Yeni Üyelik
56.
Bölüm

56. Bölüm

@1scintilla

"Neden ki? Bu garip bir şey mi?"

"Balım bu genelde birkaç görev sonrasında verilir şaşırdım o yüzden. Neyse sonrasında ne yaptınız? Ders programına baktım boştu."

"Kızın ders programına kadar mı ezberledin Işıldak?" dedi Pırıl hayret dolu bir sesle.

"Yağmur yağmadan gök gürlediğine göre diğer mühürlüsünün yanındadır. Nerede olacak?" Çağıl'dan beklenen atak gelmişti.

"Evet. Bana sanat odasını gösterdi."

"Tüm sanat performansını göstermemiştir umarım!"

Kızlar kahkaha attığında ben de dayanamadım ve güldüm. "Hayır canım tırtılım. Ben çello çalmaya bayılırım. Uzun zamandır yapmıyordum çok iyi geldi. Yelkovan ve akrebi takip edemedim nasıl aktı gitti inan bilmiyorum."

"Iyy bir daha sakın bu kelimeyi kullanma!" Ona tırtılım dememi istemiyor muydu? Kesinlikle daha çok diyecektim.

"Aa çello mu çalıyorsun? Çağıl'da," diye başladığı cümleyi tamamlayamadı Işıl. Çünkü bahsi geçen kişinin göz hapsindeydi. "Hiç sevmez müziği." deyip şirin şirin sırıttı.

Mum ışığında biraz yuvarlak halı değerlendirmesi yaptıktan sonra duşa gireceğimi söyleyerek yanlarından ayrıldım. Bu sırada Çağıl gözlüğünü çıkartıp sırıtarak bana bakıyordu.

"Rica etsem?" diye şirince sordum ama başını iki yana salladı. "Cezalısın! Takmıyorum gözlüğü git yıkan hadi? Ya da yıkanma birkaç gün ve o insanın eril kişisi koktuğunu söyleyip senden uzaklaşın!"

Pırıl at gibi kişnemeye başladığında ben tedirgin bir suratla bakıyordum. "Girersen görür doksan bedenleri benden söylemesi?"

Lanet olası duvarın arkasını görme yeteneği verile verile bu kıza mı verilmişti? "Mühürlüm, tırtılım neden böyle yapıyorsun?"

"Öğğg şimdi kusacağım!"

Kimse kusmamıştı ama kızlar onun yatağına atlayarak ortamı dağıtmış ve ben de rahatça banyoya girmiştim.

Sabah gözlerimi açtığımda uyandırma perim burnumun ucunda oturuyordu ve bir kaydırak gibi kayıp gözlerime yapıştı. Sonra ise kıkır kıkır gülerek uçtu gitti.

Işıl'ın yerini alır gibi neşeli bir sesle günaydın dedikten sonra hazırlanmaya başladım. Beyaz bir gömlek, uzun ve yırtmaçlı bir etek giydim. Kombinim saçlarıma uyarken yine sadelikten yana olmayı tercih etmiştim.

Buraya geldiğimden beri yaptığım tek makyaj rujlarımdan ibaretti. Yeniden çıkan kirpiklerim oldukça uzun ve gür çıktığı için maskaraya ihtiyaç duymuyordum. Gerçi duysam bile bununda ayrı büyüsü vardı saniyeler içinde sürülüyordu. Ayna karşısında ağzını açarak kat kat geçmene gerek yoktu... Hazel olsa buna kesin bayılırdı...

Ağzıma portakallı bir şeker atıp yemekhaneye indik. Artık kahvaltı seçeneklerim çoğaldığı için mutluydum. Portakal suyumu alıp tabağıma bir dilim de limon attım. Kızlar kendi grubunun olduğu masaya geçerken gözlerim çoktan Arat'ı aramaya başlamıştı. Onu en arkadaki uzun masada tek başına otururken buldum. Yemek için beni bekliyordu. Göz göze gelince çarpıldığımız gibi göz kırptı. Yanına gidip yanağını kocaman öpünce dudakları kıvrıldı. "Günaydın yaşam çizgim."

"Günaydın eşsizim."

Etraftaki birkaç göz bizi izliyordu ama üzerinde durmadım artık alışmıştım. Kahvaltıya başladığımızda sessizdik.

"Sessizlik sana da garip gelmiyor mu? Diğerleri nerede?"

"Onların programları farklı senden az önce çıktılar."

"Anladım." deyip yeni bir sessizlikle kahvaltıya devam ettik. Kalkacağımız sırada ise Veronika’nın yakıcı bakışlarını görmüştüm.

Patika yolu yürümeye başladığımızda Arat merakla "Bugün turuncu bir şey takmamışsın?" diye sordu. Ben ise ona şirince sırıttım. "Nereden biliyorsun?"

"Göremiyorum."

"Belki göremeyeceğin bir yerdedir." dediğimde gözlerime bakakaldı. "Ne yapalım göreceğimiz anı bekleriz biz de." dedi ve yola devam ettik. Bugün ilk derslik yolumuz Profesör Orenda'nındı. Yani ulaşım 101 dersi.

Karaka'nın yanına gideceğim için heyecanlandım. Son olaydan sonra onu bir daha görmemiştim.

Bayan Orenda yine kovboy tarzını konuşturmuş çizmesi ve şapkasıyla karşımıza çıkmıştı. Bize teknik birkaç bilgi verdikten sonra herkesin atlarıyla ilgilenmesini istedi. Buraya gelince zihnimdeki uğultu artıyordu. Simsiyah atımı görünce ona doğru ilerledim. Başta gelen ürkütücü havası artık yoktu. "Güzelim, merhaba. Ben geldim."

Sesimi duyunca bana doğru döndü ama konuşmadı. Gözlerimin içine bakıyordu. Ellerimi uzun yelesine götürerek okşamaya başladım.

Bana küs değil misin?

Zihnimde yeniden çocuksu bir erkek sesi belirdi.

"Sana neden küseyim?"

Seni götürdüğüm yerde koruyamadım.

"Çünkü büyülendin. Bu senin suçun değil, kimsenin suçu değil." Yumuşak bir sesle konuştuktan sonra bir adım bana doğru atıp kafasını eğerek yanıma geldi. Başımı onun başına yasladım ve gövdesini sevdim.

Yıllardır kimseyi seçmedim. Çünkü hiçbiri samimi ve sıcak gelmedi. Ama seni görür görmez yanında olmam gerekiyor gibi hissettim. Seni seçtim de fakat sonucu hüsran oldu. Ya bir daha benimle bir yere gitmek istemezsen?

"Güzel Karaka'm. Birbirimize ne kadar benziyoruz bir bak. Sen benim atımsın. Tanıştığımız gün talihsiz bir olay yaşadık diye yollarımızı ayıracak değiliz ya?"

Teşekkür ederim Yargı Yargıcı.

"Gel biraz senin bakımlarını yapalım. Sonra gezeriz." dediğimde yüksek sesle kişnedi ve buna başımı sallayarak güldüm. Korkmuştu, onu bırakacağım diye. Daha ilk günden ne kadar bağlandığımı bilmeden hem de...

Bayan Orenda buradaki atımızı ulaşım aracı olarak kullanabileceğimizi söylediğinde sevinmiştim. Yani civarda, daha uzak yerlerde keşfe çıkabilirdik. İlk boş anımızda bunu yapmayı aklıma kazıdım.

En son yemlerini önündeki tahta kutuya koyduğumda işim bitmişti. Buraya gelirken giydiğim çizmeleri köşeye çıkarıp, Karaka'yı da aldım ve arenanın dışına çıktım.

Arat beni büyük bir ağacın gölgesine oturmuş bekliyordu. Karaka'nın yardımıyla üzerine bindiğimde bu ikinci binişim olduğu için daha az tedirgin oldum. Yaşam çizgim de arkamdan atıyla beni takip ediyordu. Alandan uzaklaştıktan sonra hızlandık. Bu sefer başka bir yöne gidiyorduk. Diğer ders için de henüz zamanımız vardı.

Geçtiğimiz yol üzerinde nehrin bir kısmını ve üzerinde küçük sandalları gördüm. Şimdi açılacak kadar vaktimizin olmaması ne üzücüydü.

Çiçeklerle dolu bir alana geldiğimizde yavaşladık ve durduk. Atları bir ağacın dibine bıraktıktan sonra biz de soluklanmak istedik. Oldukça geniş bir ağacın altına giderken ellerim Arat'ın elleriyle kavuştu. Gözlerine baktığımda içinde çakan o minik şimşeği hemen gördüm.

O benim sevgilimdi ve elini tutmam çok normaldi. Peki neden bu zamana kadar yapmamıştım. Bu çok hoş ve iç gıdıklayıcı bir duyguydu. Hafif esen rüzgârın serinliğinde ellerimizin içinden mutluluk akıyor ve rüzgâra karışıyordu sanki.

Oturacağımız ağacın yanına geldik ama maalesef oturamadık. Çünkü cırtlak pembe gömlekli ve gözlüklü bir dede ağacın dibine oturmuş kitap okuyordu. Ben sanki bu dedeyi bir yerde görmüştüm, ama nereden olduğunu çıkaramadım.

Sanırım güneşini kapattığımız için homurdanarak bize doğru döndü.

"Hah! Geldiniz mi keratalar?"

Derken? Burada olacağımızdan haberi var mıydı? Üstelik kimdi bu adam yahu?

"Dede? Burada ne arıyorsun?"

Dede mi?

Şu an Arat'ın bir aile üyesiyle mi tanışıyordum yoksa bana mı öyle geliyordu?

"Dede değil Hello Dede diyeceksin demedim mi eşek sıpası!" Gözleri beni bulduğunda "Aa demek buldunuz birbirinizi. Gel kızım tanışalım. Ben Hello Dede, sakın yalnızca dede deme! O kadar yaşlı değilim." Dedenin tatlılığına gülümserken "Merhaba Hello Dede. Ben Yargı Yargıcı.” dedim.

Ağacın dibine oturduğumuzda dede sepetinden iki içecek çıkardı ve bize uzattı. "İçin için sıpalar gazoz bu iyi gelir."

Kapalı gazozu elime aldım ama nasıl açacaktım? Ayrıca hava sıcaktı ve bu soğuk gazoza ihtiyacımız vardı. Adam kötü biri olsa Arat zaten buraya oturmazdı. Ayrıca dede demişti?

Elleri içeceğimin üzerinde gezindi ve bir pıs sesiyle gazozumu açtı. Artık afiyetle içebilirdim. Parlak pembe gömleğini pantolon askılarıyla sabitleyen Hello Dede'ye tekrar baktığımda hatırladım. Bu Arat'ın geçmişinde gördüğüm fıstık yeşili renkli gömlek giyen dedeydi. Renk çeşitliliğine gittiği için tanıyamamıştım sadece. Ayrıca sakalları da kısaydı şu an.

"Ee alıştın mı Yargı sıpası buraya?"

En son annem kızınca eşek sıpası diyordu. Bu yüzden bu sıpa lafını biraz yadırgasam da takılmadım. Bu tatlı dede için sıpa olabilirdim. "Sayılır efendim. Zor oldu ama başarıyorum. Üstelik tek başıma da değilim." dediğimde Arat'ın eli yeniden avucuma kapandı. Bu benzersiz sıcaklık hissine bayılmıştım.

"İyi iyi sevindim öyleyse. " deyip gözlüğünün ucundan bana şöylece bir baktı. "Beni Toba Ana gönderdi." Arat'ın başı saniyesinde ona döndüğünde kadının kimliğini sorguladım. Annesi miydi?

"Neden? Ne dedi Toba Ana?" Arat'ın sesindeki tedirginlik de neydi?

"Dikkatli olun dedi." Göz bebekleri birbirinden ayrılmayan iki insana pür dikkat bakıyordum. "Gerekçe sundu mu?" diye sordu Arat.

"Kuru kafalarla ilgili bir şey zırvaladı."

"Bir kuru kafa yolladık. Toba Ana geriden mi geliyor yoksa?" dedi hafif bir gülümsemeyle.

"Höst bre zındık! Söyleyeyim de asayı kafana ye! Zaten gittikçe şişirmişsin kendini?" dedi Hello Dede Arat'ı ve kaslı kollarını süzerek.

"Toba Ana kim?" Merak dolu sesimi ona yönettiğimde ellerimi daha çok sıktı.

"Kâhin. Bize bazı kehanetlerden bahseder. Bu moruk da bunun için gelmiş ama endişen olmasın, geçen ki kuru kafayı kovaladık."

Hello Dede ısırdığı elmanın artıklarını aratın kafasına attı. "Zevzek seni ben daha çıtırım bir kere. O kuru kafa var ya o kuru kafa, senin..."

"Hop hop dedeciğim aman Hello Dedeciğim. Yapma istersen ha? Akıllarda efendi ve bilgili bir dede olarak kalmayı neden istemiyorsun?" dediğinde dede burun büktü. Hatta dilini dışarı çıkarıp bir püğğpp sesi çıkardı. Bu duruma gülmeden geçemedim.

"Eskiden böyle değildi. Yaşlanınca iyice huysuzlaştı." dedi Arat başını iki yana sallayarak.

"Sensin huysuz ihtiyar. Yargı kızım gel yol yakınken vazgeç bundan. Ömrünü yer bu adamın ömrünü. Dır dır dır, vır, vır, vır." Her kelimesinde kalçasını sağa sola sallayarak değneğini de aldı ve yanımızdan uzaklaştı.

"Gömleği çok tatlıydı." dedim uzaklaşmasını izlerken. "Bir an senin deden sandım." diye devam ettim hâlâ gülerek.

"Dedem zaten." Olduğum yerde kalakalırken "Ne?" diye cırladım. "Arat neden söylemiyorsun? Daha farklı bir tanışma gerçekleştirirdik? Elini öperdim en azından?"

"Elini niye öpüyorsun ya? Çok istiyorsan benim elimi öp."

"Yaşlılara hürmet edilir, saygı gösterilir. Bu saygı da el öpmekle başlar." Oldukça keyiflenmiştim. Onun bilmediği bir şeyi açıklamak mükemmel hoşuma gidiyordu. Anında elimi kendine çekip art arda öpmeye başladı.

"Saygılı mı oldum şimdi?"

"Hayır öyle değil, böyle öpeceksin." deyip onun elini olması gerektiği gibi tuttum ve önce öpüp sonra alnıma koydum. "İşte böyle."

Bana kafası karışmış gibi bakıyordu. "İyi de neden başına koydun?"

"Ne biliyim saygı işte başımın üstünde yerin var gibi bir şey. Büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öpülür."

"Başımın üzerinde yerin mi var demek?"

"Yani baş tacısın demek. Ona ve söylediklerine değer vermek demek. Kral için tacı nasılsa sen de benim başımın tacısın diyor işte."

"Çok değişik bir ritüel."

"Ritüel değil kültür ve gelenek, görenek."

"O zaman sen de benim başımdaki tacımsın." dediğinde koca bir kahkaha attım. "Böyle demek istiyorsan baş tacım diyeceksin. Daha uygun olur. Ayrıca şu an çok masum ve tatlısın, seni yiyesim geldi."

"Yemenin de başka bir ritüeli var mı başımın tacı?"

"Yok bu sadece bana özel." deyip yanağını hafifçe ısırdım. Arat ise neye uğradığını bilememişti. Ben de böyleydim işte biraz çılgın severdim. Hazel'in de koluna buduna birçok diş izini geçirmişliğim vardı. Hem bu yanaklar ara ara kızıllaşıyor ve aklım oraya kayıyordu. Fırsat bu fırsatken kaçırmamak lazımdı.

"Ben de mecaz bir anlam sanmıştım. Böyle yemek isteyeceğini düşünemedim."

"İstersen bir de böyle deneyim." dedim ve dudaklarına kapandım. Geri çekildiğimde "Bu daha güzelmiş. Ama tam doyamadım." dedi ve bir baskın da o yaptı. Dudaklarının sıcaklığıyla sarıp sarmalanan bedenimin içinde çiçekler açıyordu. Ruhum, onu her öptüğümde huzura bulanıyor gibi hissediyordum.

Çiçeklerin arasına uzanıp dizlerime yattığında ellerim otomatik olarak saçlarına gitti. Saçlarına olan hayranlığım anbean artıyordu. Bir yandan kopardığı çiçekleri birleştirerek bana bir taç yaptı ve onu saçlarımın üzerine yerleştirdiğinde başımdaki tacımsın demeyi ihmal etmedi.

Tekrar düzeltmedim.

Ne demek isterse onu diyebilirdi. Yanımda istediği gibi davranmasını arzu ediyordum. Sıkılıp gerilerek değil. Sürekli doğruluk makinesi gibi müdahale etmek benlik bir şey değildi.

Burnunun üzerindeki çillere dokunduğumda yeniden ona ne kadar yakıştığını düşündüm. Parmaklarım işaretine çıktı, çene kemiğine kadar geri indi.

Ben onu bizzat tüm ruhumla seviyordum. Çilleri olsun ya da olmasın, isterse sivilceli bir yüze sahip olsun, saçları ipeksi olmasın, o benim ruhuma hitap ediyordu ve ben bunu kelimelere sığdırıp anlatamıyordum.

O benim ruhumun eşiydi. Benim ise eşsizim...

Yeteri kadar orada zaman geçirdikten sonra bir sonraki derse gitmek için ayaklandık. "Şimdi gireceğimiz dersi sen önermiştin?"

"Evet sevgilim. Seçmeli ders zorunluluğun var ve senin hoşuna gideceğini düşündüm. Çoğu ders kadar popüler olmasa da sen bayılacaksın. Ayrıca istediğin zaman değiştirebilirsin, kendini sakın kasma."

Atları yeniden yerlerine bırakıp patika yolu yürümeye başlarken sessizdik. Ben gelecek dersten ne bekliyorum diye düşünüp kendimi sorguluyordum. Evet yeniden hayal kırıklığına uğramamak için.

Bu derslik de akademi sınırları içerisinde değildi. Taşlı yolları aştıktan sonra dümdüz bir arazinin üzerinde duran devasa bir fanus gördüm. Üzerinde balık pulu gibi sıra sıra olan, parlak ve açılır kapanır camlar bulunuyordu. Camların birinin ortasında kocaman bir saat gördüm. Akrep her hareket ettiğinde çıkan olan gong sesi beynimi tırmaladı. Yaklaştıkça merakım da arttı.

Yeni dersliğin kapısının önüne geldiğimde ise kenarındaki tabelayı gördüm.

Üretim Teorileri ve Yönetimi

İşte bu asla beklemediğim bir şeydi. Arat'a doğru döndüğümde beklemeden bana sarıldı ve ayrıldı. "Buradan sonrasında ayrılıyoruz sana yeni dersinde başarılar diliyorum sevgilim. Feris içeride, yalnız değilsin. Şimdi gitmek zorunda olduğum bir derslik var."

 

 

Loading...
0%