@1scintilla
|
Bu kadar sevmenin kalbe zarar olduğunu kimse bana söylememişti. Elim kalbimin ve anahtar dövmemin üzerinde durduğunda kapıya yaslanıp soluklandım. Ne geceydi ama?
Gözlerim odayı taradığında Feris’in koca yatakta ufacık bedeniyle çapraz bir şekilde yattığını gördüm. Dudaklarım kendiliğinden kıvrılırken gözüme takılan bir diğer detay anında burnumun direğini sızlattı. Bu oda aynı zamanda Sofya ve Pera’nın odasıydı. Bir yatak benim için boşta duruyordu.
Ahşap bir dilsiz uşağın üzerinde Pera’nın fırfırlı eski çağ elbisesi ütülü ve hazır duruyordu. Bir sonraki gün için hazırlık yapıp bunu giyemeyecek olması boğazımı düğüm düğüm yaptı. Sofya daha gelmemişti ve bu oda gerçekleri duymaya henüz hazır değildi.
Duygularımı küçültmeden yaşamayı öğrenmem gerekiyordu. Önce kendi yatağıma oturdum. Derin bir nefes alıp yaşadıklarımı gözlerimde canlandırdım. O an gayet iyiydim ama zaten ben hep böyle değil miydim? Sıkıntılı süreç geçene kadar son derece sağduyulu davranıp sonrasında tüm sistemimi çökertirdim. Yastığa başımı koyup yatarken derin bir nefes daha aldım. Tüm bunlarla nasıl baş edecektim? Yaşanılan tüm evrende hayatın bu kadar zor olması koca bir şakadan mı ibaretti?
Elimi yastığın altına sürdüğümde hissettiğim yumuşacık şeyle kaşlarımı çattım. Yastığı kaldırıp baktığımda ise katlanıp kenara koyulmuş bir pijama takımıyla karşılaştım. İşte bu duygusal çöküntüme bir çentik daha attı. Feris beni bu odada yaşatıyordu ve buraya o kadar az gelmem ona büyük bir haksızlıktı.
Benim için küçük kardeşine bir hediye olarak aldığı pembe pijama takımını hemen giydim. Yumuşak dokusu giyer giymez kendimi daha iyi hissetmemi sağladı.
Henüz benden yaşça küçük duran ablamın yanına kıvrılarak yattım. Bir kenara attığı battaniyeyi ise yeniden üzerimize çektim. Oda dışarıdaki havaya nazaran çok daha sıcaktı ama annem ‘uyuyanın üzerine kar yağar’ derdi hep.
Üzeri örtülen Feris huzursuzlanarak döndü ve sonunda yüz yüze geldik. Yüzüne dökülen sarı saçlarını hafifçe kulağının arkasına doğru ittim. Onun kıvırcıkları benimkinden daha azdı. Gerçi bende mevsim geçişlerinden dolayı bir anda düz saça geçiş yapmıştım. Bunları düşününce kafam biraz daha boşaldı.
Ne kadar aptal dertlerimiz ve sorunlarımız var diye düşünmemeliydik. Bir başkasının acısını kendi acımızla kıyaslamamalıydık. Acı bizim ve onu yaşamalıydık. Ancak öyle sahiplenir, ancak öyle yeniden daha sağlam ayağa kalkabilirdik.
Acı benim acımdı, ailemden kopmuştum.
Acı benim acımdı, ailemin bir üyesini bir yabancı gibi yeniden bulmuştum.
Acı benim acımdı, değer verdiğim bir arkadaşım ruhunu yaralamıştı.
Acı benim acımdı, Boğa benimle tartışıp o bataklığa düşmüştü.
Acı bizim acımızdı Boğa ve Pera şu anda aramızda yoktu.
Ben bu acıyı ablama nasıl aktaracaktım? Huzurla uyuduğu uykunun sabahında onu nasıl karşılayacaktım?
Kapalı göz kapakları gözlerimin önüne hafifçe aralanıp yeniden kapandı. Sonra bir daha ve bir daha. Zor çıkan uykulu sesiyle “Yargı?” diye mırıldandı.
“Buradayım.”
“Dönmüşsün.”
Yüzündeki gülümsemeyi birazdan solduracağım için kendimden utandım. Yeniden kendimi sakinleştirmek için derin bir nefes aldığımda kollarını bana doladı.
“Bana dönmüşsün. Nasılsın? Yaran var mı? Nasıl geçti görev?”
Artık şeffaf mavi gözleri ardına kadar açılmış ve bir su birikintisi gibi dalgalanıyordu. Yutkundum ve yeniden derin bir nefes aldım.
“Nasıl hissediyorsun?”
“Abla...”
“Söyle şirin çayım bir şey mi oldu? Yaralandın mı? O Arat seni bir şifacıya götürmedi mi? Kafasını koparacağım ve bir yudum suda boğacağım onu.”
“Abla,”
“Bebeğim? Böyle abla demeni nasıl seviyorum bilsen.”
Beni kollarının arasında daha sıkı sardığında hafif kalkıp göğsüne doğru yatırdı başımı. Minicik kolları acılarımı içine çeken bir sünger gibi güvende hissettim. Kafasını oynatmasından vücudumda bir hasar aradığını anladım.
“Abla.”
Bu sefer konuştuğumda hiçbir cevap vermedi ve beni bölmedi. Neler olacağını bekliyordu sadece. Kolay geçmediğini sesimin tınısından anlamıştı çoktan.
“Abla ben çok korktum. Abla ben çok korkuyorum.” deyip hıçkırarak ağlamaya başlamam saniyelerimi aldı. Odada kimse olmadı için istediğim kadar bağırabilirdim.
“Ben buraya geliş amacımı bilmiyorum. Bu evrenin içinde kaybolmaktan korkuyorum. İnsanlara bağlanmaktan korkarken hangi ara bu seviyeye geldim bilmiyorum. Yalnızlığımı dolduran herkesle aramda oluşturduğum o bağ bugün benim boğazıma dolandı. Bugün benden bir şeyler beklenildi. Güç, peşinde kocaman bir sorumluluğu getiriyor. Ya doğru anda doğru şeyleri yapamazsam ve sevdiklerim zarar görürse?”
“Bebeğim ağlamak seni güçsüz görmemi sağlamıyor, kimsenin sağlamaz. Biz hâlâ insanız, ölüp yeniden canlansak bile. Herkes hata yapabilir. Kimse seni tek başına ateşlerle çevrili bir sorumluluğun ortasına atmıyor.”
“Ama ben öyle hissetmiyorum.”
“Nasıl hissediyorsun?”
“Biri gelip her şeyin suçlusu olduğumu haykıracak gibi hissediyorum. Yanlış şeyler yapmış olabilirim.”
“Ama o an en doğru şey o gibi geldi ve yaptın.”
“Evet.”
“O zaman kararlarının arkasında dur. O an yapılması gereken oydu ve yaptın. Başka şansın yoktu ve bir karar vermek zorundaydın.”
“Evet.”
“En kötü karar kararsızlıktan iyidir derler. Herkes korkar ve bu oldukça insansı bir duygudur. Küçükken nasıl peşinden canavar geliyor diye korkuyorsan-”
“Büyüdüm ve gerçekten peşimden canavarlar geldi.” diyerek sözünü kestiğimde birlikte kahkaha attık. Tıpkı en aptal bir anda en aptalca şeye gülüp iyi hisseden iki kardeş gibiydik. Yüreğimin üzerindeki kasvet gülüşümüzle birlikte biraz daha hafifledi.
Karanlık karanlığı doğuruyordu ama ufak bir gülümseme senin aydınlığına umut olabiliyordu. Bu kasvete kapılmayacaktım. Bu duygu insanı öldürecek kadar büyüyebilirdi.
“Tamam bu aptalca bir örnekti.”
“Evet tamamen aptalcaydı.”
“Demek ablana aptal diyorsun?”
Eli kolu doğru durmayıp beni gıdıklamaya başladığında küçücük kolların bu kadar güçlü olmasına çok şaşırdım. Ondan kurtulmaya çalışırken gözüm Pera’nın yatağının ucunda duran büyük akvaryuma takıldı. Daha doğrusu yengece. Yengeç kıskaçları açık bir şekilde akvaryumun camına yapışmış ve kımıldamadan duruyordu.
Geldiğimde de göz atmıştım ve gayet normal bir pozisyondaydı. Aklıma gelen şeyle birlikte gözlerim anında büyüdü ve “Arat!” diye uyarı boyutunda bir sesle bağırdım. Yengeç ise anında yuvarlanarak arkaya doğru düştü ve kumların arasına saklandı.
“Ne oldu Arat’a?”
“Hiç. Aklıma geldi birden.”
“Aşık mısın kızım sen?”
“Aşığım evet.” melodili bir şekilde söyleyip tekrar ettiğim sözler Feris’in keyiflenerek bakmasına neden oldu.
Arat ise akvaryumun içindeki yengeçle bağ kurarak benden haber almaya çalışıyordu. Bunu daha önce Mamba’nın dersine geç kaldığımda ağzından kaçırmıştı. Umarım hıçkırarak ağladığım sümüklü halimi anlatmamıştır. Ayrıca o da yorgundu ve dinlenmesi lazımken aklı bende kalmıştı. Yine de bu kişisel alanıma müdahale etmesini sağlamazdı. Bunun için ufak bir uyarı konuşması yapmam gerekirdi.
“Yargı, kızlar?”
İşte şimdi kaçmak istediğim ana gelmiştik. Kızlara anlatırken kabaca bahsetmiştim ve üzülmüşlerdi ama hiçbiri onların grubunda ve oda arkadaşı değildi. Üçüzlerden biri bunu yaşasa duygu durumları nasıl olurdu tahmin edebiliyordum. Şimdi aynı durum Feris’te olacaktı.
Daha fazla kaçamayacağıma göre her şeyi en baştan anlatmaya başladım. Zaten gün çoktan doğmuştu ve belli ki uyuyamayacaktık.
Yaşadığımız olayları anlattıkça ablam şekilden şekle giriyordu. Yaşı benden büyük olsa da ne yazık ki henüz bir çocuğun bedeninde olduğu için bazı hareketleri ona göre değişiyordu.
“Ee sonra ne oldu?”
“Sonra biz dinlenmek için bir bölgeye geçtik. Owen ve Pera konuşuyordu. Açıkçası biraz samimilerdi ve Boğa bundan müthiş derecede rahatsızlık duyuyordu. İkisinin de birbirinden hoşlandığı bu kadar belliyken kendilerine neden bunu yaşatıyorlar anlamıyorum.”
“Nasıl yani, Owen Pera’dan hoşlanıyor gibi mi yaptı? Ben sanmıştım ki,”
“Sandığın gayet doğru maalesef. Boğa’nın nabzını ölçmek için bir oyun tutturdu kendince işte. Sonra ne duydu bilmiyorum ya da orada daraldığı için gitmek istedi.”
“Aptal bir oyun yüzünden daha başınıza neler geldi acaba?”
“Ben de gitmesinin doğru olmadığını söyleyerek müdahalede bulundum. Oy verip kararlaştırmak istedik ama bu noktada onu engelleyen olduğum için gözüne birden düşman gibi gözüktüm ve bana yükseldi.”
“Nasıl? Sana bir saygısızlık mı yaptı?”
Bu kısmı kırparak anlatmayı seçtiğim için devam edemedim. Bir anlık sinirle söylediğini biliyordum ve sonrasında kimse Boğa’ya bunun için bir şey söyleyip üzmemeliydi. Bu sadece orada olan kişilerin arasında kalmalıydı. Umarım Boğa gerçekten aramıza dönerdi. Ya da taşa hapsettiğim ruhu huzur bulamadığı için benden intikam almaya kalkardı. Bu seçenek tüylerimi ürperttiği için gerildim.
“Yargı, Boğa sana ne dedi diyorum çatlattın insanı? Neye daldın hem, bu kadar büyük bir tartışma mı yaşadınız?”
“İşte biraz atıştık oylama oldu sonra sanki dikenli bir tel her tarafını sarıyor ve o da kurtulmak istiyor gibi hızla yanımızdan ayrıldı. Peşinden Şeref’i göndermiştik. Ayrılmamız iyi bir fikir değildi her an bir şey olabilirdi ve oldu.”
“Kız duraksamasana zilli öldüm burada meraktan ne oldu?”
“Şeref’in bağırışıyla hemen yanlarına koştuğumuzda Boğa ruh bataklığına düşmüştü.”
Feris elini ağzına kapatarak şaşkınlığını belirtti. Mavi gözleri iri iri açılmış devamını bekliyor ama bu kez sormaya korkuyordu. Derin bir nefes alıp kendimce güç topladım ve devam ettim.
“Ona yardım etmeyi denedik ama neredeyse çenesine kadar batmıştı. Çevresindeki uğultulu kahkaha bataklıktan geliyordu. Ben ruhlarla dolu bir yer beklemiştim meğer ruhunu senden alan bir bataklık olduğu için adı öyleymiş. Boğa’nın ruhu parlak bir ışık topu olarak bedeninden ayrıldı ve göğe doğru yükseldi.”
Feris bu sözlerimden sonra kelimenin tam anlamıyla donmuştu. Sanırım nefesini de tutmuştu. Kendine gelmesi için biraz süre tanıdım fakat aynı şekilde gözünü bile kırpmadan bakıyordu.
|
0% |