Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm

@1scintilla

“Öyle bir şey imkânsız. Çünkü sadece kendi grubundan birine bir çekim hisseder ve aşık olursun. Şah bir piyona kapılmaz, tutku ve şehvet hissetmez. Cinsel herhangi bir çekim aralarında asla oluşmaz. Bu bir kural ya da zorunluluk değil. Gerçekten olmuyor, kendi grubundan başka birine o gözle bakamıyorsun. Hoş kendi grubundaki herkese de o gözle bakamıyorsun. Bir çekimi baktığın zaman anlarsın zaten, kaç yaşında kadınsın.”

Sözleri ilk baştaki gibi fısıltı ve gizem dolu değildi. Sonra coşkulu bir tonda “Hadi bakalım uykuya. Yarın sana göstereceğimiz bir sürü şey olacak.” dedi. Yatağımın içine girdim ve yaşadıklarımı düşünmemeye çalıştım. Bu mümkün değildi. Bütün detaylar tek tek gözlerimin önünden geçiyordu. Hava karanlığını kaybedip gece solunca beynim artık yoruldu ve gözlerim kendiliğinden kapandı.

Sabah kulağımda ninni gibi bir fısıltıyla uyandım. Gözlerimi açıp etrafa baktığımda yine evimde değildim. Acı gerçek maalesef ki üç saniye içinde beynine dolmuştu. Yine rüya değildi. Burada bulunduğum ikinci gündü ve sanırım her sabah kalkıp rüya mı gerçek mi diye sorgulayacaktım. Ta ki alışıncaya kadar. Bir insan yeni bir eve alışırdı, yeni bir koltuğa alışırdı, yeni bir okula alışırdı, ama yeni bir evrene alışır mıydı? Farklı bir boyutta olduğum bu durum hem aşırı korkunç, hem aşırı komik geliyordu. Hazel’in okuduğu ve heyecanla bana anlattığı fantastik kitapların içinde gibiydim ve o yanımda yoktu.

Gözlerimi tekrar yumduğumda kadifemsi ninni sesini tekrar duydum. Neydi kulağıma gelen bu ses? Kızlara baktığımda onlar da yeni uyanıyordu. Yataktan hafifçe doğruldum ve o sırada şeffaf ve parıltılı bir şey kanat çırparak gözümün önünden geçti. Ben tanımlayamadığım cisme bakarken Işıl durumu açıkladı.

“Onlar uyandırma perileri. Her sabah kalkmamız gereken saatte bizi uyandırırlar.”

Daha neler duyacaktım bilmiyorum. Çalar saat yerine daha kullanışlıydı en azından.

Yataktan yorulmadan sızlanmadan hareket etmek güzel bir duyguydu. Epey bir süre hastalıkla savaşmış biri olarak bunu söyleyebilirdim. İyi haber buraya hastalığımla birlikte gelmemiş olmamdı. Yataktan desteksiz kalkıyordum, nefesim hemen tükenmiyordu, lavaboya kendim gidebilirdim...

Banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım. Banyonun köşesinde duran ayaklı küvetin kenarlarında kristal taşlar duruyordu. Üzerinden buharlar süzülen küvetin yanındaki duvarda kocaman yuvarlak bir cam vardı. Dün akşam mum ışığında bunları seçmem mümkün değildi. Lavabonun içindeki uzun musluk bir yılan şeklindeydi. Önünde ise kocaman varaklı bir ayna vardı. Aynı yılan aynanın kenarlarında da sürünüyormuş gibi görünüyordu ve bu kabul etmek gerekirse baya ürkütücüydü. İşlerimi halledip daha fazla banyoyu meşgul etmek istemedim. Neticede daha kızlar vardı.

Işıl elinde benim için hazırladığı giysileri tutuyordu ve onlarda beyazdı. Korkarım ki kızlar üzerindeki renkten başka bir renk giymiyordu. Beyaz hafif bol v yaka tişört ve yine beyaz kenarı yırtmaçlı diz altı bir etek vermişti. Sanırım çamaşırım bu etek için uygun değil diye düşünürken eteğin altından bir de paketli iç çamaşırı çıktı. Işıl gerçekten düşünceli bir insandı. Yeni bir evrende hiç eşyam olmadan gözlerimi açtığım için, minnet duygumun önüne geçemiyordum.

“Teşekkür ederim.” dedim gülümseyerek. O ise “Lafı bile olmaz. Birazdan kostümcü gelir zaten.” deyip banyoya girdi.

“Kostümcü mü?” diye kendi kendime sorarken kapının altından bir kart atıldı. Merakla karta bakarken kart birden havandı. Kostümcü birazdan burada olacak. Lütfen odadan ayrılmayınız diye konuştuktan sonra bir ucundan yanarak kül oldu. Ben şaşkın gözlerle önümde uçuşan yanmış kâğıt parçasına bakarken, diğer kızlar beni düz bir ifadeyle izliyordu.

“Bu da neydi? Kostümcü de kim?”

“Birazdan görürsün.” dedi Pırıl ellerini kollarına kavuşturarak. Bugün üzerinde başka bir gri elbise vardı. Çağılda ise başka bir siyah elbise. Işıl banyodan çıktıktan sonra kızlar sırayla girerken odanın kapısı tıklandı. İçeriye giren kadının gözleri hemen odayı tarayıp beni buldu.

“Aa işte buradasın. Yaşamayanlar’a hoş geldin şekerim. Ben Kostümcü, burada gördüğün herkesi giydiren kişi. Şimdi senin ölçülerini alacağım. Çok kısa sürecek hareket etme lütfen.” dedi kısa turuncu saçları tam ortada buluşup yukarı dikilmiş kadın. Saçının bir balta gibi olduğundan haberi var mıydı?

“Memnun oldum ben de Yargı.” diye mırıldandım tanımlanamayan bir madde gibi kadına bakarken, o ise ellerini iki kez birbirine vurdu. Yanında getirdiği minik çantanın ağzı açıldı ve havaya yılan gibi bir şey süzüldü. İrkilerek küçük bir çığlık atıp geriye kaçınca, kızlar beni eğlenerek seyretmeye başladılar. Havada süzülen şey yılan değil bir mezuraydı. Önce belime dolandı ve gerçek bir yılanmış gibi paniklemiştim.

“Sakin olur musun artık şekerim? O seni yiyemez Yargıcığım. Tamam mı? Harika, devam edelim.” dedi hiçbir cevap vermememe rağmen. Yılan mezura her yerimi tek tek ölçtükten sonra kıvrılıp küçülerek bir kalem haline geldi ve tuhaf saçlı kadının elindeki kâğıda not almaya başladı.

“Sağ ol şekerim bana hiç zorluk çıkarmadın. Kıyafetlerin en kısa zamanda dolabında olur. Ah bu arada sevmediğin bir renk var mı?”

Bana sorduğunu üç saniye kadar geç idrak ettim. “Sanırım cırtlak renkleri ve tüylü, pullu, payetli şeyleri sevmiyorum. Sadelikten yanayım.” dediğimde kalem büyük bir özenle dediğim her şeyi deftere geçirdi.

“İşte bu kadar. Şimdi bir de gözlerime dikkatle bak. Biraz daha ve tamamdır. Seni tanıdığıma memnun oldum, hoşça kalın kızlar.” dedi ve beni asla tanımadan geldiği hızla odadan çıktı. Ben arkasından bakakalırken Işıl gelip beni giyinmem için tekrar banyoya gönderdi. Aslında her dolabın önünde bir paravan ardı ama hemen bunu denemek istemiyordum.

Kahvaltı yapmak için asma köprüden karşıya geçerken adım attığım her an köprü canı acır gibi inlemeye başladı.

Ağğğ! Iıı! Oyy oyy oy! Ağğğğğğh! Aman aman!

Bu durum karşısında olduğum yerde kaldım. “Üzerine bastığımız için canı acıyan bir köprünüz mü var?” diye hayretler içinde sordum. Işıl kolumdan destek vererek “Ah! Körpü kes şunu. Tam bir baş belası, her yeni gelene aynı şakayı yapıyor. İnanılır gibi değil.” dedi. Şaşkınca ona bakarken “Körpü mü dedin yanlış mı anladım? Harika konuşan bir köprü eksikti.” diye mırıldandım.

“Evet balım doğru duydun. K-ö-r-p-ü körpü. Buradaki adı bu. Yanılıp da yanlış söyleme çok dalga geçiyorlar. Daha konuşan nelerle karşılaşacaksın kim bilir. Dümdüz bir yer olsaydı dünyayla ne farkı kalırdı ki buranın. Daha eğlenceli en azından.” dedi oldukça eğlenen bir sesle.

Kızlarla sonunda köprüyü geçip kahvaltı yapacağımız yere geldik. Küçük bir saray yavrusu kadar büyüktü. Masalar küçük gruplar halindeydi. Arka kısımlar ince ve uzun görünüyordu sadece. Ama net bir şekilde altıya bölünmüştü. Bunu daha girişte anlıyordun. Işıl’ın dediğine göre her grup kendi bölümünde oturuyordu. Grupları belli eden de masaların üzerinde altın işleme gibi duran çizimlerdi. En köşedeki grupta şah çizimi, yanındaki grupta vezir, önündeki ikili grupta kale ve fil, en öndeki ikili grupta ise at ve piyonlar vardı.

“Ben nereye oturacağım.”

“Sen bölümün belli olana kadar bizimle oturabilirsin. Sonuçta bizim yatakhanemize geldin.” dediğinde içime bir rahatlama yayıldı. Bu kadar büyük alan demek, sayıca çok fazla insan demekti.

Kahvaltıları alacağımız yere gittiğimde şaşırmamaya çalışsam da mümkün değildi. Çünkü açık büfe gibi duran masada, her yiyeceğin başında havada duran büyük bir kaşık vardı. Pırıl ve Çağıl çoktan yemeklerini almaya geçerken ben de onları izliyordum. Işıl yanıma gelerek “Yemek istediğin şeyin önünde durup tabağını tutman yeterli balım. Kaşık sana porsiyon olarak koyacaktır. Yiyeceklerin isimleri ise kaselerinde yazıyor.” diyerek beni aydınlattı.

Şöyle bir göz attıktan sonra en güvenilir bulduğum patates kızartmasına doğru gittim. Bunu gördüğüm için bu kadar sevineceğim aklıma bile gelmezdi. Akşam yediğim küçük bir sandviçle duruyordum ve karnım inanılmaz açtı. Salam çeşitlerinin önünden geçerken duraksamadım bile henüz ne eti olduğunu bilmiyordum. Umarım yılan falan yemiyorlardır. Tabağıma biraz peynir ve yumurta aldıktan sonra çekildim. Bildiğim şeyleri yemek şu an için en mantıklısıydı. Umarım yumurta yerken yumurta tadı gelirdi. Burada hiçbir şeye emin olamıyordum.

Fillerin olduğu grup ortada, vezirlerin olduğu grubun bir önündeydi. Oturan insanları kafaları bir bir bana dönerken gerilmeden edemiyordum. Kulaktan kulağa fısıltı çoğalırken Işıl sesini yükselterek “Evet gençler aramıza yeni katılan biri var. Adı Yargı. Oda arkadaşımız. Hiç insan görmemiş gibi bakmayı ve şu fısıltı halini kesin yoksa kulaklarım kanayacak.” dedi sanki tahammül edemez gibi.

O sırada minyon bir kız yanıma gelerek “Merhaba Yaşamayanlar’a hoş geldin. Epeydir yeni birileri gelmeyince bir kısmımız heyecanlandı kusura bakma. Ben Harper. Umarım seninle iyi anlaşırız ve yine umarım buraya kolay adapte olursun. Benim çok uzun sürmüştü de.” diyerek şakıdığında karşımdaki kızın bana doğru uzattığı elini sıktım. “Memnun oldum Harper. Umarım dediğin gibi olur.”

Çağıl gözlerini devirerek “Alışma süreci gibi konuşmaları da uzun sürüyor.” dedi. Harper ona hiç takılmadan bana gülümsedi ve arkasını dönerek yürüdü. Fil grubunun olduğu masaya oturduğumuzda hâlâ bana bakan gözleri görüyordum. Çok gerilmemeye çalışarak patates kızartmasının benim bildiğim kızartma olmasına sevinerek yemeye başladım. Masada birkaç kişiyle daha tanışmıştım.

İlk günün başlangıcı hiç fena değildi. Bakalım başıma daha neler gelecekti...


Loading...
0%