@1scintilla
|
Ellerimi kahverengi atının yelelerinde gezdirdim. "Bana bu güzelliğin adını söylemedin hiç?" dedim soru tonlamasıyla. Arat eğilip atının başının üzerini öptü. Aralarındaki bağ çok hoşuma gitti. "Bu güzelliğin adı Cherry. Ay ışığının yansımasında ona yeniden bak isterim." "Bu gözlere daha iyi bir isim olmazdı. Kızım adına bayıldım." dedim hâlâ sevmeye devam ederken. Cherry kendi diliyle bana teşekkür ederken, Arat onun kızıl kahve tüylerinden bahsetti. Ona doğal saç rengimin kahvenin açık bir tonu olduğunu söylesem bir gün görebilir miydi? Bu ihtimal oldukça düşük olduğu için susmaya karar verdim. Kedi gibi koklaşmamız ve enerji takviyemiz bittiğinde anlaşmış gibi aynı anda atlarımızı hareket ettirip şatonun yolunu tuttuk. "İnsan buraya bir iki gaz lambası falan koymaz mı ya niye yol bu kadar karanlık?" Söylene söylene gitmem Arat'ın yüzünde haylaz bir ifade oluşturdu. "Gece görüşün iyi değil mi?" derken sesi eğlenir çıkıyordu. "İyi de yine de karanlık beni bir tık ürkütüyor." "Mahvederim ben o karanlığı, o kim oluyormuş da benim sevgilimi ürkütüyormuş." Sanırım sesim bir çocuğun şikâyeti gibi çıktığından beni ağır dalgaya alıyordu. Bu yaptığı ayıptı. Günahtı. Ona gözlerimi devirdiğimde neşeli bir kahkaha attı. O gülünce otomatik olarak ben de gülümsedim. Mutluyduk. Mutluydum. Kendimi hiç bu kadar dolu dolu hissetmemiştim. Layal'in karanlık şatosundan içeri girdiğimizde bölünen grupları konuşuyorlardı. Profesör bizimle değildi ama bizim ekibi de ayırmamıştı. Arat, ben, Boğa, Sofya, Şeref, Pera ve Owen bir gruptuk. Herkese bakışı normal olan Arat, Owen’ın adını duyunca hiç hoşlanmamıştı. Neyse ki o bizimleydi, Veronika bizim gruba gelse sanırım başıma ağrılar girerdi. Eh bu noktada Arat'la empati kurabiliyordum, en azından üzerine farklı salgılar döken ya da kuş mıçmasına neden olan Owen değildi diyerek kendimi biraz da olsa teselli ettim. Profesör itiraz istemeyen bir tonda diğer grubu da okudu ve yeniden haritanın üzerinden geçtik. Her gruba ikişer tane harita vermişti, olası bir durumda eğer ayrılmak zorunda kalırsak haritaları paylaşıp birbirimizi daha kolay bulmak adına. Çığlık atamaz, ışık yakamaz ve yerimizi belli edecek herhangi bir harekette bulunamazdık. Buraya da yakışan bir sözümüz vardı; sü uyur, düşman uyumaz. Herkesin çantası boynundan asılıydı. Hatta biri bileğine bile dolamıştı. Kaybolmaması önemliydi ve kendince böyle tedbir almıştı. Başka bir çocuğun gömleğinin düğmelerinin arasına bağladığını bile görmüştüm. "Size güveniyorum çocuklar. Unutmayın göreve çıkıyorsunuz, birbirinizle takışıp konudan çıkmayın. Temkinli olun, etrafı boşlamayın. Evet matruşka bebek önemli ama siz de önemlisiniz. Hepinizi tek parça bir şekilde yeniden karşımda göreceğim." dedikten sonra masanın üzerinde olan minik şişelerden hepimizin bir tane almasını istedi. "Bunlar koruma tozu. Tehlike anında üzerinize saçarsanız sizi korur ve zaman kazandırır. Ama süresi uzun değil. Korumanın kalktığını anlarsınız zaten. Şişe iki kullanımlık hepsini tek seferde tüketmeyin. Doğru zamanda tükettiğinizden emin olun." Hepimiz ördek ve yavruları misali şişemizi almak için sıraya geçtik. "Her gruba bir sorumlu lider belirliyorum. Lider iki oy hakkına sahiptir. Arada kaldığınız konularda oylama yapıp ona göre karar verin. Liderin sezgilerine güvenin." dedikten sonra masanın üzerinden aldığı iki tane bilekliğin birini Arat'a diğerini ise karşı gruptaki kızın koluna taktı. Bu durumda liderimiz Arat oluyordu. Boğa sırıtırken, Owen gözlerini devirdi. "En önemli ipucunu bulup yaklaşan bu bilekliğin ortasına bassın. Bu yeniden bir araya gelmemize neden olacak." Hepimize yeniden göz attıktan sonra "Dikkatli olun. Artık hazırız, çıkalım." dedi ve şatodan ayrıldık. Her grup gideceği yoldan döndü ve gözden kayboldu. "Yeni ve güzel bir maceraya yelken açıyoruz dostlarım. Nasıl hissediyorsunuz?" diyen Boğa'ya, Pera'dan cevap geldi. "Senin bu aşırı neşeni gereksiz buluyoruz. Göreve gidiyoruz parka değil!" "Kızım sen de çok agresifsin ya. Sal biraz rahatla. Göreve gidiyoruz diye sopa yutmuş gibi mi duralım. Eğlence düşmanı." "Ben senin kızın değilim ve eğlenmiyorum." "Anladık anladık. Daha yola çıkmadan burnumdan getireceksin." Pera'nın tepkisi sakince durmaktı. Sanki Boğa'yı delirttikten sonra rahatlamış gibiydi. Ayağına dokunur gibi yapıp hafifçe beyaz yılanının başını sevdi. Çünkü yılan, ona yükselen Boğa'ya doğru kafasını kaldırmış arıyordu. Boğa yapma koçum, bu hikâyede tıslanan sen olursun. Pera'nın eteklerinde dolanan beyaz yılanı görmüyormuş gibi yapıp derhal onların arasından çıktım ve Arat'ın yanına gittim. Görmezden gelince belki fark edilmezdim, bir ümit işte. Atlar bile sessizdi şu an. Ayrıca ben bu yılanı konuşurken duymamıştım hiç, yoksa yılanca bilmiyor muydum? Arat yanına gittiğimde yandan hafifçe gülümsedi. Atın eyerini tuttuğum elimi kavradı ve bileğimin içini öptü. Kısa bir süreliğine zaman durdu, bileğime sevginin bambaşka bir tohumu ekildi, yüzümde güller açtı. Sevmek basit değildi, ama bazen sevgiyi minik şeylerle gösterebiliyorduk, hissettiriyorduk. Ben Arat Zemheri'yi çok seviyordum. Dudaklarımı kımıldatarak seni seviyorum dedim. Arat buna yoğunlaşırken biraz geride kalmıştı. "Of bir de duyulmadığını sanıyor, yandı buralar." diyen kişi Pera'ydı. Duygu durumumuzu anlaması hiç hoş değildi. Ama bu umurumda da değildi. Ona minik bir dil çıkarıp önüme döndüğümde Sofya'nın kıkırtısını işittim. "Sen biraz fazla gerginsin Peracığım, rahatla." dediğinde sesindeki imzayı anlamıştım. Gecenin serinliğini Pera'nın ruhuna indirip onu dinginleştirecekti. Harika bir yetenekti, hava durumunu ve doğa olaylarını insan bedeninde canlandırmak. Sonrasında ise çantasından çıkardığı büyük bir salkım üzümü ısıra ısıra yoluna devam etti. Sofya da üzüm bağımlısı olabilirdi çünkü bu elinde ilk görüşüm değildi. Ayrıca bu havada üzümü nereden bulduğu belli bile değildi. Yaklaşık iki saattir ilerliyorduk. Bir saatin sonunda ise Kepez'den çıkarken bedenimde yoğun bir dalgalanma hissettim. Arat sınırların korunduğunu ve görünmez bir kalkan oluşturduklarını söyledi. Dün gece gerginlikten uyuyamayan benim ise esnemekten ağzım yırtılacaktı. Karaka'nın üzerine yatıp kendimi salasım vardı ama bu mümkün değildi. Gece iyice çöktüğünde keskin rüzgârın çıkardığı uğultu kulaklarıma dolup bedenimi geriyordu. Korku filmi fon müziği olarak kullanılabilirdi şayet arkadan gelen başka hayvan sesleri de vardı. Dört saati at üzerinde geçirdiğimiz yolun sık ağaçlı bir ormana denk gelmesiyle sonlandırdık. Biraz dinlenip öyle devam edecektik. Atlar da yorulmuştu. Karaka'dan inip biraz yürüdüm. Bacaklarımın açılması gerekirdi. Etraftaki çalılar gecenin koyu renginde simsiyah gözüküyordu. Gelene kadar geyik muhabbeti yapmaktan sıkılan tayfa sessizce ağaç diplerine oturdular. Hatta Boğa ve Şeref direkt yatmıştı toprağa. "Bir araya toplanmayalım. Grup grup ayrılalım. Bir pürüz çıkarsa hepimiz anında enselenmeyelim isterseniz." Liderimiz konuşmuştu. Owen, Arat'ın kolundaki basit bilekliğe saçma bir bakış atıp ayrıldı. İkili grup oluşturulunca o tek kalmıştı ve bu durum kötü hissetmeme neden oldu. En azından ona biraz daha yakın oturabilirdik. Arat'ın elini tutup çekiştirdiğimde "Ne? Neden oraya gidiyoruz?" "Yapma ama sayın lider! Tek bırakacak değilsin. Bizde bir söz vardır; sürüden ayrılanı kurt kapar." dediğimde memnuniyetsiz bakışları yüzümde dolandı ama ciddiydim. "Ya ben bayılıyorum sizin sözlere yenge. Şöyle üç beş daha sal da gülelim." deyip hakır hakır gülmeye başlayan Boğa insanına, Şeref Şerefli tarafından ufak bir darbe indirildi. "Sen bizim atalarımızın sözüyle dalga mı geçiyorsun lan?" "Abi ne vuruyorsun gülüyoruz şurada ya?" "Bak atalarımın bununla ilgili de mükemmel bir sözü vardır." "Nedir abi?" "Aç da götüne gül at kafası." Şerefin söylediği şeye koca bir kahkaha atmaya başladığım an elimle ağzımı kapattım. Sessiz oluyorduk Yargı! Asıl sen de aç da götüne gül yani. "Gerçekten gitmek zorunda olduğumuza emin misin?" Arat kulağıma doğru yaklaşıp bir şansını denemişti. "Sorumlu lider sensin. Tercih senin?" "Vicdanıma oynuyorsun şu an. Pes yani. Tamam araya biraz mesafe koyar göz hapsine alırım." Abartılı bir şekilde gözlerimi devirdim. "Adam azılı bir suçlu değil Arat Zemheri! Bizim gurubumuzda ve bizden biri. Lütfen biraz nazik ol." "Naziklik benim göbek adım." "Evet ama bir tek bana." "Sana tabii. Bu dallamalara nazik olacak halimiz yok. Anında bokunu çıkartır tepeme koyarlar." Söylediği şeye gülerken, o hâlâ söylenmeye devam ediyordu. Yeterli mesafede durup Owen’ı karşımıza alacak şekilde ağacın dibine oturdum. Arat ise havayı karayı uçan kuşa kadar incelemekle meşguldü. Owen bulduğu bir odun parçasını küçük bir çakıyla inceltip mızrak sapı gibi bir şeyler yapmaya çalışıyordu. Sanırım sadece vakit öldürüyordu. Diğerleriyle de arasının neden limoni olduğunu anlamamıştım. Sofya kesesinden bir salkım daha üzüm çıkarıp havaya tuttuğu salkımı dişleriyle yakalamaya çalışıyordu. Sanırım eğleniyor gözüküyordu. Pera yılanını beslemekle meşguldü. Toprağa elimi dokunup duruşunu düzelttiğimde ise bir şey hissettim. Tekrar dokundum hatta iyice yokladım. Toprak beni sarmıyordu. Ama buram buram huzursuzluk yayıyordu tüm damarlarıma. Ben bir şey arıyormuş gibi yapınca Owen’ının da dikkatini çekmiştim. "Neler oluyor?" "Hiç. Bir şey deniyorum." Elindeki az önce incelttiği çubuğu aldım ve toprağı kazmaya başladım. Belki dibinde aynı etkiyi görmezdim. Kazdım, kazdım, kazdım. Elimi gömecek kadar bir derinlik elde ettiğimde üzerini kapatıp biraz bekledim. Saniyeler içinde, içimde kara bulutlar dolanmaya başladı. Ruhum daraldı, kötü hissettim. Dünyada hiç neşeyi tatmamış kadar kötü hissettim hatta. Etrafta Arat'ı arayan gözlerim ona karşıda denk gelmişti. Kaşlarını çatıp yanıma en hızlı bir şekilde geldi. "Sevgilim? Ne oldu?" Normalde sevgilim lafı kalbimi karıncalandırır damağıma hoş bir tat bırakırdı. Ama öyle olmadı, kötü hissetmeye devam ediyordum. "Arat normal değil." "Normal olmayan ne güzelim?" "Aldığım hissiyat. Önceden böyle değildi. Sarıp sarmalanmam lazımdı. Hiç böyle hissetmedim. Çok kötü hissediyorum kendimi. Huzursuzluk iliklerime kadar işledi." "Hemen mi oldu bu?" Eğilip benimle birlikte toprağa dokundu, baktı inceledi ama benim gibi zaten hissedemezdi. "Hemen oldu. Dokunur dokunmaz. Yanlış mı anladım diye kontrol ettim derini kazıp." "Toprakla ilgili yeteneğin mi var?" diyen Owen’a bakışlarımla cevap vermiştim. "Bu bir işaret olabilir." dedi Arat. "Ters giden bir şeyler mi var? Belki sana mesaj veriyordur. Daha önce toprağın böyle şeyler yaptığını duymadım ama herkesin gücü kendiyle özelleşiyor." diyerek düşüncelerini ifade etti Owen. "İçine yayılan huzursuzluk tehlikenin sinyallerini veriyor olabilir. Temkinli olalım. Etrafı arayalım." Biz ayaklanınca diğerleri de ayaklandı. Arat çevreyi kolaçan edelim deyince bölünmüştük. Burada beklememe önerisi sunmuştum ama eğer bir şey varsa ilerlemeden çözmemiz gerektiğini söyledi. Daha açık bir alanda kıstırılmak istemezdik. Herkes silahını eline alınca içimdeki korku bir tık daha büyüdü. Eğitimde değil gerçek hayattaydık. Kılıcımı deri kınından çıkarırken çıkan sürtünme sesi bile tüylerimi ürperti. Gözlerimizi dört açıp kontrole devam ediyorduk. Korkutucu duran çalılıklar uğultulu rüzgârın etkisiyle sallanıyordu. Sonra bir şey fark ettim. Çalıların arasında parlayan bir şey. Sanki oda kılıç gibi keskin duruyordu. Burada birileri mi vardı? Yavaşça yaklaşıp daha yakından incelemek isterken bu hamleden vazgeçip Arat'a seslendim. Gelmeden önce bin beş yüz defa tembihlediği ve tamam dediğim şeyi ilk aşamada yapmazsam bozulabilirdi. Hatta kırılabilirdi. Yolunda gitmeyen bir şey gördüğümde ona haber verecektim. Arat çalının etrafında dolandı. Sonra diğer çalıları inceledi. Sorun şuydu ki, bütün çalıların arasında kılıç gibi keskin metallerden duruyordu ve bulunduğumuz noktayı tamamen sarmış gözüküyorlardı. "Ekip, sessizce bu alandan çıkıyoruz." diyen Arat'la birlikte geriye doğru birkaç adım attım ama ayağım takılınca yere düşmem kaçınılmaz oldu. Toprağa yüz üstü kapaklanınca hissettiğim huzursuzluk yeniden bedenimi sardı. Sanki bir kaşıntı gibi kendimi tırmalamak istiyorum. Anında yerden kalkmak için hamle yapmıştım ama ayağım yapışmış gibi hareket etmedi. Yeniden çektim, çektim, çabaladım ama gelmedi. "Arat." diye sessiz bir yakarış gibi fısıldadığımda kılıcını havaya kaldırdı ve ayağımın takıldığı şeyi tek darbede kesti. Kılıcın havada çıkardığı sesten sonrasını tedirgin bir bekleyiş sarmıştı. Ayağımı kendime çekip kurtardığımda çalılık bir anda büyüyerek üzerime doğru geldi ve anlık olarak çığlık atmış bulundum. Bu, bu neydi böyle? En başından tuhaf ve ürkütücü bulduğum şey bir çalılık değildi. Sanıyorum ki korkunç bir canavardı ve çığlığımın sesine hepsi uyandı. Daha da kötü bir şey vardı. Onlarda çığlık atmaya başladı. Ortam bir anda mahşer yerine döndü ve ben neye uğradığımı şaşırdım. Topraktan aldığım huzursuzluğun sebebi buydu. Beni uyarıyordu ama ne yazık ki bunu hemen anlamadım. Sırtı tüylü, önü çıplak, kolları olmayan değişik yaratığın kafasında kocaman bir boynuz vardı ve şu an onu bana doğru çevirmiş üzerime koşuyordu. Yüzünün tam ortasında koca bir gözden başka bir şey yoktu. O göz de bizi yemek ister gibi löp löp açılıp, kapak gibi kapanıyordu. Kendine gel Yargı. Tutukluğu bırak. Yaklaştığında tam kılıcını kaldırdım ki çalının boynuzu Arat tarafından kırıldı. Bu onun daha çok böğürerek ağlamasına sebep oldu. Bu noktada basit bir kulak tıkacı inanılmaz işe yarardı. YAZARDAN Yargı etrafa kısaca göz gezdirdiğinde herkesin boynuzlu çalılarla savaştığını gördü. Pera'ya yaklaşmak isteyen bir tanesini yılanı ondan önce davranıp bir güzel ısırmıştı. Ayrıca o yılan ne büyüktü öyle. Hep kıvrımlı gördüğünden idrak edememiş olmalıydı. Neticede ona dokunmayan yılan bin yaşasın diye düşünürdü! Sofya önüne gelen yaratığı bakışlarıyla sakinleştiriyor hatta uyutuyordu. Savaşmasına gerek bile yoktu. Arat tek başına hem kendi çalısını hem de Yargı'nın önüne çıkan çalıların hepsini büyük bir kıvraklıkla yaralıyordu. Şeref ve Boğa ise birbirini kolluyordu ama aynı şey Owen için geçerli değildi. Üç tane çalılık yaratığı etrafını sarmış sanki dalga geçer gibi eğleniyordu. Yargı yeniden ona baktı ve içinden şunu geçirdi; Üzgünüm ama grubumdan bir bireyi size yem edecek değilim. Önü zaten temiz olduğundan Owen’ın arkasında duran yaratığa kılıcını tam kafasından sapladı ve gözünün çıkardığı o sesle attığı çığlık midesini bulandırmaya yetti. Arat, Yargı'nın oraya gittiğini anlayınca el mahkûm gelip bir de Owen’a yardım etti. Sayıca onlardan fazla oldukları için hâlâ bitmemişlerdi. Sanki bir bilgisayar oyununun içine sıkışıp kalmış ve olacakları bekliyorlardı. Bu bölümü geçtiklerinde ne olacaktı? Sıradaki bölümde başlarına neler gelecekti? İşte bu büyük bir merak konusuydu.
|
0% |