Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@4ever_04

Wattpad ailesi burada mıyız? Burada olduğunuzu göstermek için başladığınız tarihi alabilirim bence. Değil mi? Yazmayanlar dikkat etsin eksik sayım falan olabilir. Okuyan çıkar mı bilmiyorum ama wattpad’deki Kod Adı: Maça Kızı, Kod Adı: Karo Kızı ve 4 Okul 1 Kazanan adlı hikâyelerin yazarıyım.

Her neyse, fazla uzattım. Keyifli okumalar ❤️❤️❤️

______________

 

Matematik. Çok. Sıkıcı.

Birazdan sınav kâğıtlarını dağıtacak olan hocayı izlerken düşündüğüm tek şey buydu. İlk defa bizim sınıfa giren 12. sınıfların matematik hocası olan Emre Bey öğrendiğim kadarıyla beş yıldır bu okulda çalışıyordu.

Dedikodulardan duyduklarım doğruysa adam on ikilerin en sevdiği öğretmendi. Sınavından geçmek çok zorken tam yapan çok nadir bulunurdu. Buna rağmen öğrencilerine çok iyi davrandığından ve eğlenceli bir tip olduğundan sevilirdi matematikçi.

Pek de umurumda olduğu söylenemezdi. Bizim gireceğimiz sınavı o hazırlamamıştı.

Emre hoca hazırlamış olsa da bir şey değişmezdi. Matematik dâhil her derste iyiydim. Boşuna sınıf ve okul birincisi değildim sonuçta.

“Evet gençler! Herkes yerine otursun sınav kâğıtlarını dağıtıyorum. Soruları dikkatli okuyun.”

Neden bu kadar abartıyordu ki? Karnemizi etkileyen bir sınav değildi bile. Bizim matematikçinin canı sıkılınca yaptığı denemelerden biriydi sadece. Sınıfın arka köşesindeki sıramdan göz devirdim. Bugün pek de güzel başlamamıştı.

Hoca kâğıtları dağıtmaya başladığında sonunda sessiz bir ortam oluşmuştu sınıfın içinde. Kâğıdım bana ulaştığında esnedim. Gece boyunca kitap okuduğum için uykusuz bir vaziyette okula gelmek durumunda kalmıştım.

Hem daha göz altlarımı kapatmadım!

Tam sınava başlayacakken hâlâ dibimde durmuş bana bakan hocayla karşılaştım. “Sen gece uyumadın mı?”

“Oradan nasıl gözüküyorum bilmiyorum hocam ama ben aynaya baktığımda kesinlikle uyumamış birini gördüm.”

Tavrıma karşı göz devirdi Emre Hoca. “Boş kâğıt verirsen disipline gönderirim.”

Şaşırmışım gibi ağzımı açtım. “Nasıl yani hocam beni sizin götürmeniz gerekmiyor mu? Sonra maazallah yanlışlıkla kantine çevrilir ayaklarım falan, ayıp yani.”

Bütün sınıfın gülmeye başlamasıyla hoca elini sırama vurdu. “Sessizlik!”

“Yavaşş,” dedim irkilerek. Ya masa kırılsaydı?

Emre Hoca bana ters bir bakış atıp, “Sınavdan sonra göreceğim ben seni,” dedi.

Cevap vermeyip kâğıdıma döndüm. Yeterince vakit kaybettirmiştim. Bir an önce bu işkenceyi sonlandırıp kantine gitmek istiyordum.

İlk soruya baktığımda bu konuyu daha dün çalıştığımı anımsadım. İyi de bu on ikilerin konusu değil miydi? Neden bizim sınava koymuşlardı ki soruyu? Boş verip sınavı çözmeye başladım. Herhâlde uyuyakaldığım derslerden birinde anlatmıştır hoca.

TYT AYT birden çalıştığımdan şimdiden bütün sınıfların konularına çalışıyordum. LGS sınavında 500 alsam da ailem istediğim okula gitmeme izin vermemişti ve sıradan bir Anadolu lisesinde okuyordum.

Nedenini sorduğumda tatmin edici bir cevap alamadıktan sonra konuyu üstelemeyi bırakmıştım. Olan olduktan sonra ne yapsam boştu. Son soruya geldiğimde saate baktım. Sınav başladığından beri on dakika geçmişti. Normalde bu tarz hocanın bizi denediği sınavlarda daha hızlı olurdum fakat bu sefer hoca biraz daha zorlamıştı beni.

Geçen iki dakikanın sonunda hâlâ soruyu çözemememle ofladım. Bu soru neydi ya? Aklıma gelen fikirle tekrardan çözdüm soruyu. Sonunda! Matematikçi bir iyileşsin bu sorunun daha kısa çözümünü soracaktım. Daha önce hiç böyle bir soruyla karşı karşıya gelmemiştim.

Esneyerek kâğıdımı alıp ayağa kalktım ve matematikçinin masasına yürümeye başladım. Sınıftakiler hep ilk bitiren olduğumdan bir yerden sonra şaşırmayı bırakmışlardı.

Masaya kâğıdı bırakırken, “Boş kâğıt kabul etmiyorum,” diyen hocayı tınlamadan kâğıdı koydum ve yönümü sınıf kapısına çevirdim.

Allah’ım, bir sınavı daha atlattık çok şükür.

Sınıftan çıktığımda ilk önce bomboş olan koridorda gezdirdim gözlerimi. Sadece dersten atılmış birkaç erkek vardı. İyi de, neden sınıf kapısının önünde dikiliyorlardı ki?

Hepsinin gözlerinin bana çevrilmesiyle asker selamı verip önüme döndüm. İstikamet kantin. Koşar adımlarla merdivenlerin sonuna gelip upuzun koridorda dik duruşumla yürümeye başladım. Yanından geçtiğim hocalara ve birkaç tanıdığa selam veriyor, yürümeme devam ediyordum.

Kantine girdiğimde kantindeki herkesin dikkatini çekip olmayan sıraya girdim. “Abla bir tane sucuklu kaşarlı tost ve ayran.”

İstediklerimi alıp boş masalardan birine yerleştim ve yemeye başladım. On beş saattir açtım lan ben, aç. Midem küçük olduğu için bu durum bana pek bir sıkıntı oluşturmuyordu ama çok kötü ağrı yapıyordu. Aç karna ağrı kesici de alamadığımdan hâliyle yemek yiyene kadar o ağrıyla geziyordum.

Yemek yediğimde de çok geldiğinden yine karnım ağrıyordu ve ilaç içiyordum. Ama ilaçlar da bir yerden sonra etki etmemeye başlamıştı. Kısacası, midemde ağrı hissetmediğim tek bir dakika bile yok diyebilirim.

Tostumu yerken izlendiğimi hissetmemle kimin bana baktığını bulmak için kantini taramaya başladım. Sonunda gözlerim hedefini bulduğunda çaprazımdaki masada oturan çocuğun bana dik dik baktığını gördüm.

‘Ne var?’ dercesine bir bakış attım. Çocuk 10. Sınıflardan değildi. Onu daha önceden görmüş olsaydım hatırlardım, buna emindim. Çocuğun önüne dönmesiyle rahat bir nefes alıp tostumu yemeye devam ettim.

Telefonumun titrediğini hissetmemle telefonumu cebimden çıkarıp aramayı cevapladım. Arayan bizim sınıftaki bestie’mdi.

“Efendim kanka?”

“Kanka neredesin, yanına gelelim.” Çoğul konuştuğuna göre yanında Ardalar da vardı.

Yine aynı hisse kapılmamla tekrar aynı çocuğa baktım. Kendisi yetmiyormuş gibi şimdi de arkadaşlarıyla bana dik dik bakıyordu. Olmadı parmağınızla gösterin tam olsun abi.

“Yok kanka ben şimdi geliyorum zaten yanınıza. Ders bitti mi?”

“Hayır ya biz kâğıtları teslim edip çıktık. Hem niye sen geliyorsun ki, daha çok var bir sonraki derse.”

Çok dediği yirmi dakikaydı. “Kanka burada birkaç tane hadsiz öküz yiyecekmiş gibi bana baktığından gelmeyin siz. Birazdan elimden bir kaza çıkacak çünkü,” dedim neredeyse bağırarak.

“Anladım aşkım. Çardaklardan birine geçiyoruz o zaman biz. Gelmemizi istemediğinden emin misin?”

“Damla! Kaç kere demem gerekiyor anlaman için?”

“Tamam tamam kızma,” dedi ve yüzüme kapattı. Tabii biliyor kapatmazsa ağzına sıçacağımı canım arkadaşım.

Ayağa kalkıp hâlâ uslanmamış olan tayfanın masaya yaklaştım. “Kardeşim daha ne yapmam gerekiyor bana öyle bakmamanız için. Tamam biliyorum güzele bakmak sevap da abartmayalım. Maazallah yanlışlıkla günaha dönüşür falan tövbe.”

Son sözümü söyledikten sonra yavaş adımlarla kantinden çıkıyordum ki bütün kantini inleten kahkaha sesleriyle durdum.

“Bu iyiydi.”

Sırıtıp kapıyı bıraktım. Çıkan ses kulaklarımı sağır edecek cinsten iken kahkahaları kesmeye yetmişti. Bugün gerçekten sabrım sınanıyordu. Daha fazla bu okula dayanamayacağımı anlayınca Ezgi’yi aradım.

Açmasıyla söze girdim. “Ezgi diğerlerine sorsana okulu ekelim bugün.

“Kanka…”

“Ne oldu?”

“Hoparlördesin.”

“Yanında kim var?” diye sordum kaşlarımı çatarak.

“Emre Hoca ve bizimkiler.”

“E o zaman hoparlörü kapatsana mal!” diye bağırdım sinirle. Bu da bütün gözlerin üzerimde toplanmasına yol açmıştı doğal olarak. Bugün de el alemin matematikçisine rezil olmuştuk.

“Kapadım.”

“Neden hoparlör açıktı?”

“Emre Hoca seninle konuşmak istiyor da.”

“Telefondan mı?”

“Hayır salak seni odasına çağıracaktı.”

“Yanında mı hâlâ?”

“Disiplin içinse müdürün odasına gidebilirim bak sorsana.”

“Hayır Derin, lütfen odama gelebilir misin? Sınavınla alakalı konuşmamız gereken konular var.”

“İyi de benim yanlışım yok ki.”

“Sorun da o ya.”

“Neyse hocam, odanızın önündeyim şu an sizi bekliyorum.”

Odanın önünde boş boş beklerken gelen geçen insanlar bana tuhaf bakışlar atıp geçiyordu. Ne var yani birini bekliyorsam? Size ne kardeşim? Sonunda Emre Hoca görüş alanıma girdiğinde yaslandığım duvardan dikleştim. Hayır yani altı üstü bir sınavdan yüz almıştım. Ne abartıyordu ki?

“Hocam ders başlayacak birazdan. Eğer acil değilse sonra konuşsak hocam sizin için sorun olur mu?”

“Acil bir mesele Derinciğim.”

Matematikçinin kapıyı açtığında vakit kaybetmeden odaya girdim. Daha öncelerde uğradığım bir oda değildi. Malum, bazı arkadaşlar on ikilerin öğretmeni olduğunu unutup onuncu sınıfların işine karışıyordu.

Siyah çalışma masasının önündeki koltuklardan birine geçip odayı inceledim. İç karartıcı derecede siyah olan oda her geçen saniye boğuluyormuş gibi hissediyordum.

Yutkundum. “Evet hocam sorun neydi?”

Karşıma oturup mavi bir dosyadan kâğıt çıkarıp önüne koydu. “Nasıl yaptın? Yanında telefon var mıydı?”

Kâğıda baktığımda yarım saat önce çözdüğüm sınav vardı karşımda. Kâğıdın en üst kısmında yazana göre 100 almıştım.

“Hayır hocam telefonum müdür yardımcısının odasında kutuda duruyor. Hem siz neden 100 almamda bir sakınca gördünüz ki? Hep yaptığım şey.”

“Bak Derin sorun senin herhangi bir sınavdan yüz alman değil. Benim, on ikinci sınıflar için hazırladığım sınavdan yüz alman.”

“İyi de. Siz bize Aynur Hoca’nın hazırladığı sınavı dağıtmadınız mı?”

“Evet ama yanlışlıkla kâğıtlar karıştığı için bazı öğrenciler benim hazırladığım kâğıtları çözmüş. Buna sen de dâhil. Sen çıktıktan beş dakika sonra fark ettim ben de.”

Benden bir açıklama bekleyen hocaya nasıl bir yalan uydursam bilmiyordum. Yalan söylesem de Pinokyo hastalığına sahip olduğum için ânında hıçkırmaya başlayacaktım ve hoca da fark edecekti tabii bir şeylerin ters gittiğini.

“İleriki sınıfların konularına da çalıştığımdan kolayca çözebildim sorularınızı. Yani başka bir teknolojik aletten yardım almadım.”

Yüzünden etkilendiği anlaşılıyordu. “İyi de fark etmedin mi soruların sizin konularınızdan olmadığını?”

“Uyuduğum derslerden birinde işlediğimizi düşünmüştüm. Bilirsiniz, bazı hocalar ön anlatım gibi şeyler yapıyor.”

Ne kadar açıklasam da hocanın yüzünde tatmin olmuş bir ifade göremiyordum. Sanki bütün soruları herhangi bir teknolojik alet sayesinde doğru yaptığımı söylesem tatmin olacaktı.

“Peki benim sınıfında ders verdiğim 200 tane on ikinci sınıf öğrencisinden hiçbirinin 100 alamadığı sınavdan senin gibi bir onuncu sınıf öğrencisinin 100 alması tuhaf değil mi?”

That’s just not my problem.

Karşımdaki matematikçi şu an beni herhangi bir onuncu sınıf öğrencisi olarak yargılıyordu. Benim herhangi biri olmadığımı anlaması gerekecekti.

“İnanmıyorsanız beni tekrardan sınav yapın. Hem de hemen, tam gözünüzün önünde.”

Go girlieeee.

İç ses, şimdi sırası değil.

Emre Hoca tek kaşını kaldırmış bana bakıyordu ciddi olup olmadığımı anlamak için. Dudağını kenarını kıvırdı. “Emin misin? Bak gerçekten hemen şu an önüne kâğıt koyabilirim.”

Deminden beri ne diyorum ben?

Kendimden emin bir tavırla, “gönderin gelsin hocam,” dedim meydan okuyan bakışlarımla.

Ayağa kalkıp ahşap kitaplığın yanına gitti ve siyah bir dosyadan bahsettiği kâğıdı çıkardı. Her ne kadar hocaya meydan okusam da ister istemez korkuyordum biraz.

Kâğıdı önüme koyduktan sonra dediğim gibi tam karşıma geçti. Masanın üstündeki kalemlikten rastgele bir kurşun kalem aldıktan sonra bugünkü üçüncü sınavıma başladım. İkincisini o öküzleri dövmeyerek başarıyla tamamladığımı düşünüyordum.

Sorular beklediğim üzere bizim konularımızdan değildi. On ikilerin sınavı olduğu belli oluyordu ama sorular beklediğimden daha zordu. Yine de çözemeyeceğim sınavı hazırlayan hoca daha annesinin karnından çıkmamıştı.

Hızla kalemi oynatırken dikkatle hareketlerimi izleyen Emre Hoca hiç de yardımcı olmuyordu. Arada başımı kaldırıp hocayla göz göze geliyor, sonra kaldığım yerden devam ediyordum.

Arka sayfaya geçtiğimde sayfanın en üst kısmında duran altıncı soruyu çözmek yerine sayfanın en alt bölümündeki onuncu soruyla başladım. Karşımda oturan matematikçi bu hareketime hım sesi çıkararak tepki göstermişti.

Bazı sorular aşırı uğraştırıcıyken bazıları aşırı karmaşık gözüküyordu ancak gereksiz bilgileri sildiğimde ortaya aşırı kolay bir soru çıkıyordu. Sonunda bütün soruları cevapladığımda kalemi kâğıdın üstüne atarak arkama yaslandım. Sınav sadece on sorudan oluşuyordu oluşmasına da hem beynimi hem de elimi oldukça yoran sorulardan oluşuyordu.

Matematikçi kâğıdı kendi önüne çekerken sordum. “Kaç dakika?”

Saatini kontrol ederek, “12,” diye cevap verdi.

Eh, daha iyisini yapabilirdim. Ancak ilk defa karşılaştığım soru tiplerinden olduklarından düşündüğümden bir dakika daha uzun sürmüştü.

Emre Hoca elindeki kırmızı pilot kalemle sorulara sırasıyla tik atarken yüzündeki ifade gerçekten görülmeye değerdi. Sonunda son soruya da tik attığında kendimi kanıtlamış olmanın rahatlığıyla hocayı izliyorum.

“Evet hocam, buradaki işim bittiğine göre müsaadenizle ben sınıfıma gidiyorum. Malum, derse geç kaldım.”

Utanmasan hocaya beni dersten alıkoydunuz diyerek ağlayacaksın Derin.

Sen sus.

Ayağa kalkacakken Emre Hoca’nın eliyle otur işareti yapmasıyla geri yerime oturdum. Kaşlarımı çatarak, “bir sorun mu var?” diye sordum.

“Okullar arası olan matematik olimpiyatlarına bizim okulu temsil eden diğer öğrencilerle beraber katılmanı istiyorum.

Ama ben istemiyorum?

“Şey… Hayır.”

_____________

Ve bölüm sonu…

Beğendiniz mi?

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere. Seviliyorsunuz. 💕

 

Loading...
0%