@1scintilla
|
Bölüm 20. Saç Teliyle Özümsenen Hançer
Tek bir düşmanla sık sık dövüşmemelisin yoksa ona bütün savaş sanatını öğretirsin.
Napolyon Bonapart Ruhunu karanlık kaplayan insanlar başka varlıklara dönüşerek buraya geliyordu, biz de taşı kurtarmak için olan yolda onlarla savaşmak zorunda kalacaktık. Toprakla olan bağım ya da diğer güçlerim beni koruyacak mıydı bilmiyordum. Tek bildiğim ruh eşimin, bana savaşmak için getirdiği saç telimin de içinde olduğu hançerin yardımı olacağıydı. Parmakları bedenimde gezinen Arat ruhuma yeniden şifa vermişti. Üstelik beni boya tezgâhına yatırarak. Gevşedikçe gevşemiştim. Dudaklarının sıcaklığı parmaklarının yerini hemen alıyor ve bedenimin üşümesine asla izin vermiyordu. Parmakları kollarımdan yeniden sırtımda gezinmeye başlayınca bir müzik aletinden dökülen melodi gibi sesini duydum. "Korkmanı gerektirecek bir durum yok. Yanında olacağım. Biliyorum senin alışık olduğun bir durum değil, gözlerinden ve ruhundan çıkan tüm endişeleri görebiliyorum. O yüzden kendini benden saklama." Asıl yapmak istediği şeyi geç de olsa anlamıştım. Görevden önce beni sakinleştirmeye çalışıyordu çünkü korktuğumu düşünüyordu. Kendimi şöyle bir yokladığımda bu duyguyla yüzleşmedim. Bilinmezlik? Evet vardı. Endişe? Evet o da vardı. İkisi birleşince korkuyu doğurur muydu? İşte onu bilmiyordum, en azından şu an için. "Çantana senin için ihtiyacın olan malzemeleri ben getiririm. Hançerler, iksirler ve diğerleri. Sen sadece kendini düşün. Görevi de bir eğlence olarak algıla." Dudakları sırtımda tüylerimi ürpertecek bir yavaşlıkta ilerlerken ona nasıl hayır diyebilirdim. "Kalan diğer varlıklar ve bazı ruhlarla karşılaşabiliriz ama korkmanı gerektirecek bir durum olmayacak. Ben yanında olacağım. Söz veriyorum." İkinci alıştırdığı şey bilinmeyen varlıklardı. Burada şirinler gibi yaşayan bana yolda Gargamelleri görecek olmamın şokunu önceden veriyordu. Parmakları göğüs kıvrımımdan aşağı ilerledi. Şu an korku düşünecek bir halde değildim. Zira bebek gibi kundaklanıp beşiğime yatacağım zamanı bekliyor gibiydim. Tabii daha fazla göğüslerimde oyalanırsa bu düşüncemin üzerini hemen karalardım. "Yolda gördüğün değişik şeyler hakkında yorum yapma. Oldukça gizle ifadeni. Her gün görüyormuş gibi davranmaya çalış. Sana göre normal gelsin her şey. Diğerlerini gözlemle sen de onlara katıl, rol yap. Ama bu rolü nerede yapacağına dikkat et. Belki seni oltaya getirmek için kullanıyor olabilirler." Üçüncü uyarısı gördüğüm değişik şeylerdi. Açık vermemi istemiyordu. Bunları beni karşısına alarak konuşmak yerine kendince bir yöntem bulmuştu. Güzel de bir yöntemdi. Yiğidi öldürüp hakkını yememeliydim. Siyah beyaz orman gibi, gördüğüm kırmızı yapraklı büyük çiçeğin aniden renk değiştirmesi gibi şeylerden bahsediyordu. Gücümün detaylarını diğerlerinden gizlemem gerekiyordu. "Kiminle eşleşeceğimizi bilmediğimiz gibi duygularını da bilemeyiz. Bugün sana yakın davranan biri yarın seni ifşa edebilir. Herkes için geçerli değil tabii ama yine de dikkatli olalım. Sen yenisin diye kimse seninle oynayamaz. Ben yanındayım ama ola ki olamadım diye aklında bulunsun tüm bunlar." dedikten sonra saç diplerimin olduğu kısımda gezdi dudakları. Huylandığım için hafif büzülmüştüm. Sanırım ders saatimiz bitmişti. Eh, güzel ve verimli bir dersti doğrusu. Beni yavaşça tezgâhtan kaldırıp dudaklarıma sıkı bir öpücük bıraktı. "Ruhum, sana olan hasretim hiç dinmeyecek. Sen benim tüm benliğimsin. Öyle ki ne sana olan arzum diniyor ne şefkatim ne hasretim..." Parmakları yüzüme düşen saçlarımda oyalandı bu sefer. "Senin için parça parçayım. Bir tarafım korumacı, sana kalkan olmak ister gibi. Bazı anlar sadece buna odaklanıp tutulup kalıyorum. Bilmiyorum aklın karışıyor mu ama-" "Karışmıyor." dedim hemen. "Sen benim kalan yaşamımı kendinle öyle bir mühürlemişsin ki, sanki her şeyin sebebini anlıyorum, biliyorum, hissediyorum. Bu mühür işi çok fena, felfena hem de. Hiç hissetmedim ben böyle bir şeyi Arat. Sende dinleniyor benim ruhum. O yüzden açıklama yapma. Göğsümdeki anahtar hepsinin üzeriyle birlikte seni de kalbime kilitledi." Arat'ın gözlerinde yeniden küçük sarı şimşekler çaktı. Konuşmamdan memnun olduğu oldukça açıktı. Gülümsemesi sadece yüzünde değildi çünkü. Bana göre burnunun üzerine ve gözünün altına dağılan çiller bile gülümsüyordu şu an. Duygularımı sürekli ifade edemezdim ben zaten ama gülümserdim. Öyle gülümserdim ki, Arat'ın gözünde çakan şimşekler benim dudaklarımdan çıkardı. Atlarımıza binip yeniden yatakhanenin yolunu tuttuk. Bu süreçte Karaka ve Arat'ın atı sürekli konuşuyorlardı. Kardeş kardeş... Arat'ın yanağını öptükten sonra vedalaştım ve pıtı pıtı adımlarla odamın yolunu tuttum. Kabarık eteklerimi kaldıra kaldıra koridorun sonundaki 333 numaralı odama nihayet vardım. Cebimdeki neredeyse elim kadar olan anahtarı çıkardım ve bingo yine uyumayıp beni bekleyen üçüzlerle karşılaştım. Işıl, adı gibi ışıl ışıl gözlerle bana baktı. Çağıl siyah ipek pijamalarının içinde, Pırıl ise gri eşofman takımıyla yatağındaydı. Yatarken bile kendilerine özel olan o renkten vazgeçmiyorlardı. Işıl da inanmayacaksınız ama, beyaz büyükanne geceliği vardı üzerinde. Bakışlarım biraz fazla takılınca "Ne var çok rahatlar? Hem sen neler yaptın anlat bakalım? Meraktan uyku tutmadı." "Bizi tuttu ama uyumamıza izin verilmedi." dedi Çağıl sonsuz huysuz bir tonla. Işıl beyaz büyükanne geceliğini düzelterek siyah yuvarlak halımıza kuruldu. Etrafımızı saran mum ışıklarıyla yeni bir dedikodu ayinine daha başlıyorduk. Onlara bazı yerleri atlayarak göreve çıkmam gerektiğini anlattım. Çanta kısmını da anlatmıştım ki zaten dostluk mührümüz vardı başkasına anlatamazlardı, ayrıca o güveni mühür olmadan da çoktan tatmıştım. Çağıl gergindi. "Nasıl yani o kadar zorlu bir görev mi?" "Evet dedim ya, oldukça önemli bir eşya kaybolmuş ve biz de onu arayacağız." "Döneceğiniz zaman bile belli değil!" "Açıkçası bu benim ilk resmi görevim sayılır ve tedirginim. Lütfen sende üstüne pul biber olma." Gerginliğim kızların kahkahasıyla puf diye havaya uçtu. "Ne, neden öyle gülüyorsunuz?" "Pul biber olduğumuz için." diyen Pırıl oldukça neşeli duruyordu. Onlara yandan huzursuz bir bakış attım. "Balım, pul biber değil tuz biber olma o sözün doğrusu." diyen Işıl ile birlikte afallayıp kaldım. Doğru ya akıl mı kalmıştı? Burada doğru düzgün atasözü ve deyim bilen yoktu, benim geldiğim nokta da belliydi. "Etrafa bilgili bilgili anlattığın deyimlerin hepsi pul biber değildir umarım?" Çağıl'ın alaycı sesini duymazdan gelmeye çalıştım. Gözlerimi devirdim ve halı ayinimizi bozarak ayağa kalktım. "Başlarım biberinize de size de... Çantamı doldurmak için yardım ediyorsanız edin, etmiyorsanız sonsuza kadar susun!" "Nasıl kaydın öyle prenses çizginden sen bakayım? Demek biraz üstüne gelsek neler olacak?" Çağıl'a aldırmayıp dolabımın önüne doğru uzandım. Daha fazla malzeme veremezdim. Çünkü biber mevzusunu ölene dek hatırlayacağından emindim. Kız fil hafızalıydı! Elime en kalın kazaklardan birini alırken Işıl gelip koluma sarıldı. "Kızmış mı benim papatyam? Bırak bakalım o kazağı. Çanta alır diye bunlardan doldurmayacaksın herhalde?" Büyük bir hüzünle ona doğru döndüm. "Ne yapacağım ben?" "Tatlım. Kendine bu kadar yüklenme. Biz buradayız. Şimdi güzelce hazırlarız her şeyi." diyen Işıl anaç bir tavırla kolumu hafifçe okşadı. Sonrasında ise beni kalçasıyla kenara itti. Uslu uslu yatağımda oturmaya karar verdim ben de. "Buralarda bir yerlerde olmalı, nerede bu? Hah tamam." Gibi kendi kendine söylenmesinden sonra çıkardığı şeye bakakaldım. Deri bir tayt mı? "Havanın nasıl olduğunu unuttuysan hatırlatmak isterim. Kıçımız donuyor!" "A bu da iyice terbiyesiz bir şey oldu çıktı. Bize eski Yargı'mızı geri ver." Çağıl'a bakıp bu kez emin olduğum o sözü söyledim. "Körle yatan şaşı kalkarmış ne yapalım?" Bu durum Pırıl'ın keyifle gülmesine neden oldu. Çağıl'ın ise ayrı bir havası vardı. Övünmek gibi... "Kıç da küfür mü canım, saçmalamayın?" Omuzlarını şişirerek nefes aldı ve sonra hiçbir şey olmamış gibi şeftalili meyve suyunu içmeye başladı. "Balım bunlar termal kıyafetler. Seni soğuktan ve sıcaktan korur. Özel üretim. Kostümcünün senin için bir tane bıraktığına emindim. Hatta iki, tamam sanırım üç." Diğerlerini de çıkarıp katladı ve yatağımın üzerine koydu. "Bunun üzerine sadece pelerinini alman yeterli. Ayrıca şapkanı takmayı unutma. Gece olunca zifiri karanlıkta beyaz saçların parlasın istemeyiz." dedikten sonra yatağımın üzerine bir çizme fırlatıldı. Siyah, hafif kalın tabanlı ve bağcıklı? Çağıl pipeti ağzında döndürerek "Senin için." dedi. Bunu söylemekten utanır gibi. Işıl birini eline alıp incelediğinde sırıtmaya başladı. "Bunlar sana geçen eğitimde ödünç verdiğim ayakkabılar gibi. Hani altı keskin olan. Savaş anında rakibi bir tekmeyle çizebileceğin..." Şaşkın gözlerle Çağıl'a döndüm. Belli etmese de beni seviyordu. Bayılıyordu hatta. Gülerek üzerine doğru gittiğimde "Ne oluyor? Uzaklaş! Bunu senin için özel olarak yaptırdığımı düşünmedin herhalde. Hah daha neler?" deyip geri geri kaçmaya başladı. "Yalan söylüyor, bu ayakkabılar yalnızca isteğe göre üretilir." diyen Pırıl, başka bahanelerin de önünü kesmişti. Ben ise Çağıl'ı yakalayıp kollarımla sandım. Temastan çok hoşlanmıyordu, şeyden beri, gözünün önünde mühürlenen eski erkek arkadaşından... "Canım mühürlüm. Sen bir tanesin. Teşekkür ederim." Yüzünde tiksinir bir ifade olsa da gözleri öyle demiyordu. "Teknik olarak bir değil üç taneyim." diye vurguladı üçüz olduğunu. Sakince olduğu yerde duruyordu ve tabularını yıkıp tek elini yavaşça sırtıma koydu "Dikkatli ol." dedikten hemen sonra ateşe uzatmış gibi çekti. Olsun bu da yeterdi. Beni seviyordu işte. Seviyorsanız gidip özel ayakkabı ürettirin bence, altı bıçaklı... Işıl ve Pırıl dolaplarını karıştırıp birkaç küçük şişeyle yanıma geldiler. Bazılarının özelliklerini anlattılar. Şişesine bakarak bile neyin ne olduğunu anlayabilirmişim. Ufak bir bilgi alışverişinden sonra Işıl bir şişe daha çıkardı. Çok hoş bir şişeydi hatta. "E bu ne iksiri?" diye sordum hevesle. "Bu çoğu iksirden daha önemli bir karışım balım. Özellikle Arat Zemheri ile iki arada bir derede şimşek çaktırmak isterseniz işe yarayacaktır." Aklım karışmıştı nasıl işe yarayacaktı? "Şimşeği sessiz mi çaktırıyor ne yapıyor?" dediğimde koca bir kahkaha atarken daha çok kararsız kaldım. "Ha o kadar önemli görevin arasında şimşek çaktırırsınız yani öyle mi?" dediğinde oldukça keyifliydi. Çağıl ise huzursuz. Hepinizden nefret ediyorum bakışlarını yine kuşanmıştı. "Bu kesin yaşanır." diye ona ortak oldu Pırıl da. "E ne bu küçücük fıçıcık içi dolu turşucuk? Ne işe yarayacak?" "Ay turşu dedin de ağzım ekşidi ha. Olsa da şöyle kütür kütür yesek." "Işıl! Konuya dön." "Parfüm." "Ne?" "Parfüm işte. Dümdüz sıradan bir parfüm. Duş almaya fırsatın olacağını sanmıyorum. Bundan bir fıs boynuna sıkıyorsun ve ferahlamış hissediyorsun." "Hani termaldi bu terletmezdi?" "Ama bu senin kirli hissetmeni değiştiremez. Birkaç gün geçtikten sonra özellikle. Ayrıca saçların termal değil." Boğazımı hafifçe temizleyip şişeyi elime aldım ve şöyle bir inceledim. Sanki zorla veriyormuş gibi süzüldükçe süzüldüm. "Peki madem." dediğimde gece benim nazlanışlarım ve gülüşlerimizle sonlandı. 20 SAAT SONRA Feris'i bilgilendirip veda ettikten sonra çantama bir şeyler de o tepmişti. Ne işe yaradıklarını anlatmıştı ama gerginlikten çok dinleyememiştim. Pelerinime sıkıca sarılıp Karaka'ya atladığım gibi Arat ile buluşma noktamıza gitmeye başladım. At binmeye iyice alışmıştım. Bizzat onunla konuşabildiğim için de bana özel daha hassas davranıyordu. Hatta çoğu zaman ben onu değil o beni yönetiyordu. Hızlanmadan önce söylüyor gittiğimiz yolları tek tek zihin haritama kazıyordu. Beni seçtiği için şanslıydım. Arat ile ayrı yerde buluşacaktık çünkü alması gereken birtakım emanetleri olduğundan bahsetti. Bu emanet muhtemelen benim için yaptırdığı savaş aletleriydi. Gittiğimiz yerde her şeyle karşılaşabilirdik. İşte gerginliğimin asıl noktası buydu. Öldüğümü sandım. Sonra kendimi yeni bir boyutta buldum. Yetmezmiş gibi, inandığım ve gördüğüm çoğu şeyin zıttı olduğunu fark ettim. Kolay değildi. Savaşın ş'sini bilmezdim. Dövüşmekten anlamazdım. Sadece kızlarla saç başa kavgalara girerdim küçükken. O da kendim için değil Hazel için. Çünkü babam sokak kavgalarına karışmamamız için bizi çok uyarır ve kızardı. Korkmaz ve hakkımı aramaktan geri durmazdım. İşte bu noktada babamın adalet kavramı ortama giriş yapıyordu. Suçlu hukuka uygun cezalandırılmalı. Komik gelebilir ama bu yüzden arada kendi aile mahkememizi bile kurardık. Her şey tek düze bir disiplinle ilerliyordu. Buraya geldiğimde kısa bir süre sonra savunma eğitimi almaya başladım. Kolayca adapte olamazdım, hemen büyü de öğrenemezdim. Bu yüzden büyü olmadan ve doğal yollarla korunma gerekirdi. Derslerden önce Arat bu konu ile ilgilenmiş beni şimdilik getirebileceği en iyi konuma getirmişti. En azından kendimi koruyabileceğim konusuna ikna olmuş sayılırdı. Emanetler konusuna gelirsek orada da ilginç bir nokta vardı ki bu; benim hem siyah hem de beyaz saç telimden birer tel alınıp kişiselleştirmek için kullanılmasıydı. Beyaz saç telinin olası özelliklerinden bahsettiğimde bazen kötülük de gerekir dengede tutmak için ikisinden de alıyorum. Cevabını duymuştum. Sanırım fazla düz düşünüyordum. Dümdüz... Hançer ve kılıç benim elime göre şekillenecekti. Hatta kullanmaya başladıkça bedenimden bir parça olduğu için yapacağım hamleleri önceden sezip daha hızlı bir şekilde savaşmamı sağlayacaktı. Tabii bu süreç oldukça sancılı ve uzun geçebilirdi. Saç tellerine işlenecekti ama metali tamamen sarması zaman isterdi. Bana alışması ise ayrı bir zaman isterdi. Bir savaş çıkar mı diye düşünüyordum lakin konu sadece insanlarla olan savaş değildi. Burada çok farklı türler vardı ve kendimizi onlardan korumalıydık. Duruma uygun atasözümüz ise şuydu; kurda kuşa yem olmamak... Şatoya giden yol açığa çıktığında tüm heybetiyle beni bekleyen yaşam çizgimi gördüm. Hava kararmış ve soğuktu. Termal giysilerimiz sayesinde bunu çok fazla hissetmiyordum. Öyle ki pelerinim bile inceydi ve o da termaldi. Arat ona gelişimi sabırla bekledi, gözlerini bir an bile üzerimden ayırmadı. Kahverengi heybetli atının üzerinde çok güçlü görünüyordu. Siyah inci gibi gözleri olan atın adını henüz öğrenememiştim. Atlarımız ters istikamette olacak şekilde yanına yaklaştığımda eğilip yanağımı öptü. Atının gözleriyle olan siyah opal taşı gözlerinin benzerliği kalbimi ısıttı. "Hoş geldin eşsizim." "Hoş buldum yaşam çizgim." "Nasılsın?" derken elleri doğru durmayıp saçlarımla oynadı. Yanına geldiğimin saniyesinde temasa başladı. "Seni gördüm daha iyi oldum." dediğimde ağzından onaylayan mırıltılar çıktı. "Temas bağımlısı olabilir misin sen?" "Hayır. Yaşam bağımlısıyım ben. Yaşam Yargı Yargıcı bağımlısıyım." Bu oldukça hoşuma giderken bende onun çillerinde gezdirdim parmak uçlarımı. Çok hoşuma gidiyordu. Bu adam komple benim hoşuma gidiyordu. İkimiz de aynı anda iç çekince gülümsedik. Gerginliğim bir kuş olup kanatlarını kalbimden dışarı açıp süzülüp gitmişti. O vardı çünkü, o yanımdaydı.
|
0% |