Yeni Üyelik
70.
Bölüm

70. Bölüm

@1scintilla

Bölüm 23. Taştan Kalp

 

 

 

Her dil gönlün perdesidir. Perde kımıldadı mı sırlara ulaşılır.

 

 

 

Mevlâna

Yaşadığım acının buhranını eve geri dönünce daha çok hissettim, dahası buradaki tek kan bağım olan ablamın kolları arasında. Hayatım tam olarak ne zaman rayından çıktı hatırlamıyordum lakin tek temennim o raya bir an önce geri oturmasıydı. Biraz önce duyduğum şey ise bunun kolay kolay olmayacağını bana hatırlattı çünkü şahın ağzından çıkan şey; bir taşı bir kalbe gömmekti.

 

 

Profesör Layal

Bu görevin tehlikeli olacağını biliyordum. Bu yüzden kendine ve yeteneklerine en güvendiğim çocuklarımı alıp gruplara böldüm. Maalesef ki vezir olmak kolay değildi. Tüm vezirlerle ilgilenen ve onlardan sorumlu bir eğitmen olmak da öyle.

Yıllarım burada geçti, öyle çok şey gördüm ki tamam dedim daha üstü sanırım olamaz. Ama insanoğlu her defasında beni şaşırtmayı başardı. Şimdilerde şaşırdığım şey ise grubuma dahil olmuş yeni bir vezir, bazıları gibi gizlenmek istemesi ve güçlerinin yoğunluğu.

Kehaneti yalnızca gruplardan sorumlu eğitmenler biliyordu. Sanırım zamanı gelmiş ve kehanetteki o kişi ortaya çıkmıştı. Öyle güzel ve kırılgan duruyordu ki bu bana gençlik zamanlarımı anımsattı. Henüz toydu, aşkı yeni tadıyordu, bildiği çoğu şey yerle bir olmuş ve dünyasının altı üstüne dönmüştü.

Yargı Yargıcı bize yeni bir umut olacaktı ve bundan şimdilik haberi yoktu. Bizzat şahımız ve Toba Ana'nın bildirisiydi bu. Özel bir görüşme yapmıştık. Kehanete göre araftan gelecek önemli kişi Yargı'ydı, özellikleri uyuyordu. Güçleri çok hızlı yükleniyordu.

Arat bu evrende onun koruyucu meleği olmuştu ve sanırım yeri gelirse bizden bile korurdu. Eğitmenlere bile kısıtlı şeyler söylemesi konusunda tembih ettiğine eminim. Ama ben onlar için elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışan Profesörleriydim. Bu yüzden elimden geldiğince yakın takipte olmaya çalışıyorum.

Olağan durumlar dışında şahlar kadar çok görev almazdık. Az tehlikeli görev atlatmasak da bu seferki bir başkaydı. Grupları buna göre dikkate alıp ayırmıştım.

Hepsinin çantasına gerekli iksirleri koyup bir yere kadar koruma büyülerini yaptım ama yeterli olmadı. Bu sefer karşı tarafında planı başkaydı. Bir cahilin intikamı uğruna aptalca şeyler yaşayamazdık.

Çağrıyı aldığımda içime doğan kötü his beni asla rahat bırakmadı. Hemen diğer grubu buldum ve olduğum en son hızla olay yerine gittim. Arat'ın zekasına güvenirdim, bunu bizzat deneyimleme şansım olmuştu. Keza şahımız da Arat'a çok güvenirdi. Nedeninden tam emin olamasam da onunla arasında farklı bir bağ olduğunu biliyordum.

Yargı'yı gördüğümde gözlerindeki endişeden kötü şeyler olduğu kabak gibi ortadaydı ama kazanırdım, hep kazanırdık. Gözlerimi açığa çıkarmam onlar için yeterliydi fakat hesaba katmadığım olaylar olmuştu.

Pera bayıldı demişlerdi.

Benim kızım bir ağacın gölgesinde gözlerini kapatmış uyuyordu. Gözlerimdeki özel gücü kullanıp biri hariç hepsinin sonunu getirince onun yanına anca koşabilmiştim. Beyaz kaygan tenli yılanını okşadım ve öğrenmem gereken her şeyi öğrendim. Bir anne olmak tek bir çocuğunun olması değildi, her vezirim benim için son derece önemliydi. Ama Pera, benim canım, kanım, varlığımın en güzel armağanıydı.

Onu bu hayata çekmek bazen korkunç hissettiriyordu. Yine de doğru yolu bulması ve karanlığa çekilmemesi için her şeyi yapıyordum, her şeyi. O benimdi. O benim gençlik zamanım, sevinçlerim, üzüntülerim, hatalarım bu hayatta karşılaştığım her şeydi.

İçimin nasıl kor gibi yandığını dışarıdan gören biri asla anlayamazdı. Kızımın ruhu yaralanmıştı. Aşk uğruna, sevdiği uğruna...

Ne yazık ki birini gerçekten tüm kalbinle sevince neler olabileceğini biliyordum.

Tıpkı Pera'nın babasını sevdiğim gibi. Bir zamanlar cahil ve tecrübesiz Layal'in yaşadığı hiçbir şeyi yaşamasın diye onu çok mu baskılamıştım? Ben nasıl bir anneydim? Tüm vezirleri çocuğu gibi gören bir eğitmen kendi öz kızının kalbindeki aşkı nasıl olur da tanımazdı.

Ona hiç mi alan sunmamıştım da bana tek kelime bile etmemişti.

Yargı arkamda çırpınırken kimseyi duymak istemedim. Onun ruhu için elbette elimden geleni yapacaktım. Pera benim gözümün nuruydu. Kalpsiz bir anne olmak istememiştim, kızını kendi düştüğü hatalara yöneltmemeye çalışan bir anne olmak istedim. Bunu da elime yüzüme bulaştırdım.

Benim Pera'mın kalbi bir erkek için üzülmüş, canı ne denli acımışsa bu üzüntüyü kaldıramayıp ruhunu yaralamıştı. Bundan daha üzücü olan şey ise benim bunun bir zerresini bile anlamamış olmamdı. Sormamış olmamdı. Lanet olsun! Kızım benim çektiğim sancıları çekmesin diye sadece öğüt vermek miydi bana yakışan? Sadece kaybetme noktasına mı gelince anlamalıydık?

Affet anneciğim. Affet benim güzel bebeğim. Seni anlamadığım, gördüğümü sanıp görmediğim için özür dilerim. Annem lütfen kendine gel. Lütfen bana hata yapma payı bırak Pera. Bırak ki bir şeyleri düzeltebileyim. Sana gerçek sırlarımı açabileyim. Yavrum, gözümün nuru, kalbimin hediyesi lütfen ruhunu iyileştir.

Sana söz, onun da iyileşmesi için her şeyi yapacağım.

Defalarca aynı şeyleri düşünüp tekrar ettikten sonra kızımın ellerini bırakıp alnına bir öpücük koydum. Beyaz yılanı yeniden sevdim. Ona Kristal adını verdiği gün aklıma gelince hafifçe gülümsedim. Yılanlarımızı özel bir büyüyle koruyordum. Zihnini, görüntüsünü, anlaşılmasını...

Yargı Yargıcı hariç. Onun gördüğünü anında fark etmiştim. Ama bundan kimseye bahsetmediğini de biliyordum. Zuri onunla yaptığı konuşmayı bana anlatmıştı. Mamba ile yaptığımız konuşma da dün gibi aklımdaydı.

Şimdi silkelenip kendime gelme zamanımdı. Burada daha fazla duramazdım.

Yargı yapabileceği en muhteşem şeyi yapıp olayları kontrol altına alabilmiş dahası bu bilgisizliğine rağmen harika çözümler üretmişti.

Boğa'nın ruhunu topraktan çıkardığı bir taşa hapsederek belki de onun hayatını kurtarmıştı. Ama bu büyü öyle karışık ve zordu ki dahası bunun olup olmayacağından emin değilken kimseyi umutlandıramazdım. Eski tarih kitaplarında okuduğum ve zihnimin kıyalarına dolan mucizelerin içinde olan bir bilgiydi bu.

Şimdi sırada bu aptal kurukafadan matruşka bebeğin içinden çaldığı taşı alıp işimize bakmak vardı. Bir an önce bu lanetli Alpagut bölgesinden ayrılmak istiyordum. Dahası onunla karşılaşmamak...

Yaşam Yargı Yargıcı

Layal bir hışımla Arsel'in yanına gittiğinde kendine gelmiş ve toparlanmış duruyordu. Üstünden yayılan buram buram güç sanırım herkes tarafından fark ediliyordu.

"Sana bakmamı ister misin, çocuk?" Çocuk kısmını öyle aşağılayıcı bir şekilde söylemişti ki şaşırdım.

Arsel yaptığı kötülüklere rağmen yiğitliğe bok sürdürmemeye çalışıyor olsa gerek, sessiz kaldı. "Aldığın taşı derhal veriyorsun. Yoksa bu sefil hayatının senin için sonuna gelmiş bulunuruz."

"Kendinden çok eminsin." dedi Arsel alaylı bir ses tonuyla.

"Bir fare gibi köşeye sıkışmış biri olarak fazla iddialı laflar bunlar. Şimdi beni kemirmeye çalışmayı bırak ve taş nerede onu söyle? Yoksa çağırdığın başkaları da mı var ölüme göndermek istediğin?"

"Beni zaten öldüreceksin neden söyleyeyim?"

"Seni öldürmek isteseydim gözlerime bakmayın diye çocuklarıma verdiğim uyarıyı duymanı sağlamazdım! Tıpkı diğerlerinin duymasını sağlamadığım gibi."

Arsel bu sözden sonra yutkundu. Sanırım durum değerlendirmesi yapıyordu.

"İntikam almak ve hayatını mahvetmek için fazla gençsin. Sana bir şans sunuyorum. Taşın yerini söyle ve git."

Arsel sanki her şeyin sorumlusu benmişim gibi öfkeyle bana baktı. Onu küçük düşüren ben değildim. Karşısına çıkan ben değildim. Beni sudan bir kürenin içine hapseden oydu. Aklına düşen bir kehanetten yanlış çıkarım yaptığını bizzat Toba Ana ona söylemişti ve bazı güçlerinin kaybolması bir nevi benim yüzümden olmuştu. Hayatta herkesin seçimleri ve özgür iradesi vardı. Bunu kötüye kullanması ve karanlık yola sapıp kötülükle iş birliği kurarak güçlerini yeniden kazanması onun seçimiydi.

Sanırım Arat onun gözlerinin daha fazla üzerimde durmasını istemeyip ufak bir elektrikle çarptı. Gözleri bir daha bana değmedi. Arsel elini kaldırdı ve yukarı doğru uzattı. Yanlış bir harekette bulunursa Layal onun son hamlesini çok güzel karşılardı.

Arat kulağıma hafifçe "Çağırma büyüsü." diye fısıldadığında aydınlanmış oldum. O kadar çok şey yaşıyorduk ki henüz temel eğitimleri tamamlayamamıştım bile.

Arsel elinde tuttuğu küçük matruşka bebeği Layal'e uzatmadan önce "Sözünde dur vezirlerin başı." dedi. Bu bilgi ile giderse neler olabileceğini kaba taslak hesap ettim ve bizi yakın gelecekte yeni karışık durumlar bekliyor olabilirdi. Fakat Layal de aynı şeyleri muhtemelen düşünmüştü.

Taş doğru taştı çünkü elimde tuttuğum satranç taşının diğer eşi olan at ısınmaya başladı ve neredeyse elimi yakacaktı. Çaktırmadan cebime koydum. Daha sonra ona verirdim çünkü bu taş da çok önemliydi.

Layal arkada duran dağınık topluluğa baktı ve içlerinden bir kızla bakışları kesişti. Kız yanına gittiğinde ne yapması gerektiğini biliyor gibi direkt Arsel'in önüne geçti. Arsel zaten Profesörün büyüsü ile yere yapıştığı için beklemekten başka bir şey yapamıyordu.

Kız onun elini avucunun içine aldığında gülümsüyordu. Sonra hiç ummadığım bir şeyi yaparak Arsel'in dudağını öptü. Bununla birlikte gözlerimi irice açarak onlara bakarken arkadan bir yerden bir homurdanma sesi duydum.

Kız yeniden çekildiğinde Arsel afalladı. "Ne oluyor? Ne yapıyorsunuz öyle? Bırakacaktınız ve gidecektim. Tacize uğramak seçenekler arasında yoktu." Sanırım bu konuda haklıydı ama neler olacağını onun gibi ben de merak ediyordum. Kız gülümsemesini hiç kaybetmeden gözlerine bakmaya başladı. Beş saniye sonra ikisinin de gözleri parlamaya ve renk değiştirmeye başladı.

Arat yeniden kulağıma doğru eğildi. "Anika, zihin kontrolü yapabiliyor ama bunun için öncesinde bir paylaşım yapmak zorunda. Duygusal olarak dokunursa olaylar daha sağlıklı ilerliyor." Başımı sallayarak onayladığımı belirttim.

Gözlerinde parlayan ışık ona ne gibi sonuçlar doğururdu bilmiyordum ama bundan sonrası umarım herkes için daha iyi olurdu.

Arsel'in gözleri kendiliğinden kapandığında Layal büyüsünü bozdu ve o düşmeden yakaladıktan sonra nazikçe yere bıraktı. Sonra bize dönüp buruk bir ifadeyle "Son yaşadığı şeyleri hatırlamayacak ve düştüğü boşluğu bilmeyecek. Kendi yolunu yeniden ve onun için en iyi seçenekle bulmasını umalım. Görev bitti vezirlerim eve dönüyoruz!"

Nihayet o karanlık ve uzun yolu aşıp yatakhaneye döndüğümüzde psikolojik olarak bitik durumdaydık. Açtık, yorgun ve uykusuzduk. Buna rağmen önce üçüzlerin daha sonra da Feris'in yanına uğramak istedim. Bu sürece ruh eşim de benimle eşlik edecekti.

Çantamızda aperatif bir şeyler vardı ama onlarla karın doyurmak istemedik. Şöyle sıcak bir makarna istiyordu canım. Bol salçalı ve yanında turşu ve yoğurduyla. Babam makarnayı çok sağlıklı bulmadığını iddia ettiği için evde gönül rahatlığı ile yiyemezdik. Bu da bizi daha çok kamçılar ve yeme isteği doğururdu.

Yine de bu kadar çeşitli yemeğin içinde makarna vizyonumla mutluydum. Arat beni aşağıda beklerken koşar adımlarımla üst kata kendi koridorumuza girdim ve 333 numaralı odamıza ulaştım.

Kapıyı açtığımda üçüzler uykudan yeni uyanmış bir şekilde karşımdalardı. Pırıl pervasızca esnerken Işıl çoktan kollarıma atladı. "Yargı! Dönmene çok sevindim nasılsın? Neler yaşadın hemen anlat?"

"Bence önce unuttuysa diye banyonun yolunu bir hatırlatalım ve saçında geçen şeyin böcek olmadığını umalım." Pırıl havayı koklayarak konuştuğunda utanarak banyoya koştum. Onun özel gücü kokuları çok yoğun almaktı ve saçımın başımın pisliği için onun adına üzüldüm. Giderken de Çağıl'ı geri yatırmalarını söylemiştim. Aldığım cevap ise 'kıyafetlerimi kirli sepeti yerine direkt çöpe atmam gerektiği oldu'. Üstelik tam bunu yapmak üzereyken. Adi Çağıl gözlerini dikip beni incelemezdi umarım. Ayrıca Arat'ı da aşağı indiğimde ağaç olmuş şeklinde bulmak istemezdim.

Son hızla duşumu alıp bornozumla birlikte dışarı çıktım. Bir yandan Işıl'ın tüm sorularına cevap veriyor, diğer yandan giyeceğim kıyafetleri arıyordum. Kabaca yaşadığım şeyleri anlatırken Çağıl bile hayretler içinde kalıp daha dikkatli dinlemeye başladı.

"Kızlar son olarak Boğa'nın ruhu bedeninden ayrıldı ve ben onu bir taşın içine hapsettim."

"NE?"

"Nasıl?"

"Şimdi nerede?"

"Profesör onunla ilgileniyor. Pek umut dolu konuşmadı ama umarım bir yolu vardır. Ayrıca beyaz güzellik yani Pera onu o halde görünce baygınlık geçirdi sandık. Meğer ruhu yaralanmış."

"Şaka yapıyor ol."

"O kızı severdim."

"Bir erkek uğruna olması ne acı. Ruh yaralanması bile basit bir olay değilken bedenden ayrılan bir ruh hakkında neler yapılabilir bilmiyorum." dedi Çağıl. Sesi üzgün çıkmıyordu ama gözleri farklı bakıyordu.

Işıl ise ellerini birbirine bağlayıp "Onlar için enerji ritüeli yaparız. Bizim elimizden gelen tek şey de bu olur." dedi.

"Sen sanırım burada kalmayacaksın?" diyen Pırıl anlattıklarımdan sonra uykusu açılmış bir vaziyette beni izliyordu.

"Aşağıda bekleyen bir yıldırım kümesi görüyorum. Tabii ki kalmayacak." diyen Çağıl göz bandını takarak kendini yatağa attı. Kızlarda onun yatağında oturduğu için şanslıydım.

"Hayır, Feris'in yanına gitmek istiyorum. Önce sizleri görmeye gelmiştim. Hey kızlar, sizi çok özledim ve iyi ki varsınız." Gülerek üçünü aynı anda kucaklamaya çalıştım. Bu sadece iki saniye sürdü çünkü Çağıl bu gösteri için üçüncü saniye bile dayanamazdı.

Havadan onlara öpücük atarken odadan hızla çıktım ve yaşam çizgimi daha fazla bekletmek istemedim. Aşağı indiğimde Arat bir ağacın dalında oturmuş bekliyordu. Beni görünce zıplayarak yanıma geldi.

Yanığımı öptükten sonra elini omzuma koydu ve kale yatakhanesine doğru yürümeye başladık. Arada eğilip saçlarımdan derin bir nefes çekiyordu. "Tüh bu teklifi ben yaparım demiştim, kaçırdım." dedi muzip bir sesle.

"Nasıl bir teklifmiş o?"

"Lif koleksiyonumu gösterme teklifi." dediğinde sabahın bu sessizliğinde sesli bir kahkaha attım.

"Üzgünüm gerçekten geç kaldın. Ama karnımı doyurmak için bir teklif yapabilirsin."

"Hmm." diye hoşnut bir mırıltı çıkardığında düzeltme ihtiyacı duydum.

"Mutfağın yerini göstererek mesela." dediğimde bu kez o güldü.

"Tüh. Tam daha iyi bir teklifim olmak üzereydi." dediğinde kıkırdadım ve yatakhanenin içine girdik. Arat burada kullanılan ortak bir mutfak olduğundan bahsetmişti. Sanırım fil grubunda da vardı fakat kızlar odaya stok yaptığı için bu zamana kadar buna gerek duymamıştık.

"Ne yemek istersin güzelim?"

"Makarna, yoğurt, turşu." Söylerken hâlâ ağzım ekşiyordu, mutlaka yemem lazımdı. Arat bu söylediğimi hiç garipsemeden bir tencere çıkarmaya koyuldu.

Bende dolapları açıp kapatarak turşu kavanozu arıyordum. Dahası o tarz bir şeyde olmasını umdum. Ağzıma takılan bir çocuk şarkısı ise Arat'ı güldürmeye yetti. Bu deliliklerime alışmalıydı.

Her şeyi hazırladıktan sonra sıcak makarnaları bir güzel midemize indirip doyduk. Hayatımda hiç bu kadar rahatladığımı hatırlamıyordum. Birazdan ablamın kolları arasına girip uyuduğumda tüm günlerin yorgunluğunu atmayı umdum.

Arat beni 916 numaralı odanın önüne getirdiğinde vedalaşmak için sarıldım. Kollarımı boynuna doladığımda dudaklarım boynundaki boşluğa tutundu. Portakal çiçeğinin o hafif kokusu hâlâ tenindeydi. Belimdeki elleri beni rahatlatmak ister gibi gezinirken “Ablanın yerinde olmak için neler verirdim.” dedi muzip bir tonlamayla.

“Ablamın yerinde olmak da nereden çıktı Arat Zemheri?” Şaşkın tonlamamla biraz geriye çekilip yüzüne baktığımda ise gülümsemesi büyüdü.

“Şimdi o kollarını bir ahtapot gibi dolayacak sana. Sonra saçlarının muhteşem kokusunu soluyacak. Teninin yumuşaklığını hissedecek.”

“Ee tüm bunları şu an sende yapıyorsun.”

“Ama sabaha hatta öğlene ve sen uyanana kadar değil. Üstelik gözlerimi açtığımda gördüğüm yüz seninki bile olmayacak.” Muhteşem bir aktörmüş gibi yaptığı rol yeteneği beni gülümsetti.

“Seninle de uyurum bir gün belki üzülme.”

“Belki diyorsun?”

“Evet, belki diyorum.”

“Anlaşıldı bana bu gece kalan belki ihtimaline tutunup yastığıma sarılarak yatmak olacak.” dediğinde yüksek sesle gülmemek için elimle ağzımı kapattım. Bu şirin davranışlar beni bir gün öldürecekti. Yanaklarını sıkmama ramak kalmıştı gerçekten.

“Ağlayarak günlüğüne de yazacak mısın?”

“Hayır yazmayacağım. Bu acıyı günlüğümün bile tatmasını istemem.”

Yeniden ona güldüğümde dudaklarımdan hızlı bir öpücük koparıp geriye çekildi. Bir elim yanıma aldığım anahtarı kapıya takarken bir gözümle hâlâ ona bakıyordum. Elleri ceplerinde beni izlerken ne kadar güzel göründüğünden haberi var mıydı? Sanırım yoktu.

Sesimin yorgun tınısıyla “İyi geceler.” dediğimde ufak bir baş hareketiyle bunu onayladı ve sonrasında arkasını dönüp gitti.

 

 

Loading...
0%