzü ise turuncu kumaş kapatmıştı. Çaktırmadan hafif aralayıp altındaki tırtıl dövmeme bir göz attım. Harika! Hâlâ benimleydi. Akşam yeniden gidip Özellikle Çağıl’ı mühürlüm diye bunaltmaya devam edebilirdim. Dağda gezen ceylan gibi sekerek yemek almaya giden Feris’e gülümsedim. Cimcime dediğim zaman alınıyordu. Arı gibi bir ona bir buna konduktan sonra tepsisini doldurdu ve sonra yeniden gelip bir tepsi hazırladı. Buna şaşırarak baktım. Minicik kız öğütücü gibi iki tepsi yemeği öğütmeyecekti değil mi? Sofya masaya kurulup kimseyi beklemeden hapur hupur yemeye başladı. Boğa ise yemekten önce üç bardak değişik bir aroması olan içeceği içti. Arat ise yine sağlıklı besleniyordu. Tam yemeğine başlayacağım sırada Feris ikinci tepsisini önüme doğru itti. “Önce bunların tadını denemeni istiyorum. Seveceğini düşündüğüm şeylerden biraz biraz koydum. Geldiğinden beri iyice zayıfladın üzülüyorum şirin çayım.” Sakin bir hareketle önüme çektiğim tepsiyi yemeye başladım. Sevmesem bile denerdim çünkü bu hareket burnumun direğini sızlatmıştı. Tepsinin kenarına koyduğu bir dilim limon gözümden kaçmadı. Limondan tiksinmeme rağmen Hazel’limi anmak için ara ara yiyordum. İnsan sevdikleri için nelere katlanırdı? Basit bir limon dilimi nasıl hem kalbimi hem midemi düğüm düğüm yapabilirdi. Hazel’im seni öyle çok özledim ki on sekiz yaşına getirdiğim tüm kasvet için özür dilerim güzelim. O gökyüzü gibi parlayan gözlerinde ayın ışıltısını söndürdüğüm için özür dilerim. Ay, ışığını güneşten alırdı ve sen beni güneşim diye tasvir ederdin. Yine özür dilerim en güzel çağına kara bir leke olarak geçtiğim için. Burada olsan sana anlatacağım o kadar şey olurdu ki, kaç gece sabahlasak yine de bitiremezdik dedikoduyu. Ama burada olmanı istemiyorum. Ölmeni değil yaşamanı istiyorum. Anne babamıza tutunacak bir dal bırakmanı istiyorum. Seni seviyorum, hepinizi çok seviyorum. Limon dilimine bakarak daldığımda Arat’ın önüme düşen saçımı kulağımın arkasına almasıyla sıyrıldım. “Teşekkür ederim Feris. Ben başka ne demem gerektiğini bilmiyorum.” “Şşt sus bakıyım, büyüğüm ben senden. Böyle şeyler söyleme çok kızarım. Hadi fondip!” diyerek kendi tepsisinde duran bir dilim limonu ağzına aldığı gibi ısırıp yüzünü ekşitti. Her fırsatta benden büyük olduğunu vurguluyor ama görünüşü nedeniyle bu konumdan eleniyordu. Limon dilimini yedikten sonra benim için doldurduğu çeşitlere baktım. Burada oldukça az şey yiyordum bu yüzden gittikçe kilo verdim. Getirdiği yemeklerin beşinden, dördünü bayılarak yemiştim. Benim ne seveceğimi eliyle koymuş gibi bulmuştu sanki. Kafamı kaldırıp ona baktığımda çocuğu tabağını bitiren ebeveyn huzurunu gördüm. Gözlerime inanamadım ama öyleydi. Yazardan Profesör Mamba uçurumun kenarında meditasyon yaparken, boynuna dolanan yılan dövmesinin çatallı dili hareket etti ve yaklaşan bir ziyaretçisi olduğunu söyledi. Mamba gelen kişinin Layal olduğundan adı kadar emindi. Soruşturmak için buradaydı, yeni kızı... Tüm eğitim süreci boyunca izledi onu ama Arat ile birbirlerine o kadar bağlıydılar ki bir türlü ayrılmadılar. Bu süreç için Mamba'nın el atması gerekmişti. Kendisi ruh hayvanları dersine giriyordu. Bu basit bir kavram gibi görünse de değildi. Bu hayvanlar gerçekten onun ruhunun hayvanlarıydı. Her birine çağrı gönderebiliyor ve karşılık alabiliyordu. Zira az önce de minik kuşlarından birine çiçeğe yaptığı büyüyü işlemesi görevini vermişti. Arat ve Yargı'nın ayrılıp yollarını bulmalarına ihtiyaçları vardı. Mamba onların eşlik mührünün parıltısını görebiliyordu. İkisinin de kalbinden çıkan gümüş bir ışık vardı. Bu durumun çocuğu gibi sevdiği Arat için ne kadar sevindiğini kimse bilemezdi. Mutlu olmayı çoktan hak etmişti zaten. Mamba yaşamının dolgun zamanlarından gelen ve yüzünde oluşan minik çizgileri seviyordu. Görüp geçirdiği yüzyıllar olmuştu. Bu yüzden hissiyatı son derece önemliydi ve Yargı'dan aldığı his oldukça kuvvetliydi. Layal'in adım sesi yaklaştığında meditasyonuna devam ederek gözlerini açmadı. Gözlerini açmasına da gerek yoktu çünkü onun Horos Gözü oldukça gelişmişti. Layal biraz kıvrandı, dolandı, oturdu, kalktı ama sabırsızdı. Bir an önce konuşmak istiyordu. "Canım," dedi Mamba oldukça huzurlu ve sakin bir sesle. "neden bu kadar kıvranıyorsun?" "Mamba, seni böldüğüm için oldukça üzgünüm." "Hayır, değilsin." "Tamam, değilim. Sadece kibarlık yapmaya çalışıyordum. Bugün nasıldı? Yani Yargı'nın ilk eğitimi?" Mamba sonunda gözlerini açtı. Gözleriyle birlikte alnında duran hilal dövmesi kenarlarından gümüşi bir parıltı sundu ve kayboldu. "Gayet iyiydi. Kedimi yakaladı ve bunu oldukça sakin karşıladı. Aslında buna bir tık şaşkınım." "Çığlık çığlığa kaçmadığı için mi?" "Hayır şaşkın olduğum şey o değil. Bunlar benim ruhumun hayvanları, ruhumun çocukları. Onlarla birisi iletişim halinde olursa bunu anlamam oldukça kolay olurdu öyle değil mi?" "Evet, yani demek istediğim hayvanlarla olan iletişimi yaydığı auradan anlamıştım. Hatta bizim yılanlara özel olduğunu düşündüm. Sanırım hepsine özel." "Evet, canım Layal hepsine özel. Arkadaşları bunu bilmiyor üstelik." "Güven kendiliğinden oluşmaz Mamba bunu en iyi sen bilirsin. Bir de bilinmezlik kavramı eklenirse daha zor." "Evet bu yüzden sabırlı ve sakin olmalıyız. Her zamanki gibi." dedi Mamba son sözlere kinayeyle değinerek. "Onda olan büyük gücü hissediyorum. O benim vezirim. Yıllar önce Toba Ana'nın söylediklerini hatırlasana." "Hatırlıyorum canım." dedi Mamba ve ayağa kalktı. Uçuş uçuş pembe tülü üzerinden sıyrılıp ayaklarının üzerine düştüğünde Layal'in ellerini kavradı. "Ama sen de şunu unutma; o yetişkinliğe henüz adım atmış bir genç. Tüm dünyası yerle bir oldu. Bildiği her şey yıkıldı ve yerini yenileri doldu. Sakin ve sabırlı olursak her şey açığa çıkar. Ben Yargı'nın ne kadar bilgece davranacağından eminim. Senden yapmanı istediğim şey, daha önce de olduğu gibi uzaktan gözlemle ve koru." Mamba tuttuğu ele mavi ateş elementinin sıcaklığını aktarıyordu. Layal ne kadar aklı başında ve bilge bir profesör de olsa, vezirleri için korkuyordu. Bu yüzden Mamba onu elementinin yardımıyla hafifletti ve huzurla doldurdu. Tıpkı toprak sınırlarında yaktığı mavi ateşinin Alpagut'ların girmesini engellemek için yaptığı gibi. Yaşam Yargı Yargıcı Yemekhaneden ayrıldıktan sonra Arat beni seveceğim bir yere götüreceğini söylediğinde, bundan yüzde yüz emindim. Keza öyle de oldu. Farklı patika yolların girişinden hobi evlerini takip ettik ve üzerinde sol anahtarı işlenmiş bir kapının önünde durduk. “Burası bir sanat odası. Ama özel büyüsüyle birlikte sadece hak edenler girebiliyor. Zihninin temizle ve bu odada neler yapmak istediklerini düşün. Tedirginliğini geride bırak. İzin ver zihnin odanın arkasına süzülsün, kalbini duvarların arkasına göster. Bu odada neler yapabilirsin Yargı Yargıcı?” Sanat odası. Burada neler yapabilirdim? Gözlerimi kapatıp düşünmeye başladım. Şarkı söyleyemezdim, sesim sadece bana kadardı. Eşyaları sevebilirdim? Etrafı inceleyebilirdim? Tamam. Kapı hâlâ açılmadı. Uzun zamandır kullanmadığım çellomu çalabilirdim. Duyulan o kilit sesiyle birlikte sanat odasının kapısı yavaşça aralandı. Demek çello çalmamı istiyorsun? Buraya boşuna gelemezsin demek istemiş olabilirdi. İçeri adımladığımda zifiri karanlıkla karşılaştım. “Sanat odası benden ışığını mı esirgiyor yoksa?” Oldukça güçlü çıkan sesimden sonra odanın tam ortasına bir ışık vurdu. Karşımda duran simsiyah viyolonsel beni kendine hayran bırakırken ona doğru yürüdüm. Arkasında duran sandalyeye bacaklarımı iki yana ayırarak sakince oturdum. Viyolonseli elime aldığımda bilinmeyen bir güç tüm damarlarımda gezinip beni dumura uğrattı. Derin bir nefes alıp başımı kaldırdığımda kapının önünde beni izleyen koca bir gölge gördüm. Yayımı elime aldığımda gözlerim kendiliğinden kapandı. Tellerden çıkan ezgi ruhumdan süzülüyor havaya karışıp yeniden ruhuma üfleniyordu. Müziğe bayılıyordum. Hasta ve yatakta olduğum sürede sevdiğim birçok şeyi yapamamıştım ve bu onlardan biriydi. Çok yorucu oluyordu ve benim yorulmamam gerekiyordu, çünkü tıpkı şu an olduğu gibi tüm vücudum büyük bir uyumla hareket ediyordu. Kendimi ritme kaptırıp başımı geriye doğru attığımda kulaklarıma farklı bir ezgi doldu. Bir süre gözlerimi açmadan bu uyumlu notaların kalbime dolmasına izin verdim. Gözlerimi açtığımda artık odaya vuran tek ışık benimki değildi. Köşede duran büyük piyanonun önünde tüm heybetiyle oturan adam, kalbime kilit vuran adamdı. Yeniden çalmaya başladığım kısa sürenin sonunda büyük bir uyum yakaladık. Ezgilerimiz farklıydı, tıpkı bizler gibi. Hayatlarımız, yaşantılarımız farklıydı ama bu, günün sonunda birbirimizi bulmamıza engel değildi, tıpkı havada süzülen notalarımız gibi. Melodiler tellerden akıp birbirleriyle buluştuğunda dans eden yılanlar gibi kıvrılıp ortama adapte oluyorlardı. Bu hayatımda duyduğum en güzel çalışma olmuştu. Ezberden değil ruhumdan çalıyordum çünkü. O an emin olduğum tek şey Arat’ın da aynı şeyi yaptığıydı. Telleri viyolonselin üzerinde son kez gezdirip ruhuma şifa gibi gelen bu ritme bir son verdim. Araladığım bacaklarımı kapatıp nazikçe sandalyeden kalktım ve yaşam çizgimin yanına gittim. Uzun ince ve kemikli parmakları o kadar hızlı hareket ediyordu ki gözlemlemekte zorlanıyordum. Onun parmakları piyanonun tuşlarına masaj yaparken, benim parmaklarım çoktan omuzlarına doğru yola çıkmıştı. Narin bir şekilde omuzlarında dolanan ellerim küçük hareketlerle ovmaya başlayınca kasları sandığımın aksine gevşemeyip kaskatı kesildi. Zerre kadar dağıtmadığı dikkatini güzel bir şekilde yönetmeye devam etti. Ovduğum omuzları saniyeler içerisinde gevşedi ve rahatladı. Artık kontrolü benim parmaklarıma bırakmıştı. Gevşeyen vücuduyla birlikte ezgileri de yavaşlamaya başladı ve bir ninni saflığında son buldu. Ruhumun canlandığını hissettim. Sanki uzun zamandır aradığı tınıya yeniden kavuşmuş gibi huzurla dolmuştu içim. Arat omuzumda olan ellerimden birini aldı ve sırayla bütün parmak uçlarımı dudaklarıyla buluşturup nazikçe öptü. Parmaklarım amansız bir hastalık, şifam ise onun dudaklarının arasındaymış gibi hissettim. Baş parmağım alt dudağını okşadığında derin bir nefes aldı. Ani bir hamleyle sandalyeye ters oturur gibi kendimi Arat’ın bacaklarının üzerine bıraktım. Yumuşak ve dolgun dudaklarının tadına yalnızca parmaklarımın bakması haksızlıktı. Gözlerim yüzünün tüm hatlarını incelerken gelen tanıdıklık hissi her zerremi yaktı. Sanki tanıyordum, hep onunlaydım. Tenim tenini hiç yabancılamıyordu. Her dokunduğumda çarpışan bedenlerimiz daha fazlası için kıvranıyordu. Masajıma biraz da yüz yüze bakarken devam ettim. Göz bebeklerinden yansımamı gördüğüm an irislerimin sarıya döndüğünü gördüm. Sanırım sarı sinsi ve kirli düşüncelerimi ifade ediyordu. Piyanonun tuşlarına dans eder gibi gezinen kemikli parmakları artık belimdeki ritmini sürdürüyordu. Sanki yerim hep burasıymış gibi hiç yadırgamamıştı. Gözlerimin içine baktığında titrek bir nefes aldı. “Yaşam Yargı Yargıcı bunca yıldır neredeydin? Benden ayrı geçirdiğin günlerin intikamını almak için kavruluyor zihnim bazen. Sonra diyorum ki geldi. Ne olursa olsun bana geldi.” Omuzlarını ovarak gezinen ellerim bir anda tişörtünün eteklerine gitti ve sonrasında yeri boyladı. Gözünün altına doğru inen yıldırım işaretinin bile parıldadığını gördüm. Sanki elektrik yüklü bir buluttu ve içini boşaltmaya ihtiyacı vardı. Elim çıplak teniyle yeniden temasa gezdiğinde kısa bir an gözlerini yumdu. Ben de masajıma boyut atlatmıştım. Parmaklarım tüy hafifliğinde kollarına doğru iniyor. Oradan karnına geçiyor ve göğüslerine doğru yol alıyordu. Tırnaklarım bedenine değdiğinde ürperdiğini ve gözlerinin buğulandığını hissettim. Belimden tuttuğu gibi beni tek hamlede piyano tuşlarının üzerine oturttuğunda ne çıkan dolu ve tok ses umurumdaydı ne de yeniden çarpılmamız. Boylarımızı dengelememiz adına harika bir girişim olmuştu. Heybetli bedeni ve geniş omuzlarıyla bu şekilde başa çıkabilirdim. Sıcak dudakları dudaklarımın arasına sızdığında kalbimde patlayan volkanlar düştüğü yeri lavıyla yakıyor ve yeniden donduruyordu. Sonra yeniden uyanıyor patlıyor, coşuyor ve ateşi her yeri yakarak dağılıyordu. Üzerimdeki hırkamın bana fazlalık olduğunu düşünen Arat fermuarı tek hamlede yırtıcı bir kaplan gibi açtı ve bir an sonra hırka artık yoktu. Uzun parmakları tenimde dolanmaya başladığında ona daha çok sarılmanın yollarını arıyordum. Tutkulu öpüşmemizin sonucunda gökyüzünde çakan şimşekler burayı yok etse bile umurumda olmazdı. Bu sahne ışığı sadece bizim üzerimizde olan karanlık odada, dünyadan soyutlanmış bir şekilde ruhlarımızı doyuruyorduk. Derin bir nefes almak için geri çekildiğimde bile bir kuvvet beni yeniden ona doğru itiyor gibi hissettim. Parmakları sporcu sütyenimden içeri sızmaya çalıştığında “Bu şey sana küçük mi geliyor?” diye mırıldandı. Ona alaycı bir gülüş attıktan sonra “Göğüslerim büyük olduğu için taşmıyor, modeli böyle. Sormak istediğin buysa?” diye açıkladım tane tane. “Ne diye göğüs diyorsun?” “Memelerim mi demeliydim?” “Söyleme şunu!” “Neden? Bu karanlıkta yanaklarını benden saklayabileceğini mi düşündün yoksa?” “Yargı Yargıcı! Kendimi zapt etmeye çalışıyorum beni çıldırtma!” Açık seçik cümlelerde utanıyor olması çok tatlıydı, baya tatlıydı. Dışarıdan bir aslan gibi kükrüyor olabilirdi ama şu an minik bir ev kedisi gibiydi. Ayrıca bana kızdığında ya da uyardığında Yargı Yargıcı ses tonunu kullanıyordu. Ben ise sanki ezelden beri edepsiz gelmiş ve edepsiz gidecek gibi rahattım. Buraya gelince içime bir şey daha olmuştu belli... Kulağına doğru eğildim ve “Zapt etmezsen ne olur Arat Zemheri? Lütfen cevapla!” diye fısıldadım. Artık parmakları sütyenin sınırlarında dolanmaya başlamıştı. Bedenim bunun için sızlarken bu kadar ağırdan almak istememiştim. İçimdeki durdurulamayan kadın burayı ateşe vermemi ve küllerimizden doğana kadar yeniden ve yeniden yakmam gerektiğini söylüyordu. O ise bundan oldukça memnun ve hiç acelesi yokmuş gibi sakin hareketlerle tadını çıkartıyordu. Göğüs kıvrımıma dokunduğu an içimden yükselen mırıltıya hâkim olamamıştım. Arat yaklaştı ve göğsümden taşan yere dudaklarını bastırdı. Onu kendime daha çok çektiğinde ne olacaksa olsun deyip ateşi tam ortamıza atmak istemiştim. Ta ki karanlık sanat odasının artık bizi göstermeyen ışığı, odanın tam ortasına vurduğunda, ışığın altında duran satranç tahtasını görene kadar...
|
0% |