@__kao__
|
Gözlerimi kırpıştırarak araladım ve gerinmek istedim ancak hiç bir yerimi hareket ettiremem kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Eş zamanlı bir şekilde alnımın da sert bir yere yaslı olduğunu fark etmiştim. Bulanık görüşümü düzeltmek için bir kaç kez daha gözlerimi kırpıştırdım ve görüş açıma giren çıplak ve yanık tenle şaşkınlıkla geriye çekilmek istedim ancak belimdeki eller buna izin vermedi. Başımı bir miktar kaldırabildiğimde Arat'ın huzursuzlukla buruşan yüzü görüş açıma girmişti. "Bi' uyutmadın!" diye söylenirken hareketlerimi hepten kısıtlamak istercesine kollarını sıklaştırmıştı. İyice sıkıştırıldığım için bunalırken itmek üzere ellerimi zar zor göğsüne yaslayabilmiştim. Bunun üzerine Arat sıkıntılı bir nefes verirken kollarını bedenimden çözerek sırt üstü yana bıraktı yarı çıplak bedenini. "Ne yapıyorsun?" dedim elinden kurtulmanın rahatlamasıyla olduğum yerde doğrulurken ve de biraz olsun kendime gelebilmek için gözlerimi ovuştururken. "Uyumaya çalışıyorum!" dedi uyku mahmuru sesiyle azarlarcasına ve de gözlerini açmadan. "Beraber uyuyabiliriz derken yarı çıplak olmanı ve beni ahtapot gibi sarmanı kast etmemiştim!" dediğim sırada kaşlarım da çatıktı. Daha fazla uyuyamayacağını anlamış olacak ki gözleri bıkkın bir nefesle birlikte aralanmış ve bana tersçe bakmıştı. "Seni başıma sardığım günü sikeyim!" dedi hoşnutsuzca ve ona tersçe bakmama neden oldu. "Pardon! Evlenmek için tehdit edilen benim ve sen mi beni başına sardın? Baha savcıya gidip yardım isteyen dilim kopsaydı da istemeseydim!" Beyazıt derin bir nefes alırken hâlâ öylece yattığı yerden kalkmadan bana ters bir bakış attı. Ardından da beline kadar örtülü olan örtüyü üzerinden atarak doğruldu. Daha evlenmeden 40 yıllık evli çiftler gibi başladınız... "Sen uyurken dinlenebiliyor musun?" dediğinde de, anlam veremeyerek Beyazıt'a baktım ancak yalnızca bir kaç saniye kadar istemsizce kaslarına kaymıştı gözlerim. O adonisler gerçek miydi? "Ne alaka şimdi?" dediğimde şaşkınlıkla ve de gözlerimi kırpıştırarak, banyoya doğru ilerliyordu. "Uyurken daha çok yoruluyor olmalısın." dediğinde dağınık yatmama gönderme yaptığını ancak anlayabilmiştim. Arkasından tersçe bakarken kendimi tekrar yatağa bıraktım. Hiç kalkasım yoktu. O düğüne gidesim de yoktu kendi düğünüm değilmiş gibi. Öylece tavanı izlerken banyo kapısının açılma sesini ve ardından da Arat'ın sesini duydum. "Tüm gece beni uyutmadıktan sonra uyumayı planlamıyorsundur umarım..!" dediğinde imalı bir tonla olduğum yerde doğruldum ve ardından da üzerimdeki örtüyü atarak yataktan çıktım. Arat'a tersçe bakarak yanından sıyrılıp banyoya girdim ve beni kendime getirecek buz gibi bir duş aldım. Uzun bir gün olacaktı. Banyodan doğruca giyinme odasına geçmiş ve rahat edebileceğim bir kot pantolon ve çıkarması kolay olsun diye turuncu bir gömlek almış ve hızla üzerime geçirmiştim. Belime de siyah kemerimi taktım. Giyinme odasından çıktığım sırada Arat'ın da rahat bir kot pantolon ve lacivert bir gömlek giydiğini gördüm. Makyaj masasına oturduğumda aynadan bir yandan da hareketlerini inceliyordum. "Direkt otelde mi hazırlanmak istersin yoksa eve mi gelsinler, burada mı hazırlanırsın?" diye sorduğunda saçlarımı zaten yapacakları için çok uğraşmadan rastgele topuz yapmakla meşguldüm. Arat da bileğine saatini takmakla meşguldü. "Otel." dedim yalnızca saçıma tokayı dolarken. Zaten makyaj yapılacaktı ve bu sebeple makyajı es geçerek genel yaptığım bakımları yapmaya giriştim. "Gelinliğin var mı?" diye sordu bu kez de tam arkama geçerken. Arat'ı başımla onaylarken Ezgi'ye gelinliği otele getirmesini rica eden bir mesaj atmıştım ve eş zamanlı "Ayarladım." da demiştim. Ben yüzüme serumu yedirirken başıyla onaylamıştı beni. Şişenin kapağını kapatırken aynadan arkamda beni izleyen Arat'la göz göze geldim. Garip bakıyordu. Sanki bir şeyleri anlamaya çalışıyordu. "Dün gece kabus gördüm..." dedi ve bakışlarını astırdığım düş kapanına çevirdi. "Senin şu rüya kapanları pek işe yaramıyor sanki." Böyle bir bilgiyi birden benimle neden paylaştığını anlayamıyordum. "Bende işe yarıyor, belki sen de kendine bir tane edinmelisin..." derken şaşkınlığımı sesime yansıtmamak için çaba sarf etmem gerekmişti. "Yani kabus görmedin mi?" Bu neyin sorgusuydu asla anlam veremiyordum şu an. Bir şey mi kaçırmıştım? "Hayır..." dedim dürüstçe. "Ama görmemi istermiş gibisin?" dediğimde sorguyla gülümsedi ve başını iki yana salladı. "Sadece gerçekten işe yarıyorsa ben de bir tane edineceğim." Beyazıt ve düş kapanı... Pek bağdaştıramazken bunun hakkında bir yorum yapmadım ve saçımı son kez düzelterek masadan kalktım. "Kahvaltıya inebiliriz..." dediğimde gülümseyerek, eli belimi bulmuştu vakit kaybetmeden. Bizi kapıya ve ardından da aşağı yönlendirmişti. "Bu arada..." dedim aklıma gelenle. "Ela'nın bir rahatsızlığı falan mı var? Hiç konuştuğuna şahit olmadım." Görünürde kimse olmasa da sesimi kısık tutmaya dikkat etmiştim. "Hayır sadece yabancıların yanında pek konuşmaz. Hatta zorunda kalmadıkça hiç konuşmaz ama sana da alışacaktır..." dedi sabit bir ifadeyle. Sessizlik yakın bir dostumdu ve onu biriyle paylaşıyor olmak garip hissetmeme neden olmuştu. * Beli kendinden korseli olan gelinliğin göğüs kısmı straplez gibiydi ancak düşük omuzları ve tamamen tülden oluşan kolları vardı. Yine tüllerden oluşan eteği de çok olmasa da kabarıktı ve gayet idealdi. Bu kadar turuncudan uzak olmak beni hele ki bugün rahatsız hissettirirken biraz da olsa turuncu, beyaz karışık güllerden oluşan gelin çiçeğimi düşünerek kendimi rahatlatmaya çalışıyordum. Kumral saçlarım çıplak omuzlarımdan aşağı büyük bir uyumla dalgalanıyordu ve saçlarımın arasına iliştirilen çiçekler de güzel bir görüntü sağlıyordu. Makyajım çok abartılı olmamakla birlikte basit bir makyaj olduğunu da söyleyemezdim. "Benden sonra hayatımda gördüğüm en güzel gelinsin!" dedi Ezgi dudağını ısırarak bana bakarken. Ona gülümsediğim sırada kucağındaki Buse kendisine gülümsediğimi düşünmüş olacak ki "Hih!" gibi garip bir ses çıkararak 2 dişini bana göstere göstere gülmüştü. "Yerim seni!" dedim Ezgi'nin kucağından alıp yanağına sert bir öpücük bırakarak. "Yeni karnını doyurdum. Üzerine kusarsa görürsün yemeyi! Ver şunu!" dedi Ezgi de yarı sitemle geri kucağımdan alırken. Buse'ye 'Yapacak bir şey yok!' dercesine bakmış ve geri annesine vermiştim. Bu sırada kapı kısaca tıklatılmış ve içeri gülümseyerek Ecem girmişti. Sarı, tek omuz, yırtmaçlı saten elbisesinin içinde mükemmel görünüyordu yine ancak bir farklılık vardı. Bir daha baştan aşağı süzdüğümde saçlarını kestirdiğini fark ettim. Önceden omuzlarına gelen saçları şimdi çenesine ancak geliyordu ancak bu ona fazlaca yakışmıştı. Yine de düğün öncesi böyle radikal bir karar alacak biri gibi değildi. "Saçlarını mı kestirdin?" dedim ayan beyan belli olmasına rağmen ve ardından da gülümsedim. "Yakışmış..." Kısa bir an yüzünü bir şaşkınlık kapladı ve hafifçe dalgalandırılmış kısacık saçlarına götürdü ellerini. "Biraz spontane gelişti..." dedi, ardından da gözlerini iri iri açarak. Bir kaç adımla bana yaklaşmış ve genişçe gülümsemişti. "Çok güzel olmuşsun!" Sesi benden daha heyecanlı olduğunu gösteriyordu. Ona gülümserken o tüm enerjisiyle Ezgi'ye dönmüş ve onunla ve Buse'yle de hızlıca sarılmıştı. "Ben de hemen elbisemi giyip geliyorum." dedi Ezgi ve Buse'yi koltuğa bıraktı. "Kucağına alma!" dediğinde bana dönüp uyarıyla da bıkkınlıkla başımla onayladım kendisini. Ezgi yatak odası tarafına geçtiğinde Ecem'le baş başa kalmıştık. Yatağın olduğu kısım sürgülü basit bir kapıyla odanın geri kalanından ayrılıyordu. Gerçi buraya oda demek hakaret olurdu. Benim minik stüdyo dairemden daha büyüktü. Öyle ki mini bir mutfağı ve salonu bile vardı. Devasa banyosundan ve balkonundan bahsetmiyordum bile. Fransız balkonunu saymazsak benim bir balkonum yoktu en basitinden. "Bir sorun olmadı değil mi?" dedim arabadaki konuşmalar aklıma üşüştüğünde. Arat, nişanlısının bu tarz şeylere gelemeyen bir adam olduğunu söylemişti. Bana gördüğüm en geniş gülümsemelerden birini sundu. "Biraz atıştık ama tatlıya bağlandı." dedi ardından da ve elini zarifçe koluma koydu. "Ayrıca bugün sizin gününüz, düşünme böyle şeyleri!" Ardından daha büyük bir heyecanla yerinde kıpırdandı. "Her şey o kadar güzel ki! Böyle masallardaki gibi falan!" Gözü boynumdaki düş kapanına tamamen tesadüfen değmişti ancak gereğinden uzun süre orada takılı kaldı. "O ne öyle?" dedi ardından da. Gelinlikle yakıştıramamış olmalıydı. Evet, basit kaçtığının ben de farkındaydım ama çıkarmak falan istemiyordum. "E düğün hediyemi önden vereyim bari!" dedi ve minik el çantasından içinde kolye, belki bir takı seti olduğunu tahmin ettiğim kutuyu çıkardı. "Çok teşekkürler..." dedim kutuyu elinden alırken ancak eş zamanlı bir şekilde elim kolyeme gitmişti. "Şu anki halinden memnunum..!" Ecem'in pek beğenmediğinin farkındaydım ancak bugün çıkaramazdım. Bugün olmazdı. "Sen nasıl daha iyi hissedeceksen..." dedi içten bir gülümsemeyle de ve bu sırada sürgülü kapı açılarak Ezgi girmişti içeri. Saçı makyajı zaten yapılıydı ve giydiği koyu kırmızı, mini, siyah minik minik noktaları olan tül elbise de çok yakışmıştı ona. "Olmuş mu?" dedi neşeyle de bir tur etrafında dönerek. "Olmaz mı?" dedim ona gülümseyerek. Hayatımda vazgeçilmezim olan hepi topu 5 kişi vardı. Annem, Ezgi, Didem, Kerem ve Buse... Annem gelip gelmeyeceğine dair bir şey dememişti ama bu kadar aceleye getirdiğim için de, bu evliliğin Arat gibi biriyle olmasından dolayı da bana oldukça kızgındı. Gerçi deli olarak gördüğü için ılımlı davranmaya çalışmıştı ama annemdi bu. Kafası atarsa gelmeyebilirdi de. Yine de elindeki gelin çiçeğiyle içeri dalan küçük kardeşim gülümsememin büyümesine neden oldu. "Gelin çiçeğimiz de geldi!" diye şakıyarak yanımıza sokulurken soluk pembe elbisenin etekleri de dalgalanmıştı. Giydiği askılı ve etekleri tamamen tüllerden oluşan bu soluk pembe elbisenin içinde tam yaşıydı ve çok da güzel taşımıştı. Saçlarına boncuklar taktırmış ve su dalgası yaparak da açık bıraktırmıştı. Tam olarak gelinin kız kardeşiydi. "Ben evlenene kadar en güzel gelin sensin ablacım!" Benzer bir şeyi Ezgi'nin de söylemesi ister istemez anlık olarak ona bakmama neden olmuştu. Ben ve Ezgi'dense, Didem ve Ezgi daha çok hala yeğen gibiydiler. "Serseri!" dedim bana uzattığı çiçeği elinden alıp ona sıkıca da sarılarak. Bizim sarıldığımız esnada Sanem hanım ve Ela da Didem'in açık bıraktığı kapıdan içeri girmişlerdi. Ela giydiği lacivert tulumun içinde şıklığına her zamanki spor tarzından bir şeyler de katmıştı. Uzun saçları ensesinde sıkı bir topuz yapılmıştı ve straplez tulumunun beli aynı renk bir kuşakla sarılmıştı. Sanem hanım ise her zamanki gibiydi. Kırmızı, diz üstü, dar şık bir elbise giyinmişti ancak bu sefer yazması başına değil çantasının kulpuna bağlanmıştı ve onun da saçları topuz yapılmıştı. Ancak Ela gür ve uzun saçlarına rağmen minimal tutarken topuzunu, Sanem hanım hiç de öyle bir amaç gütmemiş olacak ki oldukça büyük bir topuzu vardı. Sanem hanım beni baştan aşağı süzmüştü. Beğendiğini gözlerinden anlayabilmiştim ancak bakışları odayı taradığında o beğeni kaybolmuştu. "Annen hâlâ yok mu, gelin hanım?" Ben biraz da sinir bozukluğuyla gülerken benden önce Ezgi atladı kucağındaki Buse'yle ve elini uzattı. "Halası var, olmaz mı? Ezgi ben!" Ezgi'nin tüm sevecenliğiyle söylediği şeyler Sanem hanımın yalnızca kaşlarını havalandırmasına neden olmuştu. "Halası mı?" dedi şaşkınlıkla da. "Aramızda 5 yaş var ama evet halasıyım ama illa annesi lazım derseniz Yeliz abla da gelir birazdan." "Sanem!" dedi yalnızca Sanem hanım ve biraz önce uzattığı elini sıktı. "Bu da kızım Buse..." dedi kucağındaki Buse'nin yanağına minik bir öpücük bırakarak Ezgi. "Bu kadın ne böyle?" dedi bu sırada Didem hoşnutsuz bir ifadeyle kulağıma fısıldayarak. Ona uyarıcı bir bakış atarken kapı hafifçe tıklatılmış ve volanlı zümrüt yeşili elbisesinin içinde annem girmişti içeri. Onu görmek biraz da olsa içime su serperken annem tüm ciddiyetiyle içeri girdi ve odadaki herkeste tek tek göz gezdirdikten sonra ,en çok bende oyalanmıştı, büyük bir resmiyetle Sanem hanıma döndü. "Yeliz Akçay..." da dediğinde Sanem hanımın biraz önceki tavrını sorguladığına emindim. Annemin ciddiyeti ve despotluğuyla kimse yarışamazdı. "Düğün öncesi tanışmak istemiştim aslında ama... Sanem Bozok..." İmalı tavrı sinirlerimi bozmaya başlıyordu ancak bugün düğünden sonra Arat'ın özel uçağıyla Amerika'ya dönecekleri için alttan almaya çalışıyordum. Ayrıca Didem ve Ezgi'nin oldukça yumuşak olan tavırlarının aksine annemin bu denli bir tavra sahip olacağını beklemediğini görebiliyordum. Hep alttan alınacağını falan düşünüyordu sanırsam. "Eh! Yeğeninizle konuşsaydınız da erteleselerdi düğünü... Malum sadece 1 hafta öncesinden kararlaştırılmış bir şeydi." İyi ki dün bir tanışma yemeği olmamıştı çünkü kesinlikle Sanem hanım ve annem arasından büyük bir çatışma çıkardı. "Saat geldi!" dedi Ecem ellerini birbirine çarparak. Amacı biraz da gerginliği götürmekti sanırsam. "Misafirleri karşılamak için aşağı insek iyi olacak..." Ecem'in söylemi üzerine Sanem hanım derin bir nefes alarak dışarı çıkmıştı. Peşinden Ela ve Ecem de çıktığında biz bize kalmıştık. Kapı da kapandığında annemin gözleri doğrudan beni buldu ve bir kez daha süzdü. Sıkıntılı bir nefesin ardından bir kaç adımla yanıma ulaşmıştı. Benden bir kaç santim kadar kısaydı ve bu sebeple yüzümü elleri arasına alıp alnımdan öptüğünde hafifçe eğilmek durumunda kalmıştım. "Onaylamadığımı biliyorsun ama ne olursa olsun bir annen, bir evin var. Eğer pişman olursan her zaman dönebileceğin bir kapı..." Anneme içten bir şekilde gülümserken o ne zaman çıkardığını bilmediğim bir kutuyu bana uzattı. "Sadece gerçekten ihtiyacın olduğunda aç ve o zamana kadar açmayacağının sözünü ver bana." Buna bir anlam veremesem de minik ahşap kutuyu aldım elinden ve başımla onayladım annemi. "Söz..." Mırıldanmam üzerine gülümsedi ve uzanıp bu kez de yanağımı öptü. "Ben de misafirleri karşılamak için ineyim. " Annemi tekrar başımla da onaylarken istemsizce kutuyu sallamıştım. İçinden minik bir tıkırtı gelirken annem çoktan odadan çıkmıştı. "Ben de Yeliz ablanın yanında dursam iyi olacak..." dedi Ezgi de ve kucağındaki Buse'yle kapıya ilerledi. O da çıktığında Didem'le baş başa kalmıştık. Gelip kolunu belime doladığında tek kolumu ona sararak daha da kendime çektim ve başının üstüne bir öpücük bıraktım. "Hadi aç!" dediğinde benden de hafifçe ayrılmıştı. Bıkkınlıkla onu alnından geriye itekledim ve tersçe baktım. "Gebertirim seni Didem!" de dediğimde göz devirdi. "Ne? Bir de gazeteci olan sen olacaksın. Sen ve senin türünün meraklı olması gerekmiyor mu?" Didem'e onaylamaz bir bakış atarken başımı da iki yana sallamıştım. Bu sırada kapı iki kez tıklatılmıştı. "Gel!" dedim Didem'e bir yandan da uyarıcı bir bakış atmış, kutuyu da eşyalarımı getirdiğim çantanın içine atmıştım. İçeri Arat damatlığının içinde girdi. Saçları biraz kısaltılmış ve şekillendirilmişti. Şimdi her zamankinden daha kıvırcık ancak düzenli saçları vardı. Sakalları da tamamen kesilmişti ve sakalsız halini kısa bir an garipsemiştim. Bu şekilde de oldukça yakışıklı bir adamdı ancak kirli sakal kesinlikle daha çok yakışıyordu. Gözleri beni incelerken an be an kendimi görebiliyordum. Ve bunun nedensizce çok hoşuma gittiğinin farkındaydım. Bu sırada Didem kapıya hareketlenmiş ancak kapıyı açacakken duraksayarak ona arkası dönük duran ve beni inceleyen Arat'a dönmüştü. Arat'ın gözleri hâlâ üzerimde dikkatli bir şekilde dolanıyordu ve yanlış anlamıyorsam gözlerindeki beğeni parıltılarıydı. Didem "Kapı açılmıyor Beyazıt abi!" dediğinde Arat irkilerek ve de şaşkınlıkla Didem'e dönmüştü. Sanki dünyadan kısa bir an soyutlanmıştı da Didem'in sesiyle kendine gelmişti. "Biraz önce açtım, girdim!" dediğinde saf saf ve kapıyı açmak için hareketlendiğinde Didem bir adım yana kayarak kapının önüne geçti. "Valla bana açılmıyor dendi..." dediğinde bilmezmişçesine de dudaklarını büzmüştü. Derdini nihayet anlayan Arat cebinden cüzdanını çıkarırken Didem'e de ters bir bakış atmıştı. Ben ise salmıştım. Ne olacaksa olsun da gidelim kafasındaydım. Asla aşağı inmek istemiyordum ama inmek zorunda olduğumun da bilincindeydim. Cüzdanından iki tane 500'lük olmak üzere 1000 dolar çıkartıp Didem'e uzattı. "Yeter mi?" dediğinde Didem hızlı hızlı başını salladı. "Arttı bile!" Ve ardından da kapıyı açarak çıkmıştı dışarı. Neden yanında dolar taşıdığını sorgulamayacaktım. Baş başa kaldığımızda bir kaç adım kadar daha yaklaştı bana. Ayna görevi görecek kadar koyu olan gözleri yeşil gözlerimden ayrılmadan cebinden bir kutu çıkarttı. Kapağını açtığında alyansları görmüştüm. Oldukça sadeydi alyanslar. İkisi de gümüştü ancak benim alyansımın üzerini bir sıra halinde tamamen kaplayan, ben değerliyim diye bağıran beyaz taşlar da vardı. Parmağıma geçirmek için bana uzattığı sırada içine kazınmış desenle bakışlarımı Beyazıt'a çıkardım ve parmakları arasından aldım yüzüğü. Bayağı bayağı içine düş kapanı kazınmıştı. "Boynundakini saklamakta zorlanıyor gibiydin. Böyle işe yarar mı bilmem ama..." dediğinde, istemsizce gülümsedim ve başımı da inanamazcasına iki yana salladım. Saklı bir koruyucu... "Teşekkür ederim..." dedim ince düşüncesi için. Başını 'Önemli değil.' dercesine iki yana sallarken alyansı elimden aldı ve tek taşın da olduğu sağ yüzük parmağıma geçirdi. "Sadece çıkarma bana yeter..." "Kısasa kısas..." dedim kutudan onun olan alyansı alırken. Elini bana doğru uzattığında onun da yüzük parmağına geçirmiştim alyansı. Kutuyu elimden aldı ve masanın üzerine rastgele bıraktı. Ardından da girmem için sol kolunu bana uzattı. "Gidelim mi karıcım? Bu arada söylemeden edemeyeceğim; Sanırım gördüğüm en güzel gelin benimki..." Benimki tabiri anlık bir duraksama yaşamama neden olsa da önce Didem'in yatağın üzerine bıraktığı gelin buketini aldım ve ardından da Beyazıt'ın koluna girdim. Beni güzel bulduğunu zaten daha önce de dillendirmişti ancak onun olma fikri hem çok başka yerlere çekilip hoşa gitmeyecek bir tabirdi hem de bir o kadar... Bilmiyordum ama sanırım kalbim aşağı inecek olmamızdan sebep hızlanmıştı. "Gidelim kocacım..." Beyazıt garipsediğini benden gizleme gereği duymadan gülerken bizim için açtığı kapıdan çıkmış ve merdivenlere yönelmiştik. "Gülme!" dedim tersçe ancak ilk merdivenleri bitirmiştik bile ve şimdi de doğrudan düğünün olacağı salona giden merdivenlere gelmiştik. Orayı inmeye başladıktan yalnızca bir kaç basamak sonra alkışlar başlamıştı. İnsanların alkışları eşliğinde nikah memurunun da bizi beklediği masaya ilerlerken insanları incelemiştim. Tanıdığım, tanımadığım, yalnızca fotoğraflarını gördüğüm bir çok insan seçebilmiştim aralarından. Beklediğimden kalabalıktı. Ayrıca Ecem'in dediği gibi her şey peri masalını anımsatıyordu. Ağırlıklı olarak beyaz hakimdi ancak sandalyeler, masalar ve yer yer duvarlar pastel bir turuncu renge sahip, bol bol yeşil yapraklı çiçeklerle süslenmişti ve kesinlikle muazzam bir uyum içindeydiler. Biz masaya ulaştığımızda ve nikah memurunun elini sırayla sıktığımızda alkışlar da kesilmişti. Bu esnada şahitlerimiz olan Kerem ve Tekin de masanın olduğu platformun üzerine çıkmışlardı. Kerem'le göz göze geldiğimizde ona her şeyin yolunda olduğunu söylemek istercesine gülümsedim. "Geldiğin için teşekkür ederim." dedim masaya ilerlerken de. İki adım ötesindeki markete bile gitmeyen Kerem için şu an evinden bu kadar uzak olmanın, alıştığının aksine bu rahatsız kıyafetlerin içinde olmanın, bu kadar kalabalık bir ortama girmenin ne kadar zor olduğunu biliyordum. Başını 'Sorun yok.' dercesine iki yana sallarken kanıtlamak istercesine de gülümsemişti. Bu sırada da Beyazıt önce benim için sandalyemi çektiğinde anlık olarak ona dönüp gülümsemiş ve dudak oynatarak teşekkür etmiştim. "Uzun zaman oldu bir düğüne katılmayalı ama hatırladığım kadar korkunç değilmiş." Söylediğine gülerken nikah memurunun hafifçe boğazını temizlemesi ve Tekin'le Beyazıt'ın da oturmasıyla ilgim o tarafa kaydı. "Gelin hanım adınız, soyadınız?" "Dilem Akçay." dediğimde kalabalığın arasında annem ve Didem'in arasında duran Ahmet abiyle göz göze gelmiştim. Neyse ki nikah memurunun tekrar konuşmasıyla bu an çok kısa sürmüştü. "Damat bey adınız, soyadınız?" "Beyazıt Arat." Ardından şahitlere de sormuş ve sıra asıl sorulara gelmişti. "... Siz Dilem Akçay, hiç kimsenin etkisi ve baskısı altında kalmadan Beyazıt Arat'ı eş olarak kabul ediyor musunuz?" Tekrar kalabalıkta göz gezdirirken bu kez Baha savcıyla göz göze gelmiştik ve beni başıyla onaylamıştı. Aptallıktı biliyordum ama ona hâlâ tuhaf bir şekilde güveniyordum. Beyazıt'a yandan bir bakış attığımda yalnızca bana baktığını görmüştüm.. Gözlerinde yapmam ya da yapmamam gerektiğine dair herhangi bir işaret yoktu. Yalnızca bakıyordu. "Evet." dedim düz bir tonla mikrofona yaklaşarak ve ardından büyük bir alkış koptu. "...Siz Beyazıt Arat, hiç kimsenin etkisi ve baskısı altında kalmadan Dilem Akçay'ı eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?" Beyazıt benim aksime bir saniye bile duraksamamış ve net bir sesle "Evet." demişti ve ancak ondan sonra bana dönüp bakmıştı tekrar. Bir alkış daha koparken bu seferki soru şahitlere yöneltilmişti. "Peki siz şahitlik ediyor musunuz?" İkisi de aynı anda "Evet!" dediğinde imzaları da atmıştık ve ardından nikah memuru, evlilik cüzdanını bana uzatmıştı. "Ben de belediyenin bana verdiği yetkiye dayanarak sizi karı koca ilan ediyorum. Gelini öpebilirsiniz." Herkes ayaklanırken Arat'ın beni öpeceğinin farkındaydım ancak alnımdan falan öpmesini bekliyordum. Birden belimden tutup dudaklarıma bir öpücük bıraktığında şaşkınlığımı saklamak için genişçe gülümsemek zorunda kalmıştım. Karnım kasılmış ve sanki yüksek bir yerden düşüyormuşçasına midem havalanmıştı. Ayrıldığımızda istemsizce dudaklarımı ıslatırken ilgimi diğer insanlarda tutmak için özel bir gayret göstermek zorunda kalmıştım. Hemen dibimde ve eli hâlâ belimde duran Beyazıt Arat bana hiç mi hiç yardımcı olmuyordu. Nikah memuruyla tekrar el sıkıştık ve teşekkür ettik. Ve sonrasında da ilk dansımızı yapmak üzere piste alındık. Arkada ağır bir şarkı çalarken kollarımı boynuna dolamak zorunda kalmıştım. "Bu gerekli miydi gerçekten Arat?" dedim biraz öncesine hitaben ve bu sırada elleri belimi sardı. Hafifçe başını bana doğru eğmişti ve göz göze gelmemize neden olmuştu. Dudaklarını hafifçe büzdü ve yüzüme doğru nefesini bıraktı. Önüme düşmüş olan bir kaç tel bu hareketiyle yerine dönerken gözlerimi kırpıştırmıştım istemsizce. "Arat..." dedi düşünürmüşçesine ve o an soruma bir cevap vermeyeceğini anlamıştım yine de sorgulayan bakışlarımı üzerinden çekmedim. "Artık sen de bir Arat'sın..." Bir kaç saniyedir arkamda bir yere odaklanan gözleri birden sorgularcasına gözlerimi buldu. "Neden kendi soyadını da almadın? Neden Dilem Akçay Arat değil de sadece Dilem Arat?" İşlemler için gittiğimizde sormuşlardı ve ben de sadece Arat soyadını istediğimi söylemiştim. O an bakışlarından daha sonra bunu soracağını anlamıştım ve doğrusu artık sormasını ve kurtulmayı da istiyordum. Bir de annemin bunu mümkün olduğunca geç öğrenmesini. "Gereksiz kalabalık şeyleri sevmiyorum." dedim kendimi gülümsemeye zorlayarak. "Kim her seferinde uzun uzun Dilem Akçay Arat diyecek?" de dediğimde inanmadığını belirten bir bakış atmış ve eş zamanlı bir şekilde beni etrafımda döndürmüş ve ardından sertçe tekrar bedenine çarpmama neden olmuştu. Bu hareketi dudaklarımdan çıkan titrek bir nefese neden olmuştu. Yüzünde yarım bir gülüş peyda oldu. Beni etkileyebiliyor olmak hoşuna gidiyordu anlaşılan ancak bunu saklayacak falan değildim. Yakışıklıydı, etkileyiciydi ve öyle ya da böyle beraberdik. "Gerçek cevap ne?" dedi doğrudan da. Gözlerimi bıkkınlıkla yukarı çevirdim ve ardından da ona döndüm tekrar. İlk dansta diğer çiftlerin bunu konuşmadığına emindim. "Akçay da benim soyadım değildi. Bir farkı yok benim için ve dediğim gibi gereksiz uzun şeyleri sevmiyorum." Doğruluk payı elbette ki vardı ancak asıl sebebi kesinlikle Emir'di. Onunla aynı soyadı taşımak beni iğrendiren şeylerden yalnızca biriydi. Bu sırada yanımıza gelen Ahmet abi ve annemle kısa bir an duraksadık. "Eş değiştirelim!" dedi annem Beyazıt'a bakarak. Burada bir tehdit geleceğini anlarken Arat'ın kolları arasından mecburen sıyrılmış ve Ahmet abinin kolları arasına geçmiştim. Adım adım uzaklaşırken bir süre daha gözlerimiz birbirinden ayrılmamıştı. "Bugünü bozacak bir şey de söylemek istemiyorum ama özür dilerim..." dedi Ahmet abi ancak saniyeler sonra ve sahici bir pişmanlıkla. Başımı iki yana sallarken yalnızca Ahmet abiyle olduğum yerde sallanıyor ve çevremdeki insanları izliyordum. Ağzımı bir kez açarsam susamazdım ve şu an ne yeri ne zamanıydı. Odağının kaydığını fark ettiğimde bakışlarım hızlıca çevremi taradı. Erdem ve Ezgi, annemle Arat, Ecem ve muhtemelen nişanlısı olan kızıl çocuk, Ela ve Efe, Ayla abla ve eşi de dans eden tanıdık yüzlerdi. Köşede içecek içen Kerem'i gördüğümde Ahmet abiye onu işaret ettim. "Kerem'e dans borcum vardı. Didem de boşta sanırım..." dediğimde mecburi bir gülümsemeyle beni onaylamıştı ve ben de hızla Kerem'in yanına ilerlemiştim. Elinden tutup piste doğru çekerken ettiği itirazlara kulaklarımı kapadım. "Mızmızlanma!" dedim ellerim omuzlarına yerleşirken. "Kocanın bana olan bakışlarını görmedin tabii!" dedi hoşnutsuzlukla da ancak elleri belimi bulmuştu. "Benden çabuk alıştın bakıyorum da..." dedim imayla ve de gülerek. Kerem bana tersçe baktı ve başını iki yana salladı. "Senin Beyazıt'la evlenmemen için senden daha çok uğraştığıma yemin edebilirim ama kanıtlayamam. Günlerdir bir şeyler bulmak için uğraşıyorum!" Sitemine güldüm istemsizce ve başımı da hafifçe eğerek iki yana salladım. "Bir şey bulsan da sonuç değişmeyecekti." dedim gülümseyerek. En nihayetinde ölüleri diriltemezdik. "Ayrıca gördüğün üzere hiç de mutsuz değilim..." İç çekti. "Umarım hep böyle kalır, güzelim..." Ardından içten bir şekilde gülümsedi. "Çok güzel olmuşsun bu arada..." "Teşekkür ederim." dediğim sırada müzik de durmuş ve biz de durmak zorunda kalmıştık. Kerem'den bir adım kadar uzaklaşırken Beyazıt çoktan yanıma gelmiş ve elini belimdeki yuvasına yerleştirmişti. "Resmen tanışmadık..." dedi ardından ve elini sıkması için Kerem'e uzattı. Bakışlarındaki ifade Kerem'den pek haz etmediğini kanıtlar cinstendi. "Beyazıt Arat..." Kerem, Beyazıt'tan bir iki santim kadar daha kısaydı ancak Beyazıt'ın kaslı ve yapılı bedeninin aksine daha ince bir bedeni olduğu için daha uzun duruyordu. "Kerem..." dedi Kerem de hoşnutsuzluğunu gizleyemeyerek ancak uzattığı eli sıktı ve gayri ihtiyari bana döndü. "Bastı bana kalabalık, terasta olacağım." "Uğrarım yanına." dememe kalmadan Arat belimden tutarak masaların olduğu tarafa çekiştirdi. "Ne yapıyorsun?" dedim abartılı tavrından rahatsız olarak ancak o her zamanki gibi beni cevapsız bırakmayı tercih etmişti. "Masaları gezmeye bizimkilerden başlayalım. Hem Ateş'le de tanışırsın." Masaya ilerlerken gülümsemek için kendimi fazlaca zorlamak durumunda kalmıştım. "Kerem'e bu kadar kaba davranma!" Ancak masaya gelmemizden ötürü söylemim havada kalmıştı. Ben Arat'ı Ayla abla ve eşiyle tanıştırırken o da beni Ateş'le tanıştırmıştı. "Abin gelmeyecek mi?" diyen Sanem hanımla Ateş'te olan ilgimi ona çevirmek durumunda kalmıştım. Emir'den abim diye bahsedilmesi sinirlerimi bozuyordu. "Yok hayır, Almanya'da o." Gülen yüzü anlık olarak silindi. "Biraz önce dans ettiğin çocuk kimdi?" dediğinde anlık olarak Beyazıt'a döndüm. Daha önce kimse beni bu kadar sorgulamamıştı ve son bir kaç saat olmasa bu kadar sakin karşılamazdım. "Arkadaşımdı." demekle yetindim zoraki bir gülümsemeyle de. Sanem hanım bundan oldukça rahatsız görünüyordu ancak ona ters diye arkadaşımla görüşmeyi falan sonlandırmayacaktım. Gözüm Ezgi ve Erdem'e kaydığında aralarındaki soğukluğu buradan hissetmiştim. Ezgi'yle göz göze gelebilmek için özellikle gözümü ona diktim. Neyse ki çok geçmeden gözleri beni bulmuştu. Ne olduğunu sorarcasına kaşlarımla Erdem'i işaret ettim. Gülümsedi ve 'Sonra konuşuruz.' dercesine gözlerini sağa kaydırdı. Onu gözlerimle onayladığımda Buse'yle de göz göze gelmiştik ve anında kollarını ayakta olmamdan da kaynaklı bir şekilde kendisini almam için bana doğru kaldırmıştı. Masanın etrafında dolanarak Ezgi'nin yanına gelmiş ve tüm tatlılığına rağmen kucağıma almadan yalnızca yanağına bir öpücük bırakmıştım Buse'nin. "Sevgilim... Diğer masalara da uğrayalım." İrkilsem de Beyazıt'ı başımla onayladım ve birlikte masaları gezmeye başladık. Arat'ın arkadaşlarının çoğunu ve iş yaptığı bir çok kişiyi artık ismen de olsa tanıyordum. Ayrıca o da benim çevremi tanımıştı tabii ki. Arat'ınkiyle kıyasla oldukça azdı gerçi ama olsundu. Tüm masaları gezip kendi masamıza dönebildiğimizde ayaklarıma kara sular inmişti. Ancak daha doğru düzgün oturamadan yanıma Feridun abi gelmişti. Feridun abi bizim ajansta çalışmış emekli bir gazeteciydi ve stajımı yanında yapmıştım. Çok çektirse de kendisini severdim. Beyazıt'la onları tanıştırmıştım ve ardından da Feridun abi yorulduğumu söylememi umursamadan beni dansa kaldırmıştı. Kendisi anne tarafından çerkes kökenliydi ve bana da zamanında çerkes dansını öğretmişti. Dolayısıyla da çerkes oyunu oynamıştık. Biz hariç kimse bilmediği için de tüm pistte yalnızca biz vardık. Yine de Feridun abiyle oynamayı özlemiştim ve oyunumuz bitince de kısaca sarılmıştık. "Arada ziyaret etmeyi ihmal etme bu yaşlı adamı!" dediğinde de dikte edercesine, gülümsemiş ve "Hay, hay..." dercesine başımı eğmiştim. "Ayrıca bu işte pek hoşuma gitmedi!" Başıyla sağ tarafını işaret ettiğinde gayri ihtiyari o tarafa dönmüş ve bize doğru gelen Beyazıt'ı görmüştüm. Bunu duymazdan gelerek yanımıza ulaşmış olan Beyazıt'a hafifçe gülümsedim. Koluna girerken son kez Feridun abiye de gülümsemiş, Beyazıt'la birlikte masamıza doğru ilerlemeye koyulmuştuk. "Daha normal danslar da edebilmen göz yaşartıcı." Hâlâ dansörde mi kalmıştı o? Beyazıt'a ters bir bakış attığımda "Şaka bir yana güzel oynadın." demişti ancak bakışlarımı pek de taktığı söylenemezdi. Omuzlarımı indirip kaldırdım. "Dans etmeyi severim." Bu sırada masamıza da gelmiş ve oturmuştuk. Oturmamla da ne kadar yorulduğumu bir kez daha anlamıştım. "Döktürdünüz yenge!" Tekin yanımıza sırıtarak gelmiş ve Beyazıt'ın omzuna pek de yumuşak olmayacak bir şekilde geçirmişti. "Gelin hanım dansını yaptı, bir zeybek de damattan gelmez mi?" "Şarkı bitsin..." dedi Beyazıt şu an pistteki insanlara bakarak. "Ben gidip söyleyeyim o zaman." Tekin'in yanımızdan ayrılmasıyla baş başa kalmıştık. "Beklediğim gibi değil." dedim misafirleri süzerken. Ben nedense daha farklı bir şey hayal etmiştim. Bol kaoslu bir şey. "Hoşuna gitmeyen ne?" Beyazıt'ın ilgiyle sorduğu soruyla bilmem dercesine dudaklarımı büzdüm. "Daha böyle bir kurtlar sofrası gibi olur diye beklemiştim." Beyazıt minik bir kahkaha atarken onaylamazcasına başını iki yana sallamıştı. Bu sırada halihazırda çalan şarkı bitmiş ve Tekin'in isteği üzerine harmandalı çalmaya başlamıştı. Bunun üzerine Beyazıt ayaklanmış üzerindeki damatlığın ceketini çıkartarak yanımda boşta kalan sandalyesinin sırtına asmıştı. Sahneye ilerlerken bile kesinlikle seyirlik bir görüntüsü vardı. Baha savcı, Tekin, Efe ve Beyazıt'ın büyük bir uyum içinde oynadığı zeybekten bahsetmiyordum bile. "İçecek bir şey ister misiniz küçük hanım?" Beyazıt'ı izlemeye o kadar dalmıştım ki yanımdan gelen sesle irkilerek dönmüştüm. Yaşı oldukça büyük bir garson hemen yanımda, tepemde, elindeki büyük tepsiyle dikiliyordu. Şampanya ve alkolsüz kokteyl vardı. "Şampanya alabilirim..." dedim dudaklarımı ıslatırken. Hafifçe gülümsedi ve "Hay hay!" dercesine başını eğdi hafifçe. Bu sırada istemsizce tekrar Beyazıt'a dönmüş ve oyunlarının bittiğini görmüştüm. Garson önüme şampanyayı bırakırken diğer hiç bir garsonda eldiven olmadığı için garipsemiş ve bakışlarımı tekrar yüzüne çıkarmıştım. Yüzü bende değişik bir hissiyat uyandırmıştı ancak neredeyse daha önce görmediğime emindim. Bana gülümserken "Afiyet olsun, küçük hanım..." da dedi. Saçları neredeyse bembeyazdı. Yalnızca aralarda bir kaç siyah tel kalmıştı ve onlarda grimsi duruyorlardı. Oldukça düzgün bir yüzü ve yaşına göre dinç bir bedeni vardı ancak yine de garsonluk yapmak için biraz yaşlıydı. Yanımıza çatık kaşlarıyla Arat gelirken doğrudan "Adın neydi senin?" demişti garsona. Saygılı bir şekilde "Orhan, efendim..." dediğinde birkaç adım atarak ortamızda durmuştu. Adam Beyazıt'a ne içeceğini sormadan Arat tepsiye kendisi uzanmış ve o da şampanya almıştı. "Misafirlerle ilgilen Orhan! Ayrıca küçük hanım değil! Hanımefendi ya da Dilem hanım!" dedi net bir sesle de ve yanımızdan adeta kovdu. Orhan'ın onaylayan basit bir baş hareketinden sonra uzaklaşmasını izlerken şampanyayı dudaklarıma götürdüm ancak Arat içmeme izin vermeden elimden almıştı. "Ne yapıyorsun?" dedim kaşlarımı çatarak. Bugün çok fazla şeye karışmıştı. "Tedbir!" dedi ve gözleri salonda birini aradı. Aradığını bulmuş olacak ki minik bir el hareketiyle birini yanımıza çağırdı. Baktığı yere baktığımda Tekin'i gördüm. Tekin koşar adımlarla yanımıza geldiğinde kadehimi kadehine boşaltarak tek ama neredeyse ağzına kadar dolu olan kadehi Tekin'e uzattı. "Şu garsonlardan Orhan'ı bir araştırın. Gözüm tutmadı. Bir de bize iki kadeh ve açılmamış bir şampanya yollar mısın?" "Orhan mı?" dedi Tekin şaşkınlıkla. "Orhan adında bir garsonun bu akşam çalışmadığına eminim." Gözlerim tekrar kalabalığa döndü ancak ne kadar bakarsam bakayım biraz önceki adamı tekrar göremedim. "Otelden çıkmadan bul onu hemen!" dedi kalkmak ister de kalkamazmışçasına sandalyenin ucunda oturuyordu. Damat olarak şu an çıkması tabii ki çok dikkat çekerdi ve dost görünümlü düşmanları da şu an aramızdayken güvenlik zafiyeti olduğunun anlaşılması, hele ki kendi düğünü gibi önemli bir günde güvenlik zafiyeti olduğunun anlaşılması itibarını çok kötü zedelerdi. Tekin hızla başıyla onaylamış ve hızlı adımlarla düğün salonundan çıkmıştı. Beyazıt stresle bacağını sallarken elimi dizine koydum. "Bir şey yapmış olsa şimdiye kokusu çıkardı..." Başını iki yana salladı. "Cevdet'i görebiliyor musun?" dedi kalabalığa bakarak. Bakmadım ancak cevabı biliyordum. "Hâlâ sesi soluğu çıkmadı. Bir hamle için an kolluyor demek bu! Böyle bir günde güvenlik açığı olamaz! En azından olmamalıydı!" |
0% |