Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm

@1scintilla

“Bu arada saçlarım ne renk gözüküyor?”

“Siyah ve beyaz.”

“Sen de görüyorsun yani?”

“Saçla ilgili sorunun ne?”

“Boş ver. Peki bir şey soracağım. Size rastlamadan önce girdiğim orman da siyah beyazdı değil mi?” dediğimde çekik olan gözlerini kocaman açıp bana bakmıştı. Bu sırada esmer kadın kolumu hızlıca tutup beni bir köşeye çekti.

“Böyle şeylerden kimsenin yanında bahsetme. Burada yenisin. Her yeni kadar normal davranmaya çalış. Herkesle çok muhabbet etme. Çok soru sorma ve çok cevap verme. Kimseye güvenemezsin. Beni duydun mu? Verdiğin cevaplar karşılığında başına ne geleceğini bilemezsin. Bu çok önemli. Gördüğün siyah beyaz ormanı kimseye söyleme. Orman yeşildi, sıradan bir ormandı. Gözünün önünde renkli bir çiçek simsiyah olursa, olmamış gibi davranmalısın. Diğer herkes nasılsa öyle olmaya çalış. Dövmen çıktığında da onu kimseye gösterme ve gizle.” dediğinde onu ciddiyetle dinledim.

“Tamam ilk karşılaştığımızda geleceğini görmüştüm dedin. Ne demekti?” Gittikçe ürkmeye başlamıyormuş gibi en saçma soruyu sorarak kendimi oyalamaya başladım. Geriliyordum. Neydi bu böyle? Diyelim söyledim beni yakacaklar mıydı? Yoksa asacaklar mıydı?

“Sırrına karşılık bir sır. Bundan kimseye bahsedemezsin, konuşmaya başladığın an neden söyleyemeyeceğini anlarsın ve bu senin için acı verici bir pişmanlık olur. Sadece benim belirlediğim kişiler bilebilir. Rüyalarımda bazı şeyler görüyorum ve kış bir anda yaza dönüp güneş doğduğunda senin buraya ayak bastığını gördüm. O yüzden şu an benimlesin.”

“Her geleni görür müsün? “

“Sayılmaz. Sadece yalnız kalıp başına iş alma diye buradayım.”

“Beni korudun yani? Teşekkür ederim.” Beni umursamayıp yürümeye devam etti. “Yürü Bong zaten geç kaldık.” dediğinde adının Bong olduğunu öğrendiğim çekik gözlü çocuk peşimizden geldi.

Ona doğru yaklaşıp “Dövme ne demek? Onunla aranız iyi mi?” diye sordum esmer kadını kastederek. “Zuri mi? Dostum, en yakın arkadaşımdır. Ona güvenebilirsin. Dövme konusuna gelecek olursak burada altı grup var. Piyonlar, atlar, filler, kaleler, vezirler ve şahlar. Herkes bir süre sonra hangi grup olduğunu dövmesi sayesinde öğrenir. Dövmeni gizli tut en azından ilk etabı atlatana kadar. Piyonlar piramidin en altında savunma pozisyonundalardır. Piramidin üstüne doğru çıktığımızda sayı azalır. Yani etrafta bir sürü piyon görebilirsin, ama şah göremezsin. Önemli insanların daha önemli görevleri vardır. Burası kocaman bir satranç tahtası gibi. Bir de büyü meselesi var tabii.”

“Büyü mü yok artık! Ne anlatıyorsun ya sen?” diye çıkıştığımda Bong bir adım geriye gidip ellerini yukarı kaldırdı.

“Dostum sakin ol anlat dedin anlatıyorum. Burası büyülü bir evren. Burası Yaşamayanların yeri. Yaşayanlar artık geldiğin dünyada kaldı. Öldükten sonra böyle bir yere girmeye inanıyorsun da büyü ye mi inanmıyorsun? Ne kadar çabuk atlatıp adapte olursan senin için o kadar iyi olur. Ve herkes grubuna göre özellik alır. En az özellik piyonlardadır. Herkes her istediği şeyi yapamaz yani büyülü diye.” dediğinde derin bir nefes aldım.

Bunlar gerçek miydi? Kafayı yemek üzereydim. Bong halime üzülmüş olacak ki “Tamam sakin ol herkesin ilk günü böyle geçer. Ayrıca şuradaki oğlanlar seni çıplak göremediği için çok şaşkınlar. Ne özelliğin olduğunu düşünüyorlar. Gerçekten neden çıplak değilsin?” dediğinde gösterdiği yere baktım.

Üç tane siyah kapşonlu çocuk bana bakıyordu. Kapşonlarını gözlerinin önüne kadar indirdikleri için göremiyordum. O sırada esmer kadın Bong’u beni utandırmaması için uyanıyordu. “Ama Zuri merak ediyorum.” Esmer kadının adı Zuri’ydi. Az önce de duymuştum ama şaşkınlıktan ona sıra gelmemişti. Ona en azından bunun nedenini söyleyebilirdim.

“Ölürken bile çıplak kalmaktan korktuğumu kız kardeşime söylemiştim. Başkalarının beni öyle görmesi hoşuma gitmezdi. O ise beni oldukça ciddiye alıp herkesten gizli giydirmiş olmalı.” Ah Hazel’im seni öyle çok özledim ki. Bu hikâye Bong’u çok etkilemiş olmalı ki yüzü düştü.

“Tamam soranlara bu hikâyeyi anlatabilirsin. En azından akıllarına başka bir şey gelmez.”

Ona kafamı salladım. Karşıdan karşıya geçmek için beklediğimizde önümüzden siyah bir araba geçti. Araba yanımızdan geçerken çok az yavaşladı. Arka camı göz hizasında açıldı ve ben de bakmış bulundum. O sırada hafif bir rüzgâr esti ve göz göze geldiğimiz an elektrik çarpmış gibi irkildim. Sadece gözlerini gördüğüm kişi arabayla yanımdan geçip gitti. Kapkara gözlerin üzerinden joker işareti gibi bir siyahlık iniyordu ama devamını göremedim.

Neler olduğunu anlamamıştım. Bu adam çarpma büyüsü mü yapabiliyordu? Aynı kaydıraktan kayarken oluşturduğumuz elektriğin tekrar dokunduğumuzda bizi çarpması gibi bir his yaşamıştım. Kafamı iki yana sallayıp hâlâ arabanın arkasından bakarken Bong’a döndüm. “Burada pek araba yok galiba.”

Zaten evler de taş yapı gibi duruyordu. Sanki eski yıllara geri dönmüştüm. Bu yüzden teknolojiyi beklemiyordum açıkçası.

“Hayır genelde at kullanırız. Herkes araba kullanamaz.”

“Neden ehliyetleri mi yok?”

“Ah benim masum kuşum. Rütbeleri yok. Araba herkeste bulunmaz.”

“O zaman az önce önümüzden geçen araba önemli birine aitti.”

“Kesinlikle öyle.” dediğinde çok irdelememeye karar verdim. Madem at kullanılıyordu neden sabahtan beri yürüyorduk? Yoksa at kullanma rütbeleri de mi yoktu?

Bir gölün önüne geldiğimizde orada bulunan küçük sandallara bindik. İyi ki burayı da yüzerek geçmemiz gerek dememişlerdi. Uzun zaman sonra ilk defa bu kadar çok yürümüştüm. Üçgen üçgen kolonların bulunduğu büyük bir yerin önüne gelince durduk. Burası bir otele benziyordu. Boşlukların arasında olan asma köprüleri görebiliyordum. Zuri kolumu tutup beni yönlendirdi. Pek insancıl değildi sanırım.

“Gel bakalım. Şimdilik oda arkadaşlarının yanında bulun. Onlar sana burayla ilgili bilgi vereceklerdir. Söylediklerimi unutma. Adapte olmaya çalış. Hoşça kal.” dedi ve gitti. Ağzımı açıp tek kelime edemeden kapıdan çıkmıştı bile. Elimde bir anahtarla ortada kalakalmıştım. Elimdeki anahtar eski köy evimizin anahtarı kadar kalın ve büyüktü. Yuvarlak kısmına ise oda numarası işlenmişti.

Buradaki şansımı sanırım oda numarasında kullanmıştım. 333 numaralı oda benimdi. Üç sayısını severdim. Kimseye sormadan biraz dolanarak odayı bulmaya çalıştım. Bu kanattaki odalar hep iki yüzle başlıyordu. Sanırım asma köprünün karşısına geçmem lazımdı. Sonunda, koridorun sonundaki odamı bulduğumda çok sevindim.

Kapıyı açıp içeri girdiğimde derin bir nefes verdim. Ama bunun için erken olduğunu anlamamıştım. Odanın içinde üç tane kız ellerini kollarına kavuşturmuş ve tek kaşlarını kaldırmış bana bakıyorlardı. Üçü de birbirine benziyordu. Aynı boyda ve aynı kilodalardı. Hatta aynı elbiseyi giymişlerdi ama birinin üzerinde siyah, diğerinde beyaz ve öbüründe gri rengi vardı. Şimdi fark ettiğim detay oda da tamamen bu renklerle doluydu. Siyah beyaz ve gri.

Siyah elbiseli olan kızın saçları siyahtı. Gri elbiseli kızın saçları ise gri. Beyaz elbiseli kız ise siyah saçlarının sadece bir tutamını beyaza boyama kararı almıştı. Hayatımda gördüğüm en değişik tiplerdi. Ama fark ettiğim bir detayla bu odaya kolayca uyum sağlayabileceğimi düşündüm. Saçımın yarısı beyaz ve yarısı siyahtı. Üstelik giysilerim de öyleydi. İçimden buna gülmek geldi. Kızları yeteri kadar incelemem bittiğinde boğazımı hafifçe temizledim.

“Merhaba. Ben Yargı Yargıcı. Yeni oda arkadaşınız olduğum söylendi.”


Loading...
0%