@__kao__
|
Herkese Düş Kapanı'yla merhaba. Başlamadan başlama tarihinizi buraya alabilirim>>>>> İyi okumalar... * "Benimle röportaj yapmayı kabul ettiğiniz için teşekkür ederim..." dedim samimiyetsizce gülümseyerek ve elini kısaca sıktıktan sonra eteğimi düzelterek yerime oturdum. "Ben teşekkür ederim, gazetenizin namını bayağı duydum. Tabii sizin de... Dilem Akçay'dı değil mi?" dedi o da ceketinin önünü çok saygılı bir şekilde ilikleyip karşımdaki yerine otururken. Gerçekleri bilmesem ne kadar saygılı, kibar biri diye düşünebilirdim. "Evet, sakıncası yoksa konuşmalarımız kayıt altında olacak?" dedim bir yandan da çantamdan ses kayıt cihazını çıkararak. "Tabii... " dedi eliyle de "Buyurun!" der gibi bir işaret yaparak. Beyaz saçlarının arasında tek tük siyah saç vardı ve onlar da grimsi duruyordu. Ses kaydını başlattım bunun üzerine ve gayriihtiyari etrafta göz gezdirdim. Çok kalabalık olmasa da in cin top oynamıyordu. En önemlisi onun alanında değildik. "Sizin için gelmeden bir kaç soru hazırladım..." dedim ve elimle bir dakika işareti yaparak not defterimi çıkardım. Aradığım sayfayı bulduğumda önüme düşen saçlarımı geriye attım ve doğrudan Sereyli'ye döndüm. "Sakıncası yoksa iş hakkındaki sorulara gelmeden bir konu hakkındaki düşüncenizi öğrenebilir miyim?" Bir kez daha "Buyurun!" işareti yaptığında derin bir nefes aldım. Her ne kadar insan içinde olsak da korkmuyor değildim. Karşımdaki adam kadın ticareti yapan, organ mafyasına insan satan bir mafyaydı en nihayetinde. "Magazini kısa süreli aşk hayatınızla bayağı bir meşgul ediyorsunuz..." Verdiğim es sebebiyle rahatça araya girdi. "Bu tercih ettiğim bir şey değil, özel hayatımdansa ülkeme kattıklarımın, yaptığım işlerin konuşulmasını tercih ederim..." Direkt konuya girmem için kendisi kaşınmıştı. "Kadın ticaretinin ülkemize nasıl bir faydası var?" dediğimde bana öyle bir döndü, öyle bir gözlerimiz kesişti ki gözlerimi ayırmamak için kendimi zar zor tuttum. Elimin boynumdaki kolyeye gitmemesi için ayrıca da direnmek zorunda kalmıştım. "Anlamadım?" dedi tüm sakinliğiyle ve de gözlerini benden ayırmadan. Gözlerimi kaçırmamaya özen gösterdim ve rahat olmasam da rahatmış gibi arkama yaslandım. "Bence anladınız..." dediğimde gülümsedi ve önce yavaşça bileğinde ters dönmüş saatini düzeltti. Dudakları tehlikenin habercisi niteliğinde ağır ağır iki yana kıvrıldı. "Kaybedecek çok şeyiniz var bence Dilem Hanım..." diye beni açıkça tehdit ettiğinde, duruşumu bozmamak için de direnmem gerekmişti. "Annem çok fazla göz önünde olan bir insan. Gizemli ölümü eminim ki birçok insanı rahatsız edecektir ve bence bu hiç işinize gelmez. Keza kardeşimin ki de..." dedim kendimden emin bir sesle. "Hele bir de bana ve ya aileme zarar gelirse, elimdeki delillerin polise verileceği ve bu deliller için bana bilenebileceğin düşünülürse, kadın ticaretinin yanına cinayet de eklenir..." Sereyli gözlerini kısarak bana baktı ve ardından da dudağının kenarını hafifçe kıvırarak güldü. Gülüşü minik bir kahkahaya dönüşürken de "Pardon!" dercesine elini sallamıştı iki yana. Gülmesini durdurabildiğinde beni takdir edercesine başını da aşağı yukarı sallamıştı. "Dersinize çalışıp gelmişsiniz, Dilem Hanım..." Biraz da olsa rahatlayarak gülümsedim. "Deliller karşılığında ne istiyorsunuz?" dedi hemen ardından da. "Öncelikle doğru mu anlamışım onu öğrenelim. Türkiye'ye gelmek isteyen mültecileri kandırıyorsun, kadınlarını kız çocuklarını toplayıp, güzel bulduklarını, iş görür dediklerini fuhuş çetelerine, çirkin bulduklarını organ mafyalarına veriyorsun..." Yalnızca gülümsemekle yetindiğinde doğruluğundan emin oldum. "Ülkede mülteci istemediğinizi sanıyordum?" dediğinde önceki yazılarımı okuduğunu anladım. Başımla onayladım onu. "Misafirliğin kısası makbuldür. Yeterince yardım ettik. Hırlılarına hırsızlarına bile..." Dudaklarımı ıslattım. "Ancak onların dini, dili, ırkı sizin yaptığınızın bir suç olmasını, üstelik çok korkunç bir insanlık suçu olmasını değiştirmiyor, ölmelerini değil, acı çekmelerini değil, ülkelerine dönmelerini istiyorum." Anlamlı bir şekilde başını salladı aşağı yukarı. "Asıl isteğinize gelelim mi, Dilem Hanım?" "Hay hay!" dercesine başımı eğdim. "Topladığım delilleri size vermem. Zaten topladığım deliller ikinci dereceden, yine de hakkınızda soruşturma açılmasına yeter de artar. Elinizi kolunuzu bir süre kıpırdatamazsınız." Devam etmemi istercesine bana bakarken oldukça rahat bir şekilde suyumdan bir yudum aldım. "Delilleri vermeyeceksen bana, ne anladım bu işten?" dediğinde güldüm. "Delil değil, vakit vereceğim size... Ben kesin kes sizi işaret eden bir delil bulana kadar polise gitmeyeceğim. Siz de bana Dokuz Buçuk hakkında ne biliyorsanız anlatacaksınız?" Alayla güldü ve yüzündeki kırışıklıkların daha da belirginleşmesine neden oldu. "Dokuz Buçuk gibi şehir efsanelerine inanmanızı beklemezdim sizden!" dediğinde ben de gülümsedim. "Yapmayın, Cevdet Bey..." dediğimde, sakince omuzlarını indirip kaldırdı. "Sözünüzde duracağınıza nasıl itimat edeyim? Hem gün doğmadan neler doğarmış. Bir bakarsınız yarın hem deliller yok olmuş hem de siz bir trafik kazasında ölmüşsünüz?" Gülümsedim ancak içten içe korkuyordum. "Tabii yarına kim öle kim kala ama siz bence yine de tedbirli olun ve anlatın bana. Yarın ölürsem bilgiler de benimle birlikte ölür zaten. Ayrıca gazetemizi araştırdığınızı sanıyordum. Hiç bir şey kesin değilse, 1.dereceden kanıtlarımız yoksa onun haberini yapmıyoruz." "Davetiye..." dedi birden. "Hakkında bildiğim tek şey insanlara davetiye yollayarak çağırıyor. Hiç Dokuz Buçuk'tan gelen bir davetiye görmedim, söylenilene göre gören de çok uzun süre yaşamıyor zaten..." Davetiye? Nasıl bir manyaktı bu adam? "Ölüme mi davet ediyor insanları?" dedim şaşkınlıkla. Ancak o şaşkınlığıma aldanmadan ayaklandı ve aramızda duran ses kayıt cihazını aldı. "Bu bende kalsın..." diyerek göz kırptığında onun gibi "Buyurun!" dercesine olan hareketi yaptım. "Tabii alabilirsiniz, ses kayıtları delil niteliği taşımıyor zaten..." Sereyli hesabı ödeyip uzaklaşırken bir süre daha öylece oturdum. Bu gece annemlerde kalsam iyi olacaktı. Hatta uzun bir süre... Ve hatta yine uzunca bir süre etrafta tek de gezmemem gerekiyordu. Arabamı da üşenmeyip içeri sokmalıydım. Sıkıntılı bir nefes verdim. Bu işten de sağ salim çıkarsam daha da ölmezdim sanırım. Acaba koruma mı tutsaydım? Belki bizzat savcıyla elimdekileri paylaşıp polis koruma istemeliydim. Haberini yapmam demiştim, polise vermem demiştim ama savcıya vermem dememiştim en nihayetinde. İstediğimi de almıştım. En iyisi savcıya gitmekti ama direkt gitmesem hatta onu çağırsam iyi olacaktı. Yavaşça kalktım sandalyemden. Araba kazası demişti... Götüm arabama binmeyi yemezken yoldan geçen bir taksiyi durdurdum. Adresi verdikten sonra Baha savcının numarasını bularak aradım. Bir soruşturma esnasında almak durumunda kalmıştım neyse ki de şimdi arayabiliyordum. Gerçi bir gazeteci olarak adliyeye gitmemden normal bir şey yoktu ama göt korkusu böyle bir şeydi işte. Hem bir kere de savcı bey bizim ayağımıza gelsin. O kadar iş pasladık... Dördüncü çalışında telefon açılmıştı. "Sayın savcım?" dedim hızla ve taksiciye kısa bir bakış attım. Gayet normal göbekli, yarı kel, ak saçlı bir dayımızdı. "Dilem Hanım değil mi?" dediğinde başımla onayladım ama ondan sonra fark ederek "Evet..." dedim hızla. "Bir sorun mu var?" "Yani, Cevdet Sereyli'yi başıma sarmam sorundan sayılırsa..." Derin bir nefes verdim. Eş zamanlı bir şekilde karşıdan da sıkıntılı bir nefes sesi geldi. "Koçum?" Arkadan gelen yabancı ses üzerine hışırtılar da duymuştum. Baha savcının "Devam edin?" diyen sesini duyduğumda derin bir nefes aldım bu sefer. "Müsaitseniz, sizi de ayağıma kadar çağırmış olacağım ama eve gelebilirseniz çok iyi olur." "Adliyeye gelmenizden daha normal bir şey yok biliyorsunuz değil mi?" Biliyordum ama... Aması falan yoktu. Adam mafyaydı. Onun yanında benim etim neydi, budum neydi? Keşke bunu adamla cüretkar bir şekilde konuşmadan önce de düşünseydin, Dilem. Bir kediyi bir de beni merak öldürürdü zaten. "Önlem diyelim... Hem resmi bir şekilde mi devam edecek, daha az resmi mi daha kolay karar verirsiniz." Baha savcı bir kez daha sıkıntılı bir nefes verdi. "Konum atın, Dilem Hanım." "Atıyorum savcım..." Telefonu kapattığımda etrafta şöyle bir göz gezdirdim. Neredeyse gelmiştik. En azından bugün Sereyli tarafından öldürülmeyecektim. Evin önüne geldiğimizde taksimetreye bakarak çantamdan para çıkardım ve taksiciye vererek indim. Yusuf beni gördüğünde hızla benim için kapıyı açtı. Kendisine gülümsediğim sırada ise "Hoş geldiniz Dilem Hanım!" demişti. "Hoş buldum, Galata kafede arabam kaldı, onu aldırabilir misin?" dedim, bir yandan da çantamdan arabamın anahtarlarını bulup Yusuf'a uzatarak. "Tabii ki Dilem Hanım." dedi Yusuf elimden alarak. Ona bir kez daha gülümsemiş ve içeri girmiştim. Bu evi sevmiyordum. O an çıkıp kendi evime gitmeyi bile düşündüm ama korkum baskın geldi. En azından bu gece burada kalmalıydım. Baha savcı benim için bir ekip ayarlayana kadar. Eve doğru ilerlerken Lor koşturarak bu tarafa doğru gelmeye başladı. Bacaklarıma patilerini koyduğunda gülümsedim ve eğilerek başını sevdim. Dilini dışarı çıkarıp hızlı hızlı nefes almaya da başladığında başının üzerine bir öpücük bıraktım. "Bu gece muhtemelen beraberiz zaten oğlum... Şimdi içeri girmeliyim. Tamam mı?" Lor kuyruğunu hızlı hızlı sallamaya devam ederken ayağa kalktım ve kapıya ilerledim. Bir kaç adım peşimden gelse de içeri gireceğimi anladığında olduğu yerde kalmıştı. Kapıyı Gülay ablanın açmasını beklesem de Didem açmıştı. "Abla!" dedi gülümseyerek ve bana hızlıca sarıldı. Ben de ona sıkıca sarıldım. "Bir tanem..." dedim ondan biraz ayrılarak. "Hoş geldin... Özlettin kendini. Annem işte görüyor seni ama ben çok özlüyorum. Daha sık gel lütfen..." derken beni içeri çekiştiriyordu. Onu zar zor durdurarak üzerimdeki montu çıkartmayı başardım. "Sen de bana gelebilirsin biliyorsun değil mi?" dediğimde başını iki yana salladı. "Senin evinde sadece bir yatak var ve sen çok dağınık yatıyorsun, uyuyamıyorum!" Ağzım şaşkınlıkla açılırken "Kuru iftira!" dedim. Didem gözlerini yuvarlarken kıkır kıkır gülüyordu da. "Keşke iftira atıyor olsam ama..." Salona girmek üzereyken durdu ve bana döndü hızla. "Bugün burada kalırsın değil mi?" Bu heyecanına gülümsedim ve Didem'i başımla onayladım. "Burada kalacağım..." Didem'in gülümsemesi genişledi. "E akşam o zaman bir film keyfi yaparız." "Yaparız..." dediğimde en sonunda bizi salona sokabilmişti. Ahmet abi koltukta oturmuş tabletiyle ilgileniyordu. Bakışları bizi bulduğunda büyük bir sakinlikle elindeki tableti kapatmış ve kenara bırakarak ayaklanmıştı. "Hoş geldin, Dilem..." "Hoş buldum, Ahmet abi..." Kendisi annemin kocası, Didem'in de babası oluyordu. Etrafta göz gezdirdim ancak annemi göremedim. Oysaki bugün pazardı. İşte olmaması gerekiyordu. Ve evet pazar pazar savcıyı ayağıma çağırmıştım. "Annem yok mu?" diye sorduğumda Ahmet abi başını iki yana salladı. "Alışverişe çıkmıştı. Gelir 1 saate." Geçip Didem'in yanındaki boşluğa oturdum. Henüz daha 17 yaşında genç bir kızdı. Sınava hazırlanacaktı. "Dersler nasıl?" diye sorduğumda omuzlarını indirip kaldırdı. "Bilmiyorum, valla... En kötü baba parasıyla okuruz..." dedi ve nabız ölçmek istercesine Ahmet abiye baktı. Ahmet abi onaylamazcasına başını iki yana salladı. "Eğer belli bir puanın altında alırsan ben de okutmam seni... Mezuna kalırsın." Didem'in kaşları çatıldı. "Abimi okuttun ama!" Onun bahsinin geçmesiyle gerilmiştim. Ahmet abiyle göz göze geldiğimizde onun da gerildiğini anladım. Didem'e döndü. "O başka bu başka. Her şeyde abini ya da ablanı önümüze sürmeyi bırak!" Didem suratını asarken kapı çaldı. Hızlıca ayaklandım. Baha savcı gelmiş olmalıydı. "Baha savcı gelecekti. Biz üst kattaki salonda oluruz..." demiş ve kapıya ilerlemiştim. Ben kapıya varana kadar Gülay abla tarafından açılmıştı bile. Tam da beklediğim gibi Baha savcıydı. Elimle üst katı işaret ettim. "Buyurun savcım, böyle geçelim..." Hava soğuk olmasa bahçeye çıkmak tercihim olurdu çünkü üst katı daha bir ayrı sevmiyordum. Baha savcının ardından yukarı tırmanırken üst kata ulaştığımızda bu sefer sağ taraftaki salonu işaret ettim. Salona geldiğimizde Baha savcının oturmasını bekledim ve hemen ardından da ben oturdum. Hızlıca bugün ki buluşmamızı Dokuz Buçuk'u çıkararak anlattım. Ardından da elimdeki bir kaç fotoğrafı, önceki röportajlarındaki tutarsızlıkları gösterdim. Fotoğraflarda Cevdet Sereyli'nin sağ kolu olsa da kendisi yoktu ve bu da ikinci derece kanıt niteliğindeydi. Zira Kenan ölür ama Sereyli'yi satmazdı. Tüm suç da Kenan'ın üzerine kalır, Sereyli başta tökezlese de yoluna bir şekilde devam ederdi. "Adamı kışkırtmadan önce bana neden gelmedin?" Dudaklarımı ıslatarak bir kaç saniyelik zaman kazandım. "Bazı emin olmadığım noktalar vardı. Boş atıp dolu tuttum." dediğimde Baha savcı sıkıntıyla alnını sıvazladı. "En ufak açığında senin hakkında işlemi bizzat ben başlatacağım..!" dedi tehdit edercesine. Bir şey demedim ancak kendisi benim sayemde hatırı sayılır bir ün yapmıştı. Onun da beni bir abi gibi sevdiğine emindim ancak makamını bana karşı kullanmaktan da çekinmeyeceğini her daim belirtiyordu. "Ee..?" dedim. "Paralı koruma mı tutuyorum, kendimi devletin güvenli kollarına mı bırakıyorum?" Baha savcı bir süre bana dik dik baktı. "Sivil bir ekip ayarlarım... Bunların her birini de bana ulaştırıyorsun!" dedi telefonumu işaret ederek. Delilleri kast ediyordu. Başımla onayladım onu. "Hay hay savcım... Yalnız soruşturma gizli yürütülecek herhalde?" Kaşları alayla havalandı. "Ne oldu senin basın özgürlüğüne, ne oldu şeffaf Türkiye'ye?" Büyük lokma yiyip, büyük konuşmamak gerekiyordu. Zamanında gerek kendisini, gerek diğer savcıları gizli dosyalar hakkında az darlamamıştım. Ben söyleyecek bir şey bulamayarak sustuğumda güldü. "Kendini öldürtecek bir şey yapma, hatta mümkünse benden habersiz hiç bir şey yapma..." Ayaklandığında ben de ayaklandım. Baha savcıyı yolcu ettikten sonra bir başıma kalmıştım. Didem odasına çıkmış olmalıydı, annem zaten yoktu, Ahmet abi de çalışma odasındaydı sanırsam. En azından o da yoktu... Boynumdaki düş kapanını kazağımın içinden çıkarttım. Beyaz düş kapanı normalde minik bir araba süsüydü. Sahibi bir daha kabus görmemem ve de kabus gibi şeyler yaşamamam için vermişti ama bu evin sınırları içinde ne bu minik düş kapanının ne de odamdaki onlarcasının bir işe yaradığını görmemiştim. Daha fazla kapı önünde durmaktan vazgeçerek montumu aldım ve terasa ilerledim. Montumun cebinden sigara tabakamı ve de çakmağımı çıkardığımda bir sigara yaktım. Bağımlı değildim, sadece arada içiyordum. Daha çok da bu evde... Sigara bitene kadar ardı ardına nefesler almış ve bir şey düşünmemeye çalışarak sigaramı bitirmiştim. Sigara bittiğinde izmaritini köşede duran küllüğe bastırarak söndürdüm. Ahmet abi de sigara içtiği için genelde burada bir küllük oluyordu. Artık üşüdüğümde mecburen içeri girdim. Duş almam gerekiyordu. * Şömineyi dalmış bir şekilde izlerken telefonunun çalmasıyla irkildi. Pazar pazar kim arardı ki? Gördüğü isimle duraksadı. Bu kız bela mıknatısı gibi bir şeydi. Başına bela açmadan duramıyordu ve haliyle bir kaç kereden fazla karşı karşıya gelmişlerdi. Yine de kıza karşı kendini sıcak hissediyordu. Daha fazla bekletmeden telefonu açtı. Açar açmaz da "Sayın savcım?" diyen sesini duydu kızın. Her ne kadar isim yazsa da emin olamadı bir an. Kızın sesi gereğinden fazla heyecanlı çıkmıştı. Normalde oldukça soğuk kanlıydı. "Dilem Hanım değil mi?" dedi dayanamayarak "Evet..." cevabı biraz gecikse de gelmişti. "Bir sorun mu var?" diye sordu adam bir sorun olduğuna emin olsa da. Bu kızın başında sorun olmayan bir gün var mıydı ki acaba? Üstelik kendine sorsan gayet normal, sıradan bir gazeteciydi. "Yani, Cevdet Sereyli'yi başıma sarmam sorundan sayılırsa..." Adam derin bir nefes verdi. Cevdet Sereyli'nin yaptıklarını savcı kimliği sayesinde değil ama abisi sayesinde biliyordu. Her ne kadar abisinden bu konularda uzak olmak için ekstra bir çaba harcasa da bazen kulak misafiri oluyordu. Sereyli'yi de bu sayede biliyordu. "Koçum?" Tam bu sırada gelen abisine "Bir dakika!" dercesine parmağını kaldırmış ve ayaklanarak bir kaç adım kadar uzaklaşmıştı. "Devam edin?" dedi camın yanına gelip durarak. "Müsaitseniz, sizi de ayağıma kadar çağırmış olacağım ama eve gelebilirseniz çok iyi olur." Bu kız Cevdet Sereyli'yi kızdıracak ne yapmıştı? Normalde zeki de bir kızdı ama şu an pek de mantıklı düşünmüyordu. "Adliyeye gelmenizden daha normal bir şey yok biliyorsunuz değil mi?" Aslında kızın bildiğine de emindi ama korkusu ağır basıyor olmalıydı. "Önlem diyelim... Hem resmi bir şekilde mi devam edecek, daha az resmi mi daha kolay karar verirsiniz." Sıkıntılı bir nefes daha verdi adam. Bu kız yine başına iş açacaktı. "Konum atın, Dilem Hanım." "Atıyorum savcım..." Telefonu kapatarak abisine döndü. Kahveleri sehpanın üzerine bırakmış ve koltukta rahat bir pozisyon almıştı sol bacağını diğerinin üzerine bilekten atarak, Beyazıt Arat. Abisi "Hayırdır?" dercesine göz kırptığında kısa süreli bir tereddüte düştü. Ancak imkanları kısıtlı olacaktı ve kızı korumak için bir bilemedin iki ekip gönderebilirdi. Bu Sereyli için yeterli olur mu emin değildi? "Bir gazeteci var..." diyerek anlatmaya karar verdi. Abisini de tutuklaması gerekiyordu aslında ama tutuklamak bir yana şu an abisinden yardım istiyordu. Bu sinirlerini bozuyordu ama şu an için en iyi seçeneği buydu. "Kız biraz gözü kara denilen cinsten. Başını belaya sokmaktan çekinmiyor. Cevdet Sereyli'yi takmış sanırım peşine..." Abisi bir kolunu koltuğun başına atarak tamamen kardeşine döndü. "Dilem Akçay mı?" diye abisi sorduğunda şaşırsa da bir o kadar da şaşırmamıştı. Baha başıyla abisini onayladı. "Son zamanlarda benim de radarımda. Burnunu sokmadığı şey yok. Cevdet olmasa başkası bitirir işini..." dedi Beyazıt kardeşine boşuna uğraşma dercesine bakarak. Baha başını iki yana salladı. Meslek etiğine sığmazdı bir kere. Ayrıca Dilem'i mesleğinin hakkını vermesinden dolayı da seviyordu. Kendisi bile abisi sebebiyle tam hakkını veremiyordu. "Sen de bir iki koruma taksan peşine?" dedi Baha. Beyazıt "Yok artık!" dercesine kardeşine baktı. "Sen bence benim öldürtmediğime dua et..." dediğinde Baha kaşlarını çatarak abisine döndü. Bu sırada cebindeki telefon da titremişti. Konum gelmiş olmalıydı. "Yanımda bahsetme diyorum sana, ayrıca da tamam... Ben korurum kızı!" dedi ve ayağa kalkarak dışarı çıktı. Kardeşinin arkasından bakan Beyazıt sakallarını kaşıdı yavaşça. Ya kardeşinin de başını belaya sokmadan kendisi bitirecekti kızın işini ya da kardeşinin hedef olmasına izin vermeyip kendi koruyacaktı. Sıkıntılı bir nefes koy verdi Beyazıt. Şu baş belası kadınla tanışmak farz olmuştu ona... |
0% |