@1scintilla
|
Bölüm 3. Altın Boynuzun Gizemi
Satranç tahtasında tüm denizlerdekinden daha fazla macera vardır. Pierre Mac Oarlan
Yeni geldiğim bu evrende de verilen bir eğitim olduğunu görünce sevinmiştim. Lakin eğitim benim bildiğim gibi değildi: satranç taşlarının temelinde bir okul kurmuş ve onları bölümlere ayırmışlardı. Burada yaşamaya devam edebilmem için önce hangi grubu ait olduğumu belli eden bir dövme oluşmalıydı bedenimde, atların olduğu bir gruba mı aittim yoksa bir piyon mu olacaktım? GÜÇ: Güçlü olmak, insanın kendisinden kaynaklanır. Güçlü insan, içinde bulunduğu koşullar kötüleşse, sahip olduğu imkanları yitirse bile, kendi gücüyle yeniden başlayabilen, sonuç alabilen insandır. Üçüzlerle birlikte bu tuhaf yerdeki yemekhaneyi geride bırakıp yürümeye başladık. Herkesin gözünü üzerimde hissetmek hiçbir noktada iyi bir durum değildi. Ölmeden önce (ki bir an önce kabullenme aşamasına geçmek zorundaydım) hasta ve saçlarım olmadığı için gözlerin odağı olurdum. Öldükten sonra ise yeni ve tuhaf kız olduğum için. Kim kendi için öldükten sonra terimini kullanırdı? Deliriyor muydum? Odamda yalnız kalmaktan sıkılıp beynim kendime hayali arkadaşlar mı üretmişti? Eğer öyleyse Hazel’i de buraya almak isterdim. Biz yürüyerek giderken yanımızdan birkaç at geçmişti. Sanki beynimin içinde bir uğultu hakimdi. Hâlâ bu olanların saçmalığını kaldıramayan bünyem kendine gelememişti. Önümüze çıkan koca koca binalarda hiçbir isim yazmıyor, onun yerinde hangi grubu temsil ediyorsa o taşın sembolü bulunuyordu. Devasa büyüklükte olan her üçgen binanın duvarında bir at, bir fil, bir vezir, bir kale, bir şah ve bir piyon vardı. Satranç oynarken durumu çok kişiselleştirip kendimi oyun taşı yerine mi koymuştum acaba? Binalar arasında olan boşluklarda farklı ek binalar daha vardı. Onları da bölümlerle ilgili hobi evleri olarak tanıtmıştı Işıl. Yanından geçtiğimiz bir grup erkek ıslık çalınca, zorbalığın ve laf atmanın, evrenin neresinde olursan ol olacağını anlamıştım. Işıl tek tek onların gözünün içine baktığında hepsi birden elleriyle kulaklarını tıkamış, acı çekiyormuş gibi görünüyordu. “Yürü tatlım, aptal çocuklar her yerde vardır.” Binaların hepsi yarısı siyah ve yarısı beyaz çapraz bir şekilde boyalıydı. Keza satranç taşı figürleri ise siyah kısımda beyaz, beyaz kısımda siyah şeklindeydi. Figürün çevresi ise altın yaldızlarla süslenmişti. Göz alıcı ve muhteşem gözüküyordu. Şah ve vezirlerin olduğu grubun önünden geçerken şöyle bir baktım. Sayıca azlardı ama varlardı. Hem kendini gizleyen kitleyi hiç bilmiyordum. Orada olmaları güvenli olmadığından mı gizliyorlardı. “Baksana?” diye fısıldadım Işıl’a. “Kendini gizlemelerinin özel bir anlamı var mı?” “Bazıları baskı altında olmak istemiyor. Bazıların görevleri gereği bilinmemesi gerekiyor. Bir kısmı kendini diğer insanlardan üstün göstermek istemiyor. Diğer bir kısmı ise özel büyüleri olduğu bilinsin istemiyorlar. Bunun gibi nedenler.” “Özel büyüler mi?” diye sordum ilgiyle. “Evet balım, özel büyüler. Şahı bir kral gibi düşün demiştim. Kim kralını kendiyle eşit şekildeyken seçmek ister ki? Yani bir artısı olmalı. Daha güçlü? Daha bilgeli? Cesur? Vezir de satrançtaki en güçlü taş. Önemli büyüler onlarda olur, bu da önemli görevler getirir demek. Herkes bilsin istemezler çünkü bu güç için ona yanaşabilirler. Kullanabilirler.” diye açıkladığında daha iyi anlamıştım. Nerede çokluk orada bokluk demekti yani. Işıl kahkaha attığında bunu sesli düşündüğümü anladım. “İşte bugünün en doğru cümlesi.” diye dalga geçti Çağıl. Konuşmasa yanımızda olduğunu bile unutmuştum. Etraftaki insanları gördüğüm an diğer renkleri de fark ettim. Neyse ki herkes siyah beyaz gri giyinmek zorunda değildi. Bu bizim üçüzlere özgü bir davranıştı. Altın yaldızlı fil simgesinin olduğu binaya geldiğimizde, içindeki asansöre doğru yürüdük. “Ah! İşte görmeyi hiç beklemediğim bir şey. Umarım buna da asönsar demiyorlardır.” dediğimde Işıl kıkırdadı. “Yok balım. Buna düz asansör diyorlar.” Asansöre bindiğimiz an düz asansör olmadığını anladım. Bir asansörde maksimum ama maksimum kırk tane düğme falan olması lazımdı. Ama nereden baksan yüz tane düğme görüyordum ve bir tanesinde bile açıklama yoktu. Dikkatli bakınca üzerinde farklı semboller olduğunu anladım. “Sanırım yer altına falan da gidiyor?” diye dalga geçtiğimde Işıl’ın kafa sallamasını beklemiyordum. Yüz tuş vardı Yargı! Şayet uçmuyorsa başka seçeneği zaten yoktu. Erken konuştuğumu asansör bir anda durup sağa doğru döndüğünde anladım. Sanırım bu asansör vezir gibiydi. Her yöne hareket edebiliyordu. İçten içe kıkırdayıp ortama adapte oluşumla dalga geçtim. Vezir gibiymiş! İki üç vezir cümlesi duydum diye hayatıma anında müdahale olmuştu, bravo! Zorlu koşullar sonucunda asansörden nihayet indik. “İlk izlenimin nasıldı?” diye sordu Işıl merakla. “Metro gibiydi. Yer altı yolcuğu yaptık bir nevi.” Acaba o da metroyu biliyor muydu? Uzun zamandır burada olduğunu söylemişti ama güvenemiyordum. “Baksana neden o tuşlarda açıklama yazmıyor?” “Çünkü burası sadece fillere ait. Her grup sadece kendi eğitim bölgesine girebilir. Kimse sağda solda aylaklık yapamaz. Bu çok önemli bir kural. Ancak bazı izinli kişiler diğer gruplara katılıp, bazı eğitmenlerin dersine girebilir. O yüzden sadece bizim bilmemiz için gizli tutuluyor. Eğer bir filsen bunu sana ilerleyen zamanlarda açıklarım. Değilsen de hangi grupsan oranın bilgilerini öğrenirsin.” Biraz yürüdükten sonra neredeyse tavana kadar uzanan büyük bir kapının önüne geldik. Yüksek ahşap sandalyeler ve ona uygun masalar vardı. Tavandan bazı bitkiler sarkıyordu. Bunlar sıradan bitkiler değil, ışıklı ve iç açıcı bitkilerdi. Bir duvar boylu boyunca kitaplıktı. Ama tozlu sayfaları buradan bakınca bile görebiliyordum. İçerisi henüz çok kalabalık değildi. Öğrendiğim bir diğer bilgi ise fil grubunda bile olsan herkesin aynı anda aynı dersi alma zorunluluğu yoktu. Bir de sınıf kademeleri vardı tabii. Yeni başlayanlardan daha bilgililere doğru uzanan... Bazı seçmeli hobi dersleri vardı ve bu sadece kişiye özeldi. Yaklaşık on dakika içinde derslik yavaşça dolmaya başladı. Göz göze geldiğim herkes önce kafasını çevirip önüne dönüyor, ardından hemen tekrar bakıyordu. Sanırım yeni gelen olmak bir süre daha buna maruz kalacağım anlamına geliyordu. İçeriye otuzlarının sonunda gözüken bir kadın girdiğinde nutkum tutuldu. Beyaz uçuş uçuş tülleri olan bir elbisenin içinde aynı peri kızı gibi duruyordu. Beyaza çalan sarı saçları beline kadar uzuyor dalgalı ve parlak görünümüyle sanki dans ediyor gibilerdi. Saçlarının içinden minik örgüler sallanıyordu. Boncuklu ve onda inanılmaz güzel duran saç aksesuarları takmıştı. Bir gözünün etrafından yukarı doğru ise üç tane yıldız görünüyordu. Daha önce de güzel kadınlar görmüştüm ama bu kadın büyüleyiciydi. Beyaz elbisenin açıkta bıraktığı bacağından, ayakkabısın bir sarmaşık gibi yukarıya uzandığını gördüm. Işıl kafasını bana doğru eğip “Çok güzel değil mi?” diye sordu. Ona bakmadan başımı salladım. “Ne geliyorsa başına bu yüzden geliyor.” dediğinde ilgimi çektiği için dönmüştüm. “Kıskananlar, peşinde dolananlar, türlü kötülük yapmak isteyenler...” Tanrım! Kadın olmak her evrende zordu! “O Profesör Ahter Feniks. Birkaç branşı var. Farklı derslerimize de girer. Aynı zamanda bizim bölüm eğitmenimiz.” “Bölüm eğitmeni ne demek?” “Fillerden sorumlu kişi demek.” “Anladım.” Daha sonra ise acaba Ahter ne demek diye mırıldandım. “Yıldız demek.” O kadar kısık sesle konuşmuştum ki beni duyması neredeyse imkansızdı. Sorgu dolu bakışlarımı görünce “Kulağım keskindir.” dedi. Pırıl ve Çağıl ise buna alayla güldü. Anlamadığım şeyler vardı ama zamanla çözerdim. Önce bulmacanın temelini oturtmalıydım. Profesör Ahter masaya kitaplarını yerleştirip önüne döndü. Ellerini masanın iki yanına koyup biraz itekledi ve yavaşça ayağa kalktı. Bize doğru gelirken sanki yürümüyor, süzülüyordu. “Merhaba çocuklar. Nasılsınız?” diye sorduğunda tekrar duraksadım. Ses tonu da mükemmeldi. On üzerinden on bir insan olmayı nasıl başarmıştı bilmiyordum. Birkaç kişi konuştuktan sonra gözleri beni buldu. Göz göze geldiğimizde uzun uzun bana baktı ve en sonunda yüzünde bir gülümseme oluştu. Sanki bakışlarında gururu mu seziyordum? Beni yeni görüyordu. “Merhaba. Ben Profesör Ahter Feniks. Yeni gelmiş olmalısın. İsmini öğrenebilir miyiz?” diye sordu yumuşacık sesiyle. “Yargı Yargıcı.” dediğim an etraf ıslık sesleriyle doldu. Profesör gülümseyerek tepkinin bitmesini bekledi. “Aramıza hoş geldin Yargı Yargıcı. İddialı bir ismin var bize çok şey katacağına eminim. Bugün ilk günün mü?” “Aslında dün geldim ve olanları idrak etmeye çalışıyorum.” “Her şey senin için çok taze desene. Burada yeni bir başlangıç yapıyorsun. Yeni bir dünyaya doğmuş olarak düşün kendini. Avantajlısın çünkü bebek değilsin. Geçmişini ve yaşanmışlıklarını hatırlıyorsun. Bu seni tecrübeli yapar. Tüm tecrüben ve zihninle birlikte yeniden doğdun. Bu şekilde düşünürsen bunun tadını çıkarmak için burayı yakıp kavuracağını hissediyorum.” dediğinde bu sefer etrafta alkış sesleri çoğaldı. “Sanırım haklısınız ama burası da sıradan bir yer sayılmaz. Tecrübelerim buraya kadar sanırım.” “Burası sıradan bir yerden daha fazlası evet. Bunun için şanslısın. Yeni hayatının tadını çıkart. İsmin çok güçlü, kişiliğinin de öyle olduğuna hiç şüphem yok.” dedi derin bir nefes alarak. “Yargı Yargıcı, senin için biraz tarihi konulara değinebilirim o zaman bugün.” dediğinde etraftan itiraz sesleri yükseldi. Sanırım onlar için bunu defalarca dinlemek işkence gibiydi ama ben heyecanlıydım. Gözlerimdeki ışığı görünce Bayan Ahter anlatmaya başladı. Sanırım diğerleri de uyku moduna geçmişti. |
0% |