Yeni Üyelik
68.
Bölüm

68. Bölüm

@1scintilla

Tüm gücünü kullanıp elindeki kılıcı büyütmeye odaklandı. Kılıca kendi kadar köpek de yakındı ve kılıç büyürse o da zarar görecekti. Yargı'ya seslenmesi bencillik olurdu çünkü Arat'ın başında bir değil iki köpek vardı.

Yine de Yargı onu gördü ve hançerini köpeğin boynuna sapladı.

Babasının disiplin ve nezaket kuralları eşliğinde hukuk kavramlarını tek tek öğrettiği kızı şimdi köpek başlı yaratıkları bıçaklıyordu. Babam bu evrede olsa kurallarını biraz esnetirdi diye düşündü.

Köpek Owen’ın üzerine tüm ağırlığıyla düşünce kanları ağzına doldu. Sanırım kusması şu an için en az şok edici şeydi. Arkada duran iki itbarak yeniden ulumaya başladılar. Arat ile göz göze gelen Yargı bunun bir çağrı olduğu gerçeğiyle yüzleşti. Arat yeniden derin bir nefes verip elindeki bıçaktan muştayı köpeğin gözlerine savurdu.

Diğer taraftan Arsel'in elinde bir mısır eksikti zira kendisinin sinemaya gelmiş gibi bir hâli vardı. Grubun hâlâ güçten düşmemesine şaşırmış bir zevkle izlemeye devam etti. Köpeğin yaptığı çağrıyı duyunca bu durum daha da hoşnut kalmasını sağladı.

Sofya ve Şeref de kendi payına düşeni haklayıp soluklandılar. Lider köpek Arat'ın yanında olduğundan biraz zorlanmıştı ama o da üstesinden geldi. Sonunda bütün köpek adamlar yerde yatıyordu.

Çağrının sonucunu beklemeyip buradan derhal gidebilirlerdi ama Arsel ve saz arkadaşları başlarına tünemek üzereydiler. Leş bekleyen akbaba ifadesiyle gülen suratına bir yumruk sallamak istedi Arat.

"Ne oldu güzellik yoruldun mu? İstersen sana rahatlatıcı bir masaj yapabilirim." Arsel bu sözleri Arat'a bakıp dalga geçmek için söylüyordu.

"Bende zamanında seni köpekbalıklarının midesinde rahatlatmadığıma o kadar pişmanım ki!"

"Su üzerinde hakimiyet kuran tek kişi sen değilsin ya? Nasıl kurtuldum oradan hiç merak ettin mi? Balıklarına bedel ödeyerek! Şimdi bu bedelin karşılığını alma zamanı!" diye bağırmaya başladığında uçarak geldiği kanatlı hayvanı kızıp ağzından ateşler çıkartmaya başladı.

Owen kustuğu yerden kalkıp "Umarım bu canavara kızarmış tavuk olmam." diye mırıldandı.

"Sen tavuk değilsin." diye yanıtladı Şeref onu.

"Tavuk değilim ama çok güzel butlarım var." diyerek iç çekti Owen. Şu an bunun sırası mıydı diye düşündü ama Çaktırmadan yere eğilen Arat'ı görünce bu düşünceyi hemen kovaladı. Dikkatleri üstüne çekmeye çalışıp başarılı oldular ve Arat amacına ulaştı.

Yere düşen köpek adamın yanına eğilip iki parmağıyla birden kanını sıyırdı ve gözlerini kapatıp sanki yeni bir göz çizer gibi üzerine bastırdı. Onun bilinmeyen bir diğer özelliği ise kan manipülasyonuydu. Hayvanlar ve yaratıkların akan sıcak kanlarını göz kapağına ikinci bir göz gibi çizip zihinlerini bir süreliğine ele geçiriyordu. Onların gözünden yaşadığı ve yaşamakta olacağı şeyler hakkında bilgi ediniyordu ve şu an gördükleri hiç iç açıcı şeyler değildi.

Lider itbarak'ın verdiği çağrı olgun köpeklere gitmişti. Boyları üç metreye yakın bir köpek adam sürüsü onlara doğru geliyordu. Bu iyi değildi. Hiç iyi değildi. Bu savaştan zarar almadan çıkamazlardı.

Arat gözlerini kısacık bir süre için kapatıp açtığında ekibiyle göz göze geldi. Yolunda gitmeyen o şeyi anladılar. Arat koşarak Yargı'ya sarıldı ve kulağına birkaç şey fısıldadıktan sonra havada süzülen birkaç buluttan elektrik alıp şimşeği onlara doğru çekmek için plan yaptı.

Bu sırada Yargı şok halini atlatıp göz yaşları akmaması için uğraştı. Nasıl olurda onları bırakıp kaçabilirdi?

Yaşam Yargı Yargıcı

Arat'ın kulağıma fısıldadığı şey ve gözlerime baktığı kararlı bakışlarına verecek cevabım yoktu. Bunu yapmazsak yenilebilirdik. Onları yalnız bırakmazdım ama şu durumda başka çarem yoktu.

Kanatlarımı açıp göğe doğru uçtuğumda Arat belli belirsiz kafasını salladı. Yeniden aldığım cesaretle daha hızlı kanat çırptım. Giderken Sofya'nın şaşkın bakışları onları terk ediyorum gibiydi. Pera uyanık olsaydı duygularımın rengini anlar belki açıklardı.

Evet şu an kazanıyoruz gibi gözüküyordu ama sonuç böyle olmayacaktı. Yakın gelecekte bizi daha zorlu şeyler bekliyordu. Owen gittiğimi görünce bana sadece gülümsedi. Onun için kalbimin en derinlerinden en iyisi olsun diye dua ettim. Karşılık bulacağı bir kalbin peşinden gitmesi beni çok sevindirirdi.

Gitmeden Arat'ın elime tutuşturduğu haritadan diğerlerinin yerine baktım ama harita öyle karmaşık duruyordu ki çıkaramadım.

İlk yaptığım şey en güvenli alana geçip toprakla temas kurmak oldu. İyi ki o ruhsuz adam alev püskürten kanatlı yaratığını peşimden göndermedi. Yoksa bir de onunla uğraşmak zorunda kalacaktım.

Yavaşça yere süzüldüğümde iki elimi birden toprağa bastırdım. Önce kendi stresimi atıp nötr bir duyguya erişmeye çalıştım çünkü kalp çarpıntım kulağıma kadar geliyordu.

Daha buraya geleli ne kadar zaman olmuştu ki böylesi bir sorumluluk omuzlarıma yüklenmişti? Bazen yapmak istediğim tek şey; dizlerimi kendime çekip yastığıma sarılarak ağlama isteğimdi.

Toprak beni biraz daha yatıştırdığında elimin üzerini okşuyor gibi hareketlerini hâlâ hissediyordum. Ahtapotun dokunaçları gibi pürüzsüzce sarıyordu bedenimi. Toprak duy beni. Sana ihtiyacım var. Kanatlarımdan gelen güçlere dayanarak az önce müttefik olduğum kargalara ulaşmak istiyorum. Köklerinin sana bağlı olduğu dalların birindeyse lütfen bu mesajımı ilet.

Toprak elimin altında hafifçe kıpırdandı ve sanki bir yılan gibi kıvrılarak verdiğim komutu yapmaya gitti. Bir ağacın üzerine çıkmış sessizce onları beklerken duyduğum gaklamalar sonunda endişemi kesti.

Sürekli zihinlerinde konuştukları için beynimde inanılmaz bir uğultu ve baş ağrısı oluştu.

"Lütfen sessiz olun!" diye bağırdığımda ise pür dikkat beni izlediler. Çevredeki ağaçlara konumlanmış ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. "Sizi duyduğum için hep birlikte konuşmanız karmaşaya sebep oluyor."

Aralarından bir sözcü belirlediler ve bana doğru uçtu.

Size nasıl yardım edebiliriz efendim?

"Öncelikle lütfen bana efendim deme."

Soyumuzun ileri gelenlerinden olduğunuz sürece bu mümkün değil.

"Kanatlarımın olması sizin soyunuzdan geldiğimi göstermez!"

Tabii ki gösterir. Yalnızca şanslı birkaç insan bizim bir araya gelerek oluşturduğumuz bir büyüyü böylesine bir heybetle taşıyabilir.

"Tamam olan oldu merakımı sonraya taşıyacağım. Arkadaşlarımın başı dertte onların yanına destek olarak gitmenizi istiyorum. Ben de o sırada başka çözümler bulacağım."

Elbette efendim.

“Tamam size onun kokusunu bulmanız için bir şeyler vereyim.”

Buna hiç gerek yok çünkü gördüğümüzü ve duyduğumuzu bir şeyi bir daha unutmayız.

"Tamam, harika! Acele edin o zaman."

Onları gönderdikten sonra haritayı yeniden denedim ama olmadı. Öyle çaresizdim ki belki telefon gibi çekmiyordur diye düşünüp sürekli yer değiştirdim ama fayda etmedi. Son olarak aklıma yine topraktan yardım istemek oldu.

Denemekten ne çıkar diyerek haritayı toprağa gömdüm ve bana diğerlerini bulacağım bir işaret vermesini istedim. O an için en mantıklısı buydu ve haritayı geri aldığımda artık Layal'in taş ile çentik atılmış yerde olduğunu biliyordum.

En mantıklı cevabım ise bir çeşit engelleyici büyü yapmış olmalarıydı.

İşaretli yere doğru uçmaya başladığımda en azından kargaları gönderdim diye mutluydum ve umarım çok geç olmadan dönerdim.

Aradan biraz zaman geçtikten sonra gökyüzünde uçarak onları ararken, ağaçların yanından hızla bir şeyin geçtiğini fark ettim. Bu hız beni bile sersemletmişti. Biraz daha alçalınca daha net bir görüş açısı yakaladım.

Bunlar bizim ekibimizdi. Aradığım kişileri sonunda bulmuştum. İçime yeniden dolan umutla onların hızına yetişmek için daha hızlı uçtum. Arada duraksıyor bir şeyler içiyor ve yeniden bir böcek kadar hızlı hareket ediyorlardı. Hızlanma iksiri diye bir şey var mıydı?

Saniyeleri sayarak duraksadığı anı kolladım ve tam önlerine bir iniş yaptım. Profesör Layal kafasını kaldırdığında gözünün önünde şapka olmasına rağmen bana baktığı anladım. Tam o anda kendimden ve ondan hiç beklenmeyecek o şeyi yaptık. Sarıldık. "Ah! Profesör neler oldu inanamazsınız?"

"Yargı? Güzel çocuğum çağrıyı alır almaz ekibi toplayıp geldim. Tedirginliğinden anlıyorum ki kötü şeyler oldu. Sen neden yalnızsın?"

Daha cevap veremeden grubun içinden bir ses "Yoksa Arat'a bir şey mi oldu?" diye endişeyle sordu. Veronika’nın sorusu şu an umursamam gereken en son şeydi. Ayrıca kalbimizin önüne geçemiyorduk ve tıpkı Owen’a yaptığım gibi ona da sağduyulu yaklaşmam gerekiyordu.

"Önce çalı yaratıkları yani sizin de deyiminizle boynuz bacaklar tarafından saldırıya uğradık. Sonra bir karga grubuyla savaştık fakat şu an bizden yanalar." deyip kanatlarımı gelişi güzel salladım. Buraya kadar normaldi çünkü onları biraz inceleyen benzer şeylerle uğraştığını anlardı. Ayrıca çoğu kanatlarımı bilmediği için bu hengamenin arasında bile şok olarak bakıyordu. Tüm aceleciliğimle anlatmaya devam ettim.

"Sonra ise ruh bataklığına denk geldik. Boğa oraya düştü ruhu bedeninden ayrıldı?"

"Ne?"

"Nasıl?"

"Yüce Tanrım!"

"Ne demek ruhu bedeninden ayrıldı? Bir kaybımız mı var?" Layal bunu eline kalbine götürerek söyledi ve ses tonu derin bir üzüntünün içinde yüzüyor gibiydi. Biraz olsun umut vermek istedim. "Tam açıklayamayacağım durumlar da oldu fakat en kötüsü karşımıza çıkan itbarak sürüsüydü. Boğa'dan sonra Pera da bayıldı ve kendine gelemediği için sayımız azaldı. Dahası sadece dört kişiyken yetişkin bir grup daha olaya karışmaya geliyor. Ben ise oradan destek bulmak için ayrıldım. Şimdi durumu biliyorsunuz endişe edecek vaktimiz yok derhal gitmeliyiz!"

Layal derin bir nefes aldıktan sonra "Pera baygın mı? Onları soylarından doğduklarına pişman edeceğim." dedi yemin eder gibi. Sonra yeniden iksiri dökmeye koyuldu.

 

Loading...
0%