@_____knur_____
|
HERKESE MERHABALAR :)
ARTIK ANKARADAYIZ VE ARTIK ESAS OLAYLARA YAVAŞ YAVAŞ GİRİYORUZ. YENİ KARAKTERLERİMİZLE TANIŞACAĞIZ VE DİĞER BÖLÜMLERDE DE TANIŞMAYA DEVAM EDECEĞİZ.
Eğer takip etmek, belli başlı bilgi ve fikirler almak isterseniz sosyal medyal hesaplarımı takipte kalabilirsiniz ;)
INSTAGRAM : _____knur_____
PİNTEREST : kilicnur537
O ZAMAN SİZİ DAHA FAZLA TUMADAN BÖLÜMLE BAŞBAŞA BIRAKIYORUM :)
HERKESE KEYİFLİ OKUMALAR <3<3<3<3<3 🌸
💮4 / HAYAT PLANLARI...
“Bazen kimimiz için iyi olan bir haber, kimimiz için kötü olur ve biz hangisini yaşayacağımızı bilemeyiz...” Knur. 🌸 23.06.2024 / ANKARA : ELA' DAN : ‘Hayat, biz planlar yaparken başımıza gelenlerdir,’ demiş John Lennon. Gerçekten de öyleydi. Bizler gelecekteki hayatımızla ilgili bazı kararlar alır ve onları uygulardık ya da uygulamak isterdik. Ancak gel gör ki hayatın bizimle ilgili başka planları vardır. Ne kadar planlı da olsan, ne kadar disiplinli de olsan seni neyin beklediğini bilemezsin. Aynı kar yakacak diye kışın gelişine sevinen çocukların kış boyu o güneşin en tepede olduğunu görmesi gibiydi. Bazen ne kadar istesek de olmuyordu. Belki de kim bilir bizim için en iyisi budur. O an o olay yüzünden üzülürüz lakin belki de istediğimiz olsaydı bizi daha kötü şeyler bekleyecekti. Hangi yolun bizim için iyi veya kötü olduğunu asla bilemezdik. Tek yapmamız gereken beklemek ve yaşayarak öğrenmekti. Aynı benim yapacağım gibi... Artık yeni bir hayata, yeni bir yolculuğa adım atmıştım. Bu süreçte başıma, başımıza, neler gelebileceğini bilmiyordum ama başımıza ne gelirse gelsin onları kucaklayıp yoluma devam edebileceğime inanıyordum. En azından buna inanmak istiyordum... “Sevgilim geldik.” Duyduğum Eren’in sesiyle daldığım düşüncelerden kurtularak ona döndüm. Ona kocaman gülümsedim. O ise arabadan inip benim kapımı açmıştı. Eren arabadan inmemi beklemiş, ardından da elimi sıkı sıkı tutmuştu. Ben ise karşımdaki bahçeli büyük eve bakakalmıştım. Biz bugün ilk defa evimize girecektik. Aslında biz Ankara’ ya üç ay önce düğün gecemizde gelmiştik ama biz yoldayken öğrendiğimiz üzere evimizin olduğu sokakta yangın çıkmıştı. O kadar büyük yangındı ki neredeyse o sokaktaki çoğu evde büyük hasarlar olmuştu. Hasarlı evler arasında bizim evimizde dahildi. İlk başta böyle bir şey çok mantıksız gelmişti. Nasıl bir yangın tüm sokağı mahvedebilirdi ki? Sonradan öğrendik ki meğerse birisi bilerek tüm sokağa yakmak istemiş. Evlere, sokağın yollarına ve daha birçok yere benzin döktüğünü veya döktüklerini öğrendik. Gecenin bir yarısı yaptığı, yaptıkları için o sırada çoğu kişi uyuyormuş. Hatta bu yüzden bir sürü can kaybı meydana geldi. Ağır yaralılar ise hastaneye kaldırılmıştı. Yangından sonra ise sokaktaki evler tadilatı başlanmıştı. Bizim evin ustası ise evimizin tadilatının üç aydan önce bitmeyeceğini söylemişti. Evimize ancak en az üç ay sonra girebileceğimizi söylemişti. Biz de o an bir karar almıştık. Bu yangından kimselere bahsetmeme kararı... Çünkü eğer bahsetseydik ailemiz bizi Erzurum’a çağıracaktı ve Erzurum’ a gitmek zorunda kalacaktık. Belki de bu sadece bir bahaneydi ama haber vermek istememiştik. Biz de bu üç ayı şehir şehir gezerek güzel bir balayı ile geçirmek istemiştik. Kafamızda belli bir plan oluşturduktan sonra bir karavan kiralayarak şehir şehir gezmeye başlamıştık. Toplam 15 şehir gezmiştik. Her şehirde altı gün kalmıştık. O altı gün içerisinde gittiğimiz şehrin görebildiğimiz kadar güzelliklerini keşfetmiştik. Üç ay boyunca bambaşka şehirlerin güzellikleriyle karşılaşıp o şehirlere aşık oluyordum. İlk altı gün içinde güzellikleriyle hayran olduğum şehir; bundan sonra yaşayacağımız olan Ankara’ydı. Ondan sonra sırayla Eskişehir, Kütahya, Bursa, Balıkesir, Manisa, İzmir, Denizli, Afyon, Konya, Mersin, Adana, Niğde, Nevşehir ve Aksaray’ ı gezmiştik. Erzurum’dan dışarıya adım atamayan ben üç ayda on beş farklı şehir gezmişti. Belki de daha fazla gezebilirdik ama dün gece gelen telefonla evimizin artık yaşamaya uygun bir hale geldiğini öğrendik ve apar topar sabah erkenden Aksaray’dan yola çıkmış ve Ankara’ya gelmiştik. Balayındayken aynı Eren’in bana dediği gibi o kadar çok gülmüştük ki tepedeki güneş bile beni üzememişti. O güneşin sıcaklığı hayatımda ilk defa beni ağlatmamıştı. Fakat içimdeki o huzursuzluğu yok edememişti. Güneş tüm o sıcaklığıyla yükseldiği an her ne kadar mutlu da olsam, gülsem de içimdeki o huzursuzluk asla geçmemişti. Güneş tepede olduğu sürece içimde hep sanki bir anda bir şey olacak korkusu olmuştu. Ta ki güneşin ardından bahar bulutların bizim için mutluluk göz yaşları dökene kadar. O an o kadar mutlu olmuştum ki... Ne içimdeki o kasvet kalmıştı ne de o huzursuzluk hepsi bir anda uçup gitmişti. Benim şansıma o günden sonra balayımız bitene kadar hava hep kötüydü. Gerçi bu hava bana göre güzeldi. Çünkü bana güzel duyguları ve huzuru hissettiriyordu. Tabii ta ki bu sabaha kadar... Bu sabah yola çıkarken o güneş yine en tepedeydi. Tüm sıcaklığıyla bana gülümsüyordu. O andan sonra içimdeki kasvette, içimdeki huzursuzlukta yeniden gelip beni esir almıştı. Şimdi ise içimdeki o kasvet ve huzursuzlukla karşımdaki eve bakıyordum. Hayat gerçekleri yüzüme acımasızca vuruyordu. Artık bu benim evimdi. Bu evde sadece Eren ve ben olacaktık. Tabii bir de bu evin içinde biriktireceğimiz anılar. Bu ev benimdi ve benim bu evde yepyeni bir hayatım olacaktı. “Sevgilim, daldın.” Eren’in sesiyle kendime gelerek ona döndüm. “İyiyim. Sadece artık burada nasıl bir hayatımız olacağını düşünüyordum.” Eren bu dediklerimle bana gülümsemiş ve yanağımdan öpmüştü. Ardından da yanağını kafamın tepesine yaslayarak bana sarılmıştı. “Burada o kadar mutlu olacağız ki hatta gün gelecek bu evde eskiye dair hiçbir şey hatırlamıyor olacağız. Bu evde her şeyden uzakta yeni hayatımızla mutluluğumuzu iliklerimize kadar yaşıyor olacağız.” Eren’in söyledikleriyle kocaman gülümsemiştim. Bunlar gerçekten de olacak mıydı? Ben, biz geçmişimizi geride bırakabilecek miydik? Biz yaralı iki genç, küçücük bir kar tanesi olarak geldiğimiz bu hayatta, o acımasız güneşin sıcaklığından kaçabilecek miydik? Kim bilir belki de o acımasız güneş bu sefer sıcaklığıyla bizi eritmezdi. Bunu asla bilemezdik sadece yaşayarak öğrenebilirdik. Ancak içimdeki seslerden biri bizi eritme olasılığının daha yüksek olduğunu söyleyip duruyordu ve bu her zaman en büyük olasılıktı. Güneş yakardı, güneş tüm acıların şahidiydi. Bütün bu gerçekler varken güneşin bizi eritmeyeceğini düşünmek aptalcaydı. Bu ses içimdeki kasveti gittikçe büyütüyordu ama diğer ses daha pozitifti. Kimsenin bizi yakamayacağını savunuyordu. Yaksa bile yanık kremi sürebileceğimizi söylüyordu. Evet yanabilir ama yanık kremimiz var onu sürerek iyileşebiliriz. Belki ilk zamanlar canımız yanar ama iyileşiriz hem de eskisinden daha iyi bir şekilde ayakta dururuz, diyordu. Bu ses ise içeme huzur veriyordu. Yanmaktan korkma diyordu bana. Düşsen de artık kalkabilirsin diyordu. Galiba hayatımda ilk defa ilk sesi duymamazlıktan geleceğim ve bana huzur veren o sesi dinleyecektim. Yanmaktan ve düşmekten korkmayacaktım. Düşersem kalkardım ve ne olursa olsun ayakta dururdum. Artık ayaklarıma zincirler takan ve dilimi düğümleyen o kişiler yanımda değildi. Artık beni engelleyen ailem yanımda değildi ve artık rahat nefes alabilirdim. Derin nefes aldım ve duyduğum Eren’ in sesiyle bakılarımı ona çevirdim. “Hadi o zaman artık yeni hayatımıza bir giriş yapalım.” Eren’in dedikleriyle onun elini daha sıkı tutarak onunla birlikte artık hayatımızı devam ettireceğimiz o eve doğru ilerledik. 💮 ERZURUM : ESLEM KARA’DAN : Taç yapraklarını okşadığım mavi çiçeklere bakıp kocaman gülümsemiştim. Bu çiçeklerin tohumunu ablam ben doğduğum gün bahçeye ekmişti. Söylediğine göre benim doğum sürecim kolay olmamış. Annem evin bahçesinde tam olarak şu an taç yapraklarını okşadığım bu çiçeklerin olduğu yerde doğum yapmak zorunda kalmış. Bizim ev tepede yukarıda olduğu için yakınlarda başka ev olmazdı. O günde evde sadece ablam ve annem varmış. Annem hiçbir zaman hamile oluşunu umursamadan bağ bahçe işleriyle uğraşırmış. O gün de bahçeyle uğraşıyormuş ama o anda hiç beklemediği bir şey olmuş. Benim doğumum başlamış. Öyle büyük sancılı bir doğummuş ki annem yerinden bir adım bile kıpırdayamamış. Ablam annemin sesinin duyunca gelmiş ama o zamanlar ablam daha beş yaşında olduğu için annemi kaldırmaya eve götürmeye gücü yetmemiş. Yapabildiği tek şey ise babamı telefonla arayarak haber vermek olmuş. Fakat dediğim gibi bizim ev tepedeydi. Babamın veya başkalarının gelmesi uzun sürerdi ve annemin doğumu çoktan başlamıştı. Herkes bir anda kırmızı alarma geçerek köydeki ebeler bir an önce buraya gelebilmek için yola çıkmıştı. Babam ise ambulansa haber vermiş ve onlarla geliyordu. O gün o bahçede sancılar içinde çığlıklar içinde bağıran annem ve ablam vardı. Aslında annemin doğumu daha önceden fark edebilirdi ama sırf işleri halledeceğim diye ara ara hissettiği sancıları umursamamış ve işlerine devam etmişti. Belki annem birazcık hamileliğini önemseseydi ben küçücük halimle hastanedeki o küvözde aylarca yaşam mücadelesi vermeyecektim. O gün bu bahçede annemin verdiği talimatlarla ben ablamın ellerine doğmuşum. Zaten benim doğumumdan birkaç saniye sonra ebeler birkaç dakika sonra ise ambulans gelmişti. Annemin bilinci benim doğmamla kapanmıştı. İkimizi de en acilinden hastaneye götürmüşlerdi. Anneme ve bana anında müdahale yapmaya başlamışlardı. Annem birkaç gün hastanede kalırken ben dört ay boyunca küvözde kalmışım. Ablamın dediğine göre o gün annemle beni hastaneye götürürlerken babam ablamı yanında almamış ve onu evde bırakmıştı. Ablam ise içinde hissettiği korkuyla evde duramamış ve abimlerin okuluna doğru gitmeye başlamış. Tabi okulun tam nerede olduğunu bilmediği için bir yere gidebilmiş. En sonunda korkuyla ağlamaya başlamış. Ablamı öyle içli içli ağlarken gören Bayram amca onu hemen alıp kendi çiçekçi dükkanına götürmüştü. Bayram amcayı severdik. Onun hiç çocuğu olmadığı için bizleri hep çok sever kendi çocuğu gibi görürdü. O gün Bayram amca abimlerin okul çıkış saatine kadar ablamı dükkanda bakmış onla oyunlar falan oynayıp onu neşelendirmiş. En sonunda Bayram amca yolda okuldan eve giden abimleri görünce onları dükkanı çağarmış ve olanları anlatmıştı. Ablam, abimlerle dükkandan çıkmadan önce şu anda taç yapraklarını okşadığım çiçeklerle göz göze gelmişti. Aklına ellerine doğduğum benim mavi buğulu gözlerim gelmiş. Bayram amca ablamın o çiçekleri sevdiğini anlayınca ona bu çiçeklerin tohumunu vermişti. Ablam ise eve gider gitmez abimi peşinden zorlayarak onun yardımıyla bu çiçeklerin tohumunu tam benim doğduğum noktaya ekmiş. Dört ay boyunca o çiçeği benim yerime koymuş ve ektiği tohuma güzelce bakmış ve onunla konuşmuştu. Dört ay sonra ise ben gelmiştim. Ablam bazen gizlice beni alır ve o çiçeğin yanına götürerek çiçeğin okşatırdı bana bazen de çiçek yerine konuşur ve bana onu sevdirirdi. Bir zaman sonra her gece ben çiçeğin yanına tek başıma gitmeye başladım. Onunla konuşur ve onu severdim. O, bu hayattaki bana verilen ilk hediyeydi. Şimdi bu çiçeğe bakarken ablamı hatırlıyordum. Üç aydır yanımda olmayan ablamı. O gittikten sonra işler daha da zorlaşmıştı. Annem artık üstüme daha çok geliyordu. Babamı söylemek bile istemiyordum. Ben yokmuşum gibi davranıyordu. O sadece ablamın sorunsuz onun deyişiyle namuslu bir şekilde bu evden çekip gitmesinin rahatlığını yaşıyordu. Ablam gidince ailem varken kimsesizliği iliklerime kadar hissetmiştim. En çokta sınav günü sınav çıkışı herkesin ailesinin yanına koşarken beni kimsenin beklemediğini gördüğümde. Sınav sabahı benimle gelmemişlerdi ama beni çıkışta bekleyeceklerine emindim. Beklemek şöyle kalsın sınavın olacağı okulun binanın önünden bile geçmemişlerdi. O gün eve gitmeyi kendi içimde reddederek Alp’in yanına gitmiştim. İyi ki de gitmiştim. Çünkü o gün bir sürü hayal kurarak çok güzel geçmişti. Yeni yeni hayaller kurmaya başlamıştık. İkimizin sınavı da çok iyi geçmişti. Biz bazı hayallerimize adım adım yaklaşırken başka hayaller kurmaya başlamıştık. Artık hayallerimizin yolunda kimseye acımadan ilerleyecektik. Çünkü bizi biz yapan tek şey hayallerimizdir. Elimin üstüne konan beyaz kelebekle yüzümde büyük bir tebessüm oluşmuştu. Kelebek bir süre elimin üstünde durmuş ardından da beyaz kanatlarını çırparak kısa süreceğini bilmese bile o özgürlüğüne uçmuştu. Hiçbir şey bilmeden sadece uçmuştu. Bazen işte sırf bu yüzden bir kelebek olmak istersin. Ömrün ne kadar kısa olursa olsun özgürce uçmak için. Belki kısacık zamanından ne kadar kaldığını bilemezsin ama yine de o kısa sürede sadece uçarsın. Küçükken bana hep büyünce ne olmak istediğimi sorarlardı. Her çocuğa sorulduğu gibi. Onlar benden klasik cevaplar beklerken benden “ben büyünce kelebek olacağım!” cevaplarını aldıklarında karşımda öylece kalırlardı. Kendilerince bana kelebek olamayacağımı açıklardı. Fakat ben kelebek olmak istiyorum derken kelebeğin fizisel halinden bahsetmiyordum. Ben kelebeğin o özgür oluşundan bahsediyordum. Bana göre özgürlüğü simgeleyen tek hayvan kelebekti. Bunu duyan herkes nedense çok şaşırıyordu. Dedikleri tek şey ise “Kelebekler nasıl özgür olabilir ki? Kelebekler, hayvanlar alemi arasında en kısa ömürlü olan hayvandır. Nasıl özgür olabilir ki?” Aslında sırf bu yüzden en özgür hayvandı. Çünkü kelebekler o kısacık yaşamları boyunca ne kadar zamanları kaldığını bilmeden özgürce yaşayabiliyorlardı. Belki hepsi öyle değildi bilmiyorum ama bana göre kelebeklerin tanımı buydu. Bana kuşları neden öyle görmediğimi sorduklarında ise “Kuşlar evet onlarda özgürce uçuyorlar ama onlar hayatları boyunca bir kaçış ve göçebe halindeler. Tehlikelerden ve birçok şeyden sürekli kaçan, göç halinde olan bir şey nasıl özgür olabilir ki?” O gün kimisi bu sözlerimi aptalca bulmuştu, kimisi ise küçücük yaşımda böyle konuşabildiğime şaşırmışlardı. Dediğim gibi en büyük hayalim bu kelebekler gibi olabilmekti. Hayalleri için savaşan ve özgürce uçan bir kelebek. Galiba artık bu hayalime oldukça yaklaşmıştım. YKS sınavı çok iyi geçmişti. Eğer ki yetenek sınavı da iyi geçerse hayallerime ulaşmama çok az kalacaktı. Benim en büyük hayalim ne mi? Dünyaca ünlü bir modacı olmak. Özellikle de İtalya ve Paris’te mekanlarımı açmak oralarda defileler yapmak. Bunu her şeyden çok istiyordum. İlk defilemin konsepti bile kafamda hazırdı. Kelebekler... Ve bu hayalimin gerçekleşmesi için her şeyi yapacaktım. Günün sonunda bu mavi çiçekler gibi tüm taç yapraklarımı güzellikleriyle açmış ve o beyaz kelebek gibi mutlulukla özgür olarak uçacaktım. Bu kendime verdiğim en büyük sözlerden biriydi. Ne olursa olsun ama asla pes etme... Belimde hissettiğim ellerle hafif irkilsem de bunu belli etmedim. Çünkü bu ellerin tek bir sahibi vardı. O da Alp ti... “Alp yemin ediyorum bir gün seni şu tepeden aşağıya atacağım!” Kendisi bu ani gelişleri o kadar çok yapıyordu ki artık o olduğunu anlıyor ve korkmuyor direkt olarak saldırıya geçiyordum. Tek bu da değil bu da değil, çünkü bu Beyefendinin en büyük hobisi beni korkutmak olduğu için artık direnç kazanmıştım ve kolay kolay korkmuyordum. Alp benim oturduğum gibi toprağın üzerine oturarak belime iyice sarılmıştı ve başını başıma yasladı. “Korkmadın?” Sorusu karşısında alayla gülümseyerek “Evet Beyefendi, ilişkimizin başından beri bu korkutmalarınız yüzünden artık bir direnç kazanmış olabilirim.” Alp bu dediklerimle belime daha sıkı sarılıp “Demek ki başardım.” Alp’ in bu dedikleriyle şaşırmıştım. Pardon da sen neyi başarıyorsun! “Neyi başardınız Alp Beyciğim?” Alp sanki saçımın kokusunu içine çeker gibi derin bir nefes alıp verdikten sonra “Korkmaman gerektiğini. Değil bende hiçbir kimseden korkmaman gerektiğini. Birisi sana yaklaştığında korkudan öylece kalmak yerine direkt olarak saldırıya geçmen gerektiğini öğretebilmeyi başardım[NT22] .” Alp’in dedikleriyle düşününce şimdi farkına varıyorum. Beni her zaman her şekilde korkutabilirdi ama her daim en savunmasız anlarım seçmişti. İlk başta o kişinin Alp olduğunu anlamaz ve öylece kalırdım ama zamanla bu gelişmiş ve o beni korkutanın kim olduğunu kavramadan direkt savunmaya ardından da saldırıya geçiyordum. Alp beni ben farkında olmadan kendimi korumayı öğretmişti. Belimdeki Alp’in ellerini çözüp ondan ayrılarak ona döndüm. Aynı benim gibi olan mavi gözlerine en içten şekilde bakarak “Seni çok seviyorum Alp. Bu dünya da bir sen bir de Ela ablam. Siz ikiniz için gerekirse dünyayı bile yakarım.” Alp bu dediklerime gülümsemiş ve ben romantik bir şeyler söyleyecek diye beklerken o yapması gerekeni yaptı. “Sen? Ateşi geç, ateş kıvılcımından bile korkan sen dünyayı mı yakacak?” Alp’e sinirli bir bakış attım ve açık saçlarımı arkaya atarak “Evet canım ben yapacağım. İşte anlayın değerinizi, sizin için en büyük korkumu bile umursamadan yakarım bu dünyayı.” Alp bana ‘Öyle mi hanımefendi ?’ der gibi bakmıştı. “O zaman güzel hanımefendiye güzel bir teklifim var.” Alp’in dedikleriyle ona alttan alttan gülerek bakmıştım. Acaba yine nasıl teklifle geleceksin Alp Bey. “Buyurunuz beyefendi sahne sizin.” Alp benim sözlerimle gülümsemiş ve “Size çok cazip bir teklifim var Eslem Hanım.” Alp’in sözleriyle kaşlarımı havaya kaldırarak bakmıştım. Alp bir süre benim gözlerime bakmış ardından elini arka cebine atmıştı. Yemin ediyorum eğer şimdi evlenme teklifi falan yaparsa evden tüfeği alır gelir alnının ortasından çeker vururdum! “Siz Eslem Hanım, acaba ablan ve benim için bu dünyayı yakmadan önce yeni dünyamızı kurmaya ne dersiniz?” Bu tam bir evlilik teklifi cümlesiydi! Tam içimdeki tüm siniri ona yönlendirecekken elini cebinden çıkardı ve elindekileri görünce öyle kalmıştım. Ben inanamayarak Alp’in elindeki o iki kağıt parçasına bakarken daha fazla dayanamayarak elinden o iki kağıt parçasını hışımla almıştım. Ben heyecanla o iki kağıt parçası açarken Alp’te heyecanla ve mutlulukla bana bakıyordu. Kimi için bunlar sadece iki kağıt parçasıydı. Çok büyük olmayan ağaçlar kesilerek yapılan iki kağıt parçasıydı. Lakin Alp ve benim için önemi çok büyüktü. Çünkü bunlar bizim yeni dünyamızın biletiydi. Bunlar bizim Ankara’ya gitmek için biletlerimizdi. Ben öylece biletlere bakarken Alp bu halime gülmüş ve “Geçen gün abinle konuştum. O da babanla konuşmuş. Baban ilk başta itiraz falan etmiş. Sonra ne oldu, abin ne dedi, bilmiyorum ama baban bir şekilde kabul etmiş.” Bu sefer inanmaz bakışlarımı uçak biletlerinden çektim ve Alp’e çevirdim. Ona inanmaz bakışlar atarak “Nasıl yani? Babam kabul etti? Hem de bu kadar erken ama bu nasıl oldu? Tamam bende babamı bir şekilde ikna edebileceğimi biliyordum. Belki zor olacaktı ama yapacaktım. Şimdi babam hemen kabul mü etmiş?” Ben Alp’e inanmaz ve şaşırmış gözlerle bakarken Alp “Evet, sevgilim. Baban bize izin verdi. Tabi daha doğrusu sana beni bilmiyor baban. Yani biliyor da başka şehre falan gideceğimi sanıyor.” Babam kabul etmişti. Benim babam benim hayallerimi gerçekleştirmeyi kabul etmişti. Bu kez güneş benim için doğmuştu. Mavi çiçeklerimin taç yaprakları yavaş yavaş açmaya başlamış ve beyaz kelebeklerim artık özgürce kanatlarını çırpmaya hazırlanmıştı. Artık hayallerime adım adım yaklaşıyordum. Kelebeklerim özgürce, çiçeklerim açacak ve o güneş benim için tüm ışıltısıyla her zaman en tepede olacaktı. Aramızdaki bu sessizliği Alp daha fazla sürdürmedi ve bana iyice yaklaşarak gözlerimin en içine bakarak şunları söyledi. “Hazırlan Eslem Kara, bir hafta sonra yeni dünyamız için Ankara’ya gidiyoruz.” 💮 24.06.2024 / ANKARA ELA KARA : Oturduğum yerde sakince sıranın bana gelmesini bekliyordum. Fakat sanki saatler ve dakikalar bana düşmanmış gibi çok yavaş geçiyordu. Bu acele niye mi? Çünkü ben şu anda kan alımı için sıra bekliyordum. Bunu işe başlamak için gerekli evraklar arasındaki sağlık raporu için yapıyordum. Yerimde duramama sebebim ise bir an önce eve gitmek istememdendi. Erzurum’da evdeyken nefesi daralan, evde durmaktan nefret eden sanki ben değilmişim gibi burada bildiğin evime aşık olmuştum. Ama evim çok güzeldi. Eee boşuna dememişler, evim evim güzel evim. Ekranda gördüğüm sayıyla içimden ‘sonunda!’ çığlıkları atarak sevinen seslerle birlikte laboratuvara doğru ilerledim. Hemşirenin bana işaret ettiği yere oturmuştum. Hemşire işini hallederken bende etrafa bakmaya başlamıştım. Burası bugün her zamankine göre daha kalabalıktı. Yani en azından insanlardan duyduğuma göre öyleymiş. Ben öylece etrafı izlerken yan tarafımda gelen sesle oraya döndüm. “Seninki kaç aylık?” Yanımda konuşan karnı burnunda olan kadına şaşkınca bakmıştım. “Efendim?” Kadın şaşkınca kalışımla bana gözlerini devirmişti. “Diyorum ki senin bebek kaç aylık.” Kadının bu söyledikleri karşısında bu sefer ona büyük bir şokla bakmıştım. “Ne bebeği hanımefendi? Hamile falan değilim ben.” Tamam balayındayken iştahımın açılmasıyla gittiğimiz her yerde çok fazla yemiş olabilirim. Bu sebeple bir tık göbek de yapmış olabilirdim ama hamile falan da değildim yan[NT23] [MOU24] i! “Kız ne demek hamile falan değilim. Ben anlarım ve senin o karnındaki şişkinlik göbekten değil. Kız hamilesin sen! Ben bir tık ebeyim ve onca yıllık tecrübeme dayanarak söylüyorum bunları.” Kaşlarımı çatarak karşımdaki kadına bakmıştım. “Hanım Efendi ne münasebet! Ayrıca bundan size ne! Lütfen insanların hayatlarını karışmayın!” Hemşirenin işinin bittiğini görünce hızlıca eşyalarımı toplayarak laboratuvarın çıkışına doğru ilerlemeye başladım. O sırada arkada yine o kadının sesini duydum. “Sinirler gerilmiş tabi doğal olarak hormonlar tavan. Yüzüne de bir güzellik falan gelmiş. Bak sana söyleyeyim erkek bu. Ben bir tık ebeyim de anlarım.” Gerilen sinirlerimle birlikte laboratuvardan çıktım. Hadsiz şey! Hem sana ne ki! Ben sinirle kendi kendime söylenerek yürümeye devam ederken aniden bir şeye çarpmıştım. Elimde hissettiğim sıcaklık ve yanmayla birlikte hemen çarptığım şeyden uzaklaşmıştım. Bir yandığı için kızaran elimin üstüne bakıyordum. Bir yandan da başımı kaldırıp çarptığım şeye daha doğrusu kişiye bakmaya başladım. Dağınık kahverengi saçlarıyla, esmer, beyaz gömlekli bir adam vardı karşımda ve üzerine dökülen kahve yüzünde üstündeki tişörtü tenine değmemesi için hafifçe havaya kaldırıyordu. O esnada üzerindeki dökülen kahvede olan gözlerini bana çevirmişti. İşte o an benim yeşile çalan elalarımla onun rengini tam anlayamadığım mavi ama yeşile yakın gözleriyle gözlerim birbirine karıştı. Adam benim gözlerime o an bakakalmıştı. Hangi renk olduğunu anlamadığım gözleri benim gözlerime takılı kalmış ve asla çekmiyordu. Daha fazla dayanamayarak ilk önce hafifçe öksürerek boğazımı temizledim. Ardından da “Beyefendi, iyi misiniz?” adam sanki beni duymuyor gibiydi. Elimi gözleri önünde sallayınca başını iki yana sallayarak kendine geldi. “Hayır iyi değilim.” adamın bu cevabı karşısında şaşırmıştım. Neyi vardı ki? “Peki neyiniz var? Benim yardımcı olabileceğim bir şey var mı?” Adam sanki benim bunu sormamı bekliyor gibi “Evet var!” diye bir anda yüksek sesle konuştu. Sonra kendisinden çıkan yüksek sesin farkına varınca birkaç saniye etrafına baktı. Ardından da yine bana dönerek “Ben yandım.” dedi. Onun bunu demesiyle kahve dökülen üstüne baktım. “Görebiliyorum. Gerçekten de yanmışsınız. Benim elime bile ufacık kahve geldiğinde bile canım o kadar yandıysa sizin acınızı tahmin bile edemiyorum.” Adam kafasını aşağı yukarı hızlıca sallayarak beni onaylamış ve “Kesinlikle! Hem de o kadar büyük yandım ki bu yanığı sadece siz iyileştirebilirsiniz.” Adamın söyledikleriyle ona şaşkınca baktım. “Nasıl yani?” ben ona anlamayarak bakmaya devam ederken o ise konuşmaya devam etti. “Çok basit, bana yeni bir kalp alırsanız benim o bana acı veren yanığım iyileşir.” Adamın söyledikleriyle ona anlamsızca bakmıştım. Ne saçmalıyordu? Acaba kahve kafasından aşağı dökülmüş ve devreleri mi yanmıştı? “Sizin yüzünüzden kalbim yandı benim, hem de çok fazla yandı. Artık neredeyse kül oldu. Bu yüzden bana yeni bir kalp borçlusunuz.” Adam bunları adlandıramadığım bakışla söylemişti. Fakat bunu düşünecek durumda değildim. Çünkü düşündüğüm tek şey buradan bir an önce çekip gitmekti. “Anlıyorum... O zaman sana yeni kalbini bulmanda başarılar diliyorum.” dedim ve elimi omzuna iki tane vurarak yanından geçip uzaklaşmaya başladım. O sırada arkamdan sesini duydum. “Seninle tekrar karşılaşacağız beyaz çiçek ve ben o zaman gelene kadar yanık olan bu kalbimle birlikte seni bekliyor olacağım.” Duyduklarımla arkamı döndüm ve bir süre gözlerimi kısarak ona baktım. Ardından da “Önlüğünü ters giymişsin ve yanlış hastaneye gelmişsin. Arka taraftaki hastaneye gitmen gerekiyordu.” Ben bu dediklerimle bana sinirlenip bana bir şeyler söylemesini beklerken o hiç beklemediği bir şey yaptı. Bana kocaman gülümsemiş ve gözleri parıldayarak bakmıştı. 23 yıllık hayatım boyunca böyle bir gülümseme görmüş müydüm? Galiba hayır ve bu gülümseme hayatımda en güzel gülümsemelerdendi. Daha fazla o adama bakmayarak hastanenin çıkışına doğru yürümeye devam etmiştim. Bazı şeyler yaşanacaktı. Bunu tüm kalbimle hissediyordum. Hayatın bizlerin için planları vardı. Benim ise yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Sadece çiçeklerimin çıkan tomurcuklarıyla beklemek kalıyordu. O tomurcuklar ya her şeyi sonunda büyüyüp çiçek açacaktı ya da dayanamayıp tutunduğu dal ve kökten kopup gidecekti. Başımıza neler geleceğini asla bilemezdik. Aynı benim bugünden sonra hayatımın daha da zorlaşacağını bilmeyeceğim gibi... Bugünden sonra tek benim için değil, herkes için zor günler vardı. Belki de hayatın bizle ilgili planları hiçte iç açıcı olmazdı. Mutluluk ve kurtuluş için çıktığımız bu yolda yapacağımız bir sürü eylem ve alacağımız bir sürü karar olacaktı. Ve bu eylemler ve kararlar sonuncundan hayatımıza girenler ve çıkanlar olacaktı. Kimin kalacağını veya kimin çıkacağını asla biz bilemezdik. Bunu sadece hayat defterini bizim yazılı kaderimiz bilebilirdi. Biz ise bunları yaşayarak öğrenecektik. Bazıları kopup gidecekken, bazıları ise sıkı sıkı tutunup çiçeklerini açacaktı... 💮
4.BÖLÜMÜN SONU...
YAZAN : Knur.
Toplam ( 3467 ) kelime . . .
|
0% |