@_____knur_____
|
Herkese merhabalar :)
İlk kiatp biraz kısa olacak çünkü buralar geçmişte az çok neler oldu öğrenmeniz için yazılıyor ama emin olun ki ikinci kitapta daha uzun bölümler olacak. Şunu da söyleyeyim ikinci kitapta burada yayınlanacak onun için ayrı bir kitap olmayacak.
Eğer takip etmek, belli başlı bilgi ve fikirler almak isterseniz sosyal medyal hesaplarımı takipte kalabilirsiniz ;)
INSTAGRAM : _____knur_____
PİNTEREST : kilicnur537
O zaman artık sizi bölümle başbaşa bırakıyor ve okuyan herkese keyifli okumalar diliyorum <3
💮
💮 1/ KURTULUŞ GÜNÜ...
“Herkes birbirine sözler vermişti ama hiç kimse o sözleri tutmamıştı...” 💮 20.03.2024 / ERZURUM : ELA’DAN : Kum saati yere düşmüştü ve artık zaman durmuştu. Kırılan kum saatiyle saatler, dakikalar hatta saniyeler bile geçmiyordu. Ben ise kırılan kum saatinin tamir etmeye çalışarak zamanın daha hızlı akmasını sağlamaya çalışıyordum. Zira bu evlilik arifesi daha fazla uzun sürerse kendimi bir yerlerden atmam an meselesiydi. Boş bakışlarla etrafımdaki insanları incelemeye ve içimdeki düş kırıklığını susturmaya çalışmıştım ama olmuyordu. Ne içimdeki bana ağır gelen o kötü his geçiyordu ne de bu durmuş zaman. Artık burada daha fazla durabileceğim zannetmiyordum. Bakışlarımı son kez çeyiz dükkanında birbirlerine görüşlerini söyleyerek eşyalar alan aileme ve Eren’in ailesine baktım. Kendi aralarında hem çok telaşlılar hem de çok mutlulardı. Keşke bende bugün bu duyguları yaşayabilseydim ama olmamıştı... Onlar oradaki herkese fikrini soruyordu ama bir kişinin bile benim evime yerleşecek olan eşyalar için benden fikir almayı düşünmüyordu. Hoş biz evlenme kararımızı açıkladığımızdan beri hiçbir şeye karışamadık ki; nişan günümüze, yüzüklerimize, o günlerde ne giyeceğimize, kendimize ait eve eşya seçerken hatta nişanımızı düğünümüzü hangi günde yapacağımıza bile onlar karar vermişti. Bizim tek karışabildiğimiz nokta hangi şehirde yaşayacağımızı seçmek olmuştu. Ona bile annelerimiz itiraz edecekken babalarımız el atmıştı ama o bile bir kalp kırıklığıydı. Çok net hatırlıyorum babama fikrini sorduğumda ne söylediğini o anı aynı diğer anlar gibi asla unutamıyordum... “Siz evlenin de sonra nereye giderseniz gidin.” O an bu cümle o kadar içime oturmuştu ki ağzımı açıp ta tek kelime bile edememiştim. Aslında düşününce bu cümlenin hiç kötü yanı yoktu. Aksine sanki bize destek çıkıyor ve bizi kısıtlamıyor gibiydi. Fakat bu cümleyi öyle bir ton ve öyle bir bakışla söylemişti ki sanki beni o evden kovar gibiydi, sanki eğer bu evden çıkarsam artık onun kızı olmayacakmışım gibi gelmişti. Bu zamana kadar hiçbir zaman kendimi bu evde fazlalık gibi hissetmemiştim. Evet her zaman bu evden gitmek istemiştim ama bana o kadar şey yapmalarına rağmen her zaman altında beni korumaları için olduğuna dair bir sebep bulmuştum. Hayatımda ilk defa hiçbir sebep bulamamıştım. Hayatımda ilk defa kendimi hiçbir yere ait olmama hissini bu kadar çok hissetmiştim. Tabi ben bu hayal kırıklığını yaşarken içimdeki derinlerden gelen o ses ise bambaşka konuşuyordu. O benim bu hayal kırıklığımın aksine kocaman gülümseyip “Niye bu kadar üzülüyorsun? Bak ne güzel yıllardır istediğimiz o şey oluyor. Yıllardır bu aileden kurtulmayı, böyle bir aileye ait olmamayı dilemedik mi? Bak işte şimdi istediğimiz kadar uzağa gitmekte serbestiz. Bu bizim en büyük hayalimizdi.” Ama bu sese inat içimdeki derinden gelen başka bir ses ise bu sesin aksine ağlayarak “Ne olursa olsun onlar bizim ailemiz! Hangi aile, hangi baba sanki kızını kovar gibi bu sözleri söyler ki ?! Evet en büyük hayalimizdi ama ailemizin bizi silmesini isteseydik biz zaten kaçar gitmez miydik? Biz neden onca zaman bu çileye katlandık !? Ben söyleyeyim, bizi silmesinler diye! Bizi her ne olursa olsun unutmasınlar, benim Ela diye kızım var diyebilsinler diye!” Bu ses her ne kadar ağlayarak haykırsa da içimdeki diğer ses asla ama asla onu dinlemiyordu. O hala kendi gördüğü gerçeklikteydi. “Asıl sen iyi misin !? Onlar değil mi bize çocukluğumuzu dar eden! Onlar değil mi uzun saç hayalimizi bizden alan! Onlar değil mi kırmızı rengini bize küstüren! Onlar değil mi bir tane erkek kankamız oldu diye bize hayatı dar eden! Onlar değil mi üniversite de hiç istemediğimiz bir bölüme bizi sokan! Onlar değil mi bu ilçe dışına bile adım atmamıza engelleyen!” Artık gülen bu seste bağıra çağıra ağlıyordu. Yaşadıklarına, ailesinin ona yaşattıklarına ağlıyordu. Diğer ses ise ağzını açıp da tek kelime dahi edemiyordu artık. Çünkü o da hiç istemese bile onu anlıyordu. O da artık ilk başta gülen ama şimdi bağırarak ağlayan sese ağlıyordu. “Şimdi gelmiş bana bizi silmesinler diye ağlıyorsun! Bize bu yaşattıklarından sonra isterlerse silsinler! Biz artık özgür olacağız ve bu esaretten kurtulacağız. İnan şu saatten sonra kimin kimi kırdığı, kimin kime ne dediği gram umurumda değil! Biz artık kurtulacağız...” Son cümlesi hariç bağıra çağıra konuşmuştu ama son cümlesi o kadar cılız ve yorgun çıkmıştı ki... Ve bu sözlerden sonra o iki seste susmuştu. İkisi de kendi gerçekliklerinde göz yaşlarına boğularak kendi köşelerine sinmiştiler. İki farklı ses, iki farklı görüş ama yaşanılan aynıydı. Göz yaşlarının döktükleri yer yine aynıydı... Çeyiz dükkanından dışarıya çıktığımda tepedeki tüm ışıltısıyla parlayan güneşe inat bedenimi donduracak bir ayaz karşılaşmıştım. Üzerimdeki beyaz kabana daha sıkı sarılarak zihnimde düşünceler aynı boşlukta ki bir kara deliğin her şeyi içine çeker gibi düşüncelerim beni içine çekmişti. Zihnimdeki düşüncelerde kaybolmuşçasına cadde de yürümeye başladım. Aklımda binlerce düşünce geçiyordu. Kendi ailem, annem, babam, ablam, abim, Eren’in ailesi, annesi, babası, ablası, Eren’le benim evliliğim ve ondan sonra ki hayatımız. Sahi ya biz şimdi üç gün sonra buradan gerçekten de gidecek miydik? Peki yıllardır bu üzerimizdeki yükten kurtulabilecek miydik? Biz iyileşebilecek miydik? Peki ya iyileşince ne olacaktı? Ya başaramazsak? Ya kurtulalım derken bizi daha büyük bir çukur bekliyorsa? Zihnimde tükenmek bilmeyen sorularla boğuşurken birden önümde beliren bir demet papatyayla durmak zorunda kalmıştım. Ardından da bedenime sarılan bir kol ve yanağıma konan bir buseyle kocaman gülümsemiştim. Bu öpücükle zihnimdeki düşünceler anında kaybolmuştu ve bende gözlerimi kapatıp bu anın tadını çıkarmaya başlamıştım. “Acaba bu Papatyalar gibi bembeyaz güzellikte ve aynı onlar gibi narin güzellikte olan bu hanımefendinin nereye kaçtığını öğrenebilir miyim?” Eren’in dedikleriyle gözlerim kapalı bir şekilde gülümsemiş ve onun yanağımdaki öpücüklerini hissettikçe gülümsemem daha da büyümüştü. Onun her bir öpücüğüyle, bedenimde hissettiğim sıcak koluyla kendimi hafiflemiş hissediyordum. “Hmm... Bilmem ki, acaba sorabilir misiniz ki? Hem siz kimsiniz ki? Hangi yürekle ve cesaretle böyle bir soru sorabilirsiniz?” bu dediklerimle gözlerimi açıp arkamı dönüp onun gözlerinin içine bakmıştım. Eren ise kocaman gülümseyerek bana gamzesini sunmuştu. “Ben bu güzel Papatya hanımefendinin can suyuyum, onun yıkılmamasını sağlayan köküyüm ve en önemlisi onun içini ısıtan ışık kaynağıyım. Eğer bu bilgiler sizi tatmin etmişse bana nereye kaçtığınızı bahşeder misiniz?” Eren’in söyledikleriyle bu sefer yüzümdeki gamzeler belirginleşmişti. İkimizde birbirimize sevgiyle bakarken o bir anda kolunu omzuma atarak ve bana sarılarak bizi ilerletmeye başlamıştı. “Madem bu hanımefendi nereye kaçtığını söylemiyor o zaman bende onu kaçırırım.” ben Eren’e şaşkınca bakarken o benim bakışlarıma aldanmamıştı ve arabaya kadar öyle yürümüştük. “Eren bir dur annemler var. Onlara bir şey demeden nasıl gidelim?” Eren söylediklerimle bana gülümsemiş ve “Abilerimizin haberi var onlar bizi idare edecek.” demiş ve yanına geldiğimiz arabaya binmiştik. Arabaya çalıştırmadan önce ise gözlerimdeki ışıltının bütün yıldızlardan daha parlak olmasını sağlayacak şeyi söyledi. “Hazırlan benim güzel Papatyam, hayallerimizi gerçekleştirmeye gidiyoruz.” YAZARDAN : O gün Ela ve Eren hayallerini gerçekleştirmişlerdi. İlk önce hayallerindeki bir gelinlik ile damatlık almaya gitmişlerdi. Ardından da arabayı aynı hayallerindeki gibi süslemişlerdi. Ve o arabayla Eren’in ayarladığı mekâna gelmişlerdi. Burası bir oteldi, ikisi de hazırlanmak için odalarına geçmişlerdi. O gün Ela’nın yanında belki kimse yoktu ama aynı hayallerindeki gibi uzun kollu boğazlı sade bir gelinlik vardı üzerinde kolları ve boyun kısmı transparan tülden olan gerisinin ise beyaz bir perdenin üzerinde tülden ibaret olan bir gelinlik. Gelinlikte dantel yerine taşlar vardı. Ailesinin ona aldığı prenses modeli kabarık düşük kol ve dantelden oluşan gelinliğe inat bu gelinlik hiç kabarık değildi ve dantelleri çok yoktu. (Ela’nın istediği ve şimdi giydiği gelinlik.)
O gün ela saçını ve makyajını istediği gibi kendi yapmıştı ve çok isteyerek aldıkları papatya buketini eline almıştı. Eren’de, Ela’dan farksız değildi. O da ailesinin ona seçtiği siyah ceketli, pantolonlu ve beyaz gömlekle kravatlı takım elbise yerine gri ceketli, pantolonlu ve beyaz gömlekle kravatsız, papyonsuz olan takım elbiseyi giymişti. (Eren’in istediği ve giydi takım elbise.)
Eren ne papyon takmak istemişti ne de kravat. Onun yerine sadece gömleğinin ilk iki düğmesini açık bırakmıştı. Ailesiyle damatlık seçerken babası kravatlı takım olmasında çok ısrarcı olmuştu. Halbuki Eren ikisini istemiyordu. Bunu dile getirdiğinde ise babası onu keskin bir dille uyarmıştı. “Erkek adam öyle boynu falan açık gezemez! Amma velakin öyle kız gibide kurdelede takmaz! Sende soyadına ve adamlığına yakışır bir şekilde kravatlı damatlığını giyeceksin! Başka bir şeyi giyme ihtimalin söz konusu bile olamaz!” Eren o gün babasının sözlerini unutamamıştı. O zaman anlamıştı hiçbir zaman ne den papyonu olmadığını. Küçükken onun yaşındaki çocuklar düğünlerde ya gömleğinin birkaç düğmesi açık gezerdi ya da çok sıkılmamış hafif bir şekilde bağlanmış papyonlar takardı. Kendisi ise sıkı bağlanabilecek en son raddeye kadar sıkı bağlanmış kravatlar takardı. Ama bugün o sıkı bağlanmış kravatlara inat değil boynuna bir şey takmak, gömleğinin ilk iki düğmesini açık bırakmak istemişti. Boy aynasında kendisine son kez bakmış ve ceketinin küçük cebine mendilini yerleştirerek odadan çıkıp, Ela’nın odasına gitmişti. Ela heyecanla yerinde duramazken duyduğu kapı sesiyle yerinde dikleşmişti. Heyecanla kapıyı açamaya gitmişti ve kapıyı açtığında onlar heyecanla birbirlerine baka kalmışlardı. Hayır bu birbirini güzellikleri yüzünde nutku tutulan insanların bakışmaları değildi. Bu hayallerini, istediklerinin başaran iki gencin bakışmasıydı. Birbirlerinin ellerini tutarak o dipsiz kuyudan gün yüzüne, kurtuluşlarına çıktıklarındaki bakışmaydı. Diller konuşmuyordu ama bakışlar konuşuyordu. Ela’nın bakışları “Gerçekten başardık mı? Gerçekten yaptık mı bunu?” diyordu. Eren’in bakışları ise “Evet, başardık. Biz o dipsiz kuyudan diğerlerine inat kaçmadan çıkmayı başardık Ela.” O gün onlar dillerini susturmuşlardı ve bakışlarıyla konuşmuşlardı. O gün otelin arkasındaki plaja gitmişlerdi ve hayallerini gerçekleştirmişlerdi. Belki aileleri, davetliler hatta nikah memuruyla şahitleri bile yoktu ama onlar vardı. O gün her ne olursa olsun o plajda, aynı hayallerindeki gibi kendileri arasında evlenmek istemişlerdi de. Yapmışlardı da. O gün gün boyu o plajda istedikleri gibi eğlenmişlerdi ve sıra nikah masasına oturmakta gelmişti. Ne şahidi ne de nikah memuru olan o masa... İkisi de önüne koydukları a4 kağıdına ve kaleme bakarak gülümsemişlerdi ve kendi aralarında hayallerinde o merasime başlamışlardı. Ela ilk önce a4 kağıdını kendine çekerek aklındaki cümleleri kâğıda geçirmişti. Ardından da gözlerindeki ışıltıyla, Eren’in gözlerindeki ışıltıya bakarak “Ben Ela Kara, ilelebet söz veriyorum ki Eren Kara’yı asla bırakmayacağım ve onu her ne olursa olsun daima iyileştireceğim. İçimdeki aşk bitse bile ona asla saygısızlık yapmayacağım. Ve söz veriyorum ki onu incir ağaçları çiçek açana kadar çok seveceğim. Peki sen Eren Kara bu şartlar doğrultusunda beni hayatına kabul eder misin?” Eren sözlerimle kocaman gülümsemiş ve kâğıdı önüne alarak ilk önce cevabıyla imzasını atmıştı. Ardından da kendi yazısını yazmıştı. Bu sefer Eren, Ela’nın gözlerinin en içine bakarak “Seni her sunduğun şart karşısında boynum kıldan bile daha incedir. Ela Kara senin her ne olursa olsun Hayatıma her daim kabul ederim.” Eren’in söyledikleriyle Ela’nın yüzündeki gülümseme daha da büyümüştü. Gözünden akmayı bekleyen damlalar hiç beklemeden akmıştı. Eren ise bu sefer kendi yazısını kafasında toparlamıştı ve Ela’nın ellerini tutarak ve yine gözlerinin en içine bakarak söylemeye başlamıştı. “Ben Eren Kara, bir ömür boyu için söz veriyorum ki onun elini asla bırakmayacağım. Ben Ela Kara’yı her zaman, her ne olursa olsun seveceğim. İçimdeki aşk bitse bile onu asla sevmekte bıkmayacağım. Ve andım olsun ki çocukluğum olan bu kadın her ne olursa olsun asla hayatımdan çıkarmayacağım. Şimdi sen söyle Ela Kara her ne olursa olsun beni hayatına kabul eder misin?” Bu sözler karşısında Ela heyecanla ve titreyen ellerle kâğıdı ve kalemi almış ve cevabını yazıp imzasını atmıştı. Ardından da ise mutlulukla akan göz yaşlarının arsından kâğıda bakarak cevabını okumuştu. - ki eğer kâğıda bakmasaydı titreyen sesiyle hiçbir cümleyi kafasında oluşturamaz ve söyleyemezdi.- “Ben Ela Kara, çocukluğum olan bu adamı ilelebet hayatımda kabul edeceğime dair söz veriyorum.” demişti. Ardından da ikisi de çok beklemeden birbirlerine sımsıkı sarılmışlardı. Birbirlerinin omuzlarından göz yaşı dökmüşlerdi. Bu göz yaşları birbirine sonunda kavuşan gençlerin göz yaşları değildi. Bunlar kurtuluşun, kurtulmanın verdiği heyecan ve mutluluğun göz yaşlarıydı. O gün ikisi de sabaha kadar birbirlerinin omzunda birbirinden güzel hayaller kurmuşlardı. Karşılarındaki deniz, tepelerindeki dolunay ve bedenlerindeki soğukluğu hissettiren o ayaz onların dinlemişti. Sözlerini duyup, şahitlik etmişti. Peki bu hayallerden kaçı gerçekleşecekti? Bu sözlerden kaçı gerçekten olacaktı? Daha bunun gibi hiçbir sorunun cevabı bilinmiyordu. Bilinen bir şey varsa onlar artık kurtulmuştu. Üzerlerinde çok büyük yükler bırakan ailelerinde kaçmadan, saklanmadan kurtulmuşlardı. Peki geride kalan yaralar nasıl iyileşecekti? Gerçekten iyileşecekler miydi? Bu soruya onların inancı tamdı. Onlar için aralarındaki güçlü bağ her şeyin üstesinde gelir gibiydi. Aynı köyden olan doğdukları andan beri birbirlerini gören bu iki genç her şeyden emindiler. Onlar için artık Kurtuluş günüydü ve artık daha fazla acı yoktu. Daha fazla birilerine kırgınlıklar yaşamak yoktu. Belki de onlar öyle sanıyordu. Evet doğru bu bir kurtuluştu ama onlar bir daha hiç yara almayacaklarını kimse söylememişti. Onlar bu kurtuluş günüyle acı dolu hayatlarının bittiğini ve artık açan güneşle onların çiçeklerinin açtığını düşünüyorlardı. Ama daha bitmemişti. Tam tersi her şey daha yeni başlıyordu. Onların çiçekleri gündüz o güzel güneşin sıcaklığıyla açan çiçeklerden değildi. Onlar aynı Kadupul Çiçeği gibiydi. Ela ve Eren’de aynı bu çiçekler gibilerdi. Onlar tüm bu zorluklardan sonra çiçeklerinin açacağını sanıyordu ama onların çiçekleri kapanacaktı. Belki de kim bilir her şey sanıldığı kadar güzel olmayacaktır...
💮
1. BÖLÜMÜN SONU...
Yazan : Knur.
Toplam ( 2059 ) kelime.
💮
|
0% |