@_____knur_____
|
Herkese Selamlar, nasılsınız bakalım...
Öncellikle bu kitabı iki kitaba bölmekten vazgeçtim. Kadupul Çiçeği tek kitap olacak bunu bilmenizi isterim .
Eğer takip etmek, belli başlı bilgi ve fikirler almak isterseniz sosyal medyal hesaplarımı takipte kalabilirsiniz ;)
INSTAGRAM : _____knur_____
PİNTEREST : kilicnur537
O zaman daha fazla uzatmadan sizi bölümle başbaşa bırakıyorum.
Umarım bölümü beğenirsiniz.
Herkese keyifli okumalar <3
💮/ 3 / HAYALLERE ON KALA...
“Bazı hayaller vardı gerçekleşecek olan ve bazı hayaller vardı gerçekleşmeyecek olan...” Knur. 💮 23.03.2024. ERZURUM : ELA’DAN : Bir anda hissettiğim soğukla gözlerimi açmıştım. Gözüme ilk çarpan şey ise tepemdeki dolunay olmuştu. Kendime gelmeye çalışırken üzerimde gördüğüm karartıyla oraya odaklandım. Üzerime vuran dolunay ışığından gördüğüm kadarıyla üzerimde uzun kollu ve ayak bileklerime kadar uzanan bir beyaz elbise vardı. Fakat sorun şuydu ki elbisenin etek yani alt kısmında bahsettiğim karartı vardı, bu karartı kandı. Asla durmayan, giderek çoğalan bir kandı. Gördüğüm şeyle hemen korkuyla yerimden kalkmıştım. Etrafımda dönerek nerede olduğumu anlamaya çalışıyordum. Bir ormanın içindeydim. Tepemdeki dolunaydan gelen ışıktan başka hiçbir ışık kaynağı yoktu. Bir yandan da sert bir ayaz vardı. Üşümüyordum çünkü rüyadaydım. Evet, bunun bilincindeydim; bu bir rüyaydı. İnsanlar rüyalarında hiçbir duyuyu hissedemezdi. Sadece uyandıklarında ilk saniyelerinde hatırladıkları rüyada hissedebilirler. Ben ne kadar şu a n suyu hissedemesem bile vücudumda şiddetli bir titreme vardı hatta yürümekte bile zorlanıyordum. Sonra bir anda bir şey oldu. Sert esen ayazın rüzgârı yönünü değiştirdi. Bunu yerdeki hareket eden yapraklarından ve saçlarımın uçuşmasından anlamıştım. Bakışlarımı o yöne çevirdiğimde ise dolunayın ışığının başka bir yere vurmaya başladığını gördüm. Ardından da ise kuvvetli bir ağlama sesi... Hayır, hayır! Bu bir değildi. Bu kesinlikle değildi, bu iki ağlama sesiydi ve bu iki ağlama sesi birbirine karışıyordu. Titreyen bacaklarımla sesin geldiği yöne doğru gitmeye başladım. Kısa süre içinde dolunayın vurduğu ışığı sayesinde daha net gördüğüm iki bebek vardı. Büyük ağacın dibinde beyaz ince bir beze kundaklanmış iki bebek. Fakat üzerindeki beyaz bez aynı yüzlerindeki kanlar gibi kırmızıya dönmüştü. Ben bebeklere bakmaya devam ederken yine bir rüzgâr esti ama bu sefer ki diğerlerinden daha dondurucuydu. Lakin parmaklarımı hareket ettiremememin başka açıklaması olamazdı. Tabii bu sert rüzgarın etkisiyle bebeklerin üzerindeki ince bez açılıp duruyor ve onların ağlaması iyice şiddetleniyordu. Artık daha fazla kayıtsız kalamayarak onlara doğru gitmeye başladım. Yanlarına geldiğim an ağlamaları sanki beni hissetmiş gibi daha da çok artmıştı. Onları kucağıma alıp, etrafa bakmaya başladım. Ancak görünürde hiç kimse yoktu. Daha doğrusu görünen bir şey yoktu. “Kimse yok mu?” ama benim soruma karşılık derin bir sessizlik vardı. “Eren! Eslem! Abi! Abla! Anne! Baba!” Ne kadar seslenirsem sesleneyim yine sadece derin bir sessizlik vardı. “Neredesiniz?! Gerçekten kimse yok mu?!” O kadar seslenmeme rağmen yine bebeklerin ağlama sesleri dışında hiçbir ses duyamamıştım. Bacaklarımın artık beni daha fazla taşıyamamasıyla kucağımdaki bebeklerle birlikte ağacın dibine çökmüştüm. Ben ağacın dibinde oturmuş ne zaman akmaya başladığını bilmediğim göz yaşlarımla beraber kucağımdaki kanlı bebeklere sıkı sıkı sarılarak öylece duruyordum. Sonra yaşlı gözlerimin arasından karşımda toprağa ekili bir çiçek gördüm. Daha doğrusu yapraklı bir kaktüstü ama yapraklı kaktüsün içlerinde yani ortalarında beyaz güle benzeyen bir çiçek vardı. Hayatımda daha önce hiç böyle bir çiçek görmemiştim. Ben çiçeğe dalmış bakarken bir anda ormanın içinden bir ses geldi. “Bu Kadupul Çiçeği.” demişti. Etrafıma bakmıştım ama görünen hiçbir şey yoktu. Fakat ses çok net ve yakından geliyordu sanki hemen yanı başımdaymış gibi. “Sende kimsin?” diye sormuştum ama o, benim sorumu umursamadan konuşmaya devam etmişti. “O çiçekler ne zaman açar bilir misin Ela? Gecenin en ıssız, en zor ve en acımasız zamanlarında açarlar. Hatta bu yüzden onlara ‘Gecenin Kraliçesi’ denir.” diye devam etmişti, on un sözleriyle bakışlarımı çiçeğe iyice odakladım. Çiçek açmıştı ve gerçekten de çok güzel gözüküyordu. Bütün bu ıssız karanlığa rağmen gökteki yıldız gibi, bir elmas gibi parıl parıl parlıyordu. “Sıra sende Ela. O çiçek açtı ve artık sıra senin. Gecenin Kraliçesi, artık çiçeklerini açma zamanın geldi.” dedi son olarak ve sustu . Ardından yine sert bir rüzgâr esmişti. Sert ayaz kendini iyice belli etmişti ve titremem artmıştı. O ses ise susmuş ve bir daha konuşmamıştı. “Hey! Sen kimsin? Bunları şimdi neden söyledin!” Benim bağırışlarımın ardında ise kocaman bir boşluk vardı. O da susmuştu. Bir anda hissettiğim boşlukla kucağıma bakmıştım. Gördüğüm şeyle bir anda ayağa kalktım. Bebekler yoktu! Gözlerimi endişeyle etrafta gezdirmeye başladım ama yoklardı. Onlarda gitmişti. Bir anda kaybolmuşlardı. Ben telaşla onları ararken bir anda duyduğum ağlama sesiyle titreyen bacaklarıma o sese doğru koşmaya başladım. Sonra ise bir anda ayağım bir şeye takıldı ve düştüm. Düşmemin etkisiyle gözlerimi sımsıkı kapatmıştım. Yüz üstü düştüğüm yerden hafifçe doğruldum ve gözlerimi açmıştım. Önümde gördüğüm tek ve son şey ise tüm güzelliğiyle açan Kadupul Çiçeğiydi. 💮 Gördüğüm rüyanın etkisiyle bir anda gözlerimi açmıştım. Kalp atışlarımı ağzımın içinde hissediyordum. Sanki kalbim ağzımda ve kulaklarımda atıyordu. Yattığım yerden doğrularak karanlık oda da bakışlarımı gezdirdim. Yine karanlıktı, aynı eskisi gibi. Hızlanan kalp atışlarımla beraber yataktan kalkıp masadaki çekmeceden yedek gece lambasını aldım. Ardından da prizdeki patlamış veya kesilmiş bilmiyorum. Her ne olduysa ama artık yanmayan gece lambasını çıkardım ve elimdekini taktım. Ben gece lambasını takınca odanın içini aydınlatan beyaz loş ışıkla derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. Geçti Ela, bitti Ela... Hiçbir karanlık sonsuza kadar sürmez. Eninde sonunda o ışığa ve aydınlığa kavuşuruz. Aynı benim gibi... Aynı benim gibi olan milyonlarca gençler gibi... Bizler kim miydik? Bizler geçmişinde yaralar olan ve o yaralardan asla kurtulamayan kişilerdik. Bu yaralar en çokta ailelerimiz tarafından açılırdı ve biz ışıksız kalırdık. Bizler bu yaralarla karanlığa mahkûm kalırdık ama en çokta karanlıktan korkardık. Ne zaman gece taktığım gece lambası kesilse veya patlasa hep kâbus görürdüm. Aynı şimdi olduğu gibi... Nefessiz kalırdım, kaybolurdum ve en önemlisi de ışıksız kalırdım. Fakat ilk defa rüyamda bir ışık kaynağı vardı. Hayatımda ilk defa karanlıkta kaldığım gecelerde gördüğüm o rüya da bana ışığıyla yol gösteren bir şey vardı. Dolunay... Bana ışığıyla tüm yolları gösterir gibiydi. O sert ayaz bile sanki bana yol gösteriyordu. Derin nefesler eşliğinde gözlerimi açtım ve küçük pencereden gözüken karanlık geceye baktım. İçimdeki taşan duygularla daha fazla dayanamayıp odadan çıktım. Ardından da vestiyerden beyaz kabanımı aldım ve onu giyerek bahçeye çıktım. Gözlerim direkt olarak bahçedeki çardak çarptı. Adımlarımı hızlandırdım ve oraya gidip oturdum. Hava soğuktu, hem de çok soğuktu. Üzerimdeki kalın kaban olmasına rağmen bu sert soğukluk hissediliyordu. Üzerinde dolunayı eşsiz ışığı ve sert ayazın esintisi soğukluğu vardı. Ve benim onca gündür hissettiğim içimdeki huzursuzluk tam şu anda kuş olup uçmuştu. Kalbim paramparçaydı ama ben gülebiliyordum. Her şeye rağmen ve herkese rağmen... Bugün bu evde son gecemdi. Yarın kuşlar kanatlarını bana ödünç verecek ve bende buralardan uçup, yeni hayatıma doğru uçacaktım. Beni neler bekliyor bilmiyordum ama bildiğim tek bir şey vardı. Hayallerin, hayallerimin daha doğrusu hayallerimizin gerçekleşmesine çok az kalmıştı. Burada iyi kötü galiba en çok kötü bir sürü anım geçti. Mesela bu evle ilgili en çok özleyeceğim şey ise, gece herkes uyuduktan sonra bu çardakta oturmak olacak. “Emin misin bu çardağı özleyeceğine? Bu çardakta saatlerce ağlamadık mı?” İçimden ve en derinden gelen o ses yine konuşmuştu. Haklıydı. Ben bu çardakta hep ağlamıştım. Evde kimse sesimi duymasın diye o soğuk havaya rağmen burada ağlardım. Lakin bir yandan da burada oturmak ve o soğu hissetmek bana iyi gelirdi. Hiç kimsenin silmediği gözyaşlarımı o soğukta esen rüzgâr silmişti. Sıcağın aksine soğuk acıtmıyordu. Sıcak acıtırken soğuk gözyaşlarımı kuruluyor ve bana iyi geliyordu. “Evet hep bu çardakta ağladık ama hep de bu çardakta rahatladık. Hep bu çardakta içimizi dökebildik. Her şeyi geç bu çardak bizi dinledi. O bizim dert ortağımız, sırdaşımız oldu. Nasıl özlemeyelim onu? Bir sepette çürük elmalar var diye elmas değerindeki elmaları çöpe atmaya değer mi?” Ve içimdeki diğer seste dahil olmuştu . O da haklıydı. Kötü anılar yüzünden güzel anılar çöpe atılamazdı, atılmamalıydı. “Ela burada ne yapıyorsun?” Duyduğum sesle düşüncelerimden sıyrılarak sese doğru döndüm. Abim ise bana şaşkın ve uykulu kahverengi kısık gözleriyle bakıyordu. Hafif bir öksürükle boğazımı temizledikten sonra “Hiç öyle oturuyorum.” Ben bunu derken abim yanıma gelmiş ve oturmuştu. “Soğukta?” Abimin soru dolu bakışlarına karşılık omuz silktim. “Ela, abiciğim kötü bir şey mi oldu?” Abimin sözleriyle derin nefes aldım. Sinirimi bozuyordu, hem de çok fazla bozuyordu. Evlendiğinden beri bu eve ilk kez gelmişti o da ben yarın evleneceğim içindi ve şimdi gelmiş bir şey olup olmamasını sorması beni çok kızdırıyordu. Sanki beni tek başıma bırakan o değilmiş gibiydi. Sanki kendi rahatı için kardeşlerinin ne yaşayacağını umursamadan onlara arkasını dönüp giden o değilmiş gibiydi. “Bir şey olduğu yok abi sen git her zamanki gibi kendi uykuna ve rahatına ba k.” dedim en sonunda. Onca yıldır arkasını dönmüştü bana. Şimdi tam her şeyden kurtulacağım gün gelip te bana ne olduğunu sormasındı. “Ela o da ne demek?” Dolan gözlerimin akmamasını dileyerek abimi dinledim. Hala anlamıyordu. Beni nasıl paramparça ettiğini anlamıyordu. “Boş ver be abi. Her zamanki gibi yap boş ver. Lütfen bu seferde hep yaptığın gibi umursama. Ben artık kendi başımın çaresine bakabiliyorum. Ben 14 yaşımdan beri kendi dertlerimin çaresini bulabiliyorum,” dedim ve abime bakmadan çardaktan kalkıp eve doğru hızlı adımlarla ilerleyip eve girdim. Üzerimdeki kabanın ağırlığı altında ezildiğimi hissettiğimde kabanı çıkartarak vestiyere astım. Derin bir nefes alıp yüzümdeki ıslaklığı sildim ve mavi kapılı odaya doğru ilerlemeye başladım. Burası Eslem’ in odasıydı. Her bir köşesi maviyle döşenmiş odaya baktım. Eslem sırf maviyi seviyor diye bu odayı böyle dekore edebilmesi için neler çektiğimi bir ben bilirdim. Annemle ve babamı ikna etmek için neler çektiğimi bir ben bilirdim. En sonunda ise annemin o can yakıcı şartını duymuştum. “İlk önce ahırı temizleyin sonra ne yapmak istiyorsanız yapın,” demişti. O zamanlar ben 15 yaşındaydım. Eslem ise 10 yaşındaydı. Annemin bahsettiği ahır normal ahır değildi. O ahır boş olurdu ve genellikle hayvan pislikleri ve diğer çöpler oraya atılırdı ve çok pis olurdu. Her ay o ahırı temizlemek için birileri seçilirdi ve temizleyen kişilere para verirlerdi. Çünkü oranın temizlenmesi o kadar basit bir iş değildi. Fakat bir sorun vardı. Eslem’ in de benim de tezeğe alerjimiz vardı. Eslem daha çok küçüktü ama ben de küçüktüm. O zamanlar alerjimle başa edeceğimi düşündüm ve o ahıra asla Eslem’ i sokmadım. Kendi başıma alerjimle savaşa savaşa o ahırı temizlenmiştim. O ahırı dört gün içinde temizlemiştim. Benim için çok zor geçen dört gündü. Hem alerjim beni çok zorlamıştı hem de ahır çok büyüktü. Ahır bitince annemlere para vermişlerdi. Çünkü herkes ahırı annemin temizlediğini sanmıştı. Annem ise inkâr etmeyerek kendini temizlediğini söylemişti. Anneme o parayı o da deklarasyonu için kullanmayı teklif ettiğimde ise hiç beklemediğim bir tepkiyle karşılaştım. “Yok daha neler! Abin askerde o parayı abine göndereceğiz. O kadar kolay mı kazanılıyor para da bir odaya harcayalım!” demişti. Sanki o parayı kendi kazanmış gibi. Ben ise hayatımda ilk defa o gün anneme karşı çıktım. “Annem o parayı ben kazandım! Daha geçen hafta abime yüksek miktarda para gönderdik. Ben bu parayı odaya kullanmak istiyorum. Bu paraya ben kazandıysam istediğimi de yapmaya hakkım var.” Böyle demesine demiştim ama bu seferde daha annem konuşamadan babamın sesi araya girmişti. “Bu evde senin benim param mı var Ela?! Bir oda için annene karşı mı çıkıyorsun sen?! Bu evde bir odanız olduğuna şükretmen gerekirken gelmiş bir de neler diyorsun!” İşte babamın bu sözleri beni çok yaralamıştı. Biz bu evin kızı değil miydik? Kendi odamızı kendi kazandığımız parayla süslemeye hakkımız yok muydu? Babam ise devam etti. “Hem ben bilmiyor muyum her şeyi mavi isteyeceksiniz. O ne öyle erkek rengi. Biz odalarınızı zamanında annenizle düzenledik. Yeni bir şey bir daha olmayacak! Eğer çok isterseniz ya iş sahibi olursunuz kendi paranızla düzersiniz odanızı ya da evlenir gidersiniz o zaman kendi odanızı kendiniz düzersiniz!” Ve bunları söyleyip ikisi de arkasını dönüp gitmişti. Ben ise öylece arkalarından bakmıştım. İçimdeki derinden gelen iki ses o an aynı anda konuşmuştu. “İyi ama o parayı zaten biz kendi emeğimizle kazanmıştık...” O gün yaşadığım hayal kırıklığı bir yana dursun alerjim yüzünden üç gün yataktan çıkamamıştım. Üç gün sonra ise tekrar kendimi toparladığımda gizli gizli para kazanmanın yollarını aramıştım ve bulmuştum. Annemin bana verdiği yemekleri arkadaşlarıma satardım, para karşılığı okuldakilerin ödevlerini yapardım, kendime ait çocukluğuma ait eşyaları satardım ve hala yeterince para toplayamadığımı fark edince mahalleden birine temiz elbiselerimi satmaya başladım. En sonunda ise az çok istediğim parayı ulaştım ve Eslem’ i alıp ikinci el dükkanından oda için alışveriş yapmış ve odayı düzenlemiştik. Annemler masmavi odayı görünce bize, daha doğrusu bana çok kızmışlardı. İlk başta o şeyleri satmama sonra ise o parayı bu odaya harcamama kızmışlardı. Bunun kendi param olduğunu söyleyince daha büyük bir azar yedim. En kötüsü ise bütün bunlar olurken ben Eslem’ i korumak için her şeyi yaparken ablam beni o köşede sessizce boş bakışlarla izliyordu. Her zamanki gibi... “Abla...” Duyduğum sesle düşüncelerimden sıyrılarak sese döndüm. Eslem yatakta hafifçe doğrulmuş uykulu gözlerle bana bakıyordu. Büyük ihtimalle neden burada olduğumu merak ediyordu. Yüzüme kocaman bir gülümse yerleştirip Eslem’ in yatağına yanına gidip yorganı kaldırıp onun yanına uzandım. “Bu evdeki son gecemde biricik kız kardeşimle uyumak istemiş olamaz mıyım?” Eslem bunu duyunca bana sımsıkı sarılmış ve başını göğsüme koymuştu. “Biz ayrılmayacağız ki birkaç ay sonra yanındayım.” Eslem’ in söyledikleriyle gülümseyip saçlarını koklayıp öpmüştüm. “Eslem olur da Ankara’ya gelemezsen unutma ki ben senin her daim yanında olacağım. Asla ama asla seni yalnız bırakmayacağım. Başına ne gelirse gelsin bir telefon uzağında ablan olduğunu bil. Annemler senin canını sıkarsa bil seni onlardan kaçıracak bir ablan var her daim .” Bunu dememle Eslem gülmüştü. “Hatta ne yaparım biliyor musun? Gider bir üniversite açarım ya da ilk öğrenci niyetine seni koyarım annemlere de çok iyi bir üniversite diye kakalarız.” Bunları dememle Eslem’ in gülüşü kahkahaya dönüşmüştü. “Canım ablam! Bu hayatta en çok seni seviyorum. Hep benim için çabaladın. Bu kötü anılarla dolu evde bile beni mutlu edebilmek için her şeyi yaptın. Bazen diyorum ki keşke bende senin için bir şeyler yapabilseydim.” Eslem’ in söyledikleriyle içim burkulmuştu. O benim için bir şey yapamasa bile ne abim gibi sadece kendini düşünüp gitmişti ne de ablam gibi hep susmuştu. O varlığıyla zaten hep benim yanımdaydı, o hep beni güldürmeyi başarmıştı. “Sen benim için bir şey yapmadığını mı sanıyorsun? Bu dünyaya geldiğin ve bana değer verip beni sevdiğin için ilk önce seni bize gönderen sana bu sevgiyi veren Allah’ a sonra da ise sana sonsuza dek teşekkür edeceğim.” Sözlerimin ardından ise bir burun çekme sesi geldi. “Abla beni şu an ağlatıyorsun ve güzellik uykumu bölüyorsun!” Eslem’in sözlerine karşı ona gülmüştüm ve tekrar saçlarını öpmüştüm. “Tamam o zaman hemen uyuyalım çünkü yarın büyük bir gün hatta bugün ve biz çok yorulacağız. Bu arada sakın Alp’ in yanına kaçayım deme oyarım sizi valla.” bu sefer gülme sırası Eslem’ e geçmişti. “Tamam söz gitmem bir yere. Ayrıca ben o sınavda kazanıp Ankara’ ya geleceğim ve senin başına bela olacağım bundan hiç şüpheniz olmasın Ela Kara.” Eslem’ in bu söyledikleriyle ikimizde gülmüş ve birbirimize sarılışımızı biraz daha sıkılaştırmıştık. Ben ise gözlerimi kapatmadan önce tavana doğru şu sözleri fısıldamıştım. “Son kez bu evde uyuyorsun Ela Kara. Hayallerinin gerçekleşmesine on kala bu evdeki son uykunu huzurla uyu artık...” 💮 YAZARDAN : O gün o sabah güneş her zaman olduğu gibi yine doğmuştu. Yine ışıl ışıldı, yine o dipsiz karanlığın ardından tekrar doğmuştu. Fakat bu sefer farklıydı. Güneşin görüntüsünde bir farklılık yoktu ama ona yüklenen anlamlarda bir farklılık vardı. Ela o gün o sabah gördüğü güneşe karşı söylediği tek bir şey vardı. “Bugün canımı yakmayacaksın. Bugün hayallerimin, hayallerimizin gerçekleşeceği gün ve sen sevgili güneş, bizim hayallerimize on kala canımızı yakamayacaksın.” Ela her zaman olduğu gibi o günde tüm yaşadığı acılardan dolayı yine güneşi suçlamıştı. Ne zaman paramparça olsa tepesinde beliren güneşten ve ne zaman paramparça olsa hissettiği sıcaklıktan her zaman nefret etmiş ve onları suçlamıştı. Lakin bu olayda güneşin bir suçu yoktu. Ela’nın vücudunda hissettiği o sıcaklık bile gerçek değildi. O sadece suçlayacak ve içindekileri haykıracak birini arıyordu. Bunun içinde tüm acılarına şahitlik eden güneşi seçmişti. Kim bilir belki bir gün Ela o güneşi suçlamazdı. Belki bir gün bu yaşadıklarının güneşin suçu olmadığını anlardı. Belki de içindekileri özgürce dökebilir ve hayata en baştan daha güzel devam edebilirdi. Ama işte bunlar sadece küçük bir ihtimaldi. İhtimaller ya gerçekleşir ya da asla gerçekleşmezdi. Aynı hayaller gibi... Biz insanlar bazı hayalleri olur, gerçekleşeceğinden emin olduğumuz hayaller ve bazı hayallerimiz vardır, asla gerçekleşmeyecek olan hayaller... Ela o sabah kurulu bir saat gibi erkenden uyanmış ve pencereden gözüken güneşle yine düşünceler alemine giriş yapmıştı. Kafasındaki düşünceler susmuyordu. Zaten ne zaman susmuştu ki... Ela kendi içindeki düşüncelerde kaybolmuş öylece pencereden görünen güneşe bakarken Eren farklı yerlerdeydi. O gün Eren şafağa kadar hiç uyumamıştı. Aklındaki plan yapacakları yüzünden gözüne uyku girmiyordu. O ilk baştaki cesareti artık yavaş yavaş sönüyordu sanki. Herkesi kurtarayım derken herkesin canını yakmaktan korkuyordu. Fakat ona göre başka yol yoktu. Hiçbir şey kötü olmayacaktı. En azından o böyle inanmak istiyordu. Ela’nın da elbet bir gün ona hak vereceğine emindi. Bunu ikisinin de kurtuluşları için, ikisinin de özgürlükleri için yapıyordu. Eren her ne kadar kendi içinde emin olsa da ne olacağı bilinmezdi. O gün geldiğinde neler olacağını, kimin mutlu ya da kimin canı yanacağı bilinmezdi. Fakat bu kadar bilinmezliğin içinde tek bir bilinen gerçek vardı. O da her şeyin ortaya çıkacağı o günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Özellikle de Ela... Eren çalan alarmın sesiyle uyuya kaldığı masadan kalkar ve alarmı kapatır. Ardından da kendini soğuk suyun altına atarak uzun süreli bir banyo yapar. Soğuk su her zaman olduğu gibi yine onu rahatlatmıştı . Aşağıda ise büyük bir heyecan vardı. Neriman Hanım o kadar heyecanlı ve mutluydu ki aynı şekilde Özgür Bey de. Onların bu mutluluğu en büyük sebebiyse belliydi. Oğullarının yabancı biriyle değil de bebekliğini bile bildikleri biri ile evlenmeleriydi. Neriman Hanımın ödü kopuyordu, oğlu olur da onun tanımadığı ve bilmediği bir kızla evlenecek diye. Bir ay önce görüştürdüğü kızı kabul etmeyeceğini ve başkasını sevdiğini söyleyince çok korkmuştu ama o kızın Ela olduğunu öğrenince çok sevinmişti. Özgür Bey ise aile dostuyla akraba olduğu için sevinmişti. Artık sadece işleri değil her şeyleri ortak olmuştu. Onlar için Ela ve Eren’in birbirini sevmiş olması önemli değildi. Onların evlilikleri sayesinde artık her şeyleri bir ve ortak olmalarına seviniyorlardı. Bunu da hiçbir şeyin bozmasına izin vermeyeceklerdi. Belki de onlar öyle sanıyordu kim bilir... 💮 ELA’ DAN : O gün saatler o koşturmacayla geçti. Büyük bir telaşla düğünün son hazırlıkları yapıldı. O bütün koşturmacanın arasında zaman su gibi akıp gitti. Şimdi ise aynada kendi aksime bakıyordum. Annemin kuaförlere verdiği talimatla uzun kahverengi saçlarım ilk önce düzleştirilmiş ardından da sıkı bir topuz yapılmıştı. Saçımda saymayacağım kadar çok takılan tel tokalar yüzünden başım çok ağrıyor ve bazı tel tokalar canımı yakıyordu. Aslında ben saçımı açık bırakmak istemiştim. Ancak tabii ki -her zaman olduğu gibi- yine benim istediğim dinlenmemişti. Aynı üzerimdeki prenses model omzu düşük dantelli kabarık gelinlikteki gibi... Karşımdaki ikiliye bakıp dayanamayıp yanlarına gitmiştim. Bir saat önce Eslem ve Alp odama gelmiş ve o saatten beri ayakkabılarımın bir tekini Alp almış ve ayakkabımın altına küçük küçük her yerine Eslem yazarken, Eslem ise aynı şeyi ayakkabımın altına Alp yazarak yapıyordu. Bir anda ikisinin de elinden ayakkabılarımı alınca ikisi de ellerindeki kalemlerle bana şaşkınca bak kalmıştı. Bende bu şaşkınlığı fırsata çevirerek yatağıma oturarak - tabii bu eylem giydiğim kabarık gelinlikle biraz zor olmuştu. - ayakkabılarımı giymeye başladım. “Abla ne yapıyorsun yazmamız bitmedi daha!” ayakkabılarımı giyince yatakta nefes nefese kalarak yataktan kalktım. Bir an için dengemi kaybedecekken duvara tutunarak bana çemkiren çok sevgili (!) kız kardeşime baktım. “Eslemcim, canım kardeşim (!) Aralıksız bir saattir yazıyorsunuz zaten. Ne bu evlilik merakı canım ya. Farkındaysanız siz daha 18 yaşındasınız yani sizin için daha çok erken bu konular.” Eslem bana gözleri kısarak bakmış ve “Ve dedi Eren abinin yangından mal kaçırır gibi aniden ettiği evlenme teklifine anında ‘evet’ diyen çok sevgili(!) ablam.” Eslem’in sözleriyle birlikte ona kötü kötü baktım. Sonra ise Alp’e dönerek “Görüyorsun değil mi biricik (!) sevgilini. Ablasına nasıl çemkiriyor.” demiştim ve evet duygu sömürüsü yapmıştım. Sesimi ağlayacak gibi çıkartıp gözlerimi doldurmuştum. Ama Alp benim bu halimi asla takmayarak “Abla sanki bir tık haklı. Sende teklifi anında kabul ettin şimdi bizi evlilik meraklısı olarak suçluyorsun. Ben sonuna kadar sevgilimin arkasındayım.” Alp’in sözleriyle ona suratımı buruşturarak baktım. Eslem ise benim aksime Alp’ e kocaman sesli bir öpücük atıp “Canım sevgilim!” diye bağırmıştı. Eslem’ e bakıp “Biraz daha bağırsana canım kardeşim annemlerde duysun. Sonra yanıma gelip abla beni kurtar diye yalvarırsın.” son kısmı Eslem’ in sesini taklit ederek söylemiştim. Eslem ise benim bu dediklerimle sadece göz devirip uzun düz saçlarını arkaya atmıştı. “Ay aman! Sizle mi uğraşacağım ben! Hadi kış kış siz gidin ders çalışın şurada ne kaldı sınava. Hadi kış kış.” diyerek onları odadan çıkartmış ve kapıyı yüzlerine kapatmıştım. Eslem kapının arkasından bir şeyler demişti ama onu takmamıştım. Aynada kendime bakıp gelinliğin bir yerin kırışıp kırışmadığına baktım. Şükür kırışmamıştı. Malum yoksa maazallah annemin komşularına ne derdik! Ben bunları düşünürken odanın kapısı açıldı ve annem içeri girdi. “Kızım hazır mısın?” Ben tam verecekken dışarıdan korna sesleri duyulmaya başladı. Annem bir anda panik yaparak “Ay geldiler geldiler! Hadi gel babanlar seni salonda bekliyor. Hadi! Daha abin kuşağını bağlayacak bekletmeyelim,” dedi ve benim bir şey dememi beklemeden gitmişti. Şaşırmamıştım. Galiba bünyem annemin bu tavrına alışmıştı. Kendi kızı dışında herkesi düşünen bir anneyle yaşamak kolay değildi. Hem de hiç kolay değildi. Çünkü kendi canından kanından olmayan insanlar için kendi canın kanından olan kızının canını yakıyordu. Ama alıştım galiba ya da kimi kandırıyordum ki bu olaya hiçbir zaman alışamayacaktım. O sırada dışarıdan davul ve Zurnaların sesi duyulmaya başlamıştı. Odamın kapısı açılıp içeriye yine Eslem girmişti. “Abla abimler seni bekliyor hadi.” demişti ama bu sefer az önceki çemkirerek değildi. Yüzünde bir hüzün vardı. Bunu görünce hemen onun yanına gidip sarıldım. “Hey, bu hüzün de ne öyle? Üzülme, hem birkaç ay sonra yanıma geleceğini unutmadın, değil mi?” dedim ve Eslem’ den ayrılarak onun yüzüne bakmıştım. Gözünden birkaç damla yaş düşmüş ve hemen onları silmişti. “Biliyorum tabii. Ben o sınavı kazanacağım ve senin yanına geleceğim. Bunu her ne olursa olsun başaracağım.” Eslem’ in söyledikleriyle ona kocaman gülümsemiştim. “Evet sen başaracaksın. Çünkü sen Ela Kara’nın biriciği ve en değerlisisin. Sen yapamayacaksın da kim yapacak başka? Yoksa yerini o seninle sürekli yarış halinde olan Hülya’ya mı kaptıracaksın?” Eslem söylediklerimle hafifçe kaşları çattı ve “Hiçte bile! Hem o kim ki? Burada Eslem Kara varken o Hülya kim ki?!” Evet ne yazık ki kız kardeşimi evde koruyabildiğim gibi okulda koruyamamış ve o kendine bir düşman edinmişti. İlk okuldan beri kapıştığı biricik düşmanı Hülya. Genellikle onu gaza getirmek için hep Hülya’yı kullanırdım. “Hadi o zaman Eslem Kara daha fazla bekletmeyelim içeridekileri yoksa annem bize ateşlerini püskürtecek.” Eslem’ de bu dediğime gülmüş ve koluma girmişti. Birlikte babamların yanına salona gelmiştik. Üçü de ayakta dikiliyordu. En önde annem vardı ve elindeki kırmızı tülle bana bakıyordu. Onun yanında ise babam ve babamın yanında elinde kırmızı kuşakla abim vardı. İlk önce annemin yanına ilerledim. Annem ilk önce yanaklarımda öptü ardından da alnımdan öpüp “Yolun bahtın açık olsun güzel kızım. Bu evden çıktığın an senin yanın artık kocanın yanı. Birbirinizi kırmadan güzel davranın hep birbirinize e mi? Bahtınız hep açık olsun.” deyip ilk önce topuzuma sabitlenmiş olan beyaz tülden olan duvağı başımın üstünü örtmüştü. Ardından da elindeki kırmızı tülü de beyaz duvağın üzerine örtmüştü. Anneme son kez baktığımda ise bırakın ağlamayı gözlerinin dolmadığını gördüm. Tam tersi gözlerinde büyük bir gurur vardı. Yıllardır gözlerinde görmediğim bu gururlu bakış şimdi evleniyorum diye mi vardı? Derin bir nefes alıp anneme daha fazla bakmadan babama ilerledim. Babamın karşısına geçtiğimde ise yaptığı ilk şey anlımı öpmek olmuştu. “Artık bu evin bir kızı olmayacaksın. Kocanın karısı ve ilerideki çocuklarının anası olacaksın. Bugüne kadar hiçbir zaman başımı eğdirmedin ve bu yüzden iyi ki benim kızım olmuşsun. Bir ömür mutlu ol.” dedi ve önümden çekilip annemin diğer yanına geçti. Annemin sözleriyle ve hissettirdikleriyle birlikte dolan gözlerimden babamın sözleriyle yaşlar akmaya başlamıştı. Ben babamdan bu sözleri duymak istemiyordum. Ben babamın bana “Evleniyorsun diye bu evden gitmiş sayılmazsın. Sen her zaman benim kızımsın ve bu evin kızısın. Ne olursa olsun bunu unutma.” demesini istiyordum ama babam benim hayalimdeki konuşmayı elindeki ağır taşları benim üzerime fırlatarak yıkmıştı. Bulanık gözlerimin arasından abimin önüme gelip ilk önce tülün üstünden anlımı öptüğünü gördüm. Ardından da ise kulağıma fısıldayarak konuşmaya başladı. “Her ne olursa olsun sen benim kardeşimsin. Ben de senin ilelebet abin olarak kalacağım her ne olursa olsun. Hep mutlu ol ve bunu asla unutma.” abimin sözlerine sadece ufak bir tebessümle karşılık verdim. Abim ise elindeki kırmızı kuşağı üç kere belimde döndürdükten sonra kuşağı belime bağlamıştı. Ardından ise ben babamın kolunda evden çıkmıştım ve Eren’e doğru ilerlemiştik. Babam Eren’ e birkaç şey söylemişti ama ben onları duyacak durumda değildim. Babam Eren’e söylediklerinden sonra gitmişti ve Eren’ le ben kalmıştık. Etrafımızdaki davul ve zurna sesleriyle herkes oynarken biz birbirimize baka kalmıştık. Bulanık gözlerimin arasından Eren’e bakarak titrek sesimle “Bitti mi Eren? Biz artık gerçekleşmesi imkansız gibi gelen hayallerimize kavuşuyor muyuz?” Eren ise sözlerimin karşısında gülümsemiş ve “Bitti Ela’m bu gece seninle birlikte Ankara’ya uçacağız ve kurduğumuz hayallerde, verdiğimiz sözler de tek tek gerçekleşecek.” Bu sefer bende ona gülümsemiştim. Hayallerimizin gerçekleşmesine çok az bir vakit kalmıştı. Artık bu gecenin sonunda artık Erzurum’ da olmayacaktı. Yarın sabah gözlerimizi yeni bir hayata ve hayallerimize açacaktık. Yarın sabah gözlerimizi Erzurum güneşine değil de Ankara güneşine açacaktık. Ondan sonra ise tüm hayallerimiz gerçekleşecektik. Şu anda hayallerimize on kalaydı. Bu geceden sonra ise artık gerçekleşmez dediğimiz hayallerimiz gerçekleşecekti. Bundan sonra nasıl bir hayatımız olurdu bilemem belki ama bildiğim bir şey varsa o da, Ankara da ki hayatımızın Erzurum'dakinden çok daha farklı olacağıydı. Bana ve bize neler getirirsin bilemiyorum ama bizi bekle sevgili Ankara. Çünkü Ela ve Eren hayallerini gerçekleştirmeye oraya geliyordu... 💮
3. BÖLÜMÜN SONU...
YAZAN : Knur.
Toplam ( 4000 ) kelime . 💮
|
0% |