@__kao__
|
Arat arabadan benden önce inmiş ve inmem için elini de bana uzatmıştı. Kapıda magazinciler olduğuna emindim. Bu sebepten itiraz etmeden uzattığı elini tuttum ve yırtmaca dikkat ederek indim arabadan. Daha şu aşamadayken bile yüzümde ardı ardına ışıklar patlamıştı. Arat elimi bırakarak belimi kavradığında bozmadan yanında ilerledim. Gerçi çok bir seçeneğim olduğu da söylenemezdi. Bence rahatsız olduğumuz da söylenemez... Soruları, söylenilenleri aralardan seçebiliyordum. "Dilem Akçay değil mi bu?" "Biriyle katılmanızı, hele ki Dilem Akçay'la katılmanızı beklemiyorduk Beyazıt bey." "Birlikte misiniz?" "Beraber yaşadığınız söylenen kadın Dilem hanımlar mı?" Ve bunlara benzer daha bir çoğu. Arat'ın daha önce hiç ilgimi çekmeyen başarılı iş adamı kimliği vardı ve genç yaşı ile yakışıklılığı sebebiyle halk tarafından da tanınıyordu. Ancak ben gazeteciler dışında pek tanınmazdım ve şimdiden sabah ki magazin başlıklarını hayal edebiliyordum. Arat bizi kameraların karşısında durdurduğunda konuşmama ve tamamen Arat'a bırakma kararı almıştım. Kameraların çekebilmesi için bir kaç saniye poz verdikten sonra muhabirlere döndü. "Sorularınızı çıkarken alalım arkadaşlar, şimdi katılmamız gereken bir davet var." Ardından bana döndü ve gülümsedi. "Geçelim mi, sevgilim?" Gazetecilere kısmen bir cevap olsun diye böyle hitap ettiğinin farkındaydım. Yine de garip hissetmeme engel olamamıştım. Bu tarz şeylere pek alışık değildim. 3 yıldır da hayatımda herhangi biri olmamıştı. Gereğinden fazla duraksadığımı fark ettiğimde mecburen Arat'a gülümsemiş, başımla da onaylamıştım. Bunun üzerine tekrar belimden tutup beni içeri yönlendirmişti. Girişte montlarımızı almışlardı ve öyle devam etmiştik. Biraz önce üzerimde mont olduğu için direkt tenime temas etmese de şu an sırt dekoltem sebebiyle sıcak eli fazlaca temas ediyordu bedenime. Biraz ilerde Tekin'i gördüğümde, Arat'ın temasını yok saymak için ilgimin tamamını ona verdim. Buranın bir arka kapısı falan olmalıydı. Zira Tekin bizimle beraber çıkmıştı ancak ne bizden önce ne de sonra içeri girdiğini görmemiştim. Tekin de bize doğru ilerlerken tam büyük salon kapısının önünde ,ortada, buluştuk ve erkeklere özgü bir şekilde selamlaşıyormuşçasına yakınlaştılar birbirlerine. Tekin'in Arat'a bir şeyler söylediğine emindim ama gerek fısıltısı gerek buradan da duyulan hafif müzik sesi sebebiyle ne dediğini duyamamıştım. Arat yalnızca gözüyle Tekin'e emir verdikten sonra Tekin bana döndü ve "Yenge!" diyerek başıyla bana da selam verdi. İşin en kötü kısmı yenge hitabının artık o kadar da korkunç gelmemesiydi. Söyleye söyleye alıştırmıştı. Yine de derin bir nefes aldım ve yanımızdan uzaklaşırken ona ters ters bakmaktan geri durmadım. "Şimdi bir kaç kişinin yanına uğramalıyız." Arat hafifçe bana doğru eğilmiş, kısık bir sesle söylemişti. Neden bu kadar ihtiyatlı davrandığına ,bunu dahi kısık sesle söylediğine, anlam veremesem de başımla kısaca onaylamıştım. Bu sırada büyük kapıdan içeri girmiştik bile. Tanıdığım, tanımadığım, tanıdık gelen bir çok yüz iç içe geçmişti... "Tarık Alkan'ın ayak fetişi olduğu doğru mu?" dedim. Arat'a dönmeden önce gözüme en son o takılmıştı. Adamın ayak fetişi vardı ama tam olarak bildiğimiz gibi değildi. Öldürdüğü insanların sol ayağını kesiyordu ve sol ayaklardan oluşan bir koleksiyonu olduğu dedikodusu vardı. Kesinlikle çok iğrençti ve gözümün önüne gelen raflar boyunca dizilmiş sol ayaklar midemi bulandırmıştı. Ancak adamın fetişi öyle bir boyuttaymış ki sırf sol ayağı olmadığı için bir adamı öldürmemiş ve dedikodu da böylece yayılmış. "İnsanların işine benim sevgilim konumundayken burnunu sokma Akçay!" diye beni uyardığında yüzümü buruşturdum iğrenerek. "Doğru yani... İğrenç!" Bir yandan da belimdeki eliyle beni ilerletiyor, masasının önünden geçtiğimiz bir kaç kişiye baş selamı vermekle yetiniyordu. "Gülümse!" dediği sırada yaşlıca bir adam ve ona oldukça benzeyen oldukça genç bir adamın masasına gelmiş ve hatta durmuştuk. "Haluk abi..." dedi Arat ve yaşlı adamla tokalaştılar. "Hoş geldin Mete!" dedi ardından da yanındaki daha genç çocuğa dönüp ve onunla da tokalaştı. Bunlar ev sahipleri olmalıydılar. Haluk bey oğlunun Türkiye'ye dönüşü şerefine vermişti bu daveti bildiğim kadarıyla. "Müstakbel karım Dilem..." dedi ardından da belimden tutup beni biraz daha öne ,yakınına, çekerek. Adam bariz bir şekilde şaşırsa da belli etmemeye çabalayarak gülümsedi. Ben de gülümsedim. "Tanıştığıma memnun oldum." derken ikisinin elini de kısaca sıkmıştım. İkisi de hiç tanıdık gelmemişti bana. Mete elimi bırakmadan evvel üstüne minik bir buse de kondurmuştu. "Çok tanıdık bir yüzünüz var..." da dediğinde gülümsememi biraz daha genişlettim. "Dilem Akçay." diyerek tam ismimi söylediğimde kısa bir an düşündü ve yüzündeki o aydınlanma ifadesini ayan beyan yakalayabildim. Annem bana nazaran elbette ki daha çok tanınıyordu. "Yeliz Akçay'ın kızı?" dediğinde sorarcasına minik bir baş hareketiyle onayladım Mete'yi. Arat bundan rahatsız olmuş gibi beni daha da yakınına çekti. Neredeyse göğsüne yaslanacaktım. Belki bizim için hızlanan kalp atışlarını duyarız? Saçma saçma konuşma, Narenciye! "İzninle bir diğer masalara da uğrayalım Haluk abi, zaten yanınıza gelmek için bekleyenler de çoktur." "Tabii evlat..." dedi Haluk dediği adam ancak bakışları son ana kadar benim üzerimdeydi ve buna anlam verememiştim. Arat bir kez daha belimden tutup beni yönlendirirken kendimi kısa bir an süs bebeği gibi hissetmiştim ve bu beni rahatsız etmişti. Biraz olsun yörüngesinden çıkabilmek için yanımızdan geçen garsondan bir kadeh almış ve doğrudan dudaklarıma götürmüştüm. Arat da benim ardımdan garsondan bir kadeh almış ancak benim aksime hemen dudaklarına götürmemişti. Bir başka masaya geldiğimizde lacivert şık bir elbisenin içinde sarışın bir kadın vardı ve oldukça da güzeldi. Birden Beyazıt'a sarıldığında kaşlarımı çatmamak için direnmek zorunda kalmıştım. Kız Arat'tan ayrılırken "Sırf gelin hanımla diğerlerinden önce tanışmak için buraya geldim kuzen!" demişti neşeli bir tonlamayla. Bu kaşlarımın düzelmesine neden olurken derin bir nefesle de ciğerlerimi doldurdum. Arat'tan tamamen uzaklaştığında kadının gözleri doğrudan beni bulmuş ve baştan aşağı süzmüştü. Ben de onu daha detaylı bir şekilde incelemeye başladım. Ayaklarımızda aynı boy topuklu ayakkabılar vardı ve buna dayanarak benden bir kaç santim kadar uzun olduğunu rahatlıkla söyleyebilirdim. Sarı saçları doğaldı ve oldukça da kısaydı. Omuzlarına zar zor değiyordu ancak ona yakıştığı da bir gerçekti. Baha savcınınki gibi açık kahve gözlere sahipti ve hafif balık etliydi ancak bu ona oldukça yakışıyordu. Özellikle göğüslerinin maşallahı vardı. Göz göze geldiğimizde daha da geniş gülümsedi ve kibarca elini uzattı. "Ecem Bozok." diyerek de kendini tanıttığında uzattığı elini sıktım. Şaşkınlığımı ise yüzümdeki gülümsemeyle gizlemeye çalışıyordum. "Dilem Akçay." "Didem?" dedi, arkadan çalan müzikten dolayı tam anlamamış olacak ki. Bu oldukça sık başıma geldiği için çok da takmadan düzelttim onu. "Dilem." Yavaşça söylemem üzerine bir kez daha söylemiş ve benden onay alınca da kuzenine dönmüştü. Bir Bozok'la ilk defa tanışıyordum ki "Servet Bozok amcan mı?" soruma verdiği tepki ve soy adını değiştirmiş olduğunu düşünerek bir Bozok'la bu kadar yakın olmasını da garipsemiştim ister istemez. İlgimi tekrar onlara verdiğim sırada Ecem kuzenini "Nikah şahidin ben olmazsam yeminle kıyameti koparırım!" diyerek tehdit ediyordu. "Ozan senden önce davrandı..." dedi kuzeninin bu halinden zevk alan muzip bir tonla. Arat'ı sanırım ilk kez böyle görüyordum. Ecem ise Arat'ın koluna vurdu pek de yavaş olmayan bir şekilde ve "Kuzenlerin yüz karası!" diye de söylenmeyi ihmal etmedi. Ardından da bana döndü. "Senin nikah şahidin var mı tatlım? Gerçi sen gazeteciydin. Çevren geniştir. Biliyor musun sizin ajansınız benim haberimi yapmıştı. O zaman sevgilimden ayrılmış ve kör kütük sarhoştum. Biraz saçmalamıştım ve sabah tüm Türkiye'ye rezil olmuştum." Hafifçe gülümsedim. "İşin magazin kısmıyla ilgilenmemekle birlikte olmayan bir şey yazmadığımıza da eminim." dedim sınırlarımı belli ederek. Biraz yüz verirsem haberlerinin çıkmaması için bana gelebilecek potansiyele sahipti ancak Arat'ın kuzeni değil, kendisi dahi olsa hiç bir haberin önünü onlar için kesmezdim. Laflarını yalamak zorunda kalırsan sadece bana rezil olacaksın neyse ki, Dilem! Kaşları 'Öyle mi?' dercesine havalandı. "Hafif bir idealistlik sezdim sanki..!" dedi ardından da şakayla karışık gülerek. Yalnızca gülümsemeye devam etmekle yetindim ve o sırada gözüme Ecem'in arkasında bir yerlerde kalan Deniz Demir takılmıştı. Kesinlikle onunla tanışmalıydım. Kendisi hastaneleri olan ünlü bir doktor olmakla birlikte bir çeşit seri katil olduğu da söyleniyordu. Hatta bir kaç kez tutuklanmıştı ama delil yetersizliğinden her defasında bırakılmıştı. Hastanesi incelense de cesetlere ne yaptığı bulunamamıştı ve bazıları öldürdüğü insanların organlarını kendi hastalarına naklettiğini falan da söylüyordu. Ki bence bu doğru değildi, aksi takdirde polis bulurdu. Tabii daha merdiven altı bir şekilde, kayıtsız yapma ihtimali de vardı. Kendince bir iş etiği de vardı üstelik ve zekasına hayran olmamak da elde değildi. "Beyazıt!" dedim ve kuzeniyle konuşmakta olan Arat'ın koluna dokundum hafifçe. Bana sorgularcasına döndüğünde bakışlarım şu an elindeki kadehi dudaklarına götüren Deniz Demir'e döndü. "Neden beni başkalarıyla da tanıştırmıyorsun? Deniz Demir mesela?" dediğimde sorarcasına, belimdeki elini uyarırcasına bir miktar sıkılaştırmıştı. "Gözündeki o parıltı hiç hoşuma gitmedi ve kesinlikle ondan uzak duruyorsun!" Sert sesiyle bıkkın bir nefes verdim ve tekrar insanları incelemeye döndüm. Bir ara biraz önce tanıştığımız Haluk bey çıkmış ve oğlunun dönüşü ve tüm işlerini ona devrettiğine dair bir konuşma yapmıştı. Ardından da insanları incelemeye devam etmiştim. Şu an masa masa gezip kulak misafiri olabildiğim kadar kulak misafiri olmam gerekiyordu ama sanırsam Beyazıt'ın yanından ayrılamazdım. Hiç beklemediğim bir anda boynumda bir nefes hissetmemle irkilerek omzumun üzerinde hafifçe döndüm. Arat hafifçe bana doğru eğilmişti ve nefesleri kulağımla boynum arasındaki yere çarpıyordu. Bugün haddinden fazla yakınlaşmıştık ve şu an bu yakınlık kalbime pek de iyi gelmiyordu. "Benim bir kaç kişinin yanına uğramam lazım, Ecem'in yanından ayrılma." Kulağıma fısıltıyla söylemesi yutkunmama sebep olurken ağzımı açamayacağımı fark ederek başımla onaylamak zorunda kaldım bir kez daha. Neyse ki çok da bekletmeden biraz benden uzaklaşmıştı. Arat'la gitmek istesem de izin vermeyeceğini biliyordum. Hem o gittikten sonra şu an iki yan masama geçmiş olan Deniz Demir'le de tanışabilirdim. Zira Arat'ın yeterince uzaklaştığına kanaat getirdiğimde Ecem'e içecek bir şeyler alacağımı söyleyerek iki yan masaya doğru ilerledim. O esnada oradan geçen garsonun elinden bir kadeh daha almış ve arkamı dönerken de kasıtlı bir şekilde ancak kazaymış gibi Demir'e çarpmıştım. "Pardon!" dedim sahte bir telaşla da. Demir sanki üzerine bir şey dökülmemiş gibi bir sakinlikle gülümsedi ve 'Sorun değil.' dercesine başını iki yana salladı. Bunun üzerinde çok da durmadan "Önemli değil!" dediğinde tanımaya çalışıyormuş gibi gözlerimi kıstım. "Sizi bir yerden tanıdığıma eminim." dediğimde ise yarım bir gülüş sundu bana. Otuzlarının sonlarında olmalıydı ancak oldukça dinç görünüyordu. Sarışın olmasının da etkisi olmalıydı tabii. "Deniz Demir... Belki ismim hatırlamanıza yardım eder." Hatırlamış gibi dudaklarımı bir miktar araladım ve ardından da biraz gerilmiş gibi gözlerimi kaçırdım. "Ben masama döneyim." dedim ardından da telaş yapmış gibi hızlıca. "İsminizi bahşetmeden mi?" dediğinde durdum ama daha çok çekiniyormuş gibi bir tavra bürünmüştüm. "Dilem Akçay." "Görüşmek üzere Dilem hanım ve belki bu sürede bir oyunculuk ajansına da başvurmayı düşünürsünüz. O hamur var sizde." Hiç yakalanmamış gibi gülümsedim ve kadehimi hafifçe ona doğru kaldırdım. Ki daha fazla rol yapmamak beni gerçekten de mutlu etmişti. "Zeki insanlara..." dedikten sonra da bir yudum içmiştim. Herkesin gözü üstünde olmasına rağmen yakalanmadığına göre zaten zekiydi ancak buna şahit olmak, gözlerindeki o zeka parıltılarını yakından görmek bambaşkaydı. Tam Ecem'in yanına dönmek için arkamı dönmüştüm ki Arat'la göz göze geldik. Yüzümdeki gülümsemeyi silmeden bir kaç adım ilerlediğimde Arat da ilerlemiş ve ortada buluştuğumuzda da zarif bir hareketle koluna girmiştim. Ardından da birlikte masaya doğru yöneldik. "İnanır mısın içecek alırken kazara Deniz Demir'e çarptım." "Sana uzak dur demiştim!" dediği sırada çoktan Ecem'in biraz önce olduğu masaya gelmiştik ancak Ecem görünürde yoktu. "Seni korumak yeterince zorken daha da zorlaştırma Dilem! Herkes bitti bir de peşine kiralık katil mi takacaksın?" Arat'ı cevapsız bırakarak içkimden bir yudum almak istemiştim ama bize doğru gelen Ferzan'la neredeyse boğazımda kalıyordu. Kendisi kullanılmayan fabrikalarda, depolarda yasa dışı dövüşler düzenliyordu ve ortada ciddi bahisler döndürüyordu. Boksörlerinden birinin ölmesi üzerine peşine takılmıştım ve yalnızca dövüşten önce depoyu düzenlerken ve de dövüş esnasında fotoğraflarının olduğuna dair yem atmıştım. Bu da bana pahalıya patlamış ve iki kişiyi öldürmüş, üstüne Arat'la evlenmek zorunda kalmıştım. Masamıza geldiğinde Arat'la el sıkıştılar ve ardından da elini bana uzattı. Elini sıkmak için uzatmıştım ancak Ferzan hafifçe çevirerek öpmeyi tercih etmişti. Arat benden önce tutup elimi çekerken Ferzan'ın alayla gülmesine neden oldu. "Sadece beni dört geri zekalıdan kurtaran elleri öpmek istemiştim, Beyazıt. Sakin ol!" Arat sakinleşmekten ziyade daha da sinirlenmiş olacak ki kaşları derince çatılmıştı. "Umarım zamanı geldiğinde bir insan müsveddesini parmaklıkların ardına gönderdiğim için de öpme inceliği gösterirsin." Sözlerim üzerine alaylı bir gülümseme kondurdu yüzüne, Ferzan. Kel olmasına rağmen gençti. Garip bir şekilde kelliği ona farklı bir hava katmıştı ve yakışıyordu. "Beyazıt'la evleneceğini duyduğumda artık çalışmazsın diye düşünmüştüm ama belli ki devam ediyorsun." "Suç bireyseldir Semih!" dedi Beyazıt sertçe ve de araya girerek. Böyle bir şeyi neden söylediğini ise anlamamıştım. Ta ki bakışmalarını görene kadar. Ferzan mesleğimle beni tehdit etmeyi planlıyordu. Çamur at izi kalsın hesabı, Beyazıt hakkında bir haber yaptıracak ve itibarımı zedeleyecekti. Beyazıt'a başta dokunsa da büyük bir zarar vermezdi. "Dileyelim ki insanlar da böyle düşünsün." dedi Semih gülümseyerek. "Kullandığın depolar arasında benimkilerin de olduğunu unutma." dedi Beyazıt da Semih gibi yapmacık bir tavırla gülümseyerek. "Ozan'ınkiler, Haluk abininkiler, Efe'ninkiler..." dedi ve elini 'Daha neler neler!' dercesine salladı. Yakalanmamak için her seferinde farklı farkı yerlerde dövüştürdüğü için her seferinde satın almak yerine böyle kiralamak daha mantıklıydı. Tabii ki bu işlemleri kendi adına yaptırmıyordu ve bu bilgi aydınlanmama neden olmuştu. Ben hep adamlarının üzerine satın aldığı bir yer var mı diye bakmıştım ama o kiralıyordu ve bu yüzden bulamamıştım. Arat'la olmak ufkumu genişletiyordu. Ferzan'ın yüzü bozulurken ağır ağır başını salladı aşağı yukarı. "Düğün ne zaman? Eşinle beklerim sıradakine. Düğün hediyem olsun." İddiaya girmeden sırf izlemek için gelenler de olduğu için bir giriş ücreti de elbet oluyordu ve az uz bir para da değildi çünkü böyle yerler aynı zamanda yeni bağlantılarla tanışmak için de kullanılıyordu. "Bu pazar, sen de davetlisin. Yarın davetiye ulaşır eline." Bir davetiyemiz mi vardı? Peki... "Orada olacağım." dedi Ferzan gülümseyerek ve ardından da kadehini bize doğru kaldırarak masadan ayrıldı. Ferzan gider gitmez "Davetiye mi var?" diye sorduğumda başını biraz eğerek bana baktı. "Gelinlik baktın mı?" diye soruma soruyla karşılık verdiğinde duraksadım. Aklımdan çıkmıştı. "Tam da bu sebepten geri kalan her şeyle ben ilgilendim. Senin tarafın için listeyi de Ahmet beyden rica ettim." Yine de Arat'a tersçe baktım. "En azından söyler insan! Ayrıca ne yani? Bir gelinlik alt tarafı. Buluruz bir şeyler." Ezgi'yi arayıp ondan istesem iyi olacaktı. Moda tasarım okumuştu ve şu an minik Buse'ye bakmak için çalışmasa da bir çok butiği olan, kendi gibi moda tasarımcısı arkadaşı vardı ve tarzımı da az çok biliyordu. Ayarlardı benim için zevkle. "Bugünü saymazsak ve düğün günü etrafta telaşla gelinlik aramayacağını düşünürsek yalnızca iki günün var Dilem!" dedi ve ardından da kadehinin dibinde kalan şampanyayı kafasına dikti. "Ne zaman gideceğiz?" dedim huysuzca artık sıkılarak. "Cevdet'in gelmesini bekliyordum aslında ama gelmeyecek sanırım." dedi etrafta bir kez daha göz gezdirerek. Sereyli'nin tepkisini doğrusu ben de merak ediyordum. "Haluk abiye bir kez daha uğrayayım çıkalım." Onu başımla onayladığımda kısaca, yanımdan ayrıldı. Arat gittikten çok kısa bir süre sonra Ecem dönmüştü. "N'aber? Sıkıcı değil mi?" dedi elindeki kadehi bırakırken. "Alışkınım." dedim hafifçe gülümseyerek. O da gülümsedi ve elini uzattı bana. Uzattığı elini bir kez daha sıktım. "Tekrar tanıştığıma memnun oldum. Yarın görüşürüz. O hayırsızı hiç bekleyemeyeceğim." Yarın mı? Biz de birazdan çıkacaktık ama bunu ona söyleme gereksinimi duymamıştım ve yalnızca "Ben de memnun oldum. Görüşürüz." demekle yetinmiştim. Ecem uzaklaşırken bir kez daha yalnız kalmıştım. Neyse ki çok geçmeden Arat gelmişti de vestiyerden montlarımızı alarak çıkabilmiştik ancak bir de bizi magazinciler bekliyordu. Yorgun bedenimin yükünü bir miktar Arat'a vermekte hiç bir beis görmemiştim, magazincilerin önünde dikildiğimizde. Eli kendine yuva edinmiş belimdeydi her zamanki gibi. Gazetecilerin ardı ardına sorduğu sorular bize yalnızca gürültü kirliliği olarak gelirken Arat buna bir son verdi. "Arkadaşlar! Şu an oldukça yorgunuz ve tek tek sorularınıza cevap verecek vaktimiz yok ama sorularınıza genel bir cevap vereceğiz sakin olursanız." Sesler kesilirken tüm mikrofonlar ve kameralar üzerimizdeydi. "Dilem'le birlikteyiz ve hatta bu pazar da tüm sevdiklerimiz ve dostlarımız önünde bunu resmileştirerek evleneceğiz. Zaten sevgili müstakbel eşim meslektaşınız ve bu sebeple düğünümüzde de bolca gazeteci olacak." Düğün tam bir kurtlar sofrası olacaktı. Benim tarafımın tamamı neredeyse gazeteci, polis, avukat gibi mesleklerden oluşacaktı ve aralarında da kesinlikle annem ve Ayla abla gibi iyileri de olacaktı ve Arat'ın tarafının neredeyse tamamı da bu tarz şeylerle uğraşan insanlar olacaktı. Bu farkındalık ise bana daha yeni geliyordu. Kesinlikle mükemmeldi. * "Ne oluyor?" dedim şaşkınlıkla ve de kaşlarımı çatarak. Diğer kızlar eşyalarımı yan odaya götürmeye devam ederken Oya bana döndü. "Beyazıt bey eşyalarınızı odasına taşımamızı rica ettiler." Sabah spora gitmiştim ve şimdi de bir duş almak istemiştim ancak odamdaki bu kargaşayla karşılaşmıştım. "Beyazıt nerede?" dedim duraksamadan. "Çalışma odasındalar efendim." Derin bir nefes vererek hemen karşıdaki çalışma odasına ilerledim ve şifreyi tuşladım ancak elbette ki şifreyi değiştirmişti. Bu kez de kapıyı tıklatmak üzereydim ancak buna gerek kalmadan içerden açılmıştı kapı. Beyazıt'ın koyu gözleri ve yeşil gözlerim birleşirken kaşlarım da çatıktı. "Ne oluyor?" dedim biraz arkamızda odalar arası eşyalarımı taşıyan kızları işaret ederek. "İçeri gel." dedi ve kendisi de dönüp çalışma masasına ilerledi. Sıkıntılı bir nefes alarak bir kaç adımla içeri girdim ancak oturmadım. "Baha ve Ozan dışında kimsenin bilmediğini, bilmeyeceğini söylemiştim." dediğinde hâlâ bir anlam verememiştim ve sorgulayan bakışlarımı üzerine diktim. "Amerika'dan halamlar geldi biraz önce ve düğüne kadar da burada kalacaklar." "Ne yani? Gelip birlikte kalıp kalmadığımızı mı kontrol edecek?" Sitemli konuşmama tersçe baktı. "Halam her geldiğinde senin kaldığın odada kalır ve aynı kattayken bunu fark etmemesi de imkansız. İki gün aynı odayı paylaşsak ölmezsin bence zaten bu ge-" Duraksadığında şüpheyle gözlerim kısıldı. "Bu gece ne?" dedim devam etmesi için de. Bugün cumaydı. "Didem de aşağıda." dediğinde sandığımın aksine Dokuz Buçuk'la alakalı olmadığını fark etmiştim. "Ne yaptı o?" derken bakışlarım buradan görebilecekmişim gibi kapıya çevrilmişti. Kesin hoşuma gitmeyecek, gereksiz bulacağım bir şey yapmıştı. Arat "İyi niyetli." diyerek bunu da kanıtladığında ağlamaklı bir ifade takındım. "Senin odanı mı kullanacağım şimdi?" diye sorduğumda eliyle kapıyı işaret etti. "Keyfine bak..." Sıkıntılı bir nefes vererek çalışma odasından çıktım ve hemen yandaki Arat'ın odasına girdim. Daha dark temalı bir oda beklesem de oldukça ferah ve iç açan cinstendi. Mavinin hoş ve mat tonu ve bir çeşit ahşaptan oluşan mobilyalar vardı ve duvarlarda bej gri arası bir renk hakimdi. Ayrıca yatak ucunda bir puf ve bahçeye bakan boydan boya camın önünde minik bir oturma grubu vardı. Yatak ise oldukça büyüktü ve bu kadar büyük yatağı ne yaptığına anlam verememiştim. Gözüme ilk batan şey ise düş kapanının eksikliğiydi. Bir diğer şey ise yine şu oyma biblolardan olmasıydı. Tahminen giyinme odasından çıkan Oya ve diğer kızlarla ilgimi onlara çevirdim. "Yan odadan düş kapanını da getirip uygun bir yere asar mısınız?" İki gün iki gündü ve kabus falan görmek istemiyordum. "Tabii." dediğinde Oya ben de banyo olduğunu tahmin ettiğim diğer kapıya yönelmiştim. Terim üzerimde soğumuştu bile ama yapacak bir şey yoktu artık ve bir an önce duş alıp Didem'in yanına inmeliydim. Duştan çıktığımda odada kimse kalmamıştı ve de düş kapanı asılmıştı. Bu eve daha çok düş kapanı gerekiyordu. Daha fazla durmayarak hemen yandaki giyinme odasına geçtim ve o sırada banyo ve giyinme odası arasında da ayriyeten bir kapı olduğunu fark etmiştim. Bornozumdan kurtularak hızla iç çamaşırlarımı geçirmiş ve üzerine de askılı, krem, saten bir elbise giyinmiştim. Elbisenin beline bir kemer geçirmiş ve üzerine de beyaz, boğazlı kazak giymiştim. Kemer gözükmeyecek şekilde kazağın önünü de kemere sıkıştırdığımda görüntü hoşuma gitmişti. Beyaz botlarımı da ayağıma geçirdim hızlıca. Bugün kendimi iyi hissediyordum ve o kadar da turuncuya ihtiyacım yoktu. Turuncu frenchlerim ve yapacağım turuncu ağırlıklı makyaj yeterli olurdu. Makyaj masama oturmuş ve önce saçlarımı sıkı bir şekilde üstten toplamıştım. Siyah tokanın gözükmemesi için de saçımın bir tutamını tokanın etrafına dolamıştım. Ardından da hızla her zamanki makyajımı yapmaya girişmiştim. Geçişlerin doğal durması için bir başka fırçayla farı dağıttığımda da bitmişti zaten. Son olarak parfümü de sıktım ve saatimi elime alarak kalktım masadan. Hangi çantayı almam gerektiğini düşünürken de saatimi takmıştım. Dün kullandığım çantamı beyaz minik olana aktarırken Beyazıt girdi içeri ve beni baştan aşağı bir süzdü. Kendisi de yine siyah bir takım elbise giyinmişti. İçine giydiği beyaz gömlek ve siyah kravatıyla da oldukça klasik ama bir o kadar da zengin bir görüntüsü vardı. Bugün saçları daha çok dalgalı gibiydi. "Hazırsan inelim." Birlikte mi inmemiz gerekiyordu? Umursamadan ayaklandım. Bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum ama gerçekten bir yerde dur dememiz gerekiyordu. Yoksa bu işin sonu pek iyi gitmeyecek gibiydi. Bu yüzden olağanca tepkisiz bir şekilde ve de konuşmadan aşağı ilerlemeye koyuldum. Beraber salona geçmeden önce elimdekileri vestiyere bırakmıştık. Salonda ise kesinlikle beklediğimden çok daha fazla bir kalabalık vardı. Arat'a ne yapacağımı bilemeyerek döndüğüm sırada o da iyice dibime girmiş ve eli belimdeki yerini bulmuştu. "Dilem..." dedi öncelikle beni ailesine tanıtırcasına ve ardından da belimdeki eli sayesinde diğerlerinden daha yaşlıca duran kadına yöneltti. "Halam Sanem," Ben elimi tokalaşmak için uzatmıştım ancak o elimden tutup beni çekerek sarılmayı tercih etmişti. Böyle bir samimiyete gerek var mıydı daha ilk andan? "Maşallah, fotoğraftakinden de güzelsin." Fotoğrafımı nerede görmüştü acaba? "Teşekkür ederim." dedim hafifçe gülümserken. Kadının oldukça farklı bir havası vardı. Sanki geleneksellik ve modernlik arasındaki köprüydü. Şık kırmızı bir elbisenin içindeydi ancak ayağında babet gibi siyah bir ayakkabı vardı. Aklar düşmüş saçları özenle örülmüş ve yazma gibi bir şeyle bağlanmıştı ki tesettürlü değildi. Böyle dizilerde filmlerde köy yerlerinde kızların bağladığı gibi bağlamıştı. Oldukça garip bir tarzdı kesinlikle. Arat belimden tutarak hafif sağa yönlendirdi. "Ecem'le zaten dün tanıştınız." dediğinde de Ecem'le göz göze gelmiştik. Yine de sarılma gereği görmüş olacak ki Ecem de bana sıkıca sarıldı. Ayağımdaki topuklu botlar yüzünden bu kez ben ondan uzun kalmıştım. Dünün aksine oldukça spor bir görünümü vardı. Siyah yırtık bir kot pantolon ve omzu düşük gri bir kazak giymişti. Kısa sarı saçlarının önlerini de tel tokayla tutturmuştu ancak yine de göz alıcı bir güzelliği vardı kesinlikle. "Bunlar da Efe ve Ela ikizler..." Birbirlerine oldukça benzeyen ikizler yirmilerine yeni girmiş olmalıydılar. Ne koyu ne açık kahve saçları ve ela gözleri birebir aynı tondaydı. Efe saçlarını yakın zamanda sıfıra vurmuş olacak ki saçları oldukça kısa ve diken dikendi, Ela'nın ise saçları gereğinden uzundu ve kalçalarına kadar uzanıyordu. İkisinin de üzerinde koyu birer kot pantolon ve düz siyah birer kazak vardı. "Memnun oldum." dedim ikisinin de ellerini tek tek sıkarak. "Biz de." dedi Efe gülümseyerek. İkizi adına da konuşmuştu ancak Ela herhangi bir tepki vermemişti. Bakışları çok donuktu. Ardından gözlerim Didem'i buldu. Burada ne yapıyordu tam olarak? Ona gözlerimi diktiğimi fark ettiğinde oturduğu yerden kalkarak gelip sarılmıştı ve ancak gelip sarıldıktan sonra "Ben de sarılacağım!" demişti. "Hoş geldin de senin okulda olman gerekmiyor mu?" Didem göz devirdi ve ona annemi anımsatan bir hareket yaptığımda yaptığı gibi yüzünü buruşturdu. "Kız kardeşini çok sevdim!" dedi Ecem koluma zarifçe dokunup yanımdan geçerken ve ardından da Arat'a döndü. "Çok açım!" Bunun üzerine hep birlikte yemek odasına geçmiştik ve bu çok garipti. Başka bir yerde karşılaşsak öylece yanlarından geçip gideceğim insanlar beni merak ediyordu ve haliyle de sorular soruyorlardı. Sanem hanım "Böyle hep okumuş, kendi ayakları üzerinde durmuş kadınlara imrenmişimdir." derken sesindeki burukluk gözümden kaçmamıştı. Yaşına hürmeten baş köşeye Sanem hanım oturmuştu ve Arat'la yan yana hemen solunda oturuyorduk. Baha savcı da her zamanki yerindeydi ancak bu akraba ziyaretinden pek memnun gibi durmuyordu. Baha'nın yanında sırasıyla Ecem, Efe ve Ela varken Didem de benim diğer yanımda oturuyordu. "İnanın bana bir kadının kendi ayakları üzerinde durabilmesi için okumasına gerek yok. Yani tabii ki okumak da önemli ama okuma yazma bile bilmeyen ama o kadar harika şeyler yapmış, en güçlüyüm diyen insanların bile kaldıramayacağı şeyler yaşamış kadınlar tanıdım ki..." "A, doğru!" dedi Ecem. "Sizin ajans her ay diğer kadınlara da ilham olsun diye başından geçenleri anlatmaya gönüllü kadınlarla röportaj yapıyordu değil mi? O baskıdan, reklamlardan kazanılan para da kadın derneklerine bağışlanıyordu?" Bu konunun böylece açılması beni rahatsız ederken gayri ihtiyari başımla da onayladım. "Çok güzel bu... Annen de gazeteciydi değil mi? Baban ne iş yapıyor?" Bu sorgu çok sıkmıştı beni ve Ahmet abi Arat'a sorular sorarken anneme ters ters bakmak yerine onu kurtarmadığıma da pişman olmuştum. Etme bulma dünyasıydı en nihayetinde. "Babam öldü." dediğimde hafifçe gülümseyerek Sanem hanım hızla "Pardon!" dedi ve gerçekten üzüldüğünü hissedebilmiştim. "Bilmiyordum..." İçten bir şekilde gülümsedim. "Sorun değil, zaten ben bebekken ölmüş. Hatırlamıyorum bile." Bakışlar istemsizce Didem'e döndüğünde kahvaltısına ara vererek başını kaldırmak zorunda kalmıştı. "Babalarımız farklı. Annem ben 3-4 yaşlarındayken Ahmet abiyle evlendi." Kadının yüzünde bunu yargılarcasına bir ifade oluştu ve de ağzını açacakken Arat araya girdi. "Bu kadar sorgu yeter bence hala, kız sorularınıza cevap vermekten kahvaltısını yapamadı." Bunun üzerine Sanem hanım çayından bir yudum aldı ve ardından da bana dönüp gülümsedi. "Düğünden önce de bir ailenle tanışabilirsek çok iyi olurdu aslında..." Beyazıt ona nasıl bakmışsa "Ne?" diye çıkıştı. "Soru sormadım!" Arat'ın koluna hafifçe dokundum ve "Sorun değil..." dedim mecburi bir gülümsemeyle de. "Eğer sizin için de uygunsa yarın akşam yemeği için müsaitler mi, değiller mi sorarım." "Mükemmel!" dedi Sanem hanım. "Sorup öğlene kadar haber ver olur mu? En iyi şekilde ağırlayalım." "Tabii..." dedim ne diyeceğimi bilemeyerek ve önce büyük Arat'a, ardından da küçük Arat'a döndüm ancak ikisi de hiç yardımcı olmuyorlardı. Neyse ki çok geçmeden biraz da Arat'ın yardımıyla ilgi üzerimden çekilmişti ve ben de Didem'e dönmüştüm. "Sen ne yaptın da suskunsun?" dedim yalnızca Didem'in duyabileceği bir tonlamayla. "Suskun falan değilim!" diye çıkıştığında gözlerimi kısarak ona baktım. Bunun üzerine yutkundu. Bu kadar bariz yalan söyleyip yalan söylemediği konusunda direten bir insan daha olamazdı sanırım. "Valla bir şey yapmadım! Yani kötü bir şey yapmadım..."diye kendini de düzelttiğinde dik dik bakmaya devam ettim. "Bir bekarlığa vedan olmasın mı?" dediğinde içine kaçmış bir sesle gözlerimi 'Yok artık!' dercesine açtım. "Kim kim?" dedim sakin kalmaya çabalayarak. Zaten işim başımdan aşkındı. Bu bekarlığa veda nereden çıkmıştı şimdi? Dudaklarını ıslattı ve zaman kazanmak istercesine saçlarını da kulağının arkasına attı. "Kız kıza. Ezgi abla, Gökçe abla, ben, sen, işten bir kaç arkadaşın, bir de yeni kuzenlerin, onları da davet ettim biraz önce." Yeni kuzenlerimden kastı sanırım Arat'ın kuzenleri oluyordu. "Nerede, ne zaman?" dedim sesimi kısık tutmakta zorlanarak. Bana sormadan böyle bir şey yapamazdı. En azından yapmamalıydı ama tabii ki benim pek sevgili kardeşim iş işten geçtikten sonra haber veriyordu. "Bu akşam, bizim evde. Annem ve babamı kovdum." Bir de o evde mi olacaktı? "Bir süre gözüme gözükme Didem!" dedim hoşnutsuzlukla ve önüme döndüm. "Ya kız kıza eğleniriz demiştim. Kötü mü yaptım?" Didem'i duymazdan gelerek çayımdan bir yudum aldım. "Uf!" dedi nefesini dışarı vererek. "Sana da sürpriz falan yapılmıyor!" Didem'e karşı tepkisizliğimi koruyarak ilgimi masada dönen sohbete yönelttim.
|
0% |