Yeni Üyelik
3.
Bölüm

BÖLÜM

@3gizemliyazar4

"Kalpler, kendilerine iyilik edenleri sevmeye meyilli olarak yaratılmışlardır. (Hz. MUHAMMED s.a.v.)"

 

<><><><><><><>

 

 

KEYİFLİ OKUMALAR

 

İlk bölümün bol okurlu olması için destek ister, sizleri ŞEM ve DÜŞ'e de beklerim. Bu arada kitap dram üzerine yazılacaktır bunu bilerek okuyun lütfen. Sabırla sonuna kadar lütfen gelin. Düşüncelerinizi cidden önemli benim için.

 

<><><><><><><>

 

< KEYİFLİ OKUMALAR >

 

Sararan yapraklar bir bir dallarından ayrıldıkça çıplak kalan ağaçların sayısı her geçen gün artıyordu. Rüzgar sert esiyor, güneş dünyadan yavaş yavaş uzaklaşıyordu. Işığını yolluyor fakat ısısını yettiremiyordu. Takvimlerdeki bulutlu gün sayısı, güneşli gün sayısından fazlaydı artık. Gök yüzü karaların ağırlığına dayanamıyor çoğunlukla ağlıyordu. Ben bu değişiklikleri yeni yeni fark ederken aylardan Eylül mevsimlerden sonbaharmış meğer...

 

Gecenin bilmem saat kaçında ben ise hâlâ hastane bahçesindeki banktaydım. Oturmuş etrafıma göz gezdirirken, sert esen poyrazın yeline muhatap olan tenim serinliyor, hatta üşüyordu. Gecenin puslu havasına tüttürdüğüm sigara dumanı eklenirken gelen eylülle yine efkara bürünüyordum.

 

Düşünceler içinde mazimden çok aşkımla savaş ederken, yanıma gelen sırdaşım, dostum, benim kara kutum Yiğit ile özüme dönmüştüm.

 

"Ne yapıyorsun Affan? Arıyorum telefonuna cevap vermiyorsun?"

 

"Hastane kokusu bunalttı. Nefes almaya geldim. Hayırdır bir problem mi var?"

 

"Var maalesef!"dediğinde tahmin ettiğim bir sonuçla geldiğini hissettiğim Yiğit'e:

 

"Ne oldu?"diye soruyordum yinede.

 

"Serçe'nin beyin ölümü gerçekleşmiş."dedi hüzünlü mizaçla Yiğit. Sevinmemiştim ama üzülmediğimi de inkar edemezdim. Zaten haftalardır yoğun bakımda savaş veren, durumu gittikçe kötüye giden karım için bu son kaçınılmazdı şüphesiz. Az sonra hastene koridorlarında adımlarımı ilerletmeye başlamıştım.

 

İşittiklerimden sonra aklıma ilk gelen canım kızım, Buğlem'im olmuştu. Şimdi evde belki de uykudaydı. Bu hastane mesaim yüzünden minik kızımla ilgilenmemek beni zaten üzerken, şimdi annesinin melek olduğunu nasıl söyleyebileceğimin zulmü uğruyordu yüreğime. Ve ben tüm düşüncelerimden doktorun sesiyle soyutlanmıştım.

 

"Biz elimizden geleni yaptık. Ama maalesef karınızın tıbbi yani beyin ölümü gerçekleşti. Sizin için çok zor biliyorum fakat..."

 

"Fakat?"diyerek devam etmesini mimiklerimle de belli ederken ne demek istediğimi anlamış olacak ki devam etti. Tedbirli yaklaşıyor, temkinli konuşuyordu.

 

"Karınız buraya geldiğinde üzerinden organ nakli bağış kartı çıkmıştı."demişti doktor. Ben yüzümü esir alan şaşkınlıkla:

 

"Anlamadım, nasıl yani?"derken, doktor aynı tavır ve üslubunu koruyarak devam ediyordu:

 

"Eşinizin üzerindeki kartı görünce bizde Sağlık Bakanlığının yetkili personelleriyle görüşüp Organ ve Doku Bağışı Bilgi Sisteminde karşılaştırdık. Bilgiler doğruydu eşiniz gerçek bir bağışçı olmuş."duyduklarımla hayrete bürünüyordum. Durumumu fark eden Yiğit devreye girerek:

 

"Nasıl yani? Siz şimdi Serçe'nin organlarını almaktan mı bahsediyorsunuz?"demişti.

 

"Bunu Serçe Hanım sağlığında karar vermiş. Bize bir şey demek düşmez. Aslında organ için sırada bekleyen binlerce kişiyi düşünürsek yaptığı takdire şayan."

 

"Şimdi mi?"diye soran Yiğit yanıt alamadan kayınvalidem gözlerindeki yaşla gelmiş bana:

 

"Kızımın organlarını bağışladığını öğrendin mi?"deyince yaşadığım şoka bir yenisi ekleniyordu.

 

"Nasıl anne? Sende mi biliyorsun?"dediğimde kurumayan gözleri, zorlanan diliyle:

 

"Organlarını bağışladığında yanında ben vardım."demişti. Bunun üzerine doktor araya girerek soğuk kanlılığıyla:

 

"Bakın sizin için çok zor farkındayım. Ama kendisi bağışçı olmuş iken 1.derece yakınları olarak sizlerden yazılı onay alma zorunluluğumuz olmadığı halde biz sizlerin yazılı onayını da almak isteriz. Böylece aile içinde kendi aranızda sorun çıkmadan organları alıp umutla bekleyen uygun alıcılara veririz. Şimdi siz biraz düşünün lütfen."demiş ve gitmişti doktor.

 

Doktordu, amacı hayat kurtarmaktı. Bu uğurda yemin eden doktorun yeminine sadık kalması kadar daha doğal ne olabilirdi ki? Bu yüzden sakince ve seri kanlılıkla dökülmüştü dudaklardan kelimeleri.

 

Kim bilir bir kişinin ölümü kaç kişiye ömür olacaktı yeniden. Kim bilir bir kişinin kışı kaç kişiye yazı getirecekti erkenden. Kim bilir bir yaprak düşerken dalından, kaç çiçek açacaktı yerinden...

 

Bunları düşününce sadece kağıt üzerinde karım olan Serçe'nin de istediği gibi organları bağışlanmış, beş kişiye yeniden hayat vermişti. Aradan geçen günlerin ardından kayınvalidem, kayın pederim, annem, babam, kardeşlerim, ailem, akrabalarım, hatta ben Serçe'nin yokluğuna alışmıştık kızım hariç.

 

Buğlem hâlâ anne diyerek sayıklıyor, bazı geceler ağlıyordu bile. Pedagoglar arası mekik dokuyor ancak sonuç alamıyordum. Günler dünün üzerine eklenmiş, yarınlardan eksilmişti. Yüreğimde kabuk bağlamayan mazimin yarasına kızımın acısı eklendiğinde daha da inciniyordum. Anladım ki bedenim çoktan kafes olmuştu ruhuma...

 

Bu yüzden hemen nefes alacağım yalnızlığımı paylaştığım adına kör sevdam dediğim tepeye gelmiştim. İstanbul'un müthiş gece manzarasına kapılmıştım çoktan. Fazla bir anımın olmadığı hatıralarımda bir çift mavi harelere büyülenen ben yanıma gelen Yiğit ile şaşırmadım desem yalan olacaktı kesin.

 

"Ne işin var burda Yiğit?"

 

"Senin ne işin var Affan!"

 

"Hatıralara teslim olunca daraldım yine!"

 

"Tahmin ettim. Bugünkü sessizliğinde yine hülyalarda kaybolduğunu fark ettim!"

 

"Bu kadar mı belli ediyorum!"

 

"Evet! Aradan beş sene geçti. Sesini duymadın, nefesini hissetmedin, sen sevgini hunharca harcarken bir karşılık görmedin sana da yazık değil mi?"diyen Yiğit'e:

 

"Birde bana sonra dile kolay yüreğe ağır olanı sen bana sor?!"dediğimde bu sefer mini bir veyansınla:

 

"Aşkına kör olan birine bu kadarı fazla değil mi?"demişti Yiğit. Ben ise aşkın düşürdüğü acizlikle:

 

"Ne yani? Laren kör diye ben mi görmekten vazgeçeyim?"dediğimde bana:

 

"Kör olana gördüğünü anlatamazsın diyorum ben Affan."şeklinde karşılık verince haklı bir cümle kurduğunun pek ala farkındaydım. Fakat elimden de bir şey gelmiyordu. Aşkın kapanına kıstırılan kurtulmak istemiyordu ki. Biraz sessizliğe gömülünce bu sefer konuyu değiştirmek ister gibi:

 

"Bugün görüştüğün pedagog nasıldı? Umut veriyor mu Buğlem için!"dediğinde daha acı olan konuya geçiş yapmıştık halbuki.

 

"Yani bilmiyorum. Bir kaç seans sonrası belli olur dedi. Ama benim pek umudum kalmadı."

 

"Niye?"

 

"Sanki artık hep böyle olacakmış gibi geliyor bana Yiğit."

 

"Saçmalama. Kızın için durum çok normal sonuçta annesini kaybetti bir anda. Hayattan anneyi çekip alınca çocuklara miras olarak sadece hiç kalır geriye. Yani Buğlem ağır bir travma yaşadı. Şimdi eğer sende umudunu kaybedersen kızın nasıl kurtulur?"demesine sadece:

 

"Haklısın galiba."diyebilmiştim ben. Sonra bir anda:

 

"Bak Affan kaç gündür aklıma bir şey geliyor ama bilmiyorum ki ne dersin?"diyen Yiğit'e heyecanla:

 

"Buğlem için canımdan geçerim ben. Nedir düşündüğün?"dedim.

 

"Buğlem annesini çok özlüyor. Belki annesinin varlığını hissetse düzelebilir."

 

"Nasıl olacak o?"

 

"Serçe'nin bağışlanan organları arasında kalbi de vardı dimi?"

 

"Evet te ne alaka?"

 

"Bak şimdi ben gidip araştıracağım. Bağışlanan kalp bir kadındaysa şayet kendisine durumu anlatıp yardımcı olmasını isteyeceğim. Belki kızın için derman bir anne kalbi, annesinin kalbini hissetmesidir."Ne demek istediğini anladığımda:

 

"Ya kabul etmezse."diyen bana hafif sinirli çehreyle:

 

"Hayırdır oğlum nereye kabul etmiyor. Hem Serçe'nin kalbiyle yaşamına devam edecek hemde kızına yardım etmeyecek mi? Valla söker alırım o dakka kalbi ondan. Sonra ne halt yiyorsa yesin!"dediğinde belki yıllar sonra ilk kez güldüğümü biliyordum. Bu durumu Yiğit'te fark etmiş olacak ki:

 

"Hadi oğlum kalk lan. Çok geç olmuş. Sabah yoğun mesaim olacak. Ha bu arada yarın güzel bir yerde öğle yemeğinde önemli toplantıya katılacağız kesinlikle geliyorsun."

 

"Sen ilgilen Yiğit!"

 

"Lan oğlum adamlar seni de görmek istiyor doğal olarak. Artık yalan bulamıyorum."diyen Yiğit'e:

 

"Tamam."demiştim. Zaten omzuna gereğinden fazla yük yüklemiştim. O'nun da hafiflemeye ihtiyacı olduğunu hatırlayınca mecbur evetti cevabım. Birazdan kalkmış, evlerimize geçmiştik. Ben randevulaştığım rüyalara dalmadan önce kızımın yanına geçip yanağına bir buse kondurup, üzerini örtükten sonra odama geçmiştim.

 

Dün gecemin uykusuzluğundan olacak ki öğleye doğru gelen Yiğit'in telefonuyla uyanmıştım. Bugün toplantı vardı. Hemen kalkıp duş alıp hazırlanmıştım. Çıkmadan önce kızımı da görmüş uğurumu yoldaş eylemiştim kendime. Şimdi yollarda her zamanki restauranta gidiyordum.

 

O esnada güneş kibirlenmiş insanları en tepeden izliyordu. Vaktin öğle olduğunu kibriyle bildiriyordu.

 

Nihayet geldiğim restaurantta adımlarımı atarken, bir anda Yiğit'in arka sağ çaprazındaki masaya takıldı gözlerim. Afalladım, yoksa ben hâlâ uyanmamış mıydım diyerek kendimi çimdikledim. Sonra biraz daha dikkatli bakınca emin olmuştum. Ne bu an rüyaydı ne de ben uykudaydım! Gözlerim yaşlarla parlamış ben ise içimdeki ateşin daha fazla harlandığını hissetmiştim.

 

Bu mavi gözler, bu kestane tonu saçlar, bu beyaz çehre, hatta ve hatta bakışlarında kendini gizleyen bu nefret tanıdıktı. O'ydu işte O'ydu! Ta kendisiydi. Göğüs inimde, derinimdekiydi! Beni cehenneme dönüştüren ben yanarken körleşen Laren'di işte!

 

Hemen geri adım atıp kendimi saklamıştım. Sonra telefonumu sessize alarak toplantıyı umursamadan çıkmıştım. Yaşadığım bu an kaderin cilvesi mi yoksa kalbimin yeni eziyeti mi bilemeden, önce sahile attım kendimi. Denizin havası yüzüme vuruyor, dalgası zihnimi okşuyordu. Bu mavi o mavilerin aksine beni sakinleştiriyordu.

 

Birazdan aklıma gelenle asıl gideceğim yere gazlamış yaklaşık kırk dakika sonra nihayet durağımda frene basmıştım. Ağır ağır çıktığım basamaklardan penceresiz odaya gelmiştim. Açtım kapıyı yerde hazır olan spreyle duvardakilere bir yenisini daha eklemiştim. Sonra oturup, karşı duvara kitlenmiştim. Ben anlayacağınız benden geçmiştim.

 

Ansızın gözleri yine hatırıma düşünce deliriyor, kahroluyordum. Divane olmuş gibi lal kesiliyordum. Nihayetinde dönüp kendime kızıyordum. Kârsız aşkımın zararını ben kalbimle ödüyordum. Anlaşıldığı üzre kalp yangın yeriydi. Peki yanmaya yer kalmış mıydı ki gönlümde işte ben bunu es geçiyordum.

 

Yıllar sonra yine eylülde, yine sonbaharda mı yakalanmıştım! Ben sevdama rağmen sözüme sadık kaldığıma göre hangimiz oyunbozandı?

 

Bu sorular beynimi meşgul ederken, zihnim yıllanmış anılarımı yokladı yine sınır tanımadan. Hoş şikayetçi de değildim bundan.

 

Daldıkça daha çok batıyor oluşumdu sadece beni kıvrandıran. Kıvrandıkça harelerimden döküldü nemler sırayla. Gözyaşlarım da O'ndan miras kalmıştı bana. Döktüğüm her bir yaşta acı çektiğime göre kalbim hâlâ cezalıydı anlaşılan. Oysa çalan değildim buydu unutulan.

 

Geçmişe takılan ben kalktım yerimden elime aldığım sigaramın dumanını çekiyordum ta ciğerlerime. Bir iki adım ilerleyip şimdi karşı duvara daha dikkatle bakıyor, geçmişe daha fazla kapılıyor, sessizce ağlıyordum.

 

Kalbimi çalan güle güle gitmiş, cezasını ben çekiyordum. Sancılı yüreğim hasretiyle sızlanırken, ben gönül mahkememde adalet arıyordum. Fakat her seferinde hüküm yiyen tarafta yine ben bulunuyordum. Suç O'nun değil gönlüm avukatlığını yapıyordu çünkü. O yüzsüzce gönlümün rüşvetini yiyor beni ise kalbinden sürüyordu.

 

Az sonra bulunduğum yerden biraz daha ileri gidip kendimi duvara yaslamış, kafamı kaldırmış, gözlerimi kapatmıştım. Mutlu olmak için yine düşlerime sığınıyordum. Gerçek dünyamın aksine ben hayallerde yaşıyordum. Harelerimin karasına inat beyaz rüyalarda geziniyordum. Nasıl bir beyaz rüyaysa artık sefası Laren'e cefası yine bana düşüyordu. Anladım sadece kalbinden değil düşlerimden de sürgün yiyordum.

 

Sürgün yediğim her geçen gün kor alevlere daha çok teslim oluyordu kalbim. Yandığım kadar yakıyordum bende. Fakat onlar sırf yaktığımı bilirler yandığımı görmezlerdi. Bazen yanmaya günah gerekmez, aşka düşmek yeterdi. Onlar işte bunu bilmeden mahlasıma cehennem diyenlerdi.

 

Belki kötü bir adam olabilirdim fakat kesinlikle kötü seven biri değildim oysa. Aşkımla cömert, nefretimle cimriydim. O ise benim tam tersimdi. Sonra dalıp mazide anılarımı yoklayınca içim sızlıyor, canım yanıyor, sevgisi derinde olduğu için acısı da derinden geliyordu. Bundandır bir damla daha yerle buluşurken dilimde mini bir isyan

 

Alkollü yolculuk yapmak yasaktı hani? Gözleri beni sarhoş ederken maziye kestiğim bu bilette neyin nesiydi derken Bir kez daha idrak etmiştim. O'ndan armağan bu kalp yarası kabuk bağlamıyor, bağlamayacaktı da görünen. Bundandır geçmişten soyutlanmayı başarmış, göz yaşlarımı bırakarak çıkmıştım odadan nihayet... Dışarı çıktığımda her tarafa akşamın karanlığı çökmüştü. Elime aldığım telefonu sessizden çıkarırken hem ailemin hem Yiğit'in onlarca cevapsız çağrısını görmüştüm fakat Buğlem'e bir şey oldu kaygısıyla önce annemi geri aramıştım.

 

"Nerdesin oğlum sen? Arıyorum cevap vermiyorsun?"

 

"Buğlem'e mi bir şey oldu anne?"

 

"Hayır torunum iyi. Ben seni merak ettim akşam yemeğe gelmeyince."diyen annemle derin bir oh çektim. Ardından özüme dönerek:

 

"İşim vardı anne şimdi geliyorum."demiştim.

 

"Tamam oğlum."diyen annemle telefon konuşmamız kısa kesilince hemen Yiğit'e dönecektim. Bugünkü toplantıya gitmediğim için aradığını düşünerek Yiğit'ten özür dileyecektim.

 

"Nerdesin Affan?"

 

"Gelemedim senide zor durumda bıraktığım için kusura bakma kardeşim."derken sesindeki gerginliği anladığım Yiğit:

 

"O'nu hallettim sorun olmaktan çıktı o."derken bende merakıma yenilerek:

 

"Sorun nedir?"diye sormuştum endişeli sesimle.

 

"Affan Buğlem için sana dün gece bahsettiğim konu varya?"

 

"Evet ne oldu? Olumsuz mu yoksa!"

 

"Hayır konuşmadım, konuşamadım daha doğrusu."diyen dostuma:

 

"Neden?"diye geri dönüş yaparken suskunluğu beni çıldırtacak derecedeydi artık. Görmese bile gerginleşen hatlarım, sert mizacımla sinirlenerek bu sefer:

 

"Yiğit anlat artık!"diye kükredim. Çok sürmeden:

 

"Serçe'nin kalbi O'na verilmiş!"diyen Yiğit'e:

 

"O kim Yiğit O kim?"diye üst üste sorunca:

 

"O... Laren Sayra!"adını işittiğim an kalbim sıkıştı. Aniden fren yaptım. Bu nasıl bir kısır döngü böyle?Az önce kendimi güç bela kurtardığım mazim peşime mi takılmıştı ne bir türlü bırakmıyordu yakamı. Şimdi susan ben olunca telefonun diğer ucundan:

 

"Affan iyi misin?"sorusunu duymuştum. Hemen kendime gelip:

 

"Bu nasıl mümkün olabilir Yiğit?"demiştim.

 

"İnan bilmiyorum. En az senin kadar şoka girdim bende!"

 

"Sağlıklıydı. Bir şeyi yoktu ki?"

 

"Geçen beş sene içinde bir şeyler olmuş belli? Ne yapacağız biz asıl mesele bu Affan!"

 

"Sen değil Yiğit. Ben yapacağım!"diyerek kısa süre içinde karar vermiştim.

 

"Ama sen..."

 

"Bana bırak Yiğit."deyip telefonu kapamıştım suratına. Arabamın camını açıp elimde tüttürdüğüm sigarayla rotamı değişmiş direksiyonumu beş sene evveline çevirmiştim. Rüzgarın sertliğine aldırış etmeden hızla sürerken bir anda ise durmuştum.

 

Az ilerdeki banka takıldı gözlerim. Beni ilk görüşte aşka inandıranı, Laren'i gördüğüm ilk yerdi burası. İlk aşkımı ilan ettiğim yine ilk red edildiğim yerdi burası.

 

Bu durumu fark ettiğimde kendime acı acı gülmüştüm. Galiba ben aşkın lanetlisine düşmüştüm.

 

Bir umutla yine sürmeye başladım arabamı. Ve sonunda yaklaşık beş dakika sonra beş sene öncesine gelmiştim. Arabadan inip yavaş yavaş adımlarımı ilerlettiğimde heyecanım katlanıyordu. Aşkımın alevi kalbimi titretiyor bunu bedenim de pek ala hissediyordu.

 

Şimdi kapının tam önünde, zile basıp basmama konusunda tereddütteydim. Gözlerimin karasında buğuların izi varken ben dermanı verilmeyen dertteydim. Bir süre elim zilde basmadan beklemiştim öylece. Ne için gelmiştim ki derken uğruna canımdan geçeceğim kızım aklıma düşünce tereddütüm gitmiş, dermanı umursamaz olmuştum. Anında zile basmış kapının ardından tanıdığım o hoş nağme ilişmişti kulağıma. Kalbim gülmüş, gözlerimden birer yaş süzülmüştü. Beş sene sonra duyduğum bu ses vuslatın kendisinden de kıymetliydi.

 

"Kim o?"demişti sesinin frekanslarını dahi tanıdığım. Ben ise zoraki çıkan sesimle, O'na son söylediğim cümlemle cevap vermiştim.

 

"Seni en iyi tanıyan O yabancı!" demiştim. Dediğim an açılmıştı kapı. Öğlen gördüğüm mavi gözlerde gizlenen nefret yine çıkmıştı ortalığa. Anlaşılan bana olan bu nefret yıllara inat hâlâ yerli yerindeydi. Galiba ikimizde duygularımızı ihanete uğratmamıştık.

 

Ben aşkımı muhafaza ederken Laren'de nefretini muhafaza etmişti! Korkutucu olan ben bana olan nefretini görüyordum da O, O'na olan aşkımı görmüyordu!.. Buradaki adaleti veya adaletsizliği ben Affan Pars Rüzgar siz okuyuculara bırakıyorum artık...

 

<><><><><><><>

 

(Evet arkadaşlar ilk bölümle merhaba. Umarım beğenirsiniz. Sonraki bölüme kadar kalın sağlıcakla. Lütfen başlama tarihinizide yazına !)

Loading...
0%