@1scintilla
|
Bu sefer ben ona yaklaşmıştım. Yanağım yanağına değdiğinde derin bir nefes aldı. Kulağı ve elmacık kemiğinin tam arasına minik bir öpücük bırakıp geri çekildim. "Hoşça kal sevgilim." diyerek adımlarım geri geri gittiğinde yüzünde oluşan gülümsemeyle bana baktı. Tamamen içeri girdiğimde ise gözden kayboldu. Derin bir nefes alıp bu devasa cam fanusun içinde yürümeye başladım. Girişte bizi kocaman yeşil yapraklı saksılar karşılıyordu. Kıvrımlı bir tünel gibi içeriye açılan bölümlerin dışarıdan böyle gözükmediğine emindim. Biraz daha ilerlediğimde renkli sarmaşıklar ve bitkiler gördüm. Sonrasında rengarenk çiçekler ve tünelin devamında ise kocaman bir tarla... Tamam, buraya tarla demediklerine eminim ama bana göre öyleydi ve Tanrım! Sebzeler her yerdeydi! Arat'ın seveceğimden emin olduğu şey buydu. Üretim derken bunu anlamamıştım ama toprakla ve ekip dikmekle alakalı olan bir ders kalbimin bütün odacıklarını yerinden heyecanla oynattı. Bu kadar büyük bir alanda toprakla ve bitkilerle ilgilenmenin kolay olmadığını düşünüyordum. Tünelin kolları bu noktada tıpkı bir böceğin bacakları gibi açılıyor ve genişliyordu. İçeriden gelen sesleri takip ettiğimde üçer kişilik bir genişlikteki kütük sıraların arka arkaya dizildiğini gördüm. Gözlerim Feris'i aradığında elini yanaklarına yaslamış, oldukça sıkılmış bir pozisyonda duruyordu. Bir de ben çocuk dediğim derdi. Görüntünün itiraz edilecek hiçbir noktası yoktu. O an keşke telefonum yanımda olsaydı dedim. Bu halini ölümsüzleştirmek isterdim ama yine de bakabildiğim kadar uzun bakıp zihnime kıvırcık saçlarının kıvrımına kadar kazıdım. Telefonun yoktu ama inanılmaz bir çizim yeteneğim vardı. Sıraya aldığım bir sonraki çizimim o olacaktı. Kenardaki bir saksıyla uğraşan oldukça iri bir kadını gördüğümde, bu dersin eğitmeni olduğunu anladım. Hafif boğazımı temizleyerek "Merhaba." dediğimde elindeki saksıyla birlikte bana döndü. Kabarık etekli elbisesinin yaka ve kol kısımları saf danteldendi. Boynuna ve parmağına taktığı takılar oldukça abartılı ve fazla gözüküyordu. Yüzünde bulunan büyük siyah bene bakmamaya çalıştım. Saçları eski oyuncak bebeklerin saçları gibi, uçları lüle lüle duruyordu. Gözleriyle beni iki defa süzdükten sonra "Kimsin sen?" diye sordu bütün kabalığıyla. Açıkçası Hello Dede'den sonra böyle bir durum modumu sersemletti. Huysuzluğu ses tonundan bütün kulak kıvrımlarıma akıyordu. "Ben Yargı Yargıcı. Bu derse ilk katılımım. Bitkiler ve toprakla aram oldukça iyidir." Yeniden büyük bir yavaşlıkla beni süzdü, kaşlarını anlamsız bir şey görmüş gibi çattı ve sonra "İyi geç bir yere otur. Sonra da boş bir saksı bul bir çiçek dik de görelim tiprikli irin nisilmiş." diyerek beni taklit etti. Ona biraz boş boş baktıktan sonra yolda bulduğum saksıyla birlikte Feris'in yanına gittim. Sırıtarak bana baktığına göre canının sıkıntısı geçmişti. "Al sana seçmeli ders. O kaçığa seni buraya yönlendirmemesini söylemiştim." dedi neşeli bir ses tonuyla. "Aranızda ne fısıldaşıyorsunuz öyle? Köşede eldiven var tiksiniyorsan giy!" Tiksiniyirsin giy! İçimden onu taklit ettiğimde bunu dışımdan yapmayı ne kadar istediğimi fark ettim. "Gerek yok tiksinmem Profesör ilginiz için teşekkür ederim." Nazikçe konuşmam midesini bulandırmış gibi yüzünü buruşturdu. Feris olduğu yerde kıkırdadı. "Ben de ona sen kimsin diye sorsam kızar mıydı?" "O Bayan Lokman. Gerçek adı mı değil mi bilmiyoruz o şekilde seslenmemizi istiyor. Gördüğün gibi oldukça kibar ve nahif birisidir." "Ondan şüphem yok." dedim yüz ifademi asla değiştirmeden. "Ama neden bu kadar çok süzdüğünü anlamadım. Ayrıca, hadi ama üzerindeki takılarla takıcı dükkânı açılır." Feris hâlâ eğlenmekle meşguldü. “Çok seviyor takıları. Ama parmağındaki devasa yüzüklerin arasında salyangoz yuvaları olduğuna eminim." dediğinde aniden ona döndüm. Sonra yavaşça Profesöre ve onun kalın parmaklarına... "Saçmalama istersen?" "Kabul! Bu sadece benim fikrim. Ayrıca rivayete göre kendisi hastalıkları seziyor. O yüzden ilk gördüğü kişileri detaylıca izler ve gözlemler. Bu yüzden kendine Lokman ismini vermiş. Asıl adını kimse bilmiyor." "Anladım. Bakalım Lokman Hanım’la nasıl geçineceğiz?" Eteğimin yırtmaçlı kısmını altıma doğru toplayarak oturdum köşedeki toprakları saksıma doldurmaya başladım. Gözüme eklem yüzüklerim takılınca, Feris'in salyangoz şakası geldi. Tamam, bu bir tık mide bulandırıcıydı. Başka bir alandan bulduğum solucan gübrelerini de ekleyip gözüme kestirdiğim bir çiçeği açtığım ufak boşluğa diktim. Toprak ben ona dokunduğum andan beri sanki yumuşak bir dokuymuş gibi beni sarıyordu. Profesörün gözlerini üzerimde hissediyordum. Çiçeğin can suyunu verip yapraklarını sevdikten sonra minik bir öpücük bıraktım. "Getir onu bakayım olmuş mu? Nerede beceriksizler var beni buluyor. Tamam koy ve git." Saksıyı uzaktan biraz incelediğinde ise burnunu kırıştırarak kenara iteledi. "Git yenisini yap! Hiç beğenmedim." Olsun! Yapardım. Beğenmesi için çiçek yapraklarını koparıp I LOVE YOU falan mı yazmalıydım? Ona küçük sürprizler mi yapmamı bekliyordu ya da? Feris saatlerdir oyalandığı bir tane saksıyla bana gülerek bakıyordu. Tam burada çok dikkat çekmedim diyordum ki Bayan Lokman'ın beğenmediği yirminci saksıyla birlikte yenisini yapmaya giderken yine tüm gözler üzerime çevriliyordu! Neyse ki derslik çok kalabalık değildi. Körpünün kulağına kesinlikle laf gidecekti! "Sen bugün bir ayrı mutlusun bücürük? Hayırdır?" "Hayır hayır. Lokman bizi azat ettiğinde seninle bir şey konuşacağım." "Konuşalım. Ayrıca bitir artık şu saksıyı toprağın enerjisini sen emdin be!" "Asla, sen otuzuncu saksını dikerken ben hâlâ bununla uğraşıyor olacağım. Üzgünüm şirin çayım, ama toprakla temasa geçtiğinde biraz dikkatli ol birçok göz üzerinde." Ona kafa sallayarak işime devam ettim. Toprağa elimi dokunduğum an benimle birlikte havaya kalkabiliyordu. Ellinci saksımı diktiğimde tüm sera bana üzgün gözlerle bakıyordu. Ama ben hiç sorun etmemiştim benim için bir terapi gibiydi. Ayrıca toprak üzerimdeki tüm negatif enerjiyi toplamış ve ben oldukça dinginleşmiştim. Hatta uykum gelmişti, o derece bir rahatlıktı üzerimdeki... Nihayet yelkovanı takip eden akrep hareketlendi ve o gong sesi tüm serada yankılandı. Herkes anında topuklamıştı ve koca serada üçümüz kalmıştık. Feris, ben ve Bayan Lokman... Eteklerinin ucunu silkeleyip bana döndüğünde "Aferin iyi iş çıkardın." dedi ve anında başka bir işle meşgul olmaya başladı. "Teşekkür ederim Profesör. Diğer ders yine geleceğim. Kendinize iyi bakın." Duyduğu sözlerden ötürü saksıya giden eli duraksadı ve sonra devam etti. Başını hafifçe salladıktan sonra biz de yılan gibi kıvrılan bu camdan tünelden çıkmıştık. "Oldukça ilginç bir kadın değil mi?" Feris'in sorusuna anında cevap verdim. "Hayır yalnız ve bağ kurmak istemeyen bir kadın bence. Çünkü gözler yalan söylemez, gözlerinde sürekli bir endişe ve hüzün geziniyordu." "Vayy yeni gücün bu mu? Havalıymış, kuş olup uçmaktan sonra tabii." "Güç değil, iç güdü. Seni küçümecik şey. Ne anlarsın deyip seni yermek istemediğim için susma hakkımı kullanacağım." "Aynen hiç konuşmadın şu an." Birbirimizi kedi köpek gibi yiyerek bir su kenarına geldik. Sırtında kaplumbağa gibi taşıdığı çantasını açtı ve içinden bir örtü çıkardı. Yolda ne kadar yardım etmek istesem de ettirmemişti. İki şişe gazoz çıkarıp "Gazozlara bayılırım." diye şişeyi bana fırlattı. Refleks denen şeyden haberim yokmuş gibi son anda yakalayabildim. O küçücük çantanın içinden sandviç, pasta, portakal ve limon dilimleri çıkardığında şaşkınlıkla ona bakıyordum. "Piknik mi yapacağız?" "Sevmez misin?" "Bayılırım." Gazozu eline alıp kapağını büyüyle açtığında bunu bana da göstermesini istedim. Ama ne yazık ki üç denemem de başarısızlıkla sonuçlandı. "Üzülme! Ben senelerdir buradayım. Böyle şeyler zaman alır. Vücudun güncellemeyi tamamlanmadı henüz diye düşün lütfen." Sandviçin içini açıp baktığımda, o da bana kınayan gözlerle bakıyordu. Daha ilginci içinde patates ve sosis vardı sadece! Ben biraz peynir ve soslu yeşillik olur diye düşünmüştüm. "Bugün patates yememişsin? Bir yerlerin şişmesin diye koydum." dediğinde gülmeye başladım ve afiyetle yedim. Pastamızı yedikten sonra sıra limon dilimlerine gelmişti. Birbirimize baktıktan sonra üçten geriye doğru saydık. Üç, iki, bir. Aynı anda ağzımıza atıp yüzümüzü buruşturduğumuzda ise yeniden güldük. Ben bunu Hazel'in anısına yapıyordum. Peki o neden bana bu konuda eşlik ediyordu? "Tamam artık ikimizin de hazır olduğunu düşünüyorum." İşte asıl söylemek istediği konuya gelmiştik. Neye hazırdı? Meraktan orta yerimden çatlayacaktım. "Biraz dolaşalım istersen?" dediğinde su kenarına doğru yürümeye başladık. "Bunu sana anlatmak için doğru zamanı bekledim çünkü buraya yeni geldiğinde kafan çok karışıktı. Senin için korkutucu olmak istemedim. Her şey üst üste gelsin de istemedim. Bir süre kendimi de buna hazırlamaya çalıştım. Bu kadar beklettiğim için üzgünüm, ama burada olduğun için mutluyum da. Yargı," soluksuz bir şekilde anlatacağı şeyi dinlerken cümlesini bitiremedi çünkü kenarında durduğumuz su büyük bir halka halinde beni içine almıştı. Şimdi sudan bir fanusun içindeydim ve Feris karşımda beni kurtarmak için çırpınıyordu... "Yargı! YARGI!" Etrafı tarayıp bunu kimin yaptığını öğrenmeye çalıştığımda ağzında uzun bir bitki sapı, boynundaki uzun zinciriyle bize sırıtan Arsel'i gördüm. Hani bu adam artık buraya gelemezdi. Hello Dede daha bu sabah bizi, Toba Ana aracılığıyla uyarmıştı ama dikkate almamıştık. Şimdi ise psikopat gibi sırıtarak yeniden karşımıza çıkmıştı. Vakit kaybetmeden hemen Nova'ya seslendim. Buraya en hızlı o gelirdi. Seslendim, seslendim ama saniyeler geçmesine rağmen yoktu. Arat'ın eşlik mührümüzle beni duymasını tüm kalbimle diledim ama olmuyordu. Bileğimdeki tırtıla üçüzleri fısıldadım, ama önceden olduğu gibi kıpırdama bile olmadı. Tırtıl olduğu yerde duruyordu... Sonra beni saran bu su topunun içinden kurtulmayı denedim! Sesimi yutan şey buydu! Bu yüzden çağrımı kimseye gönderemiyordum. Kahretsin. Feris kendi elinde oluşturduğu su topunu şiddetle Arsel'e gönderiyordu ama şu an karşısındaki daha güçlü duruyordu. Hepsini tek hamlede yok ettiğinde anladım. Feris'in kalkanını çatlattıktan sonra onu yere düşürdü ve bana doğru sırıtarak yaklaştı. "Feris!" diye olduğum yerde çırpınıp ona doğru seslendim ama sesim dışarı taşmıyordu. Feris aldığı darbeden dolayı gözlerini yavaşça açtı ve Arsel'in bana doğru geldiğini gördü. Sonrası ise kıyamet gibiydi. Bağırarak kalktığı yerden Arsel'e saldırdı ve o küçücük boyuyla onu benden uzaklaştırdı. Sonra öyle bir şey söyledi ki sanki zaman durdu, ağır çekime geçtik, bir kelebeğin gözlerimin önünde puf diye patlayarak dağılışını gördüm. Sesler kesildi ama etrafa düşen su damlaları birbiriyle oynaşmaya devam etti ve bedenim bir demir kadar sertleşti. Ellerim yumruk olmuş şekilde beni saran su topuna vurmaya çalışırken olduğum yerde kaldım. Hissettiğim şey suyun boğazımı bir yılanın avını yakaladığı gibi sarıp, sonra eğlencesine bırakıp tekrar sarması gibiydi. Yaşayanlar tansiyonunu ölçtürürken kolları nasıl sıkılıp geriliyorsa kalbim de Feris'in elleri arasında sıkılıp gerilmeye başladı. "KARDEŞİMDEN UZAK DUR!!!"
|
0% |