Yeni Üyelik
13.
Bölüm

12/B: AĞLAYAN GECENİN ÇIĞLIĞINDA…

@3gizemliyazar4

"Dil söyler kulak dinler, kalp söyler kâinat dinler. ( Yunus EMRE.)"

 

~~~~~

 

Bölüm atar destek beklerim. Hep destek tam destek. Beni takibe almayı unutmayın, takipten çıkacaksınızda kendinizi hiç yormayın lütfen. Bölümün ise erken gelmesinin size bağlı olduğunu hatırlatmak isterim sevgili okurcanlar. Bol oy ve bol yorumlu olması temennisiyle keyifli okumalar...

 

Başlama tarihinizi yazın lütfen...

 

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

 

{ KEYİFLİ OKUMALAR }

 

Kırmızı renk görmüş kızgın boğalar gibiydi şuan. Duyduklarını yapacaklarının teminatı sayan Adar, zaten sert olan mizacının üstüne sert bakışları da ekleyince dağıttığı korku dehşetini aşikar ediyor gibiydi. Bir yandan dağıttığı korkuyla neler yapabileceğini önden önden haber verirken diğer yandan,

 

Karısının bileğini bırakıp karizmatik bir dönüş yaparak, Kamber'e Osmanlı tokadı gibi ağır bir tokat atmayı ihmal etmiyordu. Yediği tokada karşın, düştüğü yerde simasına renk veren kanını silen uslanmaz Kamber, Adar'ın beyin hücreleriyle oynamaya yeminli gibi;

 

" Sen Adar Karayazı, gönlünde başka bir kişiyi taşıyanın yüreğinde yük olursun, zulüm olursun ama koca olamazsın!"sonra dönüp korkusu suskunluğundan, endişesi suratından belli olan Erva'ya bakarak;

 

" Olamıyorsun da anlaşılan!"diyerek cümlesine nokta koymuştu. Söylediği cümlelerle henüz yerden kalkan Kamber, yüzünde Adar'dan izler taşımak için sınırlarını zorlamış olacak ki yeniden kendisini yere kapaklanmış bir vaziyete bulmuştu...

 

Tüm bu olanlara daha fazla kör kalmak istemeyen Yaser, pansumanlı hâliyle yarasını zorlayarak Kamber'e doğru eğilince, yarasından akan kanın pansumanın dışına sızdığına şahit olan Erva, tüm korkusunu, her şeyini unutarak endişeli bir edayla;

 

" Yaser dur yaran kanıyor!"derken cidden herşeyi, korkusunu, daha da mühimi Adar'ın orda bulunduğunu unutmuştu galiba. Aksi hâlde yaptığının açıklaması olamazdı.

 

Sanki Erva Adar'ın öfke hudutlarının nerede sonladığını görmek istercesine kasti olarak bu şekilde davranıyor gibiydi. Hâlbuki bilinci değil kalbiydi O'na bu davranışları sergileten.

 

Yaser tam nefretle konuşacakken, Adar konuşmasına izin vermeyerek, karısını bileğinden sertçe tutup hastaneden çıkarak arabasına bindi. Arabasına binip bir süre direksiyona yönelmeden bekledi öylece.

 

Erva korkusundan, Adar kızgınlığından susarken sadece Adar öfkeli değildi muhtemelen. Kapkara gecenin bağrında çakan şimşekler siyahın tonuna anlık muhalefet ettiğini gürültüsüyle beraber ilan edince, gökyüzünün öfkesine dayanamayan bulutlar gözyaşı misali yağmur olup akmaya başlamıştı çoktan. Adar'ın öfkesiyle yarışır derecede içlere ürperti veren bu dehşetli gürültü, geçmişte yaşamış olduğu travmadan dolayı Erva'nın tek korkusuydu.

 

Bu gece sanki bilerek daha fazla esiyor gürlüyor gibiydi gökyüzü. Adar ile elbirliği etmişçesine Erva'nın korkusuna korku eklemekle vazifeliydi sanki...

 

Gökyüzünün her isyanında, harelerini aşırı bir ürkeklikle kapatıp açan Erva artık dayanamayarak, merhamet yoksunu Adar'a bağırarak;

 

"Neyi bekliyoruz hâlâ?"derken tekrardan duyduğu gök yüzünün sesiyle ürkerek birden;

 

"Aaaa!"diye çığlık atmasına rağmen adamda hâlâ tık yoktu. Ardından kızın çehresinin her hücresinde peyda olan korkuyu ve nedenini fark eden adam, Kamber ve Yaser'in cümlelerini duymasına sebep olan bu kadından, nasıl intikam alacağını bulmuş gibi gaza yüklendi. Öfkesinden pedalı bile nasiplendirmek istercesine yükleniyordu gaza Adar...

 

Arabanın hareket etmesiyle eve gidip rahatlayacağını sanan Erva kendisini bekleyen sürprizden habersizce gök gürültüsünü duymama adına içinden şarkılar söylüyordu. Az sonra malikanenin önünden geçtiği hâlde durmayan Adar Erva'nın endişe dolu sorularına muhatap olmak zorunda kalmıştı.

 

"Neden evi geçtik? Niye eve gitmiyoruz?" Fakat duyduğu hiç bir soruya cevap vermeyen adam varacağı noktaya kilitlenmişti. Direksiyon kıra kıra, gaza yüklene yüklene sonunda durağında frene basmıştı Adar Karayazı. Ve yanındakine;

 

"İn aşağı!"dedi. Havaya, geldiği yere ve adama bakan Erva, bakışlarıyla anlamadım derken gözlerinden kıvılcım fışkırtırcasına bu sefer kükreyerek;

 

"İn aşağı dedim sana!"dedi adam. Erva sulanan çimen gözleriyle kıpırdamazken, Adar;

 

"Peki o zaman ben sana yardımcı olayım." diyerek kızı zorla arabadan indirdi. Kinle yağan bu yağmurda, öfke kusan şimşeklerle başbaşa kalmasını sağlayacaktı adam. Daha önce babası için yalvardığı zalim adama şimdi kendisi için yalvaracaktı. Erva korkusuna sebep yağmurdan daha hızlı aşağı düşen nemleriyle;

 

"Yalvarırım sana yapma. Ben çok korkarım gök gürültüsünden. Ne o-olu-olur!"dedi. Son kelimelerini heceleyerek... Öfkesine köle olan adamdan merhamet beklenemezdi ya yine Erva yalvarmaya, Adar duymamaya devam ediyordu. Kızı bırakıp arabasına geçmişti adam.

 

Çıldırmış mıydı bu hoyrat adam! Bu nasıl bir zalimliktir. AĞLAYAN GECENİN ÇIĞLIĞINDAN ürken kızı ormanın tam ortasına bırakıp öylece izlemekte nedir. Bilmez miydi ki şimşekler ağaçların köküne, toprağın bulunduğu yere daha çok düşerdi. Neyin intikamı, neyin kuyruk acısıydı ki bu, insanı sağır, dilsiz ve kör olmuş misali zalim yapabiliyordu. Sırf duyduğu cümleler onurunu zedelediği için, insanın korkusundan, zaafından hınç alınamazdı ya alınmamalıydı. Fakat söz konusu Adar Karayazı olunca durum değişiyordu tabiki. Adam kızı, korkusunu öfkeyle seyretmeye devam ederken,

 

Mazide kalmasını istediği travmayla birlikte Erva ise içinde atan ürkek yüreğinden, gözlerine havale ettiği yaşları yağmurla karıştırıyordu. Aynı zamanda ürkmemek için gecenin çığlığını, kendi çığlığıyla bastırmak uğruna avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Bir umut Adar'ın vicdansızlığından vazgeçeceğini düşünüp bağırmaya devam ederken, az sonra çok yakınlara bir yerlere yıldırım düştüğünü, hem her yerin bir anda aydınlık olmasından hemde sesin yüksek şiddetinden anlayan Erva oracıkta bayıldı. Öyle bir sesti ki arabada bulunan Adar bile irkilmişti. Kızın bayıldığını gören adam yıldırım düşmesinden ötürü kendisi de irkildiğinden arabadan inip önce uyandırmaya çalıştığı kızı sonra kucaklayıp arka koltuğa yatırdı öylece.

 

Tekerlekler dönüyor, Adar düşünüyordu. Hemen bir yere gitmeli bu gürültüye inat sakin bir gece geçirmeliydi. Kızı bu hâlde malikaneye götürüp sabah gelecek olan annesine izahat verip muhalefet etmek istemediğinden bir yer bulmalıydı. Biraz daha düşününce aklına eski baba dostu geldi. Buralara yakın, küçük müstakil bir evi olan Ensar baba bu havanın gecesinde kimseyi beklemediğinden yüzüne şaşkınlık kondurmuştu... Kucağında Erva ile kapıyı çalan Adar'ı görünce.

 

"Hemen içeri geç oğul!"davetini alan adam; kızı içerdeki koltuğa uzattığı sıra Ensar babanın;

 

"Kız kimdir oğul perişan hâlde?"sorusuna;

Sıkıla sıkıla, sessiz bir tonla;

 

"Karım?"dedi Adar. Karısı olduğunu öğrenen Ensar baba;

 

"Düğününe gelemediğim için üzülüyordum. Hep karın şanslı diye düşünürdüm. Fakat şimdi eşini görünce asıl senin şanslı olduğunu anladım."dedi.

 

Şans neydi gerçekten? Güzel bir yüzün manalı bakışlar sunan gözlerine sahip olmak mıydı? Şans neydi cidden? Gönlü dolu olmaktan ziyade cebi dolu olmak mıydı? İki hoş sedaya kanmak, üç beş güzel kelimeye inanıp yalan içinde yaşamak mıydı! Bilinmez lakin kişiden kişiye değişen şans kavramı benim nazarımda hiç olmamıştır aslında. Sayısal loto tutturmak, bir futbol maçında bahsi kazanmak, yılbaşı büyük ikramiyesinin sahibi olmak yada televizyon yarışmalarında bildiğin yerden sorunun gelmesinin dışında şans neydi? Tüm bunların dışında yaptığımız iyiliklerin, gönül güzelliğimizin mükafatını, belki de yansımasını şans olarak görüyor olabiliriz tam tersi durumda şanssızlık. Lakin şans oyunlarda söz konusuydu unutulan ise hayat bir oyun değildi...

 

Ensar baba biraz sonra Adar'a;

 

"O zaman kızı içeri götür üstünü başını değiştir hasta olacak. Hayır yani arabayla gelmişken bu kız nasıl böyle sırılsıklam anlamışta değilim doğrusu."deyince

 

Duydukları ile ne yapacağını şaşıran Adar, normali çok dengeliymiş gibi dengesiz tavırlara bürünüyordu yine.

Yerinden kıpırdamayan Adar'a;

 

"Oğlum kız hasta olacak. Hadi!"emrini veren Ensar babayı el mahkum dinleyip kucağına aldığı kızı misafirler için ayrılan odaya götürdü.

 

Kapıyı ayağıyla kapatıp kızı yatağa yatıran adam hâlâ bir kararsızlık içindeyken kapının tıklatılmasıyla yeniden Ensar babanın sesine döndü cemalini. Elinde arada bir burda kalan kızının kıyafetiyle gelen Ensar baba;

 

"Unuttum vermeyi al kıza giydir kıyafetleri."deyip geri gitti. Adar yeniden karısıyla yalnız kalırken, kız ise ıslak üstüyle git gide üşütüp hasta olacaktı böyle kalmaya devam ederse.

 

Gel git yaşadığı kararsızlıktan, kıza doğru yanaşıp iki eliyle kızı sırtından tutup kendisine doğru çekmesiyle çıkmıştı Adar. Kızı kendine sarılır vaziyette tutarken, yağmurdan dolayı dalgalı saçlarının ıslaklığı adamın yüzüne ve omzuna izini bırakmayı es geçmiyordu. Ardından tanınmamak için Ayşe'den aldığı uzun kollu bluzunu çıkardığında, aynı kızın danteli olan siyah askılı atletiyle uyum içinde olan beyaz tenine mecburen değdikçe buz tutuyordu sanki elleri adamın. Atletininde ıslak olduğunu fark eden Adar, çekine çekine yavaş yavaş kızın atletini de kafasından çıkardığında karısını iç çamaşırla görmüştü ilk kez. Daha fazla kendinden geçmeden hemen yanındaki bluzu giydirmişti. Yatağa geri yatırdığı karısının kokusunu da emanet almış olacak ki, sersemleşmişti sanki Adar.

 

Üstüne düşeni yapıp, Erva'nın üstünü değiştiren adam içeri girdiğinde yeni çay demleyen Ensar baba, elinde bir bardak çayla;

 

"Al oğul iç. Dışının ateşine rağmen buz tutan içini ısıtır."dedi. Bir bardak çayı alan Adar çay tabağında olan iki şekeri bardağa katıp, karıştırırken Ensar baba;

 

"Aslında hayatta, insanda bu kadar kolay tatlanır oğul."deyip manidar cümle gönderdi Adar'a. Adar ise kemiksi, karizmatik yüzüyle nasıl derken devam etti ihtiyar;

 

"Çayın tatlılığı nasıl şekerden oluyorsa, hayatın tatlılığı sevgiden, kalbin tatlılığı da aşktan olur oğul! SEVGİNİN UĞRAMADIĞI HAYAT, AŞKIN YAKMADIĞI KALP ACITIR. ACITMA!"dedi. Adar muhabbetin nereye varacağını kestirmiş gibi sohbetten kaçmak için;

 

"İyi geceler baba. Çok yorgunum uykumda geldi."deyip çekyata uzanınca;

 

"Karının yanına geçsene burda mı yatacaksın?"cümlesini duydu doğal olarak.

 

"Dedim ya Ensar baba. Çok uykum var oda çok uzak geldi gözüme bir an."

 

"Hadi evlat odana geç!"cevabıyla odasına geçti Adar. Odasında karısının yanında yatamayan adam pencerenin kenarında öfkesini dindiren gece gibi sakinleşmişti.

 

Her şeyi renginin koyuluğunda saklayan geceden daha iyi sırdaşta bulunmazdı doğrusu. Bazen umudunu, duanı, göz yaşını, ahını, bedduanı, bazen kimseye duyuramadığın çığlığını, derdini, verdiğin sözleri, can yakan kelimeleri, bazen de çaresizliğini, kısacası her şeyi aşikar eden gündüze inat saklamayı iyi bilirdi gece çünkü. Geceye emanet ettiğimiz duygularımız bir yana dursun,

 

Hâlâ uyuyan kızın uyanmamasını, sıradan bir baygınlık olarak geçiştirmemeye başlıyordu Adar. Biraz daha bekleyip Erva'nın alnına elini koyan adam, kızın ateşli olduğunu anlamıştı.

 

Az sonra üşüyerek titreyen kızın, "yalvarıyorum yapma. Ben gök gürültüsünden, şimşeklerden çok korkuyorum yapma. Yalvarıyorum bırakma beni burda!"dediğini işitince kızın kâbusu olduğunu çok iyi idrak etmişti.

 

Ama bu durumun vicdanını sızlatmadığı belliyken yinede karısının gittikçe kötüleştiğini, ateşinin arttığını da fark edip, hastaneyle vakit kaybetmek yerine kızı kucağına aldığı gibi duşta soğuk suyun altına sokmuştu kendiyle birlikte...

 

Kıyafetlerinden tenine değen soğuk suyun şokuyla nihayet gözünü açıp kendine gelmeye başlıyordu. Göğsünü Erva'nın başına siper yapan adam bu durumu görmeden kızı kucağında sıkıca tutup içine sığdırıp gizler gibiydi âdeta. Sanki kötü göz bile değmesin der gibiydi sarılması. Sanki elinden kayıp düşmemesi içindi tüm çabası. Sanki güven verir gibiydi kucaklaması. Oysa kendinden gizlemedikten sonra her türlü zararı Erva'ya hak gördüğünü unutmuş gibiydi...

 

Hâl bir süre daha böyle devam edince, soğuk suyun şokuyla harelerini tam anlamıyla açmıştı artık kadın. Kafasını kaldırıp, çimen gözlerini, katran karası gözlere kinle nefretle değdirince, mecalsiz hâlde ayağa kalkmak istedi. Buna izin vermeyen Adar;

 

"Ateşin var biraz daha soğuk suyla muhatap olmak zorundasın maalesef!"dedi. Adamın bu denli rahat oluşu, kâbus dolu bir gece yaşattığını bilmez gibi davranması, kadını çileden çıkarıyordu. Kocasının kucağından uzaklaşma çabasıyla beraber, isyan edip, gözyaşı dökerek;

 

"Hayvansın sen! Zalimsin sen!"diyen karısının,

 

Hâlâ yaşadıklarının etkisinden çıkamadığını anlamıştı Adar. Bu sebepten susmayı tercih etmişti. Kadın isyan ederken, Adar sıkı sıkı tuttuğu karısıyla duştan çıkmıştı sonunda. Ardından kendi gömleğini çıkarıp yere atan adamın açıkta kalan, kaslı vücudunu görmemek için utana sıkıla sağına soluna bakıyordu kadın. Bu durumu fark eden Adar ise hemen banyoya geçip önce erkekler için olan bornozu giyip ardından çiçek desenli, pembe renkli bornozu da getirip karısına uzatmıştı.

 

Hiç bir şey yaşanmamış gibi tavırlar sunan adama;

 

"Senin uzattığın, elini değdirdiğin hiç bir şeyi giymeyeceğim!"dedi Erva. Adam kızı korkuyla ikaz eder gibi;

 

"Peki madem. Ben değiştirir, giydiririm seni öyleyse!"dedi.

 

"Kes saçmalamayı. İzin vermem buna!"

 

Söz sırasını yeniden devralan Adar kızı tehdit eder gibi;

 

"Daha önce de söyledim bir şeyi almak veya kendinde hak görmek için iznin geçerli olduğu değil istemesi yeterli olan adamım. Şimdi asıl sen saçmalamayı kes ve üzerine bak. Yapar mıyım, yapmaz mıyım o zaman konuş!"dedi. Kadın hemen üstüne bakıp hayret içerisinde;

 

"Bunlar Ayşe'den ödünç aldığım giysiler değil!"dedi sessizlik ve anlamaz biçimde. Adam ise kızın sesini işitince ancak anladı karısının neden böyle giyindiğini. Ve anladığını fark ettirmek için!

 

"Değil mi? Tanınmamak için giydiklerin değil!"dedi.

 

"Yinede böyle kalacağım!"

 

"Emin misin!"diyen Adar ağır ağır geliyor kız ise vücuduna yapışık ıslak kıyafetleri ile geri adım atıyordu. Nihayetinde sırtı duvara çarpan Erva, atacak yeni bir adımının daha olmadığını idrak etmişti. Kadın çimen gözlerine yakışmayan nefretiyle harelerini belerte belerte bakıyordu sözde kocasına. Nefret yüklü bakışlar birbirlerine değerken, adam yavaş yavaş kızın bluzunu yukarı kaldırmaya yeltenirken "dur, tamam!"diyerek çığlık attı Erva. Evin duvarlarına çarpıp yine kendilerine gelen bu çığlığı Ensar babada duymuş olacak ki, hemen kapıdan;

 

"Oğlum iyi misiniz!"demişti telaşlı hâlde.

 

"İyiyiz baba merak etme."

 

"Az önce çığlık sesi geldi de ondan bir şey oldu sandım evlat"deyince, Adar karısını dellendirmek istercesine, sinir veren tebessüm kondurduğu suratına, kıstığı gözleriyle karizmatiklik katarak;

 

" Ha yok bir şey Ensar baba. Gelinin hamam böceği gördüğünden korkmuş beni uyandırmış bende bilirsin uykum ağır uyanamadığım için korkudan çığlık attı işte. Yani bir şey yok merak etme sen."

 

"Peki madem hayırlı geceler."

 

"Hayırlı geceler baba."deyip baba dostunun gittiğini anladıktan sonra, mizacını yeniden sertliğe bürüyerek karşısındaki kadına;

 

"Şimdi tekrar çığlık atmak istemezsen değiştir şu üstünü."dedi. Kız banyoya girip üstünü çıkartıp bornozu giyip geri gelmişti.

 

Adar, kızın gözlerine yakıştırdığı buğuyu umursamadan yatağa uzandı. Erva'ysa sözde kocasının yanında yatamayacağı için tekli koltuğa kıvrıldı. Bir süre sonra yorgunluğundan çoktan dalmıştı kız Adar'ın aksine...

 

Gözlerine inat beyni uyutmuyordu adamı. Kalktı uzandığı yerden, baktı koltuktaki kadına yeniden. Düşünüyordu içinden...

 

Aslında öyle masum, öyle saf, öyle duru bir güzelliği vardı ki. Behnan'ın kardeşi olmasa çoktan aşık olmuştu belki de. Behnan'ı yeniden aklına getiren Adar yataktan fırladığı gibi burnundan soluyarak banyoda elini yüzünü yıkadı...

 

Aynada beliren görüntüsüne bakıp kız kardeşini hatırlatıyordu zihni habire. Kızkardeşinin hatırasıyla beraber içine derin bir nefes hapseden Adar, yeniden uzanacağı yatağa yönelirken, Erva'nın başı ucunda durdu öylece. Kızı seyretmeye başladı yine. Sanılanın aksine vicdanıyla değil diri tuttuğu nefretiyle. Ve kendi duyacağı tonda;

 

"Daha bunlar hiç bir şey. Ben yer altı dünyasının kâbusu Adar Karayazı, kız kardeşinin intikam ateşini küllendirene dek, senide yangınımda yakacağım. Ve sen yanarken ben acımı çoktan küle dönüştürmüş olacağım. "demesiyle eline aldığı telefonundan yakın arkadaşı Tugay'a;

 

Tugay, bana ve yengene kıyafet al sabah sekizde Ensar babaya gel. Mesajını çekip yatağa girdi.

 

Ne bitmez uzun bir geceydi. Sırf bir geceye neler sığmıştı böyle. Güneş doğmayı, yıldızlar sönmeyi unutmuştu sanki. Karanlık, günün tek hakimi gibiyken tüm kızıllığı ile camlardan içeri sızan güneş doğmayı unutmadığını haykırıyordu. Her yeri, karanlığa muhalefet ede ede inatla aydınlatıyordu güneş.

 

Zaten uyuyamayan Adar güneş ışıklarının gözlerine vurmasıyla kadından erken uyanmıştı. Elini yüzünü yıkamak isterken kızın hafifçe yana kayan bornozunun açıkta bıraktığı sinesini görünce, kıza hissettirmeden düzeltti bornozu. İçerden duyduğu seslerle Tugay'ın geldiğini de anlayan adam hemen banyoda kısa bir duş alıp üstünü giymişti.

 

Bir Adar Karayazı kuralıydı çünkü. Mekan ve mevsim ne olursa olsun her sabah duş almadan güne başlamazdı. Üstünü giyinip odaya gelen adam kızı seslenerek uyandıramayacağını anladığı için dürtmeye başladı. Hâlâ uyanamayan karısına karşın seslice;

 

"Hayır yani bu tekli koltukta nasıl rahat edip derin uyuyabiliyorsun anlamış değilim."dedi. Erva son cümlelerine yetiştiği adama iğrenerek;

 

"Uyanamamam rahatlıktan değil yorgunluktan, bitkinlikten tabi sen anlamazsın. Hem koltukta rahat edilemeyeceğini biliyorsun madem adam gibi sen yatsaydın burda."diyen Erva'nın cümlelerini duymazdan gelip, sinirden ziyade dalga geçerek;

 

"Ooo sen daha koltukta uyanamadın yatakta yatsaydın hiç kalkmazdın."demesinin ardından elindekini uzatarak;

 

"Neyse kes saçmalamayı al üstünü giyin çıkıyoruz."dedi. Erva giyinip çıkarken oturduğu kahvaltıda ilk kez gördüğü Ensar babanın sevimli ve hoş tavrına karşın gülümseyerek;

 

"Neden zahmet ettiniz? Keşke yardım edebilseydim size."şeklinde konuşmasına aynı tavırla karşılık veren ihtiyar;

 

"Ne zahmeti. Biricik gelinim öyle yada böyle bana misafir olmuş, kahvaltı hazırlamışım çok mu?"dedi. Gelin lafını duyan Erva ister istemez harelerini buğuya terk etti iç çekerek. Adar ise Ensar babaya;

 

"Biz artık müsade isteyelim baba. Her şey için çok sağol."deyip Tugay ve Erva'nın da kalkmasını sağlayarak arabaya yönelmişti. Elini öpen kızın gitmesinin ardından, Adar'a yönelen ihtiyar;

 

"Tugay'dan öğrendim. Karın Behnan'ın kardeşiymiş."dedi. Salınan kelamlar, dişlerini yumruğuyla eş zamanlı olarak sıkmasına yetmişti adamın. Ensar baba suskunluğunu gördüğü Adar'a karşı ihtar verdi âdeta;

 

"Acıtma. Bilmem anlatabildim mi?"diyerek. Kafasını sallayıp bindi arabasına, bastı gaza. Arkada Tugay önde kendisi, yanında Erva malikaneye doğru direksiyon sallıyordu Adar. Hem gaza yükleniyor hemde karısını uyarıyordu.

 

" Yaşananlar aramızda. Düğün geceside söyledim. Bizim dışımızda kimse bu evliliğin yalan olduğunu bilmeyecek. Tiksindiğin bana, kocanmışım gibi davranmak zorunda olman keyiftir nazarımda." Konuşma takadi bulunmayan kadın sadece kafa hareketiyle onay vermişti. Sessizlik içinde yol bitmiş, umutlar gizlenmiş, Erva tükenmişti. Malikaneye girer girmez bahçede oturan Zeynep hanıma yakalanmışlardı.

 

"Günaydın?"diyen Zeynep hanıma, korku dolu gecede yediği soğuktan, attığı çığlıklardan dolayı kalınlaştığı yeni fark edilen sesiyle "Günaydın."dedi Erva.

 

Kadın mecalsiz gelininin, kısık ve kalın sesine mana vermez hâlde oğluna hesap sorur gibi;

 

" Erva niye böyle bitkin, yorgun oğlum?"diye sordu. Adar yine sinirleri alt üst etmek istercesine;

 

"Ya balayına gittik. Sonra sesinden de anlaşıldığı üzre gelinin üşütünce geri geldik. Hepsi bu Zeynep Sultan!"diyerek yanıt vermişti Adar. Duyduğu sözcüklerle kocasına artık midemi bulandırıyorsun bakışları postalayan gelinini gören Zeynep hanım tatmin olmadığı bu yanıta karşın, tam ciddi bir tarzda sorusunu yinelemek isterken kapıya takıldı gözleri...

 

Göz hapsine giren neydi acaba diye meraklanıp kapıya bakan Adar ve Erva ise şuan daha çok şaşkındı eminim...

Loading...
0%