Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14. Bölüm

@__kao__

Arat'ın gözü sürekli tetikte bir şekilde etrafı kolaçan ederken yanında oturmuş ve bizim için gözümüzün önünde açtıkları şampanyayı yudumluyordum. Güvenlikten endişe ettiği için olsa gerek kendisi şu an alkol almıyordu.

"Biraz rahatla!" dedim ve onun için doldurduğum kadehi eline verdim.

"Misafirlerin yarısı gazeteci, polis ve hukukçulardan oluşuyor. Bugün, en azından misafirler dağılmadan kimse kolay kolay bir şey yapmaz."

"Ne kadar rahatladım anlatamam!" dedi alayla ancak eline verdiğim kadehten büyük bir yudum almıştı.

Bu sırada Baha savcı bir sorun olduğunu anlamış olacak ki yanımıza gelmiş ve normalde şahitler için ayrılan sandalyelerden birine oturmuştu.

"Her şey yolunda mı?" diye sorduğunda da Beyazıt sıkıntılı bir nefes vermiş ve eliyle çalan müziklerden sorumlu çocuğa bir işaret vermişti. Çocuk minik bir baş hareketiyle kendisini onayladığında da Baha savcıya dönmüştü tekrardan.

"Her şey yolunda ve hatta, karımla tekrar dans edeceğim."

Bana uzattığı eline sadece kısa bir an baktıktan sonra bardağımı bırakmış ve elini tutarak ayaklanmıştım. Tekrar piste ilerlerken diğer çiftler de yavaş yavaş etrafımızda toplanmaya başlamışlardı.

"Baha savcıyı neden tersledin?" dedim kollarımı boynuna dolarken.

"İkili tavrından sıkıldım çünkü." dedi doğrudan. Cevap beklemiyordum doğrusu ancak yine de belli etmedim.

"Hem yanımdan yamacımdan ayrılmıyor, hem beni karıştırma diye sızlanıyor. İstediği ve yaptıkları birbirini tutmuyor."

Haklılık payı vardı ancak Baha savcının penceresine daha yakın olduğum için onu çok net bir şekilde anlayabiliyordum. Abisine yardım etmek istiyordu ama bunu yasalar çerçevesinde yapmak istiyordu.

Başımı yorgunlukla omzuna yaslarken sıkıntılı da bir nefes vermiştim.

"Hadi gidelim." dedim birden başımı da omzundan kaldırarak.

"Ne?" dedi şaşkınlıkla.

"Unuttun galiba ama bu bizim düğünümüz."

"Yoğ!" dedim uzata uzata.

"Unutmadım ama güvenlikten endişelenen sen değil miydin? Misafirler gitmeden bir şey yapamaz ve bir planı varsa da bunu misafirler gittikten sonrası için ayarladı. Şimdi çıkıp gitmemizi beklemiyor. "

"Sıkıldım desene sen şuna!" dedi hafifçe gülümseyerek ve de yarı alayla.

"Sıkıcı ortamlara alışkınım..." dedim ve etrafımda göz gezdirdim. Şimdi bile bir çok kişinin gözü üzerimizdeydi.

"Ama o ortamlarda hep annemin gölgesinde saklanıp istediğimi yapıyordum. Şimdi kendimi çıplak gibi hissediyorum."

Bunu neden söylediğimi bile bilmiyordum. İçkiyi kaçırdım diyecektim ancak çoğu insanın aksine benim çenemi açmıyor ve hatta kapatıyordu sarhoşluk.

"Dünyama hoş geldin prenses..." dedi kulağıma eğilip boynum ve kulağım arasındaki yere nefesini verirken. Huylandığım için başımı yana yatırdığımda benden biraz uzaklaştı ve boynundaki ellerimi çözerek elleri arasına aldı.

"Göz önündeyken istediğini yapmayı öğrenmen gerekecek, yine de bir Arat olarak geçirdiğin ilk saatlerini daha fazla kötüleştirmeyelim." dedi ve peşi sıra garsonların girip çıktığı mutfak kapısına doğru ilerletti beni.

Beraber arka kapıdan çıkıp otoparka doğru giderken yüzümde engel olamadığım bir gülümseme de vardı. Teklif ederken kabul edeceğine ihtimal dahi vermemiştim neredeyse.

Bizi arabanın yanında karşıladıklarında adamlarına sözsüz bir emir vermişti ve bir dedektörle arabanın altını dolanmaya başlamışlardı.

Otopark içerden bir miktar soğuktu ancak yine de Beyazıt'ın üzerindeki ceketi çıkarıp omuzlarıma bırakması beklediğim bir şey değildi.

Adamların araması bittiğinde anahtarı doğrudan Beyazıt almış ve şoför tarafına ilerlemişti.

Ben de yan koltuğa geçtim hızlıca. Kemerimi bağladığım sırada da arabayı çalıştırdı. Rahat bir yere oturmak ise iyi gelmişti. Bir kaç dakika öylece başım geride yaslı kaldım. Doğrulduğumda anlık olarak kaşlarım çatıldı. Ben eve gideceğimizi düşünmüştüm, Beyazıt ise bambaşka bir yola sapmıştı.

"Eve gitmiyor muyuz?" dediğimde bir kaç saniye kadar bana dönmüş ve tekrar önüne dönerken de başını iki yana sallamıştı.

"Herkes gerçek bir evlilik olarak biliyor ve bir çok kişinin gözü üzerimizde olacak." Arat'ın koruma çemberi sayesinde kimse evi gözetleyemezdi ancak bunu söylemedim ve tamamen akışa bıraktım.

"Baş başa olacağız yani?"

"Bir kaç gün..." dedi sol kolunu dirseğinden camın kenarına yaslayıp olmayan sakallarını sıvazlayarak. Tek eliyle de direksiyonu tutuyordu ve bu haliyle yan profilinden dahi oldukça ilgi çekici duruyordu.

Yapmam gereken şeyler vardı ancak zaten onları yarın yapmayı düşünmek benim salaklığımdı. Kim düğününün ertesi günü işe giderdi ki?

Yolun geri kalanında ikimiz de tek kelime daha etmemiştik. Yalnızca bir kaç sefer aynadan göz göze gelmiştik ve Beyazıt araba kullandığı için bu çok kısa sürmüştü. Koltukta hafifçe yan oturmuş ve tüm yol boyunca hiç bir çekince göstermeden onu ve her direksiyonu çevirdiğinde kasılan ve gömleğin altından kendini belli eden kaslarını izlemiştim. Ne zamanki araba durdu ancak o zaman Beyazıt'a bakmayı bırakmıştım.

Dağ evi benzeri bir yere gelmiştik. Tek katlı olan bu ev biraz da büyük bir kulübeyi andırıyordu. Beyazıt'ın kemerini çözmesiyle ben de çözdüm ve birlikte arabadan indik. İnmemizle de otoparkta bana verdiği ceketine daha sıkı sarınırken buldum kendimi. Şubatın 19'undaydık ve hava hâlâ oldukça soğuktu. Üstelik gelinliğin beni soğuktan hiç korumadığını rahatlıkla söyleyebilirdim. Otelde olacağı için çok sorun olmamıştı ancak şimdi içeri girene kadar geçirdiğim yaklaşık 1 dakikalık sürede buz tutmuştum resmen.

Ben içerinin bir de ısınmasını bekleyeceğimizi düşünmüştüm ama önceden birilerine şömineyi yaktırtmış olacak ki içerisi oldukça sıcaktı. Neyse ki de öyleydi.

Tek katlı bu ev biraz büyük ve modern bir kulübe gibiydi gerçekten. Şöminenin hemen karşısında bir oturma gurubu vardı ve oturma gurubunun arkasında da amerikan tarzı bir mutfak. Ayrıca şömine duvarından amerikan mutfağın duvarına kadar olan kısım da boydan boya camdı ve doğayla iç içeydik.

Şöminenin olduğu küçük duvarla ayrılan ancak herhangi bir kapı ya da başka bir şey olmadığı için salona dahil gibi olan minik bir yatak odası içinde de geniş çift kişilik bir yatak vardı.

Yatağın tam karşısında kalan bir jakuzi ve hemen yanında köşeye konmuş bir kabin vardı. Kabin muhtemelen tuvaletti ve neyse ki onu ayırma zahmetine girmişlerdi. Yatağın iki yanında da birer komodin ve şömine duvarına yaslı bir de dolap vardı, son olarak ayak ucuna yakın da bir makyaj masası vardı ve bu koca evde başka da bir şey yoktu.

Neden böyle küçük bir yeri tercih etti acaba, Dilem? Kocamız kârûn kadar zengin, değil miydi?

Sebebi pek ilgimi çekmemekle beraber birbirimizden kaçabileceğimiz bir yerin olmaması beni hem cezbetmiş hem de bir miktar rahatsız etmişti.

Omuzlarıma bırakılan battaniyeyle hafifçe arkamı döndüm. Bütün ifadesizliğiyle battaniyeyi omuzlarıma bırakan kendi değilmişçesine ellerini ceplerine koymuş ve kara gözleriyle beni inceliyordu.

"Üşüdün... Ilık bir duş al istersen."

Bir oldukça açıkta duran jakuziye bir, bir miktar arkamda kalan Beyazıt'a baktım sözleriyle. Pekâlâ...

"Jakuziyi doldurabilir misin? Tokaları çıkarmam uzun sürecek..."

Bir şey demedi ancak dediğimi yaparak jakuziye ilerledi. Ben de makyaj masasına geçmiş ve özenle tek tek saçıma takılan tüm tokaları, çiçekleri ve takıları çıkarmıştım ve tabii hemen ardından da makyajımı. Ellerimle az da olsa saçlarımı düzelttiğim sırada Beyazıt jakuziyi doldurmuş ve başını duvar kenarına yaslamış bir şekilde beni izliyordu.

(Buradan sonrası işaretli yere kadar +18 olacaktır. 18 yaşından küçüklere ve rahatsız olacaklara duyurulur.)

Büyük bir sakinlikle ayağa kalktım ve zaten sırtı belli bir yere kadar açık olduğu için aşağıda olan fermuarı kolayca indirdim. Üzerimde ayıp olmasın diye duran gelinlik de anında bunu bekliyormuş gibi üzerimden düşmüştü.

Gelinlik sütyen giymeye uygun olmadığı için üzerimde hiç bir şey yoktu ve bir adım atarak bacaklarımdan aşağı düşen gelinlikten kurtulduğumda sadece altımda külotum vardı.

Gözlerinin üzerimde olduğunu hissedebiliyordum ve bu her bir hücremi uyarırken düşen gelinlikteki gözlerimi ağır ağır Beyazıt'a çıkardım. Gözlerinin gözlerimde olmasını pek beklemezdim ancak göğüslerime kaymadan yüzündeki o hoşnut gülümsemeyle özellikle gözlerimin içine bakıyordu. Bu cüretkar tavrımı hem beklemediğini hem de hoşuna gittiğini görebiliyordum.

Gözlerimi olağan bir şekilde gözlerinden çektim ve tekrar dönüp Beyazıt'a bakmamak için özen göstererek ağır adımlarla jakuziye ilerledim. Tam jakuzinin önünde durarak üzerimde kalan son parçayı da çıkardığımda derin bir nefes sesi işitmiş ama dönüp bakmamıştım.

En nihayetinde jakuziye girdiğimde başımı geriye atarak gözlerimi de kapattım. Suya herhangi bir şey katmadığı ve de katmadığım için şu an tüm çıplaklığımla karşısındaydım ve bu beni tahrik ediyordu. Bir yandan vücudum uyarılırken bir yandan da ılık su bedenimi gevşetiyordu.

Gözlerimi açıp bir miktar doğrulduğumda onu tam karşımda papyonu çıkarılmış, gömleğinin bir kaç düğmesi açılmış ve kolları katlanmış bir halde buldum. Bu kez alenen vücudumu izliyordu ve bunu saklamak için herhangi bir çabası yoktu, benim ondan bedenimi saklamak gibi bir çabam olmadığı gibi. Ayrıca önündeki kabarıklığa bakılırsa tek tahrik olan da ben değildim. İstemsizce dudağımın kenarını ısırırken bakışlarımı da yavaşça gözlerine çıkardım.

"İki yetişkin insanız, öyle ya da böyle beraberiz ve hayatımızda başkaları olamaz... Bence gelip rahatlamama yardım edebilirsin."

Adama sana dokunmamasını söyleyeli 24 saat anca oldu, Dilem. Lütfen bu kadar kararlı olma!

Açık söylemime karşın Arat'ın gözleri tehlikeli bir şekilde parlamış ve olduğu yerde dikleşerek bir kaç adım kadar yaklaşmıştı bana.

"Aynısını ben söylesem muhtemelen kafamda bir şey kırmıştın. Sert bir şey..."

Gülümsedim ve bilmem dercesine dudaklarımı büzerken omuzlarımı da indirip kaldırmıştım yavaşça.

"Neyse ki ben söyledim ve kafamda bir şey kırmayacağını düşünüyorum. Sert bir şey..."

Alayla gülerken kemerini çözmüştü bile. Tabii bunu yaparken bir yandan bir kez daha bedenimi baştan aşağı süzmüş ve derin bir nefes almama, bacaklarımı istemsizce birbirine bastırmama sebep olmuştu. Şimdiden ıslandığımı hissedebiliyordum.

"Cık!" dedi başını da geriye atarken ve gömleğinin kalan düğmelerine geçti.

"Kafanda bir şey kırmam... Senin için çok daha iyi planlarım var."

Bunu söylerken öyle bir bakmış, öyle bir tonlama kullanmıştı ki mümkünmüş gibi daha çok uyarılmıştım. Biraz da heyecanla ve sabırsızlıkla gömleğini üzerinden sıyırmasını ve ardından da pantolonunu çıkarmasını izlemiştim. Kolunun her hareketinde kol kasları kasılıyor ve bana seyirlik bir görüntü sunuyordu. Gözlerim şekilli ama abartısız kaslarında itinayla gezinirken o baksırını da çıkarmış ve jakuziye girmişti.

Arsızca ve hiçte utanmadan aşağı taraflarında da gezinmişti gözlerim. Dibimde durduğunda başımı bir miktar kaldırarak yüzüne baktım. Bana üstten bir bakış attı. Hakimiyetin benden ziyade Beyazıt'da olacağını anlamama yetti de arttı bakışı.

Kolumdan tutarak beni de ayağa kaldırdığında hiç duraksamadan dudaklarını dudaklarıma kapatmış ve hoyratça dudaklarıyla dudaklarımı ezmeye başlamıştı.

Adapte olmakta zorlansam da çok geçmeden ben de onun gibi hırsla dudaklarını ezmeye başlamıştım. Git gide öpüşmemiz derinleşirken dilini ağzımın içine göndermişti bile. Ne yapacağını bilemezmişçesine emaneten pazularında duran ellerim yukarı tırmanmış ve biriyle ensesinden daha çok kendime çekerken diğerini daha bugün dokusunu merak ettiğim saçlarının arasına daldırmıştım.

Saçları yumuşacıktı.

Beyazıt'ın bir eli gamzemdeki yerini korurken diğerini kalçama indirmiş ve hafifçe sıkarken beni daha çok kendine çekmiş ve çıplak bedenlerimizin hepten birbirine temas etmesine neden olmuştu.

Dudağımı ısırarak dudaklarını ayırdığında ağzımdan kaçan inlemeye engel olamamıştım. Dudakları yalnızca bir kaç salise kadar boş kalmış ve hemen ardından boynuma gömülmüştü. Yönlerimizi değiştirecek şekilde döndüğünde kendisi oturmuş ve bacaklarımı iki yana açarak benim de kucağına oturmamı sağlamıştı.

Tamamen iç güdüyle ona sürtünürken dudakları boynumdan ağır ağır göğüslerime kaymıştı. Uyarıldığı için dikleşmiş olan göğüs ucuma dilini değdirdiği anda başım geriye gitmiş ve kendimden geçerek inlemiştim.

Elleri belimde sıkı sıkıya durarak bir yere kaçmamı engellerken dudakları her iki göğsüme de ıslak dokunuşlar yaparak, minik ısırıklar bırakarak aynı işkencesine özenle devam etmişti.

En nihayetinde başını göğüslerimden kaldırdığında ve belimdeki ellerinden birini çekerek ön tarafıma getirdiğinde başımı omzuna yaslamıştım.

Eli suda olmamıza rağmen kendini fazlaca belli eden ıslaklığıma değdiğinde beklememe rağmen irkilmiş ve de inlemiştim. "Beyazıt!"

Islaklığı yavaş ve dairesel hareketlerle yayarken klitorisime gelmiş ve kesinlikle daha hoyrat davranmaya başlamıştı. İki parmağı arasında sıkıştırıyor, sert hareketlerle ovalıyordu ve bolca inlememe sebep oluyordu.

Beni sadece bu şekilde bile getirebilirdi ama o biraz daha ilerleyerek parmaklarını girişime dayamış ve iki parmağını birden içime göndermişti. Tırnaklarım omuzlarına geçerken başım da geriye gitmiş ve daha derin bir inleme bırakmıştım.

"Çok güzelsin..." derken nefesini kulak mememin hemen altına bırakmış ve ardından da boynuma öpücüklerini bırakırken parmaklarıyla gel git yapmaya başlamıştı.

Ondan ilk defa bunu duymuyordum ama bunu şu anda söylemesi içimde uyanmaması gereken hislere neden olmuştu. Ayrıca parmakları bile bu kadar tatmin ediciyken gerçeğinin nasıl hissettireceğini tahmin dahi edemiyordum ancak neyse ki birazdan öğrenecektim.

Eli içimden çıktı ve kalçamı buldu. Belimdeki elini de sıklaştırmış ve hafifçe kaldırmıştı beni. Göz göze geldiğimizde istediğini pekâlâ anlamıştım ve yalnızca bakışlarıyla verdiği emri yerine getirerek sertleşmiş erkekliğini kavradım. Hafifçe sıvazlarken gözlerini kapatmış ve hızlı nefesleri eşliğinde başını geriye atmıştı. Sertti ama bir o kadar da dokusu yumuşaktı ve avuçlarımın içinde nabız misali atıyordu.

Girişime dayadığımda beklemeden beni bırakmış ve doğrudan içime almama sebep olmuştu. Daha alışmama dahi izin vermeden kalçalarımdan tutup tekrar biraz yükselmeme ve üzerinde git gel yapmamı sağladı.

İçimdeki doluluğa biraz da olsa alışabildiğimde ben de ona yardımcı olmuş, sıkı sıkıya omuzlarından tutunmuştum.

Üzerinde yükselip tekrar içime aldıkça zıplamamdan kaynaklı olarak göğüslerim de hareket ediyordu ve bunun Beyazıt'ı daha da tahrik ettiğini görebiliyordum. Gözleri her bir anını aklına kazımak istercesine üzerimde dolanıyor ve derin derin nefesler alıyordu.

Birden kucağında benimle birlikte ayağa kalktı ve beni jakuzinin kenarına oturtturdu. Kendisi de çıkıp biraz gerilememi sağladıktan sonra tekrar üzerimdeki yerini almış ve bacaklarımı beline dolamamı sağlamıştı. Daha sert bir şekilde içimde gidip gelirken belim kavislenmişti. Yüksek sesli inlemelerime onun erkeksi inlemeleri karışırken bedenlerimizin birbirine vurma sesi ve şömineden gelen ateş çıtırtıları da bize eşlik ediyordu.

En nihayetinde sarsılarak boşalırken bacaklarımın titrediğini hissedebiliyordum. Beyazıt'ın içimde kalp gibi atan erkekliği onun da gelmeye yakın olduğunu gösteriyordu.

Ben daha boşalmanın etkisinden tam çıkamadan birden içimden çıkmış ve biraz geri çekilerek beni ters çevirmişti tepki vermeme dahi izin vermeden. Elinin birini karnımın altına yerleştirerek kalçamı biraz kaldırmamı sağladıktan sonra beklemeden tekrar içime girmiş ve hızlı bir kaç git gelin ardından artık o da gelmişti.

(+18 kısım bitmiştir.)

*

Sabah gözlerimi vücudumda gezinen ellerle açmıştım ve doğrusu bundan hiç de şikayetçi olmamıştım ve evet bir kez daha sevişmiştik. Bu gerçekten balayında olduğumuzu düşünmeme neden olmuştu üstelik ve şimdi içerde odun kalmadığı için Beyazıt kömürlüğe odun almaya gitmişti.

Ben de son 24 saat içindeki üçüncü duşumu almış ve kıyafetim olmadığı için Beyazıt'ın beyaz bir tişörtünü ve üzerine de, siyah kapüşonlu bir hırkasını geçirmiştim. İkisi de oldukça uzun olduğu için mini bir elbise vazifesi görüyorlardı.

Odadan çıkıp şöminenin önünde duraksadım. Buradan dışarda odun istifleyen Beyazıt'ı çok net bir şekilde görebiliyordum.

İkimiz de düğünden beri hiç bir şey yememiştik ve hem dünün yorgunluğuyla geç uyandığımız hem de sabah yatakta fazlaca oyalandığımız için saat ikiye geliyordu. En azından duvar saati öyle söylüyordu çünkü telefonum gelin odasında çantamla birlikte kalmıştı.

Beyazıt'tan gözlerimi zar zor ayırarak amerikan mutfağa adımladım ve dolabı açtım. Ben daha boş bir dolap beklerken beni oldukça dolu bir dolap karşılamıştı. Bir kaç gün için ve de yalnızca iki kişi için bu kadar yemek biraz fazlaydı sanki.

Dolabı biraz kurcaladım ve en sonunda en basitinden sandviç hazırlamaya karar verdim. Bulduğum mini baget ekmeklerin arasını açmıştım. İçine de bir sandviçe konabilecek ne bulduysam özenle koymuştum. Salam, peynir, domates, salatalık, marul...

Ve yine bulduğum portakalları da minik portatif bir el sıkacağıyla sıkmıştım. Çıkardığım tek tük bulaşıkları da makineye attığım sırada Beyazıt bir kucak dolusu odunla içeri girmiş ve hemen ardından da ayağıyla kapıyı kapatmıştı.

Odunları şöminenin yanına bırakmış ve aralarından iki tanesini de alarak şömineye atmıştı.

"Umarım sandviç yersin..." dedim ada tezgahın uzun taburesine oturup sandviçlerden ve taze taze sıktığım portakal sularından birini önüme çekerek.

Hazırladıklarıma kısaca baktıktan sonra yanıma ilerledi ve daha tadına bile bakmadan "Ellerine sağlık..." dedi. Gerçi sandviçti işte. Neyin tadına bakacaktı ki?

"Afiyet olsun." dedim yine de ve sandviçimden büyük bir ısırık aldım ve almamla açlığımı daha net hissettim.

Yarısına kadar soluksuz yedikten sonra bakışlarım gayet normal bir şekilde yemeğini yiyen Arat'ı buldu.

"Kaç gün kalacağız burada?"

Portakal suyundan bir yudum alırken gözlerini kısmış ve beni kısaca süzmüştü.

"Kaç gün kalmak istersin?"

Zaten doğrudan cevap verse ölecekti.

Gözlerimi yuvarlamama engel olamazken "Telefonum gelin odasında kaldı." dedim.

"Akşama doğru getirir çocuklar." dediğinde başımı salladım aşağı yukarı. Düğünden erken çıkmamız hakkında insanların ne düşündüğüne dair en ufak fikrim olmamakla birlikte çok da umurumda olduğunu söyleyemezdim.

"Neden halanlarla konuşuyorsun da amcanlarla konuşmuyorsun?" dediğimde birden, gözleri gözlerimi delmek istercesine bulmuş ancak hemen ardından olduğu yerde dikleşmiş ve rahat bir tavırla beni işaret etmişti.

"Abin neden düğünde yoktu?"

Bu sadece kendisinin değil benim de yarımım olduğunu yüzüme çarparken umursamazca omuzlarımı indirip kaldırdım.

"Öz abim olmadığını biliyorsun..." dediğimde bilmem dercesine dudaklarını büzmüş ve tezgaha yaslı elini hafifçe kaldırmıştı.

"Seni seviyor gibi duruyordu..."

Evet, beni seviyordu ama bir abi olarak değil.

"Ayrıca Ela ve Efe amcamın çocukları, amcamlarla değil amcamla konuşmuyorum."

Ben hepsini halasının çocuğu olarak düşünmüştüm.

"Akraba evliliği falan mı? Halanın da Ecem'in de soyadı Bozok."

Başıyla onayladı bu kez.

"Kuzeniyle evliydi halam."

"Boşandılar mı, öldü mü?" dedim doğrudan.

"Öldü." dedi duraksamadan ve sandviçimi işaret etti.

"Bitir hadi."

Unuttuğum sandviçimden bir ısırık alırken başımı iki yana salladım.

"Emir'i sevmiyorum." dedim ardından doğrudan. Böyle bir açıklama beklemiyor olacak ki gözleri ne yaptığımı anlamak istercesine üzerimde dolandı.

Emir mevzusunu kurcalamasını istemezdim ve ona zamanında Kerem'e de anlattığım hikayeyi anlatacaktım sorgulamaması için.

Ardından bilmezmişcesine dudaklarımı büzdüm.

"İlk zamanlarda her çocuğun yapabileceği bir şekilde kıskançtı. Annesi yoktu ve babasını da kimseyle paylaşmak istemiyordu. Anneme ve bana haliyle pek hoş davranmazdı ve ben kinci bir insanım. Kısasa kısas da sevdiğimi söylemiştim. Onun davrandığı gibi davranmaya başladım. O bunu aramızdaki çekişmeli bir oyuna çevirip beni sinir bozucu kız kardeş ilan ederken benim nefretim baki kaldı. Çocukça bir şey ama nasıl başladıysa öyle devam ediyor... Düğüne neden gelmediğini ise bilmiyorum. Konuşamadık hiç."

Omuzlarımı da umursamazca indirip kaldırdım. Aksine ilk zamanlarda Emir dediğim gibi pek hoş davranmasa da ben sebebini anlamış ve ona daha yakın durmuştum. Zamanla beni sevmişti ama keşke sevmeseydi. Onu gerçekten sever ve bir abi gibi görürdüm onun da beni bir kız kardeş olarak gördüğünü düşünürdüm hep.

Gözleri üzerimde turlarken yalan söylediğime dair bir emare aramıştı ancak defalarca kez tekrarlamaktan geçmişte gerçekten böyle olduğuna inandırmıştım kendimi.

"Benim de anlatmamı bekliyorsan çok beklersin." dedi ve bardağında kalan portakal suyunun da kalanını kafasına dikerek ayaklandı. Kendisinin de anlatması için anlattığım kanısına varmıştı sanırım.

"Söz veriyorum haber yapmayacağım." dedim gülerek ve saniyelik olarak teslim olurcasına ellerimi kaldırdım. Sonrasında da sandviçime geri döndüm.

Beyazıt bana tersçe bakarken başını da onaylamazcasına iki yana salladı.

Bir süre öylece tek kelime etmeden sandviçlerimizi yemiştik ancak birden "Dokuz Buçuk." dediğinde, şaşkınlıkla sandviçimdeki bakışlarım gözlerini buldu. Merakla ona bakarken gözleri hiç bir tepkimi kaçırmamak istercesine üzerimde dolanıyordu.

"Dokuz buçukta dışarı çıkalım." dedi ancak ikimiz de bunu söylemek için bunu demediğinin farkındaydık. Dokuz Buçuk adını duyunca vereceğim tepkiyi merak etmişti ancak sebebini anlayamamıştım. Dokuz Buçuk ismini duyup duymadığımı merak etmişti belki de.

"Olur..." dedim neden böyle bir şey söylediğini anlamak için koyu gözlerine bakarken.

Başını aşağı yukarı sallarken içeriyi işaret etti.

"Ben biraz daha uyuyacağım..."

Başımla onayladım onu.

"İyi uykular..." dediğimde duvarın arkasında kalan yatağa ilerlemiş ve görüş açımdan çıkmıştı.

Arkasında da kafası allak bullak olmuş beni bırakmıştı.

*

Beyazıt uyuduğunda tabaklarımızı ve bardaklarımızı da hızlıca makineye atmıştım ve sehpanın üzerinde bulduğum bir kitabı yaptığım kahve eşliğinde okumaya başlamıştım. Jane Austen, Akıl ve Tutku...

Kitap sarmıştı ve de tabii yapabileceğim daha iyi bir şey yoktu. Boydan camın ve de şöminenin önünde akşama kadar kitap okumuştum. Ne zamanki kapı tıklatıldı o zaman kitabı ters çevirerek sehpanın üzerine bırakmış ve ayaklanmıştım.

İçimdeki beyaz tişörtten dolayı göğüs uçlarım belli oluyordu ve bu sebeple hırkanın fermuarını çektim ve kapıya ilerledim ancak arkamdan gelen sesle duraksamak zorunda kaldım.

"Bekle!"

Beyazıt'a döndüğümde üzerinde bir şey olmadığını ve yalnızca eşofman altıyla bana doğru ilerlediğini gördüm. Kaslarındaki minik çiziklerin bana ait olduğunu bilmek yutkunmama neden olurken Beyazıt yanıma gelmiş ve beni kapının arkasında kalacak şekilde geriye çektikten sonra kendisi kapıyı açmıştı.

Güvenlik için mi yapmıştı yoksa üzerimi mi uygun bulamamıştı anlamamıştım ancak çok da takmamaya karar verdim.

"İstediklerini getirdim abi." Çıkan hışırtılardan Beyazıt'a bir şey verdiğini de anlamıştım ancak kapının arkasında kaldığım için göremiyordum.

"Güvenlikten yana bir sıkıntı yok değil mi? Hiç kimse bu eve 2 kilometreden fazla yaklaşmayacak."

"Merak etme abi, her şey tamam. Ozan abi de öğleden sonra gelip kontrol etti zaten."

Beyazıt'ın başını salladığını görebilmiştim.

"Başka bir isteğin var mı abi?"

"Yok hayır, sen adamları boş bırakma yine de. Gözün hep üzerlerinde olsun."

Adam başıyla onaylamış olacak ki biraz geri çekilerek kapıyı kapatmıştı, Beyazıt. Elinde şu siyah spor çantalarından vardı.

Çantayı öylece yere bırakırken bedenimi kollarından yaptığı kafesin içine aldı ve üzerime eğildi.

"Kapı bu halde açılmaz, sevgili karım."

"Hmmm..." dedim uzata uzata ve dudaklarımı içeri doğru büktüm ve bakışlarımı çıplak üst bedeninde gezdirdim uzun uzun.

"Ama böyle açılır öyle mi?" dedim kapının önünde çıplak olmasından sebep üşümüş olan kaslarında ellerimi dolaştırırken.

"Benim bedenimin ilgisini çekmediğine eminim." dedi daha da üzerime eğilip dudaklarıma minik bir öpücük bırakmadan hemen önce.

"Benim ilgimi fazlasıyla çekiyor..." dedim dudaklarımı dudaklarından azıcık ayırıp, bakışlarımı gözlerine çıkarırken.

Gözleri şaşkınlıkla bir miktar irileşirken yüzü de garip bir hâl almıştı.

Hayretle "Bu kadar arsızlaşmak için evlenmeyi mi bekledin?" dediğinde ise minik bir kahkaha atmış ve omzundan ittirerek kolları arasından çıkmıştım.

"Evlenmeden olmazdı..." dediğimde de alayla, gözlerini yuvarladı.

Ciddileşirken hafifçe yüzümü de buruşturdum.

"Senin daha insan gibi davranmanı bekledim!" dedim biraz önce oturduğum koltuğa tekrar bedenimi atarken ve elime de kitabı aldım tekrar.

Kendisine de kitabın ardından kaçamak bir bakış attığımda mutfak tarafına geçtiğini görmüştüm.

Yemek hazırlayacaktı sanırım.

"Ne hazırlıyorsun?" dediğimde bir eli dolap kapağında bir şekilde omzunun üstünden bana döndü.

"Neden? Yardım mı edeceksin?"

Bıkkın bir nefes verirken ona ters ters bakmış ve de başımı iki yana sallamıştım.

"İyi böyle!" derken de doğrulmuş ve kitabı bir kez daha ters çevirerek sehpanın üzerine bırakmıştım.

Ardından gidip Arat'ın yere bıraktığı çantayı almış ve içinden de kendi minik çantamı bulmuştum, kıyafetlerin arasından.

Çantamı alarak tekrar koltuğa oturdum. Çantamın içinde telefonumu ararken annemin verdiği kutuyu kazara düşürmüş ve açılmasına sebep olmuştum.

Kutudan fırlayan altın bilezik ayaklarımın dibinde dururken kaşlarımın çatılmasına da engel olamamıştım.

Gerçekten ihtiyacın olduğunda aç, demişti annem. Bu bileziğe düşecek kadar fakir kalırsam zaten bu bilezik hiç bir şeye yaramazdı. Normal hediyesiyle karıştırdı desem böyle bir şey kullanmayacağımı bilirdi.

Anlam veremesem de annemin bir bildiği olduğunu düşünerek önce kutusunu ardından bileziği aldım yerden ve o an gözüme çarpan parıltıyla duraksadım. İçine minicik kazınmış bir telefon numarası vardı.

Gözlerim numarayı defalarca kez aklıma kazımak istercesine arşınlarken telefonumu bulup numarayı tuşlamamak için de zor duruyordum.

Zorda kalırsam annem değil de numaranın sahibi mi koruyacaktı beni? Açtığımı söylersem annem kızardı ve sorularıma da cevap alamazdım. Nasıl bir sistemi olduğunu bilmiyordum ve belki de bir arama yaptıktan sonra bir daha ulaşamayacaktım.

İşimi riske atmak istemiyordum ve daha sonra daha müsait bir zamanda ne yapacağıma karar vermek için tekrar kutusuna yerleştirdim. Annemin bilinmezlikleri artık cidden canımı sıkıyordu.

Kutuyu tekrar çantama bırakırken telefonumu da bulmuştum. Hiç arama olmasa da bir çok mesaj vardı.

Gelemeyen bir kaç kişi hem özür diliyor hem tebrik ediyordu, Didem'den ise tam 69 mesaj vardı ve 69 mesajını hiç üşenmeden tek tek okumuştum.

Ablaaağğğ!

Siz bir gittiniz olaylar olaylar...

Zaten an kolluyorlardı da misafirler gidince annem ve Sanem hanım saç baş kavga etti resmen!

Şaka şaka!

Gül diye! Zaten buzlar kraliçesinin klasına ters...

Tamam saç baş kavga etmemiş olabilirler ama bakışlarıyla birbirlerini bin kez öldürdüler.

Sanem hanım erken ayrılmanızın yakışıksızlığınızdan yandı ve Beyazıt abinin normalde böyle bir şey yapmayacağını söyleyerek alenen senin başının altından çıktığını ima etti.

İnanılır gibi değildi ama Sanem hanım haklıydı. Tamamen benim başımın altından çıkmıştı.

Annem de size sinirliydi bu arada ama zaten Sanem hanıma patlayacak yer arıyordu. Bir başladılar...

Bu arada sen bu kadına ne yaptın bu kadar? Nefret ediyor resmen senden. Sanem hanım bir ara 'Anası ne ki kızı ne olsun?' dedi. Orada harbi bir an saç baş girecekler sandım.

Yalnız annemi görmen lazımdı. Sadece bakarak Sanem hanımı susturdu. Kadın ne kadar korktuysa 'Öyle demek istemedim.' falan dedi. Annem de 'O zaman konuşmadan önce iki kez düşünün, Sanem hanım çünkü kızım hatırına söylemediğim şeyleri söylememek ve geri dönüşü olmaksızın kalp kırmamak için zor duruyorum.' gibisinden bir şeyler dedi.

Sonra bunun üzerine Sanem hanım gülmez mi? Annem de gülümsedi ve 'Ne o?' dedi. 'Komik mi geldi..? Tabii siz kızınız için bir şeylere katlanmadığınız için anlamamanız normal, siz daha çok kızınızın sizi idare etmesine alışmışsınız, gerçi bu kızınıza özel de değil, genel olarak herkes sizi idare ediyor.' Burayı aşağı yukarı anlasam da bence bilmediğim bir şey daha var.

Sonra ne oldu dersin?

Kadın bildiğin sinirden kıpkırmızı kesildi. Bildiğin böyle pancar gibi kızardı. 'Anneliğime laf edemezsin...' diye başlayacakken Ecem abla girdi araya. Onun da bayağı yüzü düşmüştü. Sonra Ecem abla annesini götürdü falan, sonra annem gidip Ecem abladan özür diledi. Onu katmayı asla istemediğini ancak bir anlık sinirle olduğunu falan filan...

Ve daha sonrasında da nasıl Baha savcının halası adına özür dilediğini ve Ahmet abinin de gelerek Sanem hanımla daha alttan alır cinsle 'Öyle ya da böyle çocuklar evlendi ve ister istemez yüz yüze geleceğizle...' başlayan konuşmasını ballandıra ballandıra anlatmıştı. Ve tam olarak bunlar yaşanırken sanırsam biz sevişmekle meşguldük.

Mesajlar bittiğinde derin bir nefes alarak omzumun gerisinden amerikan mutfakta bir şeyler doğrayan Beyazıt'a baktım ve telefonumu da sehpanın üzerine bırakarak yanına ilerledim.

Şu an gerçekten de biscolata erkekleri gibi değil mi, Dilem? Erkekler yemek yaparken çok seksi oluyor. Kocanın eline de ayrı bir yakışmış şimdi...

Narenciye'nin aklımı bulandırmaması için başımı iki yana sallarken tam girişe geldiğimde durdum ve omzumdan duvara yaslandım. Bana göz ucuyla baktığında ben de önünde doğradığı mantarlara bakıyordum.

Sanırım menüde köri soslu tavuk ve makarna vardı.

"Annem ve halan kavga etmiş." dediğimde sadece bir kaç salise önce kesme tahtasına dönmüş olan gözleri beni buldu.

"Nasıl?" dedi şaşkınlıkla da. Kaşları belli belirsiz çatılmış ve bu durumun hoşuna gitmediği tüm yüzüne yansımıştı.

Bilmem dercesine dudaklarımı büzdüm ve ellerimi havaya kaldırdım.

"Haber kaynağım Didem ve kendisinin pek güvenilir bir haber kaynağı olmadığını söyleyebilirim. Abartıları vardır muhtemelen ama bayağı bizim erken ayrılmamız ve misafirlerin de gitmesiyle atışmışlar."

Beyazıt başını iki yana sallarken sıkıntılı bir nefes de vermişti.

"En azından misafirlerin gitmesini beklemişler."

Gülerek onu başımla onaylarken ayakta durmaktan sıkılarak arkasındaki bar taburesine oturdum.

"Evet, bu da bir şey..."

"Tatlıya bağlanmış mı bari?" dedi mantarlarını doğramaya devam ederken.

"Baha savcı halası adına annemden, annem Ecem'i karıştırdığı için Ecem'den özür dilemiş. En son da Ahmet abi öyle böyle yüz yüze bakacaklarına ve uzatmamaları gerektiğine dair kıssadan hisse vermiş. Yani ne kadar tatlıya bağlanabilirse o kadar bağlanmış."

Arat başını ağır ağır aşağı yukarı salladı.

"Haberimiz yok..." dedi ardından da bana omzunun üzerinden dönerek. Onun neden böyle bir şey istediğini anlamasam da benim işime gelirdi. Annemden bizi kimlerle muhatap ediyorsun başlıklı konuşmayı dinlemezdim en azından.

"Neyden?" dedim bilmiyormuşçasına ve masanın üzerinde duran bademlerden bir tane alarak ağzıma attım.

*

"4.'ye ne oldu?" diye sordum. Film bitmiş jenerik gelmiş ve ciddileşmiş, olduğum yerde doğrularak bacaklarımı koltuktan aşağı sarkıtmıştım.

Anlamadığını belirtir bir şekilde başını kısaca iki yana salladı ve göz kırptı. Filmde öldürülen adam sayesinde aklıma gelmiş ve hiç sorgulamadığım bir gerçeği gözlerimin önüne sermişti.

"İkisini ben öldürdüm, birini sen, dördüncüsüne ne oldu?"

O zaten tekli koltukta oldukça normal bir şekilde oturuyordu ancak yine de biraz öne eğilerek daha da ciddileşti.

"Fatih..." dedi herhangi bir duraksama ya da yalan emaresi göstermeden.

"Sen korumaları çekmemi istediğinde ne yapacağını görmek için yalnızca Fatih'e izleme emri vermiştim. Herhangi bir müdahalede bulunmaması gerekiyordu ama şanslısın ki insiyatif kullanmış."

Şans... Hep bir miktar da şanslı olduğumu düşünmüşümdür ve şu an Arat da aynını iddia ediyordu. Kendimi koruyabilecek fiziksel ve zihinsel yeterliliğe sahiptim ancak yetemediğim yerde de şansım yaver giderdi ama o şans belki de en çok ihtiyacım olan anda gelip beni bulamamıştı.

Benim kadar hem bir o kadar şanslı hem de bir o kadar şanssız bir insan daha yoktu sanırım dünya üzerinde.

"Bir ara teşekkür etmeliyim o zaman..." dedim ve koltuktan ellerimi dayayarak destek aldım. Ayaklandığımda bakışları üzerimdeydi.

Onu çok da umursamadan oda tarafına geçtim ve çantadan bulduğum siyah bir taytı ve yine siyah, uzun kollu, göbeği açık dar badiyi Arat'ın tişörtünü çıkararak üzerime geçirdim. Bir de siyah şişme mont vardı ve beyaz spor ayakkabıların ardından onu da üzerime geçirdim.

Son günlerde turuncudan fazlaca uzak kalmıştım ve bu artık canımı sıkıyordu. Tekrar salon tarafına geçtiğimde Arat bıraktığım yerdeydi. Odaya girmemle bakışları tabletinden çekilerek beni bulmuş ve baştan aşağı süzmüştü.

"Nereye?" dedi hâlâ gözleri üzerimde dolanırken.

"Yürüyeceğim biraz." dedim duraksamadan kapıya ilerlerken.

"Çok uzaklaşma. Koruma çemberinin dışına da çıkma."

Söylediklerine herhangi bir tepki vermezken kapıyı açarak doğrudan dışarı çıkmıştım. İçimde garip bir his vardı. Nedenini söyleyemezdim ama bir şey olacaktı. Ve hatta bir şeyler... En son böyle hissettiğimde 13 yaşında bir çocuktum ve 1 ay içinde hayatım geri dönüşü olmaksızın değişmişti.

Verdiğim nefeslerle hissi içimden atmak istercesine derin derin nefesler alıp veriyordum. Genelde böyle durumlarda soğuk bana iyi gelirdi ama şu an soğuk hava yalnızca kendimi daha kötü hissetmeme neden oluyordu.

İçimdeki sıkıntı giderek büyürken yürümeyi bırakmış ve öylece ormanın ortasında durmuştum. Bacaklarım beni taşımayı reddederken bir ağacın dibine çökerek sırtımı ağaca yaslamıştım.

"Lütfen!" dedim göğe bakarak.

En son Allah'tan bir şey istediğimde 13 yaşındaydım.

"Bu kez bir şey olmasın... Lütfen! Yanılıyor olayım. Beynimin bana oynadığı bir oyun olsun. Lütfen!"

 

Loading...
0%