@1scintilla
|
"Durun ben havadan size eşlik ederim. İksir bir de bana bölünmesin." dedikten sonra yeniden yükseldim ve olabildiğimiz en hızlı şekilde onları bıraktığım yere geri döndüm. Havadan yumuşak bir iniş yaparken gözlerim bulmak istediği kişiyi arıyordu. Burası korkunç bir mahşer alanı gibiydi ve Arat'ı elleri zincirli ve gözleri bağlı bir şekilde gördüğüm an tüm vücudum buz tutup kan beynime sıçradı. Kargalarla uğraşan köpeklerin yanı sıra bizimkiler son güçlerini kullanıyor gibi görünüyordu. Yaşam çizgimin etrafını saran dört tane köpek adamın dikkatini nasıl dağıtabilirdim? Grubun diğer üyeleri her birine bir tane denk gelecek şekilde savaşıyordu. Bana yardım edecek kimse yoktu. "Arat!" Sesim bir fısıltıdan ibaretken dehşet saçan gözlerime bakamadı ama rüzgâr fısıltımı benden alıp ona çoktan götürmüş gibi kulaklarını dikti. "Yaşam’ım... Geldin. İyi misin?" "Değilim, değilim. Sen böyleyken nasıl iyi olurum." Daha fazla beklemenin anlamı yoktu. Çantamda kalan iksirleri döktükten sonra en yakındaki köpeğin boynundan kılıcımı geçirip etkisiz hale getirdim fakat diğer üçü bana yöneldi. Birine hançerimi fırlatıp diğerine tekme attım. Ayakkabımın altındaki bıçak karnını yardı ve ayağımı ondan zor kurtardım. Yine de bu iş zorlayıcıydı. Düştüğüm yerden yumruğumu toprağa vurup onunla yeniden iletişime geçtim. Toprak çatla ve düşmanı bizden uzak tut! O sırada yer koca bir çatlak şeklinde yarıldı ve küçük bir deprem etkisi verdi. Layal ondan beklenmeyecek derecede korkutucu güçlü bir sesle "Çocuklarım sakın gözlerime bakmayın." dedi ve gözlerinin önünü kapatan şapkasını tek hamlede çıkarıp havaya attı. O an öyle bir parlaklık gözümüzü aldı ki sanki güneş geceyi yarıp yeryüzüne indi. Gözlerimi hemen Layal'in sırtından alıp Arat'ın yanına koştum. "Kimse benim vezirlerime savaş açamaz! Hele ki sizin gibi aşağılık ne olduğu belli olmayan karanlığın aciz çocukları asla." Layal'in sesi aynı anda beş kişi konuşuyor ve büyük bir karmaşaya ait gibi çıkıp ruhumuza korku tohumları ekiyordu. Şayet düşmanım olsa daha farklı hissederdim. Profesörün gözünden çıkan kör edici ışık etrafı çığlıklarla doldurdu. Onlar çığlık atarken Layal bununla içine enerji çekip şişiyor gibi göründü. Gözü köpeklerin üzerinde olmasına rağmen, sımsıkı kapalı gözleriyle oradan uzaklaşmaya çalışan Arsel'i tıpkı elinden ağ atar gibi olduğu yere yapıştırdı. "Aptal yeni yetme." diye söylendiğini ise çoğumuz duyduk. İtbaraklar çığlık attıkça attı. Acı çekici inleyişleri kulağımıza dolarken asla Layal'e bakmadık. Çünkü şu an anlıyordum ki Layal'in gözlerini kapatma nedeni karşısındakini öldürecek kadar acı vermesiydi. Dahası acı verdikçe güçleniyor ve içindeki o güç asla tükenmiyordu. Bu savaşın sonunu vezirlerden sorumlu baş eğitmen Profesör Layal getirdi. Çığlık ve bağırış sesleri tüm ormanı titreterek göğü inletene kadar devam etti. En sonunda orada bulunan bütün itbarakların ruhu bedeninden ayrılarak birleşti ve koca bir ışık topu oldu. Profesörün gözleri bir mıknatıs gibi anında bu ışığı emdi ve ortamda sağır edici bir sessizlik oluştu. Layal tek parmağını hareket ettirerek fırlatıp attığı şapkayı yeniden gözlerini kapatarak taktı ve nihayet bize önünü döndü. "Siz benim vezirlerimsiniz. Buna yeltenecek her ırk aklını kaçırmış olmalı." Vezir olduğumuzu duyan herkesin ruhu bedeninden ayrıldığı için bunu apaçık bir şekilde konuşuyordu. Arat'ın gözlerini açmıştım ama zinciri ne yazık ki çözemedim. Layal hepimizi kontrol ederken çaresiz bakışlarımla karşılaştı ve yanımıza geldi. Orta parmağını hızla salladı ve tırnağının ucundan keskin bir bıçak çıktı. Bıçakla Arat'ın bileğindeki zincirleri tek bir darbeyle dağıttı. Arat bileklerini ovuşturarak başını bir defa aşağı eğdi. "Teşekkürler Profesör." Layal bu hiç önemli bir şey değil gibi arkasını dönüp koşarak Pera'nın yanına gitti. "Pera, güzel kızım." Bunu öyle iç burkan bir sesle söylemişti ki canım acıdı. Onun yardımcısıydı, ona en yakın olan kişiydi. Belki manevi kızı olarak görüyor olabilirdi. Ayrıca bir baygınlık ne kadar uzun sürerdi bilmiyorum ama yolunda gitmeyen bir şeyler olduğuna eminim. Parmaklarım Arat'ın bilekleri üzerinde gezerken ruhumun şifasını ona aktırdığımı hayal ettim. Masaj yapar gibi rahatlattıktan bir süre sonra kırmızı izler silindi ve yerini pürüzsüz bir tene bıraktı. Yanağıma değen dudakları bir süre orada soluklandıktan sonra minik bir öpücük bırakıp çekildi. "Teşekkür ederim eşsizim. Sen olmasan başaramazdık." "Burada bile değildim Arat. Başımda müthiş bir ağrı var neler yaşadık böyle." "Eğer o kargaları göndermeseydin bu kadar dayanamazdık çünkü önce beni etkisiz hâle getirdiler. Şimşek oluşturup birkaçını devirdikten sonra bunu engelleyici büyü yapıp elimi ve gözümü kapattılar. Diğer üçünün bir yere kadar şansı olabilirdi." Tane tane açıkladıktan sonra kollarının arasına aldı bedenimi. Portakal çiçeği kokusunu solumak için derin bir nefes aldım. "Vezir grubuna şimdi hoş geldin Yaşam Yargı Yargıcı." Kısık ses tonu tüylerimi ürpertti. Yere çökmüş Layal'in yanına giderken elimi tuttu. Manevi boyutu benim boyumu aşan bu hareket içime yeniden güzel hisler doldurdu. Her yanımız yara bere içindeydi. Büyük bir savaştan çıkmıştık ama sonunda yine el ele kalabildik. Tam olarak şimdi anladım vezirlerin neden saklanmak istediklerini, neler yaşadıklarını ve bu grupta bulunmanın zor olan bedellerini... Elleri aslında Pera'nın beyaz yılanının üzerinde duran ama diğerlerinin havada gördüğü Profesör, yılandan bir şeyler öğrenmeye çalışıyordu. En sonunda başını kaldırdı ve yanağına süzülen bir damla yaşı gördüm. Sadece bir saat içinde hayatımız ne şekilde değişebilirdi? Ölebilirdik, bazılarımız yeniden bazılarımız ilk defa. Ölüm fikri evrenin neresinde olursan ol korkutucu geliyordu. Pera'nın başında ağlayan Layal ve dört bir yana dağılmış üzüntüyle buraya bakan diğer vezirler. Biz kazanmıştık. Öyleyse neden kaybetmiş gibi davranıyorlardı. Pera'ya bir şey olmamıştı, böyle hissetmiyordum. Boğa'nın da ruhunu son anda kurtarmıştık. Peki neyi kaybetmiştik? Gözlerim sorar gibi Arat'a baktığımda bu kez içimi rahatlatan bir bakışla karşılaşamadım. Kimse konuşmuyordu ayrıca. Bu sessizliği hiç sevmemiştim, bu ölüm sessizlini... "Profesör şimdi ne olacak?" diye sormaya cesaret eden kişi bendim. Layal derin bir nefes aldı ve Pera'nın dudaklarına yaklaştı. Sanki suni teneffüs yapar gibi nefesini Pera'nın dudaklarından içeri yolladı. Bu işlemi üç kere tamamladıktan sonra Pera'nın göğsü derin bir nefes alır gibi havalandı ve yeniden toprak zeminle buluştu. Layal'in göz yaşlarının daha izi bile kurumamışken omzunun üzerinden geride kalan tüm vezirlere döndü ve "Ruhu yaralanmış. İyileşmesi biraz zaman alacak gibi gözüküyor." dedi. Ses tonu çok üzgündü. Buradaki herkesin gözleri hüzünlü bakıyordu. Ben mi anlamıyordum? Bana herkes iyileşecek gibi geliyordu ve kalbimde derin bir üzüntü yoktu. Başka bir özellik falan mıydı bu? "Ruhu yaralanmış da ne demek? Pera sadece şoktan bayıldı. Öyle olmadı mı? Arat, Sofya bir şey söylesenize?" "Ruh yaralanması bayılmanın çok ötesinde bir boyut güzelim. Burada Yaşayanlar'ın dünyasında olduğu gibi sıradan hastalıklar yok demiştim. Ruhunun baş edemeyeceği bir acıyla karşı karşıya kaldığında yaşıyorsun bunu. Herkesin acı eşiği farklıdır. Acının boyutuna göre ruh zamanla yarasını sarar ya da o şekilde devam eder." Arat'ın söyledikleri kulağımdan giriyor ama beynime doğru ulaşıyor muydu? Demek bu evrende manevi olarak değil ciddi boyutta ruhun yaralanıyordu ve ne zaman iyileşeceğini o seçiyordu. "Bir dakika ya da o şekilde devam eder derken ne demek istiyorsun?" "Şunu demek istiyor; ruhu bir daha iyileşmek istemezse bu şekilde kalacak. Bedenen aramızda ama ruhen değil." Layal'in güçsüz sesi yutkunmamı zorlaştırdı. Yani ruh yara aldığında iyileşmeyi reddederse bir daha hiç aramızda olmayabilirdi. "Peki biz onu buradan iyileştiremez miyiz? Hadi ama nerede olduğumuza bir bakın? Neler yaşadık? Her şeye çözümünüz var ama buna mı yok?" İsyanla dolu sesim oldukça gür çıktığı için tüm bakışlar bana döndü. "Bu sandığın gibi bir şey değil bayan mükemmel!" Veronika’nın alay dolu sesi bile daha fazla sinir edemezdi beni. Pera bir daha uyanmayabilir deniliyordu. Bu doğru olamazdı. Bu kadar büyülü bir ortamda çare bulamadıkları şey bu olamazdı. "Bazı şeylerin bir çaresi yoktur. Ruh yaralanması da kişinin içinde yaşadığı bir durum olduğu için yalnızca içinde halledebilir bu meseleyi ve Boğa'nın ruhunun bedeninden ayrıldığını gördüğü için halletmek istemeyeceğine eminim." Bu kadar acımasız olmak zorunda değildi. Çaresi olmayan o bazı şeylerden bahsederken gözleri Arat ile benim üzerimde dolaşmış ve ona üzülmüştüm. Ama bu arkadaşım hakkında bu şekilde konuşabileceği anlamına gelmiyordu. Ne ara Arat'ın elini bıraktım ve Veronika’ya doğru uçtum bilmiyorum. Onu ağaca yasladıktan sonra son derece sakin ama korkutucu bir sesle "Biri hakkında güzel dileklerde bulunmayacaksan ağzını kapalı tutmayı dene." dedim. "Gerçekçi olmaya çalışıyorum. Senin gibi Pollyanna'cılık oynamıyorum." "Attığını düşündüğün kalbin gerçekten sevdiklerinle sınansaydı gerçekçi düşüncelerinin ağzından çıkmaması gerektiğini anlardın. O yeniden aramıza katılacak. Bunun için ne gerekiyorsa yapmaya hazırım." Arkadan onaylayan mırıltılar gelmişti ama bu çok cılızdı bu şekilde olmamalıydı. Bu kadar umutsuz devam edemezdik. Bu mesele için yoğun bir araştırma yapıp kafa yoracaktım. "Tamam peki, Boğa için ne yapacağız?" "Ruhu çoktan bedeninden ayrılmış birine ne yapmamızı bekliyorsun Yargı Yargıcı?" Layal artık ayaktaydı. Kafasını bana doğru çevirmiş ve bir şeyleri tartar gibi davranıyordu. "Hayır ruhunu bu taşın içine hapsettim. Tamamen kaybolmadı ve yapılacak bir şey mutlaka olmalı." "Üzüntünü anlıyorum fakat bir ruhu bir taşın içerisinden çıkartamam. Olmaması gereken yerde olan bir ruhla oynamanın ne derece tehlikeli olduğunu bilmiyorsun! Bunu yapmak iyi bir fikir değildi. Anlaman için tane tane söylüyorum Boğa artık sadece bir kabuk ve ruhunu yeniden bir taştan arındırıp bedenine sokamam." Beynim uğuldarken Profesörün güçsüz sesi kulağımda çınladı. Duyduklarımla beraber yaşadığım şok dalgaları tüm bedenimi esir aldı. Boğa artık sadece bir kabuk. Olmaması gereken yerde olan bir ruh... Ruhu taşın içinden çıkartamam... Tüm bunlar duyduğum anlama mı geliyordu? Titreyen bedenim miydi yoksa ruhum mu anlam veremedim ama midem ağzımdan çıkacak derecede gerilmiş, korkmuş ve tedirgin olmuştum. Bir ağacın dibine koşup midemdekileri kusarken gördüğüm ıslak küçük ağaç dalları tüm dengemi alt üst etti. Midemden çıkan ağaç dallarıyla birlikte zihnimde oluşan tek ses Boğa artık sadece bir kabuk oldu.
|
0% |