Yeni Üyelik
12.
Bölüm

11/B: TÖVBEMSİN!

@3gizemliyazar4

" 1 saat mutluluk için, uyu. 1 gün için, balığa çık. 1 ay için, tatil yap. 1 yıl için, evlen. 1 ömür için, sevdiğin işi yap. ( Çin Atasözü.)"

 

~~~~~

 

[ KEYİFLİ OKUMALAR ]

 

~~~~~

 

Bağrı yanık, aklı karışık, gerçekleri hayallerine düşman kesilen bir Yaser vardı artık.

Kalbine aşk yerine nefret, kin eken bir Yaser vardı.

Edilen güzel sözlerin, manalı bakan gözlerin, geçirilen mutlu günlerin, yalandan ibaret olduğunu zanneden Yaser vardı.

Şu andan sonra ne olursa olsun sadece Yaser vardı artık. Erva'sız, aşksız, yalansız ve aşka olan inancını kaybetmiş intikam hırsıyla soluk alan bir Yaser vardı artık...

 

Nasıl böyle hissetmesin ki...

 

Sevdiğini başkasının dudaklarında gördüğü an atmayı unutan bir kalpti O'nunki.

Sevdiğini başkasının elini tutarken izlemeye mahkum edilen bir gözdü O'nun ki.

Hayallerine yakıştırdığı kadın tarafından düşlerinden uzaklaştırılan adını koyamadığı bir histi O'nun ki.

 

Yaser'i öldüren yediği kurşun yarası değil, sevdiğini başkasının kucağında, kollarında en acısı da ne olacağını bildiği bir odaya giren son adımını görüp idrak eden çaresizlikti O'nun ki.

 

Yaser gel git yaşadığı karmaşık duygulardayken,

 

Adar kucağındaki kızı yatağa fırlattıktan sonra gerisinde açık olan kapıyı kapatırken,

Yataktan güç bela ayağa kalkan, nefrete büründüğü çehresiyle, zihninden çıkmayan, bu eziyete Yaser bilmese bile sevdiği için katlanan, gözlerinde okunan korkuya inat, cesurca kelamlar salan kız:

 

"-Yaser hastaneye kaldırıldı mı?"diye sorunca, Adar ağır çekimde adım ata ata kızın nefesinde bitmişti sanki. Korku dolan gözlere, sertçe bir ikazı esirgemiyordu:

 

"-Erva Karayazı. Soyadım soyadındır artık. Bir daha senden başka bir erkeğin adını duymak celladın eder beni ona göre!"

 

Kız korkan gözlerine, alaycı bir tebessüm yerleştirmişti. Ne demek istemişti adam, celladın edersin beni. Duyduğu bu saçma cümlenin ardından tiksintiyle:

 

"-sen hâlâ celladım olmadığını mı sanıyorsun. Yazık ki ne yazık... Şimdi saçmalamayı kes ve cevap ver bana. Aşağıdaki işkenceye katlanmama sebebiyet verdiğin sözünü tut. Adam gibi."şeklinde sözcükleri firar ettirdi dudaklarından. Kız içinde ürkekçe atan yüreğe, kelimelerle cesurca muhalefet ediyordu belli. Aksini başka şekilde açıklamak mümkün olamazdı zaten.

 

Adar son iki kelimeye yapılan vurgu ve baskıyı idrak etmiş olacak ki kan çanağına dönen gözlerine, burnundan soluduğu aşikar olan kelimeleri, kızın kolunu sıkıca tutarak etti:

 

"-bana hitaben konuştuğunda, kelimeleri önce zihninde, sonra dilinde tartarak konuşacaksın."

 

Erva konuşmanın beyhude olacağını anladığından, ümitsizlik içinde arkasını döndü. Adar kızın bileğinden tutup kendine çevirdiği an, çimen gözlerle, katran karası gözleri birbirine kilitlendi. Sanılanın aksine nefret, kin ve de öfkeyle. Adar döktü sözcükleri dudaklarından:

 

"-ben Adar Karayazı. Bugüne kadar verdiğim tek bir sözden bile dönmedim. Aşağıda verdiğim söz de dahil."dedi. Kız duyduğu cümleyle içinin rahatladığını hissetmişti. Fakat sonrasında tınısında daha sert, mizacında daha keskin ifadelerle devam edince adam.

 

"-sen şu saatten sonra Karayazı soyadıyla anılacaksın. Benim karımsın çünkü. Öyle az önceki gibi istediğin an yönünü çeviremezsin! Ben ne zaman istersem o zaman gidersin ama şimdi gidemezsin..."diyen Adar aşağıda aldığı tattan dolayı tekrardan kadının dudaklarına odaklanmaktan kendini alamıyordu. Şayet biraz daha kalsa o gözler dudaklarda, intikam diye bedel aldığı kızın nefesinde yok olacak, yanacak ve arada intikam diye bir şey kalmayacaktı eminim buna.

 

Erva ise çehresini süzen adamı ve konuşmalarını idrak etmiş olmasındandır az önce cesurca kelamlar salan yanını, korkunun kollarına atıvermişti. Elinden sadece gözlerle yapma, ne olur yapma, lütfen yapma diye yakarmak gelirken, çok geçmeden Adar'ın sesi işitildi yine:

 

"-gidemezsin çünkü diyeceklerim daha bitmedi. Evet benim karımsın lakin sana el sürmek, gözlerinde gezmek, bedenini süzmek, bir daha dudaklarına değmek tövbe. Sen TÖVBEMSİN artık." Adam böyle konuşunca, Erva oh be dercesine bir rahatlamayla tüm bedeninin, hatta zihninin bile hafiflediğini hissetmişti. Kızın rahatlayan hali Adar'ın gözlerinden kaçmamış olacak ki yaralayıcı, daha çok aşağılayıcı sözlerle devam etti:

 

"-ne sandın sana cidden el süreceğimi mi, bu evliliğin gerçekleşeceğini mi yoksa seni karım olarak göreceğimi mi? Ne sandın gerçekten? Bir kadın olarak bakmayacağım sana karım olarak bakacağımı mı?" Erva her ne kadar mutlu olsa da son cümlenin bir kadının onurunu zedeleyecek türden olmasından, suretinde maytap geçer ifade, dilinde zavallı derecesine:

 

"-umarım tövbene sadık kalırsın. Çünkü aşağıdaki tavırların, buradaki konuşmalarını inkâr ediyor."dedi. Her şeye cevap veren adam bu laflara da cevap verecekti tabi:

 

"-aşağıda yaşanması gereken yaşandı. Hepsi bu. Ne bir fazla ne bir eksik."dedikten sonra lavoboya yöneldi, aklına gelenle bir an geriye döndü, aheste adımlarla kendini karşısında ki kadının gözlerinde görünce hınzırca kelimler döküldü sözlüğünden:

 

"-inkâr etmesini mi istersin yoksa!?"deyince, Erva afallayan halinin tüm bedeninde okunduğuna inat kararlı ve nefret dolu lafları azad etmekten yanaydı.

 

"-bana sormayacak mısın aslında benim neyi inkâr etmek istediğimi?" Adam bakışlarla işte soruyorum derken, devam etti kadın kaldığı yerden:

 

"-seni inkâr etmek istiyorum. Kocam olmadığını, olamayacağını haykırmak istiyorum. Çünkü sen hayatımda inkâr etmek istediğim tek detaysın..." Adar kızın cevabının ardından, aynı şekilde karşılık verecekti anlaşılan:

 

"-madem öyle. Bizim dışımızda annem, çok sevdiğin arkadaşın, ailen, ailem herkes ama herkes bu evliliği gerçek bilecek ona göre davran bugünden sonra. Kocan olmadığımı haykırmak istemenin mutluluğu haramdır sana. Bunu bilmek, bu odanın dışında kocanmışım gibi davranmak zorunda kalmanın verdiği çaresizliğin keyiftir bana."

 

Kadın gözlerindeki acı, kalbindeki sancı, kaderinin hapsettiği yaşantısı neticesinde yalnızca kafa sallamakla yetinirken içindeki isyanla, adamın tekradan lavaboya girdiğini gördüğü an, sırtında yük olan renginin aksine matem yayan gelinliği çıkarmaya çalıştı. Fakat sırttan sıkı bağlanan düğümü bir türlü çözemiyor daha doğrusu eli bir türlü kavuşmuyordu iplerin düğümüne...

 

Adar içeri girdiğinde kızın gelinlikle cebelleştiğini görmüş fakat kılını bile kıpırdatmaycaktı belli ki. Erva içinden kendi kendine hem soruyor hem cevabını veriyordu.

 

"-yardım istesem eder mi acaba? Hayır saçmalama ne yardımından bahsediyorsun kızım sen! Nasıl ter döktüğümü gördüğü hâlde yardım teklif etmeyen adamdan mı yardım isteyeceksin abartma bence."

 

Kız çözülmemekte inat eden iplerden dolayı yorulmuştu. Ve gelinliği üstünde unutarak uykunun kollarında gözlerini yummuştu istemsizce.

 

Adam büyük ve rahat yatağında rahatlıkta iken,

 

Kadın daracık bir koltukta ve üstünde gelinlikle can çekişiyor gibiyken,

 

Yaser ise kaldırıldığı hastanede ameliyattan sonra uykusuna galip gelmiş bir an bile gözlerini kapamamıştı. İnadına uyumuyor, düşünüyordu. Düşünüyor çünkü intikamı, nefreti uykusunda bile unutulmasın diri kalsın istiyordu. Öyle derin bir kin bürümüştü ki kalbini, öyle dehşet bir nefrete ev sahipliği yapıyordu ki sinesi artık bir değil bin Erva da gelse boş. Yaşadıklarını unutturamayacaktı...

 

Geceyi silen aydınlık, karanlığın ardından gelen en umut dolu şeydi şüphesiz. Bu gecenin koyuluğu da yıldızların sönmesiyle dağılıyordu. Güneş yine ışıklarını saçıyor karanlığa düşmanlık ediyordu adeta...

 

Adar ve Erva çalınan kapıyla beraber aynı anda açmıştı gözlerini. Erva ısrarla çalınan kapıya doğru giderken Adar'ın sesiyle durmuştu.

 

"-ne yaptığını sanıyorsun sen?"

"-kapı çalıyor. Duymuyorsun galiba sen?"

"-üstünde gelinlikle mi açacaksın. Ne konuştuk dün gece?"

"-iyi sen aç o zaman kapıyı. Biraz daha beklesek kırılacak çünkü." Adam kapıyı açmadan önce seslendi "-kim o?"diye.

 

Kapıya gelen evin hizmetçisi Ayşe hemen cevapladı adamı:

 

"-efendim kahvaltı hazır. Anneniz sabah kahvaltı için uyandırmamı istedi sizi."

 

"-tamam sen git bizde geliriz birazdan."dedikten sonra karısına dönüp alay edercesine:

 

"-çok sevdin galiba gelinliği. Üstünden çıkarmadığına göre."deyince. Erva aynı üslupla:

 

"-çözemedim iplerin düğümünü. Elim arkama yetişmedi çünkü."dedi. Adar kadının yanından geçip ilerdeki çekmeceden aldığı makasla:

 

"-senin için önemi olmayan bir gelinliğin yırtılması da önemli değildir bence." Deyip gelinliği bir çırpıda kesince kadın bir kısmı görünen vücuduyla utancının yarenliğinde şok geçirmiş bir cemalle kalmıştı öylece.

 

Kadındaki utangaçlığı gören adam üstüne gitmek istedi kızın. Gelinliği kestiği yerde parmaklarını kızın beyaz tenine bilerek değdirdiği yerde, kendisi alev almış, karısı ise buz kesmiş gibi titriyordu. Parmak uçlarını esir alan ateş adamın bedenini kavuracak cinstendi. Adam kavrulmak ister gibi parmaklarını biraz daha gezdirmek isteyince Erva'nın yükselttiği ses tonuyla kendine geldi. Erva:

 

"-ne yapıyorsun sen ya! Daha dün gece ne dediğini unuttun galiba!"dedi.

 

Adar islifini bozmadan aynı üslupla konuşuyordu:

 

"-ben dediklerimi unutmadım ama galiba sen parmaklarımın tenine değmesi için çıkarmadın gelinliği. Çünkü gördüğün gibi zor değilmiş çıkarmak. Bir daha değil parmaklarım, verdiğim nefes bile tenine değmeyecek merak etme!"deyip kadının cevap vermesine fırsat vermeden lavaboya yönelmişti. Adam duş alıp hazırlanmış çıkmıştı. Hemen ardından Erva. Az sonra kahvaltıya indiler beraber.

 

Adar dün gerçekleşenlerden sonra hiç bir şey yaşanmamış, hiç bir şey olmamış, her şey normalmiş gibi o kadar rahat kahvaltısını yapmaya başlamıştı. Peki ya Erva?

 

Erva, Yaser'i düşündüğü için bir lokma bile indiremiyordu midesine.

Dün gece yaralı olan sevdası aklındaydı hâlâ.

Dün gece sevdiğinden akan kan yaş olmuş bağrındaydı adeta.

Dün gecenin anını zihninden silmek mümkün değildi şu anda...

 

Yemiyordu, yiyemiyordu. Yediğinden tat almayacağını, alamayacağını biliyordu kız. Adar'ın tersine.

 

Ve dün gecenin etkisiyle Yaser'i görmek istiyordu anlaşılan.

 

Adam kızdaki durgunluğu ve sebebini bilip umursamayarak kahvaltısını yapmış holdinge doğru gitmek için kapıya yönelirken sevgili karısını ikaz etmeyi es geçer miydi hiç, asla.

 

"-annemler bu akşam da gelmeyecek. Sakın kimsenin olmadığını fırsat bilerek yanlış bir şeyler yapayım deme sakın! Ki zaten adamlarım burda olacak!"deyip uyardı ve gitti öylece.

 

Erva'da hemen ardından odasına çıktı hemencecikce.

 

Düşünüyordu. Yaser'i uzaktan da olsa görmek, iyi olduğuna yakından tanık olmak istiyordu. Aklına hemen yakın arkadaşı Gökçe geldi. Araya vakit koymadan aradı kızı.

 

"-ne yapıyorsun Gökçe?"

 

"-iyi ne olsun çalışıyorum, sen?"

 

"-hadi yaa!"

 

"-bir şey mi oldu Erva?"

 

"-dedim bugün biraz buraya gelebilir misin?"

 

"-çok isterdim ama biliyorsun izin almak zor! Eğer önemliyse bir şeyler yaparım gelmek için."

 

"-neyse başka zamana artık." Arkadaşının üzüldüğünü anlayan Gökçe:

 

"-tamam öğleden sonra izin alır gelirim yanına. Merak etme. Beni bekle tamam mı?"

 

Kız aldığı cevaptan memnun olmuş ve beklemeye koyulmuştu fakat bu lanet olasıca zaman neden geçmek bilmiyordu ki. Kız düşüne düşüne, zaman geçmiş vakit gelmişti nihayet. Güneş tam tepede Gökçe'nin gelme vakti olduğunu haber veriyordu. Fakat ne zil çalıyordu ne de telefon.

 

Erva aşağıda yaşanan sıkıntıyı bilmediği için Gökçe'nin izin alamadığını düşünüyordu haklı olarak...

 

Biraz daha vakit geçtikten sonra Gökçe aramıştı arkadaşını:

 

"-ne oldu Gökçe, izin alamadın mı yoksa?"

"-hayır patronumdan izin aldım ama kocanın korumalarından izin alamadım!"

"-anlamadım?"

"-Erva kocan tembih etmiş adamlarını kim gelirse gelsin içeri alınmayacak diye. Beni de almadılar o yüzden." Erva duyduğu ile arkadaşına karşı oldukça mahçup olmuş cümlelerle:

 

"-çok özür dilerim Gökçe. Ben bilmiyordum. Buraya kadar gelip öylece gittiğin için gerçekten özür dilerim. Üstelik seni ben çağırdım."

 

"-beni ve özrü bırakta, bu adam sana kötü mü davranıyor?"

 

Bir an sustu işittiğiyle Erva. bir yanda dün Adar'ın uyarısı, diğer yandan arkadaşının sorusu, zihninde birbirleriyle muhalefet ediyordu sanki. Suskunluk biraz daha sürünce Gökçe'nin:

 

"-Ervaa!"demesiyle araftan çıktı Erva

 

"-efendim."diyerek.

 

"-sustun bir şey demedin!"

 

"-ha yok kötü falan davrandığı yok. Bir tane düşmanı mı ne varmış. O yüzden sıkı tedbirler tehlike geçene kadar devam edecekmiş. Gerçi dün gece söylemişti ama unutmuşum özür dilerim yeniden."

 

"-önemli değil. Sen iyi ol da!"

 

"-iyiyim çok sağol. Neyse sonra görüşürüz olur mu?"

 

"-görüşürüz Erva." Telefonlar kapanınca Erva sinirini belli eden:

 

"-sen nasıl kimsenin içeri alınmasına izin vermezsin. Senin yüzünden Gökçe geldiği gibi geri dönmek zorunda kaldı görüşemeden. Seninle evli olmak, daha önce bir hayatım olmadığı anlamına gelmiyor. Bir daha böyle bir şey yapma hoyrat adam."

 

Şeklinde mesaj çekti Adar'a. Adam okuduğu mesajın hesabını akşam soracaktı. Çünkü şimdi yoğunlaştığı işi ve can düşmanı Kamber vardı gündeminde.

 

O sorunlarına çözüm ararken Erva'nın tek derdi Yaser'di. Yaser'i görmek, nasıl olduğuna kendi şahsen tanık olmak istiyordu. Gökçe ile bir şeyler yapabilecekken, geldiği gibi gitmek mecburiyetinde kalmıştı kız maalesef...

 

O sebepten başka yol aramaya, bulmaya çalıştı Erva. Nasıl bir yöntem bulabilirdi ki malikaneden uzaklaşmak için. Kız düşünce deryasında iken güneş tepeden batıya doğru iniyor ışıklarını kesiyordu artık.

 

Biraz sonra tamamen kesilen güneş ışınlarının yerini ay ışığı almıştı.

 

Hâlâ düşünen kız akşam yemeği için kendisini çağıran Ayşe'yi gördüğü an bulmuştu çözümü...

 

Adar işlerinin yoğunluğundan gelmemesinden Erva tek başına yemek yiyordu masada. Az sonra masayı toplamaya gelen Ayşe'ye kafasındaki tilkiyi konuşturarak:

 

"-ellerine sağlık yemekler güzeldi."diyerek girizgah yaptı kısa sohbete.

 

"-afiyet olsun Erva Hanım."

 

"-ya aslında senden bir şey rica edecektim."

 

"-yapabileceğim bir şeyse buyrun."

 

"-aslında yapabileceğin değil de verebileceğin bir şey..."

 

"-anlamadım efendim!"

 

"-üstündeki basma etekten bir tane daha varsa bir eşarpla beraber denemeyi çok istiyorum."

 

"-tabi var da neden?"

 

"-Tesettürlü nasıl görüneceğimi merak ediyorum. Şuan o kadar çok denemek geldi ki içimden lütfen deneyip hemen veririm geri." Deyip asıl nedenini söyleyemeyeceğini çok iyi biliyordu Erva. O yüzden yalan söylemek zorunda kalmıştı kıza:

 

Ayşe tamam deyip, Erva'nın istediklerini verir vermez, kadın eteğin üstüne uygun uzun kollu bir bluz geçirip eşarbı da takarak indi aşağı. Mutfağa gizlice bakıp Ayşe'nin orda olmadığını görür görmez, mutfaktaki çöpleri konteynere atmak için eline almıştı.

 

İçinden dualar ederek, çıktığı bahçe kapısından adamlara yakalanmadan çıkmayı başarmıştı. Aslında adamlar Erva'yı gördüler fakat Ayşe sandıkları için bir şey dememişlerdi. Oysa giden Erva'nın ta kendisiydi. Erva az daha ilerledikten sonra boş gelen taksiye binmişti. Şoför:

 

"-nereye abla?"derken kız Yaser'in hangi hastanede olduğunu bilmediğini yeni idrak etmişti. O kadar Yaser'i görmeye odaklanmıştı ki hangi hastanede yattığını bilmediğini bilmiyordu. Fakat içinden:

 

"-Yaser dün gece burda çok kan kaybettiğine göre buraya en yakın hastaneye kaldırılmıştır muhakkak!"diye düşünüp şansının yaver gitmesini dileyerek:

 

"-buraya en yakın olan hastaneye lütfen?"demişti.

 

Her daim hislerini dinleyen bir kızdı Erva. Çünkü sezgileri herkesinkinden daha kuvvetliydi. Herkesinkinden daha az yanıltıyordu kendisini. Erva hastaneye ulaşmayı dört gözle beklerken, Adar biten işlerinin ardından eve gelmişti.

 

Erva'yı odasında göremeyince evin her yerine baktı. Lakin kadına dair en ufak bir ize rastlamayan Adar, adamlarını çağırıp:

 

"-Erva nerede?"diye kükredi âdeta.

"-efendim Erva hanım dışarı çıkmadı. Biz gün boyu buradaydık."

 

"-değilmişsiniz işte. Olsaydınız Erva'nın gittiğini görürdünüz. Hemen arayın bulun! Sizinle daha sonra görüşeceğiz!"diye emirler ve ikazlar yağdırıyordu.

 

Adar, Erva'nın ailesinin evine gittiğini düşündü bir an için. Adamına dolaylı yoldan sorgulattı Erva'nın ailesinde olup olmadığını. Ne yazık ki ordada olmadığını öğrenince yüzünde gezinen sinirli mimikle:

 

"-lanet olasıca nereye gidebilir ki başka..."der demez aklına Yaser geldi. İçinden:

 

"-Umarım, umarım öyle bir hata yapmayacaksın, yapmamışsındır. Bedelini kendinle ödeyeceğin bir hatanın içine girmemişsindir umarım Erva!"deyip ani bir hareketle, cemalindeki ve zihnindeki öfkeyle, dilinde firar etmeyi bekleyen acı kelimelerle, nefreti didelerinde bastı gaza, çevirdi direksiyonu hastaneye doğru.

 

Erva ise hastaneye gelmiş fakat adım atmaktan korkuyordu galiba.

Giriş kapısında öylece duruyordu.

 

Büyük kararlılıkla gelen kıza ne olmuştu?

Cesaret yüklü bakışlar ne ara ürkmeye başlamıştı?

Kendiyle, zihniyle, hisleriyle cenk eden kız savaşmadan mağlup mu olacaktı?

 

Kahrolasıca adımı bir türlü atamıyordu. Fakat öylesine merak ediyordu ki geriye de dönemiyordu.

 

Çekiniyordu kız, adama ne söyleyecek, ne izahat verecekti ki. Kalbi:

 

"-git gör sevdiğin o senin. Anlar seni. Dinler. Dinlemeden hüküm vermez, ferman kesmez. Geldin buraya kadar madem. Kalbinle hisset, gözlerinle gör iyi olduğunu. Hem sen tüm bunları göze aldın buraya gelerek."derken, aklı:

 

"-saçmalama kızım ne işin var burda. Adam seni başkasının dudağında gördü. Hangi adam kaldırır bunu. Ne açıklama yaparsan yap hangi seven kalp inanır buna. Hem sen evlisin buraya gelmedende öğrenebilirdin durumunu."diyordu.

 

Kadın aklıyla kalbi arasında arafta can çekişirken, kararsızlıktı kızı bitiren. Bir türlü aklıyla kalbinin aynı telden çalmamasıydı kendisini engelleyen. Şimdi ya kalbini dinleyip iyi olup olmadığını kendi görecek ya da aklını dinleyip geldiği gibi geri dönecekti.

 

Hâl bir süre daha böyle devam edince kendi kendine verdiği gazla kalbi aklına galip gelmişti:

 

"-ne olursa olsun Erva. Demirden korksan trene binmezdin. Şimdi git ve kendin gör. Kelamlarıyla sövsede, bakışlarıyla öldürsede."deyip içeri girdi. Danışmadan öğrendiği kadarıyla hislerinin yine kendisine doğru rehberlik ettiğini anlamıştı. Hemen çıktı odaya. Korku, kararsızlıkla, ne olacağını bilmediği ne duyacağını kestiremediği odaya girdi nihayet...

 

Yaser'le göz göze geldiler. Yaser sevdiğine karşı ilk kez can yakan, can acıtan kelimeleri gizlediği yerden deşifre edecekti anlaşılan. Belliydi bakışlarından. Yaser ve Erva dışında bu ana tanık olan Kamber ikisinden daha fazla şaşkındı şuan eminim. Kamber iç sesinin:

 

"-Adar'ın karısı, kocasının vurduğu adamı neden ziyarete gelsin ki!?"demesiyle şaşkınlığını kendine itiraf ediyordu. Erva bir şey diyemezken Yaser Kamber'e:

 

"-Kamber abi odada yalnız kalmak istiyorum."diyerek kadının gitmesini istemişti.

 

Üzerine alındığı cümlenin aksine kafasını kaldırıp konuşmaya başlayacakken hırsla açılan kapıdan gelenin Adar olduğunu görür görmez ilk defa bu denli tırsmıştı Erva. Adar, Kamber'in de burda olduğunu görünce, nefreti, yangın olup yakacağı ateşi ikiye katlamıştı. Burnundan soluyan kızgınlıkla bakan adam, karısının bileğinden tutup kapıdan çıkarken önce Yaser'in:

 

"-karına sahip çık. Sende çok iyi biliyorsun ki evli kadınlar kocalarının dışında yabancı erkekleri merak edecek hadde değildirler."demesine, sonra had bilmez Kamber'in sözüne muhatap olmak zorunda kalmıştı.

 

"-Adar Karayazı. Evliliğinizin ikinci günü karının başka adamı merak etmesine sebep olacak kadar mutsuz mu ettin kadını..."deyince.

 

Ortaya pimi çekilmiş bir bomba bıraktığının farkında değildi galiba.

Ateşinden kıvılcımlar savuran, yangınından herkese payını ayıran, öfkesi aldığı nefesten belli olan, duyduklarını yapacaklarının teminatı sayan bir Adar Karayazı olduğunu idrak edecek zekâya sahip değildi sanırım Kamber.

 

Adar'ın herkesi nasiplendireceği dehşet verici öfkesinden en çok pay Erva'nın olacaktı şüphesiz.

 

Kadın sevdiğinden işittiği kelimelerle şaşkın çehresine, Adar'ın dehşet veren öfkesinden korktuğunu belli eden gözleriyle eşlik ederek boş boş bakıyordu.

 

Ya Adar kör edecekti artık kadını, ya da Erva kör olacaktı artık aşkına...

Loading...
0%