Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12. Bölüm

@__kao__

"Bugün gelmedin?" dedi yumuşak bir sesle ve de sorarcasına.

"Duymuşsunuzdur mutlaka, yarın düğünüm var..." dedim. Bir an önce telefonu kapatmak için yer arıyordum.

"Bir önceki seansımızda bundan bahsetmemiştin ve öğrendiğimde bugün gelmeni çok istemiştim. Evlenmeden önce biraz konuşabilmeyi umuyordum seninle." dedi babacan bir tavırla Uğur bey ve bu aramanın ardında annemin olduğuna da emindim.

"Annem aradı değil mi?" dedim doğrudan.

"O da var ama annen aramasa da arayacaktım. Müsaitsen bugün 6-7 arasında bir boşluğum var."

Görmese de başımı iki yana salladım.

"Müsait değilim. Bir sonraki seansta görüşürüz, Uğur bey."

"Pekâlâ... Haftaya görüşürüz o zaman."

Telefonu direkt kapattım ve bir süre başımı koltuğun yaslanma yerine atarak öylece durdum. Saat beşe geliyordu ve eve geldiğimizden beri hiç odadan çıkmamıştım.

Arat çıktıktan sonra üzerime turuncu şort ve turuncu sweatshirtten oluşan takımı giyerek 1 saat kadar zar zor uyumuştum.

Kenan Yılmaz hakkında topladığım bilgileri incelerken de Uğur bey aramıştı

Kenan Yılmaz hakkında topladığım bilgileri incelerken de Uğur bey aramıştı.

Aşağıdakilere de ayıp oluyor muydu, olmuyor muydu bilmiyordum ama çok da umurumda olduğu söylenemezdi.

Tekrar Kenan Yılmaz dosyalarına döndüm. Ancak bomboştu. Ne bir siciline yansımış bir şey vardı, ne hakkında beni bir yere taşıyabilecek elle tutulur bir haber vardı... Delirecektim resmen.

Pırıl'ın ilk olmadığına emindim ama bir halt bulamıyordum. Kılıfını çok iyi uydurmuş olmalıydı.

Sıkılarak dosyaları öylece koltuğun üzerine bıraktım ve ayaklandım. Arat evde miydi bilmiyordum ancak sanırsam halası evdeydi.

Merdivenlerden inerken kendi odasından çıkmakta olan Baha savcıyla göz göze geldik ve beni şöyle bir baştan aşağı süzdü. Garipsemiş bir tavrı vardı.

"Bir şey mi oldu?" diye sormama engel olamadım koridorda yan yana geldiğimizde.

"Bir garipsedim. Böyle hep süslü püslü görmeye alışınca..." dediğinde güldüm ister istemez.

"Daha kötü bir halde de görmüştünüz savcım?" dediğimde gülerek, başını itiraz edercesine iki yana salladı.

Ferzan'ın adamlarının önümü kestiği günden bahsediyordum. Baha savcının bana büyük gelen kıyafetlerinin içinde kesinlikle daha rezil bir haldeydim.

"O başkaydı ama. Böyle hep evin içinde de sıkıcı sıkıcı, süslü süslü gezersin gibime gelmişti."

Beraber aşağı ilerlerken hayretle ağzım aralandı ve şaşkınlıkla da kendimi gösterdim.

"Kraliyet ailesine falan mensup değilim bildiğim kadarıyla." dediğimde o da güldü.

"Ne bileyim, tam öyle bir tipin var."

Ben mutfağa yöneldiğimde o da benimle geldi.

"Bu arada abimle kavga etmediniz, değil mi?" diye de sormuştu bir miktar tereddütle.

"Pek sayılmaz..." dedim çalışanların dönüp bize bakmasını umursamadan. Sonuçta kavga karşılıklı olurdu.

"Bir şey mi istemiştiniz?" dediğinde Hatice hanım başımı iki yana salladım ve ona gülümsedim.

"Ben hallederim." dediğimde de bardak almak için çekmeceye yöneldim ve bir su bardağı çıkardım. Ardından da tezgahın üzerindeki sürahiden kendim için bir bardak su doldurdum.

"Eee..." dedi ben suyumu yudumlarken.

"Yarın için heyecanlı mısın?"

Sorusuyla ona dik dik baktım.

"Bilmiyormuş gibi konuşmasanız mı savcım?"

"Savcım demesen mi yenge?" dediğinde ona öyle bir döndüm ki büyük bir kahkaha attı.

"Valla kaşınıyorsun! Zaten o Tekin elimde kalacak. Bari sen deme!"

Keyifle gülmesine ara vermezken sınırımın sonundaydım ve yüzümü buruşturmama engel olamadım. İşaret parmağımı yukarı aşağı hareket ederek boydan boya onu işaret ettim.

"Gerçekten kafamdaki tüm Baha savcı imajını yerle bir ettin şu an. Şu saatten sonra istesem de savcım diyebileceğimi sanmıyorum!"

Sitemli konuşmama gülerken omzunu indirip kaldırdı.

"İş başka, özel hayat başka yengecim..."

Bir de "cim" eki mi getirmişti o? Gerçekten şurada bileklerimi kesebilirdim şu an.

"Sabır!" diye söylenirken mutfaktan çıkmak üzere kapıya hareketlendim. Biraz hava almak istiyordum katil olmadan.

Zaten katiliz, Dilem...

Salondan gelen konuşma sesleriyle oradan çıkmaktan vazgeçip doğrudan dış kapıya yöneldim ve çıkmadan önce üzerime montumu da aldım.

Benim çıkmamla korumaların hepsi duruşunu düzeltirken Fatih diğerlerinden bir adım öne çıktı hemen.

"Bir yere mi gideceksiniz Dilem hanım?"

Başımı iki yana sallarken bu kalabalık beni boğmuştu. Uzun zamandır tek başıma yaşayan bağımsız bir insandım. İçerdeki insanlar ve dışardaki korumalar beni daraltmıştı. Ki kendi evime çıkmadan önce de hepi topu 4 kişi yaşıyorduk, iki de yardımcımız kapıda da iki iki dönüşümlü olarak duran dört kişi vardı.

Nereden baksak şu anki ev nüfusu rahat 6-7 katı ederdi.

"Bahçede olacağım." dedim tetikte bekleyen Fatih'e ve bahçeye girebilmek için iki çalı arasındaki boşluktan geçtim.

Yalnızca biraz nefes almaktı amacım ama gözüme takılan kulübeyle merakım galip gelmiş ve o tarafa doğru ilerlemiştim. Yaklaştıkça içerden bir şeyin bir şeye sürtülme sesi geliyordu ve birinin olduğu da çok belliydi ancak yine de açık kapıdan içeri girmeme engel olamadım.

Beklediğim son manzara kesinlikle Beyazıt'ın ahşap oymasıydı. Tüm o bibloları o mu yapmıştı? İçeri ilk attığım adımımda yerdeki parke gıcırdamış ve bakışları bana dönmüştü. Sakin bakışları beni görür görmez değişmiş, göz bebekleri an be an gözümün önünde büyümüştü.

Kaşları da çatılırken sertçe "Dışarı!" dedi. Bu abartı tepkisine şaşırsam da bir yandan da kovmasını çok doğal karşılıyordum. Baha savcı bile girmek istememişti. Özel alanıydı ve işgal etmiştim.

Yine de kovması gerekmiyordu. Kovması...

Neden bir insan mükemmel bir menajeri varken onunla anlaşmasını sonlandırırdı ki? Menajerini de taciz etmişti ve hatta belki de tecavüz... Belki de sadece birine yaptığına şahit olmuştu ve o yüzden kovmuştu ancak her türlü eski menajerini bulmalıydım.

"Orospu çocuğu..!" dedim yaşadığım farkındalıkla mırıldanırcasına. Ancak karşımdaki Arat artık daha da sinirli görünüyordu.

"Ne dedin sen?" dedi bir kaç adımla masanın arkasından çıkıp yanıma ulaşırken. Neye bu kadar sinirlendiğine anlam veremedim bir kaç saniye. Kolumu sertçe tuttuktan sonra ancak neye kızdığını anlayabilmiştim.

"Sana demedim!" dedim kolumu bu denli sert tutmasının siniriyle ve kolumu sert bir hareketle elinden kurtardım.

"NE DEDİN SEN?" dedi bu kez bağırarak beni duymamış gibi ve iki kolumdan da tutarak sırtımın arkamdaki duvara sertçe çarpmasına neden olmuştu.

Bu kulübenin pek de ses yalıtımı olduğunu sanmıyordum ve bu sebeple bağırıp iyice insanların dikkatini buraya çekmemek için yanağımın içini ısırmak zorunda kalmıştım.

"Sana demedim diyorum!" derken dizine sert bir tekme geçirmiştim ve anlık olarak boşluğundan faydalanarak da onu itekleyerek kollarımı ellerinden kurtarmış ve kendimden uzaklaştırmıştım.

"Bana bir daha hiç bir şekilde dokunma! Ne bu sinir onu da anlamadım zaten! Hiç mi küfür duymadın?"

"Ben burada benden başkasını göremiyorum!" dedi bu kez bağırmadan ancak yine de yüksek sesle.

Birden yaslandığım duvara sert bir yumruk geçirdiğinde buna fazlaca hazırlıksız yakalanmıştım ve irkilmemi önleyememiştim.

"Senin o dilini kopartırım!" dedi ve bunu söylerken de oldukça ciddi görünüyor ve işaret parmağını bana doğru sallıyordu. Alayla gülerken onun gözleri hâlâ sinirle parlıyor ve yüzümde dolanıyordu.

"Bir daha hiç bir şekilde küfür etmeyeceksin!"

"Ben başka bir dilde mi konuşuyorum, amına koyayım?" dedim sinirle.

"Sana demedim diyorum! Ne bu tepki?"

Bir kaç saat önce Arat'ı alttan alma kararı almıştık diye hatırlıyorum nedense...

Hayretle konuşmam üzerine sinirli bir soluk aldı ve çenemi kavramak üzere eli havalandı ancak daha değemeden engelledim bu kez.

"Sana dokunma dedim!" Artık benim de sesim yükseliyordu.

"Ben de sana bir daha hiç bir şekilde küfür etmeyeceksin dedim!"

Sonlara doğru iyice sesi yükselmiş ve bir adım daha yaklaşmıştı bana. İkimiz de ateş saçan gözlerimizi birbirinden ayırmıyorduk, ikimizin de kaşları çatıktı. Sinirden hızlı hızlı nefes aldığım ve çok yakınımda olduğu için her nefes alış verişimde göğsüm göğsüne çarpıyordu.

Birden bana doğru eğilip dudaklarını dudaklarıma kapattığında hiç bir şey yapamadım. Sinirden öyle bir gözü dönmüştü ki vurmasını ve kendimi korumayı bile beklemiştim ancak öpmesini beklememiştim.

Dudakları dudaklarımı ezerken kıpırdayamamıştım o sebeple. Ne zamanki hırsını almak, cezalandırmak ister gibi dudağımı ısırdı, o zaman acıyla kendime gelmiş ve onu sertçe iterek yanağına da sert bir tokat atmıştım.

Tokat sesi kulaklarımın uğuldamasına neden oldu.

Başı yana çevrilirken hâlâ hızlı hızlı nefes alıp veriyordum.

"HAYVAN HERİF!" diye de bağırmış ve sinirle kulübeden çıkmıştım.

Korumaların kulübede olan bakışı benim çıkmamla önlerine dönerken sinirli ve hızlı adımlarla geldiğim yolu geri döndüm.

Evin önüne geldiğimde duraksadım. Hiç eve giremezdim. Bu sebeple adımlarım çıkışa doğru yöneldi.

"Ara-" Fatih'in sözünü sertçe ve sabırsızlıkla kestim.

"Yürüyeceğim! Peşimde de kimseyi istemiyorum!"

Bunları söylerken bile durmamış ve kapıya devam etmiştim. Yürürken yavaş yavaş sakinleşiyordum ve sakinleştikçe de üşüdüğümü fark ediyordum. Üzerim kalın olsa da bacağımda yalnızca bir şort vardı.

Arat'ın Allah'ın unuttuğu yerdeki evi sebebiyle çevrede kimse yoktu. Ne bir ev, ne bir market, ne bir park...

Arabayla hızlıca geçtiğim bu ıssız yer gözümde büyümüştü. Bir yere oturmak istiyordum ancak oturabileceğim bir yer yoktu.

Yarası olan gocunurmuş Dilem... Acaba bir escorta falan mı aşıktı?

Sus, Narenciye!

Ayrıca kavga edildiğinde erkeklerin evi terk ettiğini sanıyordum. Her sinirlendiğinde evi terk edecek misin?

Evi falan terk ettiğim yok. Sadece yürüyorum.

Bu soğukta ve bir şortla? Nezle olduğu için burnunu silmekten burnu kızarmış bir gelin... Kulağa çok hoş geliyor. Yarın kesinlikle dünyanın en güzel gelini olacaksın(!)

Sıkıntılı bir nefes bıraktım. Keşke Narenciye'den de uzaklaşmanın bir yolu olsaydı.

Unut onu güzelim...

Bu kadarının yeteceğini düşünerek geri dönmek üzere arkamı döndüm. Benden bir 10 adım kadar ilerdeki Arat'la göz göze geldiğimde kan tekrar beynime doğru yol almaya başlamıştı.

Arat'a tersçe baktım ve umursamadan ona doğru yürümeye başladım. Yanından geçerken beni durdurmak istemişti ancak buna izin vermeyerek yanından geçip gitmiştim. Sakinleşe sakinleşe geldiğim bu yolu tekrar sinirlene sinirlene dönüyordum resmen.

Bir de utanmadan peşimden mi gelmişti?

Dansöre gitmediğinden emin olmak istemiş olabilir.

"Biraz yavaşla! Arkandan atlı kovalamıyor."

Arat'ın sesiyle gözlerimi yuvarladım.

"Niye geldin ki?" diye çıkıştım sinirle.

"Konuşmamız gerekiyor çünkü."

Durdum ve sertçe Arat'a döndüm. Hemen arkamda olduğunu bilmiyordum ve bu yüz yüze gelmemize sebep oldu ancak bu beni durdurmadı ve ona işaret parmağımı doğrulttum.

"Ne sanıyorsun bilmiyorum ama teklifini kabul etmem her dediğini yapacağım anlamına gelmiyor. Gel dediğinde gelemem, git dediğinde gidemem, sus dediğinde susup konuş dediğinde konuşamam. İmzaları atmadan önce bunu bil ve işine gelmiyorsa en yakın karakola gidebilirsin. Şimdi konuşmak istemiyorum, yalnız kalmak istiyorum ve peşimden kimse gelmesin derken buna sen de dahildin!"

Hızlı hızlı konuşmama alayla gülerken mümkünmüş gibi biraz daha yaklaştı.

"Kendine ait sınır isterken benim sınırlarımı aşıyorsun. Baha'nın sana evi gezdirirken oranın bana ait olduğunu söylediğine eminim. Benim iznim olmadan bana ait hiç bir yere giremezsin! Ayrıca sen tehlikenin farkında değilsin. Peşinde sen fark et ya da etme her zaman birileri olacak!"

Başımı iki yana salladım ancak haklı olduğu bir nokta vardı.

"Peki çiz o zaman sınırlarını ama unutma iş ayrı, bu ayrı."

Ancak haksız olduğu bir nokta da vardı. Ajansın tüm kör noktalarını, tüm çıkabileceğim yerlerini biliyordum ve istersem o beni ajansta sanırken her haltı yerdim.

"Benden işlerine burnumu sokmamamı istemediğin sürece ne istersen iste diyorsun yani." dediğinde alayla gülerek, omuzlarımı indirip kaldırdım.

"Sadece o kulübe ve çalışma odamdan uzak dur. Evin geri kalanı senin olabilir."

Ve hafifçe bana doğru eğildi.

"Ve sakın bir daha küfür etme! Bana ya da değil. Fark etmez! Küfür etme!"

Küfürle ne alıp veremediği vardı gerçekten anlamamıştım.

Başımı salladım yine de aşağı yukarı. Önüme dönüp yürümeye de devam edecekken durdum ve işaret parmağımı ona doğrulttum.

"Tekrarı olursa bir tokatla kurtulamazsın!" dedim ve bu sefer tekrar arkama dönmemek üzere önüme döndüm ve yürümeye başladım.

"İlk defa öpüşmedin herhalde?" dedi arkamdan gelirken hadsizce.

"İlkimin olmaması iznim olmadan bana yaklaşabileceğin anlamına gelmiyor, Arat! Ayrıca öpüşmedik, sen beni öptün! İznim olmadan!"

Ona dönmeden sarf ettiğim cümlelerden sonra eve ulaşana kadar hiç bir şekilde konuşmadık. Eve girmeden hemen önce eli belimi bulmuştu. Ondan kurtulmak için bir hamle yapacağım sırada buna izin vermedi ve sarılır gibi yaparak kolumu tuttu.

"Kimse bilmiyor..." dediğinde salon camından buraya bakan Sanem hanımı görmüş ve Arat'a gülümsemek zorunda kalmıştım.

"Sevgiliyiz diye sürekli dibimde olmana gerek yok bence, sürekli dip dibe durmamıza falan..."

Başıyla onaylarken gülümsedi de.

"Evet, gerek yok ama hoşuma gidiyor!"

"Tokat da hoşuna gitmiş anlaşılan..." dedim bizi camdan izleyen Sanem hanım yüzünden yüzümdeki sabit gülümsemeyle ancak dişlerimin arasından.

Alayla gülerken beni daha da yakınına çekti ve şakağımdan öptü.

"Şiddete karşı olduğunu sanıyordum, karıcım?" dedi muzip bir tavırla ve bu sırada bizim için açılan kapıdan eve girmiştik.

Sinirli bir soluk verdim.

"Ne demişler? Nush ile uslanmayanın hakkı tekrir, tekrir ile uslanmayanın hakkı kötektir... Ve bence biz tekrir kısmını geçtik."

Bir centilmen gibi montumu aldı ve kendisininkiyle birlikte astı.

"Bugün gereğinden fazla kavga ettik. Yarının hakkını da kullandık hatta ve pazartesiye kadar bize kavga etmeyi yasaklıyorum." dedi bana dönüp alnına düşen saçlarını da hızla düzeltirken ve o an ilk kez saçlarına dokunmak istemiştim. Şekli öyle bir kalıp gibiydi ki bu sert olduğunu düşünmeye itiyordu ama bir o kadar da yumuşak olur gibime geliyordu ve dokunmak istiyordum.

"Emriniz olur, şehzadem..!" derken alayla o umursamadan gelip belimi tutmuş ve bizi salona yönlendirmişti.

"Yemek hazır olmuştur..."

Her ne kadar o kalabalığa karışmak istemesem de daha fazla kaçamayacağımın da farkındaydım. Ayrıca halası kesinlikle laf söylemeden durmayacaktı.

"Nihayet!" diye söylendi Baha savcı.

"Sizi beklemeden başlayacaktım..." diye de devam etti.

"Başlasaydınız keşke, koçum." dedi Beyazıt kardeşine bakarak ve bunu gerçek bir içtenlikle söylemişti. Sanki karşısındaki sabırsız 5 yaşındaki bir çocuk gibi.

"Ecem nerede?" dedi ardından da salonda göz gezdirerek ve o an Ecem'in olmadığını da ancak fark edebilmiştim.

"Ateş abiyle çıktılar." dediğinde Efe, Beyazıt kısa bir an duraksadı ancak diğer herkesin ayaklanıp masaya geçmesiyle bizi de masaya yönlendirdi.

"Çocuk ayrılsa yeri!" dedi Sanem hanım hoşnutsuz bir ifadeyle. Ve sanırım bu "Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla." oluyordu kelimenin tam anlamıyla.

Sanem hanımın üzerinde kahverengi şık bir elbise ve tıpkı dünkü gibi bağladığı kahve tonları da içeren krem bir yazma vardı saçlarında.

Ardından hoşnutsuz bakışları beni buldu ve iğneli bir ifadeyle "Eğlenceli miydi geceniz gelin hanım?" diye sordu.

Genişçe gülümsedim. İşime geldiğinde salağa yatmaktan çekinmezdim ve o sebeple iğneli söylenmiş gibi değil de samimice sorulmuş bir soru gibi cevapladım.

"Pek bana hitap eden türde bir şey olduğunu söyleyemem ama yine de eğlenceliydi."

Ağzı bir şey söylemek üzere açıldı ancak ondan sonra sinirli bir edayla güldü ve yüzüme dik dik baktı bir süre.

Ağzını tekrar açtığı esnada ise izin vermeden Arat girdi araya.

"Hala! Ne konuştuk?"

Sanem hanım sinirli bir nefes bırakırken bana da tersçe bakmış ve önüne dönmüştü.

Yemeğine dönmeden evvel Arat beni de bakışlarıyla cevap vermemem konusunda uyarmıştı.

Sanem hanım dünkü gibi baş köşesinde oturuyor, hemen sağında Arat ve ben yan yana oturuyorduk ve sol tarafında da sırasıyla Baha savcı, Efe ve Ela vardı.

Masada göz gezdirirken Ela'nın yemek yemek yerine inatla bana baktığını fark etmiştim. Ne bir şey diyor, ne bir mimik, bir hareket yapıyordu. Yalnızca hafifçe öne eğilmiş bir elinde çatal, bir elinde bıçakla dik dik bana bakıyordu.

Üstelik fark ettiğimi fark etmesine ve saniyelerin dakikalara evrilmesine rağmen duruşunu bozmuyordu.

"Bir şey mi oldu?" dedim en sonunda dayanamayarak ilgili bir ifadeyle ve bunun üzerine çıt çıkmayan masada bütün ilgi bana ve hemen ardından da baktığım Ela'ya yönelmişti.

Ela diğerlerinin de kendisine baktığını fark ettiğinde irkilerek arkasına yaslandı ve bir kaç kez gözlerini kırpıştırdı. Ardından da başını iki yana salladı.

Arat'ın sadece kendi değil tüm ailesi bir tuhaftı. Bunun üzerine ben yemeğime geri dönerken, Efe ikizini kendine çekerek saçlarının arasına bir öpücük bırakmıştı.

Bu görüntü içimde bir yerlere dokunurken daha öncesinde ağzıma attığım bir parça eti zar zor yutmuştum ve ister istemez gözlerim Efe'nin ellerine kaymıştı. Bir eli su dolu bardağındayken diğer eli Ela'nın sandalyesinin arkasına uzanıyordu. Neyse ki kolu çok geçmeden oradan uzaklaşmıştı da biraz önce Ela'nın bana gözlerini dikip baktığı gibi ben de onlara bakmak zorunda kalmamıştım.

Yemekten sonra oturma guruplarına geçmiştik ve tatlı servis etmişti yardımcılar. Ve ancak o zaman herkes gayet normal kıyafetlerleyken sadece benim pijamalarla yemeğe katıldığımı fark etmiştim ve bu çok korkunçtu. Bir miktar da utanmama neden olmuştu.

Hiç tatlı yiyesim olmadığı gibi bir an önce de buradan kalkmak istiyordum ama ayıp olacağının bilinciyle Baha savcı ya da Arat'ın kalkmasını ve bir bahaneyle peşlerine takılıp kaçmayı bekliyordum.

"Hadi size iyi akşamlar..." diyerek en sonunda Baha savcı ayaklandığında Arat'ın omzumdaki kolunu umursamadan ben de ayaklandım.

"Size bir şey sormam gerekiyordu savcım."

Baha savcının gözleri ne sorabileceğimi sorgulayarak kısılırken Efe atladı:

"Siz önceden de tanışıyor muydunuz?"

Baha savcı bende olan bakışlarını kuzenine çevirdi ve güldü.

"Abimle de benim sayemde tanıştılar zaten."

Ne mutluydu bize..!

Bana başıyla da içeriyi işaret ettiğinde hemen peşine takıldım.

"Eee?" dedi koridorda ilerlerken.

"Ne soracaksın?"

Gülümsedim.

"Hiç! Seni kullandım." dediğimde doğrudan, beni ayıplarcasına gözleri kısıldı.

"Bende ne sorabilir ki diyorum! Düğün öncesi başını yine belaya soktun diye bir korkmadım değil."

İster istemez gülerken ikinci kata ulaştığımızda o doğrudan devam ederken ben kalan merdivenleri de tırmanmak üzere ilk basamağı çıktım ve hızlı hızlı kalan merdivenleri de tırmandım.

Kalan vaktimi de menajeri araştırarak geçirmiştim. Kenan Yılmaz'dan sonra kimsenin menajerliğini yapmamıştı ve bu yüzden bir ajansla ya da başka bir yerle de bağlantısı kalmamıştı.

Eski ulaşım bilgilerine ulaşabilmiştim. Saat geçti ancak muhtemelen numarasını değiştirmişti tahmin ettiğim gibiyse. O yüzden numarayı tuşlamakta hiç bir beis görmedim ve zaten çok geçmeden de numaranın kullanılmadığına dair şeyler dinlemiştim telesekreterden.

Bir ev adresi de bulmuştum ancak muhtemelen evini de değiştirmişti. Yarın gidemezdim, şimdi hiç gidemezdim ve mecburen işim pazartesiye kalmıştı.

Bunun sıkıntısıyla oflarken kapı çalınmadan açıldı ve kaşlarımın çatılmasına neden oldu ancak Arat'ı görmemle ifadem normale döndü.

Onun da odasıydı sonuçta ve kapı falan çalacak değildi. Hatta direkt onun odasıydı ve misafir olan bendim. Yine de bir nezaketen kapı çalsa hoş olurdu tabii.

Kapıyı kapattı ancak içeri doğru adım atmadan evvel durmuş ve uzun uzun beni incelemişti. Ben de ister istemez onu inceledim. Siyah kumaş bir pantolon giymişti. Siyah gömleği özenle içine sokulmuştu ancak şu anda üzerinde duran tek özenli şey buydu.

Elinde öylece tuttuğu kravat, çemrediği kolları ve neredeyse karnına kadar açık olan düğmeleriyle kötü göründüğünü söyleyemezdim ama özenli olmadığını söyleyebilirdim.

"Yatağa geçebilirsin, ben koltukta yatarım." dedi ancak normalde böyle bir fikri olmadığına emindim. Sırf bir daha bana dokunma dediğim için diyordu ve şu an bahane edip bana dokunabileceği biri de yoktu yanımızda.

Şu an kurulu olduğum koltuğa baktım ister istemez. Ben bile sığmıyorken Arat hayatta sığmazdı.

"Yarın boynu tutulmuş bir damat olmak istiyorsan tabii ki koltukta yatabilirsin." dedim ve dosyalarımı da bir yandan hızlıca topluyordum. Ters çevirerek komodinin üzerine bırakırken bir yandan da esnemiştim.

"Ne önerirsin?" dedi yanındaki kirişe yaslanıp hareketlerimi dikkatle izlerken.

"Ne önermemi istersin?" derken Arat'ın her zamanki o sinir bozucu tavrını bir miktar kopyalamış, soruya soruyla karşılık veren tavrını taklit etmiştim.

Ardından da ciddileşerek gözlerimi yuvarladım.

"Ben yapılabilecek tek bir şey görüyorum..." dediğimde ise gözleri kısıldı.

"Rahatsız olma?" dediğinde sorarcasına çoktan yatağın bana yakın olan sol tarafına oturmuştum bile. Zaten dağınık olan saçları şu an daha da bir dağınık gibiydi ve bu görüntüsüyle de bütünleşmişti.

"Bence rahatsız olacak olan sensin..." dedim hiç bir çekinme göstermeden tamamen yatağın içine girdiğimde ve yastığı kendime göre ayarladım.

Ne kadar kabul etmek istemesem de dağınık yattığımın farkındaydım.

"İnan bana hiç rahatsız olmayacağım..." dedi muzip ama kendinden emin bir tonla gülümseyerek ve banyoya ilerledi. Arkasından izlerken onaylamazcasına başımı iki yana salladım.

Çok geçmeden su sesi gelirken duşa girdiğini anladım, çok yorgundum ve başımı yastığa koyar koymaz gözlerim kapanmak için bana savaş açmıştı. İtiraz etmedim ve çok geçmeden de kapanmıştı zaten gözlerim.

*

Duştan çıktığımda ve de altıma bir eşofman giyerek odaya geri döndüğümde çoktan uyumuştu. Açık kahverengi saçları ahenkle yastığın üzerine dağılmıştı ve oldukça da huzurlu görünüyordu ancak yeşil gözlerinin kapalı olması hiç hoşuma gitmemişti. İçeri doğru yer yer kahverengilikler barındıran yeşil gözleri bir çok şey söylüyordu. Tabii ben anlayamıyordum orası ayrıydı ama bir şey söylemeye çalıştığı çok açıktı.

Gözüm istemsizce hemen tepesinde asılı rüya kapanına çıkmıştı. Kendi evinin salonunda bile rüya kapanı vardı ancak bu tarz batıl şeylere inanacak biri gibi değildi ve bu odada kalacağı iki gün için bile buraya astırmasına asla bir anlam veremiyordum.

Ta ki uykumdan kolunun bana çarpmasıyla uyanana kadar. Ben uyumadan önce neredeyse hiç kıpırdamayan kadın şimdi bayağı yatakta dönüp duruyordu ve neden rahatsız olacağımı söylediğini de neden rüya kapanı astığını da o an anlamıştım.

Şu an derin uykusunda olmalıydı ve kabus görüyordu. Bir şeyden, belki birinden kurtulmaya çalışır gibi hareketleri vardı ve yatakta öylece dönüp duruyordu.

Ne yapmam gerektiğine karar vermeye çalışırken kendisinden bir kaç tekme yemiştim bile. Kabusundan uyandırmak istiyordum ancak kabus gördüğünün farkında gibiydi yani her gece, en azından çoğu gece kabus görüyor olmalıydı.

"Dilem..." dedim ve nazikçe de koluna dokundum ancak eş zamanlı bir şekilde bana doğru havalanan elini yüzüme çarpmadan önce son anda yakalayabilmiştim.

Bu kısa bir an gerçekten uyuyup uyumadığını sorgulatmıştı ama uyuyordu işte.

"Dilem!" dedim biraz daha sertçe ancak şu an ne ona seslenmemden ne de dokunmamdan etkileniyor gibi durmuyordu.

Bir kaç kez daha seslendim ve uyanması için hafifçe sarstım ama asla ve asla uyanmıyordu. Ağır bir uykusu olduğu için miydi yoksa kabus yüzünden miydi anlamamıştım ama uyanmıyordu.

En azından bu gecelik kendi haline bırakmaya karar verdiğim saniyelerde elimden kurtulan kolunun diğer koluna sertçe çarpmasıyla bunu yapamamıştım. Kendine uykusunda zarar mı veriyordu? Üstelik o kadar sert vurmuştu ki şak sesi yanağımın tekrar sızlamasına neden olmuştu.

Elinin ne kadar ağır olduğunu bizzat deneyimlemiştim. Bundan bile uyanmamışsa sanırım hiç bir şekilde uyanmayacaktı.

Elini kolunu bağlarsam muhtemelen sonrasında öldürürdü beni ve bana başka bir seçenek bırakmamıştı.

İnce belinden, gamzelerinden, tutarak onu kendime çevirdim. Ne kadar güçlü olursa olsun oldukça hafifti. Kollarını bedenime yaslayarak kollarım arasına alırken bacaklarını da bacaklarım arasına sıkıştırmıştım tamamen mecburiyetten.

Hareket alanı kalmadığında bir yerden sonra hareketleri son bulmuştu ancak geri çekilmedim. Çekilemedim. Saçlarından çok tanıdık bir koku geliyordu. Çok çok tanıdık bir koku...

Loading...
0%