Yeni Üyelik
58.
Bölüm

58. Bölüm

@1scintilla

Bölüm 19. Matruşka Bebek

 

Ana kolları şefkatten yoğurulmuştur, çocuklar orada derin derin uyurlar.

 

Victor Hugo

Ablamın burada yanımda olduğunu öğrenince hissettiklerimi hiçbir kalem yazamazdı, tıpkı sabaha kadar bir hamağın üzerinde sarılıp birbirimizden anne kokusu almaya çalışmamız gibi. Tüm bunların yanında hayat akmaya devam ediyor bir de özel yemek adı altında gizli bir toplantı düzenliyorduk. Ne yazık ki toplantının konusu matruşka bir bebeğin içindeki satranç taşımızın çalınmış olup, asıl görevin bizi beklediğiydi...

Kulaklarım uğuldamaya başlarken benim için etraftaki tüm sesler şiddetle kesilmişti. Kendimi zorunluluk moduna almıştım. Zorunluluk modu; zor durumda kaldığında yaşadığın şey her ne kadar zor ve korku dolu olursa olsun anda kalmaya çalışmaktı. Buna zorundaydın yoksa kurtulamazdın.

Feris karşımda kardeşim diye bas bas bağırırken bunun mecaz anlam olmaması yüreğimi parlaçadı. Bunu anlamak için bir büyücü, kâhin veyahut Yaşamayan olmak gerekmezdi. Az önce anlatmaya çalıştığı şey de buydu. Burnumun direği kelimenin tam anlamıyla sızlamıştı. Zihnim geriye dönerken ufak bir gezintiye çıktım.

Buraya geldiğim ilk gün bana bakıp gülümseyerek ayrıldı.

Buraya gelir gelmez ilk onu gördüm.

Arat'a 'şimdi zamanı değil' dedi.

Beni buz odasına götürdü ve kendi de benimle birlikte mahvoldu.

Buz odaya en son girdiğimizde donakaldı çünkü annem kucağında benim yastığımla birlikte onun zıbınına da sarılmıştı. Onu sarsan ve bilincinin kaybolmasına neden olan olay bence buydu.

Her fırsatta beni kollamaya çalıştı.

Yalnız kalmamam için elinden geleni yaptı.

Feris buraya doğduktan hemen sonra ölerek gelen ablamdı.

Bu yüzdendi bana 'ben senden büyüğüm', 'ablayım ben', 'bana bücürük deyip durma" deyip durması.

Beni içine alan zihin fırtınamdan anında kurtulup yeniden bağırmaya başladım. Feris, Arsel'le mücadele etmeye devam ediyordu ama yetmezdi. Suyun şiddeti Feris'i geriye doğru iterken kanatlarını çıkardı ve anında kurtuldu. Arsel bu duruma şaşırırken, o ufak boşluktan yararlanan Feris, yanında durduğumuz nehrin sularını adamın üzerine gönderdi. Sonrası ise çığlık kıyametti. Çünkü sudan çıkan buhar onu ısıtıp gönderdiğini gösteriyordu.

Onlar arbede içinde kalırken daha fazla burada kalamazdım. Yere çöküp ellerimi toprağa koydum ve bildiğim, bilmediğim bütün taktikleri denemeye başladım.

Toprak sana ihtiyacım var yardım et bana diye fısıldar fısıldamaz elimin altındaki ince su birikintisi bir balçığa dönüşmeye başladı. Bugün toprakla o kadar çok zaman geçirmiştim ki isteğime anında karşılık vermesi benim için harika bir şeydi.

Ellerimi daha güçlü bastırıp bir yandan bildiğim bazı büyü sözcüklerini fısıldıyordum. Etrafımdaki şeffaf su fanusu yavaşça bulanmaya başladı. Artık onları göremiyordum ama kurtulmama az kalmıştı. Toprak suyla durmadan buluşarak ilerleyip, gittikçe beni içine tamamen çeken bir balçığa dönüştüğünde, elimi yeniden toprağa vurdum ve bir camın parçalara ayrılması gibi olağan bir hızla parçalanıp etrafa dağıldı. Ne yazık ki bu konuda henüz kontrollü olamadığımdan Feris de yaralanmıştı. Ama Arsel kadar değil, çünkü onun arkası bana dönüktü.

Tutsaklığımdan tamamen kurtulduğumda kalbimdeki anahtara dokunarak Arat'ı, bileğimdeki tırtıla dokunarak üçüzleri ve gözlerimi kapatarak beni duymasını umduğum Nova'yı çağırdım.

Çağrıma ilk gelen kişi Nova oldu. Gücüm oldukça tükenip beni yorduğu için toprağın üzerinde oturup kalmıştım. Nefes nefes içinde ona bakarken "Feris'i kurtar." diyebildim. Ama aklıma gelen diğer bir bilgi Nova'nın başkasının kanını içemediğiydi.

Yine de bu onun hızla etrafında dönüp aklını karıştırmasına engel olmadı. Arat'ın kahverengi ihtişamlı atıyla tozu dumana katarak bize yaklaştığını gördüğümde artık dik duramayıp toprağa yığılmıştım. Etrafta olan çamurdan cam kesiklerinin yeniden onlara zarar vermesini istemiyordum.

Bu aptal kuru kafa kimdi de bu kadar kişiye hâlâ kafa tutabiliyordu. Arat, adama sadece bakarak elektrik vermeye çalışıyordu ama önüne kurduğu sudan barikat onu hâlâ koruyordu.

Üç tarafı sarılmıştı ama geri geri benim yanıma gelecek cesareti nasıl buluyordu anlamış değildim.

"Sadece konuşmak istiyorum. Kehanette birinin hayatımı değiştireceğinden bahsetti. Yeter sıkıldım artık!" diyerek bağırıp herkese nehrin suyunu yeniden gönderdi. Islanmayan tek kişi Feris'ti. Çünkü onun da kalkanı vardı ayrıca şu an şeffaf, içi su dolu kanatlarını çıkarmış uçuyordu da.

Yaptığım çağrının son talihlileri de geldi. Işıl nefes nefese kalarak önce benim yanıma koştu. Saçlarımı topraktan ayırarak dizine koydu. Oysaki toprak bana asla rahatsızlık vermiyor, kuş tüyü bir yatakta yatıyor gibi hissettiriyordu.

Çağıl suyun arkasını gördüğünden "Gücü azalmış. Tek kolu yaralı sol elini kullanıyor oraya yüklenin." dediğinde Arat'ın bakışları anında o tarafa çevrildi.

Etrafı sarıldığında beşe karşı birdi. Gözümden bir damla hızla akıp toprağa karıştığında artık hiç şansı yoktu keza saniyeler içinde nehrin tüm suyu üzerinden çekilip onu serbest bıraktı. Nehrin yanında olmasaydık bu zamana kadar yine direnemezdi.

Feris bağırarak tüm gücünü kullanırken, öfkeli ve bir o kadar yorgun gözüküyordu. Daha olayları sindirememişken buna maruz kalmak hiç hoşuma gitmedi. Sağ gözümden bir damla yaş daha aktığında Işıl hemen onu yakaladı. "Balım korkma, biz yanındayız. Bir şey olmayacak."

Arat gökyüzünde art arda şimşek çaktırıyordu. Öfkesi gözlerinden akarken bir saniye olsun bana değmedi bakışları. Etrafta yalnızca Arsel'in çığlıkları vardı.

Sonra bir şey oldu. Bileğimde bir karıncalanma, göğüs boşluğumda hafif bir yanma meydana geldi. Tırtılım artık yerinde yoktu, kendini kozaya sarmış bir şekilde yeni dövmem oluştu.

Elimi tutan Işıl, gözleri parıl parıl parlarken neşeyle kahkaha attı. "Çağıl bunu görünce şok olacak. Baksana şuna dişi savaşçım benim.”

Arsel yere yığıldığında gözleri yeniden bana değdi. Arat'ın şimşeği sayesinde daha fazla bakamadı. "Siz delirdiniz mi? Yalnızca hayatımı öğrenemeye çalışıyordum. Bıktım artık, bıktım. Çek ellerini üzerimden seni adi Volkoslak!"

Nova Arsel'in kollarını geriye doğru kelepçe gibi tutmuştu. Ayakta duran herkese baktım. Benim için buradalardı. Benim için savaşmışlardı. Yalnızlığın derin suları arasından, yüzeye çıkan bir yunus gibi mutluydum. Nefes alıyordum ama suyun içindeydim de.

Mutluydum, onlarla.

İyi ki varlardı...

Ağacın arkasından büyük bir aslan çıkıp geldi. Üstelik üzerinde bir kadınla. Daha önce hiç görmediğim bu kadının gözleri tıpkı Zuri gibi parlıyordu. Mavi bir cam gibi, korkutucu bir şekilde seni içeri çekecek bir kanal gibi. Alnında ve yanaklarında tuhaf simgeler vardı. Benzer simgeler üstüne bindiği aslanda da vardı. Sarı saçları Afrika örgüleri gibi gür ve canlıydı.

Burada bir savaş çıkmış Toba.

Aslanın sesini duyduğumda gözlerinin içine baktım. Toba Ana buydu. Bizi uyaran bilge kâhin. İtiraf etmek gerekirse daha yaşlı biri olmasını beklemiştim.

"Sevgili Arsel. Buraya yasak olmasına rağmen kaçıncı girişin?" Ses tonu kulaklarımı tırmaladı ve yetmedi büyük bir cızırtı oluşturdu. Yüzünü buruşturduklarına göre diğerlerinde de aynı şey olmuştu. Arat kimseyi umursamadan büyük adımlarla yanıma geldiğinde sıcak elini alnıma bastırdı.

Yorgunluğum mu? Sanki ipek bir örtü gibi pürüzsüz bir şekilde üzerimden yavaş yavaş kayarak ayrıldı. Elini çektiği yere dudaklarını bastırdı ve derin bir öpücük bıraktı. Beni Işıl'ın kollarından alıp ait olduğum yere sardı hemen. Başım omzuna düşmüş bir şekilde orda öylece kaldım.

"Arsel aylardır bıkmadan peşine düştüğün kehanetin sonu senin için kötü bitti. Kurcalama diyerek seni uyarmadığımı söyleyemezsin!" Kalın ve ince ses tonunun aynı anda çıktığı bu yüksek ses inanılmaz derece ürkütücüydü.

Elini havaya kaldırıp bana doğru tuttu. "İşte hayatını değiştirecek olan kadın. Tek bir su damlasıyla bütün su gücünü kurak topraklara vererek sende zerresini bırakmadı. İlerlemek isterken aç gözlülüğün yüzünden geriye düştün. Ne yazık!" derken gözleri bana çarptı ve yeniden karşıya baktı. Tek bir su damlası benim gözyaşım olabilir miydi? Elini havaya kaldırıp hızla savurduğunda artık Arsel'in alnının ortasında kırmızı bir işaret vardı. "Bir daha bu topraklara ayak basmayacaksın, bu kez senden alınan tek şey suyla oynama gücün olmaz." Onu küçümsedikçe küçümsemiş sonra da Arat'a bakmıştı. Daha sonra Feris'e.

Feris suyu havaya kaldırdığında Arat gözlerini nehre odakladı ve nehrin içinden suya atlayarak büyük balıklar çıktı. Bir sonraki an Arsel artık karada değil, suyun içindeydi. Artık bu kez balıklar onu yer miydi yoksa nehrin diğer ucuna mı gönderirdi bilemezdim.

Bu andan sonra yoğun güç kullanımı mı Feris'i tüketti bilmiyordum ama nehrin kenarına yığıldı kaldı. Artık gücü yerine gelen ben ise bir saniye durmadan onun yanına koştum. "Feris!"

Toba Ana aslanının üzerinden indi ve çıplak ayaklarıyla süzülerek onun yanına gitti. "Sakin ol. Bunu seviye atlıyor gibi düşünebilirsin.” Toba Ana biraz şeye benziyordu, şey, Amazon kadınlarına. Eğilip Feris'in alnını öptükten sonra parmaklarıyla -sanıyordum ki masaj yapıyordu- bir şeyler yaptı. Geri çekildiğinde Feris gözlerini açmıştı ve tek gözü şeffaf iken diğer artık gözü de şeffaftı. Ayrıca daha farklı gözüküyordu.

ÇÜNKÜ BENİM BÜCÜRÜĞÜM BÜYÜMÜŞTÜ!

Gerçekten büyümüştü. Bu nasıl oldu anlamadım ama birkaç yaş birden almıştı.

Kafasını kaldırır kaldırmaz gözleri beni aradığında en son bulunduğum yere bakıyordu ama zaten yanındaydım. "Yargı."

"Feris."

Dudakları tıpkı bir çocuğunki gibi öne doğru düştüğünde "Çok korktum. Seni koruyamayacağım diye." dedi üzgünce. Ben de korkmuştum. Ona bir şey olacak diye. Kollarımı sıkıca dolayıp onu kendime çektiğimde, eskisi kadar küçük olmayan kollar bedenime dolandı. Sonra ise böğüre böğüre ağladı. Bu ağlayış tıpkı bedenine yüklenen elektrik akımını atmaya çalışan bir bulut gibiydi.

Bana daha erken söylemediği için kızgındım ama olaya büyük bir olgunlukla bakıp, sadece kendi penceremden görmemem gerektiğini biliyordum. Hem onu yeni bulmuşken çocuk gibi küsecek değildim. Gerçi o hâlâ çocuktu ama bunu ona daha sonra söyleyip sinirini bozabilirdim.

"Bana kızdın mı Yargı?"

"Kızmadım küçük böğürtlenim?"

"Hâlâ mı? Ben senin ablanım diyorum aptal!" dedi gözyaşları içinde konuşmaya çalışarak.

"Kollarından bedenime akan yoğun bir duygu seli var. Seninle sonra uğraşacağım." dediğimde ağzından bir kıkırtı kaçtı.

"Yargı Yargıcı! Sana böyle sarılmak için, varlığımı öğrenmen için nasıl gün saydım bir bilsen. Çok özledim. Öyle çok özledim ki. Ailemin bütün sıcaklığını getirdiğin için teşekkür ederim sana. Onlardan ayrıldığın için üzgünüm, ama buraya geldiğin için mutsuz olduğumu söyleyemeyeceğim. Çok mutluyum, çok. Kan bağının nasıl bir şey olduğunu anlayamazsınız." derken gözleri üçüzlerde dolandı. Çağıl bile ilk defa ifadesiz durmuyordu.

Toba Ana burada yapılacak bir şey kalmadı dersine arkasını döndü ve aslanına binip uzaklaştı. Gitmeden önce omzunun üzerinden bakıp hepimize tebessüm etti. “Kutsal güçler üzerinizde olsun çocuklar...”

Ayağa kalktığımızda Feris elimi sıkı sıkı tutmuştu. "Üzgünüm o artık benim." dedi ve beni çekiştirmeye başladı.

"Feris Yargıcı bari teşekkür etseydik. Neyin içinden çıktık acaba?" Oldukça aceleciydi ve tavrından asla ödün vermiyordu.

"Teşekkürler, hepinizin eline koluna ve büyüsüne sağlık arkadaşlar. Ama ben şu an kardeşimi alıp kayıplara karışmak istiyorum!" dedikten sonra yeniden yürüdük. "Hayır Arat Zemheri bir adım daha atma!" Arkamı dönüp Arat'a baktığımda ne yapacağını şaşırmış bir şekilde duruyordu. Ona ve kızlara uzaktan öpücük attım. Hatta yetmedi el salladım. Neden sallamasaydım?

Beş yaş sevinci vardı şu an üzerimde.

İnanamıyordum. Ablam buradaydı. Yanımda ve Yaşamayanlar'da! Hem de doğduğundan beri. Buraya gelmeseydim ondan asla haberim olmayacaktı.

Feris tuttuğu elimi asla bırakmadan sözde özel yerine getirdiğinde özel yerin kocaman bir hamak olduğunu bilmiyordum. Kocaman ağaçların arasında masmavi gökyüzünün eşsiz manzarası açığa çıkıyordu. Bunun onun hayali olduğu öğrendiğimde saygı duymaktan başka bir şey yapmadım. Büyük Feris gözüme biraz değişik gözüküyordu. Mavi puflu hamağa yatıp yanıma onu da çağırdım. Kafa kafaya verip yattığımızda anın hissiyatıyla gözlerimi kapattım. Ablam yanımdaydı. Güneş gözüme her değip geçtiğinde bunu tekrar hatırlayıp içime sevgi doldurdum.

Kızgındım sakladığı için, kırgındım burada bir kardeş sevgisini geldiğim an iliklerime kadar hissedemediğim için. İlk etapta haklıydı çünkü babamın prenses kızı çizgisinden kayıp ağır küfrederdim. Ama ya sonrasında, sonrasında buraya hızla adapte olmaya çalışmıştım. Bu sefer o hazır hissedememişti. Bir sırrı saklarken dikkat etmemiz gereken tek nokta vardı; bunun bir sakız gibi uzanıp sünme düşüncesiydi.

Yine de bu olaydan önce açıklamaya çalışmıştı. Onun ağzından duymuştum. Bu önemli ve iyi bir şeydi. Ayrıca onu seneler sonra bulmuştum. Aptal gibi tavır yapmak kaybettiğimiz yıllara hakaret olurdu.

Başını omuzuma koyduğunda saçlarının mis gibi kokusunu içime çektim. O benim ablamdı. Bunu içimden her tekrar ettiğimde mutluluk seviyem yükseliyordu. Saçları güneş gibi sapsarı ve dalgalıydı, gözleri ise gökyüzünün en açık tonlarındaydı, tıpkı annem gibi. Ben ve Hazel ise gözlerimizi babamdan almıştık. Kahverengi dalların içinde yeşil yaprakların oluşturduğu doğanın eşsiz ve samimi bir rengiydi. Ela. Gün ışığında yeşillerinin çoğaldığı çam iğneleri, gecesinde ise ay ışığında gölge düşen bir ağacın dalı.

Yıllardır bu göz rengiyle yaşarken, Yaşamayanlar'a geldikten sonra duygularıma göre değişen bir göze sahip olduğumu öğrendim. Feris'in kolu karnıma dolanınca ona daha sıkı sarıldım. Yaptığı hareket büyüsü sayesinde hiç durmadan sallanıyorduk.

"Ara ara sizi izleme cesareti gösterdiğimde kıskanırdım. Öyle güzel bir aileydiniz ki kendimi dışlamış hissediyordum. Annemin ölen çocuğunu tıpkı bir bencil gibi sürekli hatırlamasını ve yas tutmasını istiyordum." Öyle içli anlatıyordu ki kalbindeki hisler yüzünden ona kızacak değildim. Ben olsam belki ben de aynı şeyleri hissederdim. Ama izlemeye cesaret edemediği kısımda kaçırdığı çok an vardı.

"O zaman annemin senin için yaptığı kutudan bahsedeyim biraz." Yerinde doğrulup gözlerimin içine baktı. "Ne? Ne kutusu? Benim için mi?"

 

 

 

Loading...
0%