Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16. Bölüm

@__kao__

Belinden tutup havaya kaldırdığımda neşeli bir kahkaha bırakan Buse'yle istemsizce ben de gülmüş ve geri indirdiğimde yanağına minik bir buse bırakmıştım.

"Aa!!" dedi neşeyle bağırarak ve camdan gözüken iniş yapan uçağı işaret etti.

"Vuğğ!" gibi garip bir sesle bağırdığında "Uçak mı o ablacım?" demiştim sorarcasına.

Beni hızlı hızlı başını sallayarak onayladığında annesinin iki yandan topladığı minik at kuyrukları da sallanmıştı ve bu çok tatlıydı.

Benimle yetinmemiş ve yanımda duran Beyazıt sanki kendisine bakmıyormuş gibi minik işaret parmağıyla omzunu dürtmüş ve hemen ardından da aynı işaret parmağını tekrar uçağa çevirmişti.

"Abi! Vuğğ!"

"Evet, güzellik. Uçak." dediğinde Beyazıt, Buse bir kez daha etrafına bakınmış ve bu seferde gözüne Didem'i kestirmişti.

Sanırım herkese tek tek uçağı göstermek konusunda kararlıydı.

Didem'e seslense de Didem asla dönmemişti. Muhtemelen bana dediğini sanarak üzerine alınmamıştı.

"Aba!"

Son kez bağırdığında da dönmeyince kucağımda çırpınmıştı yere inmek için.

Yere bıraktığımda da paytak adımlarla koşarak Didem'in yanına ilerlemiş ve ona da uçağı göstermişti. Ardından anneme ve ondan sonra da Ahmet abiye, sonra annesine.

Erdem valizleri vermekle meşguldü.

Ezgi, Buse'yi kucağına alarak yanağını öpmüştü. Bu sırada göz göze geldiğimizde onlarda olan bakışlarımı Beyazıt'a çevirdim. Halihazırda bakışları üzerimdeydi.

Neden benimle geldiğini anlamamıştım ama gelmişti işte.

"Çocukları seviyorsun..."

"Buse'yi seviyorum." diyerek düzelttim Beyazıt'ı ve Didem'in bu tarafa geldiğini fark ettiğimde "Misal Didem'i bebekken hiç sevmezdim, şimdi de idare ediyoruz." dedim takılmak için.

"Hey!" dedi. Normalde yanımızdan geçip muhtemelen tuvalete ya da büfeye gidecek olsa da söylemimle durmuştu.

"Benden daha iyi bir kardeşe hiç bir zaman sahip olamazsın! Benim gibi bir kardeşin olduğu için yat kalk dua et!"

"Baha savcı gibi bir kardeşin olduğu için şükretmelisin. Didem gibi bir kardeşin de olabilirdi." dedim Didem'i duymazdan gelerek ve bunun üzerine Didem bana dil çıkararak büfeye doğru ilerlemişti.

Sinir etmeye bayılıyordum.

"Sadece biraz ergen." dedi Beyazıt da Didem'in arkasından gülerek bakarken.

"Biraz mı?" dedim ben de gülerken.

Hayatımda Didem kadar ergen bir insan daha tanımamıştım.

"Kerem?" dedi birden alakasız bir şekilde.

"Ne zamandır arkadaşsınız?"

"6 yıl olacak." dedim sorusunun nedenini anlamasam da.

"Neden sordun?" da dediğim sırada kaşları şaşkınlıkla havalanmıştı.

"6 yıl..!" dedi ardından da inanamazmışçasına.

"Neden sordun?"

Sorumu tekrarlamamın üzerine omuzlarını indirip kaldırdı.

"Daha önce kimse sisteme sızamamıştı. Kerem'e iş teklif ederken oldukça ciddiydim."

Başımı iki yana salladım.

"Tek tabanca takılır o. Şimdi sen ettin diye hiç kabul etmez ama normalde de etmezdi zaten."

Elleri belimi bulurken bir adım kadar ona yaklaşmak durumunda kalmıştım.

"Bu kadar asosyal biriyle nasıl arkadaş olabildin?"

"Üniversitede..." dedim bilmem dercesine de dudaklarımı büzerken. Nasıl tanıştığımızı da nasıl arkadaş olduğumuzu da tam olarak hatırlamıyordum. Bir şekilde olmuştu.

"Ayrıca o kadar da asosyal değil, sadece insanlara alışana kadar biraz yabani."

"Kaç kişiye alışık?" diye sordu bu kez de kaşlarını havalandırarak.

Babasıyla sorunları vardı, annesi sanırım ölmüştü. Tek arkadaşı da bendim. Başka herhangi biriyle konuştuğunu, görüştüğünü ne görmüş ne de duymuştum.

Uzun bir sürenin ardından "Sanırım sadece bana." dediğimde güldü.

"Bayağı sosyal(!)" de dediğinde alayla, gözlerimi yuvarladım.

Kerem'i bir miktar zorla da olsa kendimle beraber yurt dışına çıkarabilmiştim. Beraber tatil yapmış, kaliteli zaman geçirmiştik ve de sohbeti sarıyordu, tabii başını bilgisayarından kaldırabildiğinde. Genel olarak da mükemmel bir arkadaştı ve kendisini seviyordum.

"Nereyle çalışıyor?"

Bu sorgusu artık biraz garibime giderken alayvari bir gülümseme takındım yüzüme.

"Numarasını veriyim kendisine sor diyeceğim ama sende zaten vardır..."

Nereyle nasıl çalıştığını da biliyordu muhtemelen ve bunları bana sorması gerçekten oldukça garipti.

"Yok." dediğinde gözlerim inanamazcasına kısıldı.

"Kerem'i araştırmadığına inandıramazsın beni."

Beyazıt'ın çehresi ciddileşirken koyu gözleri de yeşil gözlerime sabitlendi.

"Araştırdım tabii ama kendisini korumayı biliyor. Hiç bir şey bulamadım neredeyse."

Koskoca Beyazıt Arat, Kerem hakkında hiç mi bir şey öğrenememişti? Telefon numarasını bile mi öğrenememişti?

Kerem'e hak ettiği değeri mi verememiştim, yoksa Beyazıt'ı mı gözümde çok büyütmüştüm anlayamıyordum şu an.

"Kerem'e numarasını sana verip veremeyeceğimi sorarım." demekle yetindim. Beyazıt'ın gözleri kısıldığında da omzumu indirip kaldırdım.

"Numarasını herkese vermez."

Rastgele insanlara onu arayıp rahatsız etme hakkını vermeyi yanlış buluyormuş beyefendi. Neredeyse her önüme gelene numaramı veriyordum. Tabii bu sık sık numara değiştirmeme neden oluyordu ancak iş ve özel olmak üzere iki telefon taşımayı da sevmiyordum.

"Zahmet etme!" dedi Beyazıt iğneli bir tavırla ancak neye tavır yaptığını da anlamamıştım. Zaten bugün hiç bir şeyi anlayamıyordum. Kafam gereksiz bir şekilde çok doluydu.

"Gerekirse bizzat evini ziyaret ederim, malum sayende biliyorum."

Ve evet böyle bir durum da vardı ama zaten Kerem kimseyle görüşmek istemediği zamanlarda o kapıyı açmazdı ve bu sebeple de bunu dert etmedim.

Tam bu esnada uçağın kalkış anonsu verilmişti. Arkama, Ezgi'ye, döndüğümde Beyazıt'ın elleri de belimden inmişti.

Erdem de gelmişti biz konuşurken ve bunu fark edememiştim. Ezgi'nin annemlerle vedalaştığı sırada ben Erdem'den Buse'yi almıştım.

"Yine gel bir tanem, olur mu? "

"Aba, ge!" derken eliyle uçağı gösteriyordu. Sanırım onlarla uçağa gelmemi istiyordu.

"Olur, ben de gelirim yanınıza ama sonra. Şimdi gelemem."

Buse şimdi onlarla gelmeyeceğimi anlamış olacak ki dudaklarını büzdü.

"Öpebilir miyim seni?" diye sorduğumda ise dudaklarını büzerek başını aşağı yukarı salladı. Bunun üzerine de yanağına sert bir öpücük bıraktım.

Buse de uzanıp yanağıma bir öpücük bıraktığında abartılı bir şekilde "Hıh!" dedim ve diğer yanağından da öptüm. Ardından da boynuna bir buse bıraktım ve kahkahalarla gülmeye başladı.

Her ne kadar istemesem de hem diğerlerinin Buse'yle vedalaşabilmesi hem de benim Ezgi ve Erdem'le vedalaşabilmem için Buse'yi anneme vermiştim.

Ardından önce Erdem'le hızlıca sarılmış ve vedalaşmıştık. Sıra Ezgi'ye geldiğinde ise ikimiz de önce bir duraksamıştık. Kısa bir bakışmanın ardından aynı anda birbirimize doğru birer adım atmış ve sıkıca sarılmıştık.

"N'olur bana kızma." demişti hâlâ sarıldığımız sırada.

"Kızmıyorum." demiştim her ne kadar doğru olmasa da. Ezgi de bunun doğru olmadığının farkındaydı ancak bir şey dememişti. Benden ayrıldıktan sonra Beyazıt'la da kısaca vedalaşmıştı. Erdem'le zaten biz Ezgi'yle sarılırken el tokuşarak bir şeyler konuştuğunu göz ucuyla görmüştüm.

Ardından onlar uçağa binmek üzere yanımızdan ayrılırken biz geride kalmıştık. Erdem'e karşı hep nötr kalmıştım. Ne seviyor ne de sevmiyordum ancak tabii ki Buse ve Ezgi için ona saygı duyuyordum yine de keşke bir yolu olsaydı da Ezgi ve Buse burada kalsalardı. Ne yazık ki Erdem'in işi yüzünden bu pek mümkün değildi.

Uçak kalkışa geçerken annem gelip şakağıma bir öpücük bırakmıştı. Kolunu da kolumun üzerine tüm zarafetiyle bırakmış ve hafif hafif okşamaya başlamıştı.

"Kendi hayatı tatlım... Görkem'in emaneti o bana ama artık kocaman bir kadın ve hayatına belli ölçüde müdahale edebiliriz."

Sıkıntılı bir nefes verdim ve yan dönerek annemden biraz uzaklaştım. "Ben gidip menajerle konuşacağım. Kenan Yılmaz'la bir röportaj ayarlamaya çalışacağım."

Annem birden işe geçmemle duraksamıştı.

"O işi sen bırak." dedi birden, toparlanabildiğinde.

"Hoşuma gitmeyen bir şeyler var orada. Bir altında ne var, arkasında kim var öğrenelim sonra açıktan muhatap oluruz gerekirse."

Uzatmamak için annemi başımla onaylasam da öyle bir şey olmayacaktı. Bu işi bırakamazdım ancak menajeriyle görüşmeyi erteleyebilir ve bunun yerine eski menajerine gidebilirdim.

"Tamam, sonra görüşürüz." dedim anneme ve gitmek için Beyazıt'a döndüm.

"Nereye gideceksen bırakayım." dedi Beyazıt elini belimdeki yerine yerleştirirken.

"Olur." dedim Beyazıt'a gülümseyerek ve Ahmet abiyle Didem'e de kısaca el salladım. Ardından da Beyazıt'la birlikte havaalanının çıkışına doğru ilerlemeye başladık.

"Çok çabuk kabullendin. Konu da ne bilmiyorum ama yıllardır bu işin içinde olan annenin ön görülerini hiçe saymayacak kadar zeki olduğuna inanıyorum karıcığım."

Kısık gözleri altından beni süzüyor ve amacımın ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

"Tabii ki..." dedim Beyazıt'a yapmacık bir gülümseme sunarken.

"Bir de muhtemelen ben bu gece sabahlayacağım." diye de ekledim. Niyetim biraz da konuyu değiştirmekti.

"Evde de sabahlayabilirsin. Hatta beraber de sabahlayabiliriz. Sevişe sevişe..." dedi Beyazıt beni tiye alarak. Yüzünde de ne yazık ki ona fazlaca yakışan çapkın bi' gülümseme vardı. Olduğum yerde durduğumda Beyazıt da benimle birlikte durdu. Beyazıt'a doğru dönmüş, ellerimi ağır ağır omuzlarına çıkarmış ve yüzüme şuh bir gülümseme takınmıştım.

"Başka bir güne..." dedim dudaklarımı büzerken de.

"Başka bir geceye..."

Dudaklarına da hızlı bir öpücük kondurdum.

"Sözüm olsun." da diyerek sözlerimi noktaladığımda Beyazıt'ın elleri iki yandan belimi sarmış ve benim hızlı öpücüğümün aksine uzun uzun öpmüştü dudaklarımdan. Hızlıydı ama her bir dokunuşunu en ince ayrıntısına kadar bana hissettirebiliyordu.

"Sözünü tutmazsan..?"

Dudakları hâlâ dudaklarımdayken kurduğu cümle üzerine, dilimin onun dudaklarına da değmesini umursamadan dudaklarımı ıslattım.

"Emin ol büyük bir zevkle tutacağım..." dedim kollarımı boynuna daha da sıkı dolarken ve derin bir nefes çektim ciğerlerime. Dudakları bir kez daha dudaklarımın arasına sızdı, tadını çıkararak uzun uzun öpüştük.

*

"Yine mi siz?"

"Bakın ben de ha bire buraya gelmekten zevk almıyorum ancak sizinle konuşmam gerekiyor."

Helin içine derin bir nefes çekerken kapıyı biraz daha aralayarak içeriyi işaret etti.

"Buyurun ama istediğinizi bulamayacaksınız." dedi yenilgiyle ya da önceden kararlaştırıldığı üzere. Bu kadar çabuk kabul edeceğine inanmıyordum aksi takdirde.

Yine de bunun özelinden bir şey dememe kararı almış ve duymazdan gelerek "Ayakkabılarla girebilir miyim?" demiş ve eşikte durup sorarcasına kendisine bakmıştım.

"Tabii..." dedi Helin ve beni çizmelerimi çıkarma derdinden kurtardı böylece. Üzerimde beyaz straplez elbisem ve uzun beyaz çizmelerim vardı. Ve tabii ki yine beyaz olan kabanımla birlikte.

İçeriye daha ilk adımımı atmıştım ki "Yenge!" diyen ses beni durdurmuş ve hatta arkama dönüp bakmama neden olmuştu.

Fatih'in şu an burada olması işimi baltalamaktan başka bir şey değildi ancak yine de sakinliğimi elde tutmaya çabalayarak ne olduğunu sorarcasına başımı salladım.

Arkamda kalan Helin'e kısa bir bakış attıktan sonra "İki dakikanı alabilir miyim?" demişti tereddütle.

Bıkkın bir nefes vermiş ve Helin'e dönmüştüm.

"Pardon, önemli olmalı..." dediğimde beni başıyla onaylamakla yetindi.

Bir kaç büyük adımla Fatih'in yanına ulaştım.

"Ne oldu?" da dediğimde sinirle, sinirlendiğimi anlayarak mahcup bir tavra bürünmüştü. Kendime onun da bir emir eri olduğunu hatırlatarak sakin olmaya çabaladım.

"Eve girmesen mi? Güvenli değil! Abim gebertir bizi."

Ağzımdan kötü bir şey çıkmaması için dilimi ısırdım ve sinirle arkamı döndüm.

"Yenge!" demişti ancak onu takmadan beni bekleyen Helin'e doğru ilerlemiştim yüzümdeki sabit gülümsemeyle.

"Beklediğin için teşekkür ederim..."

Hırkasını sıkı sıkıya kollarıyla birlikte beline doladı ve umursamadan arkasını dönerek içeri doğru ilerlemeye koyuldu tekrar.

Ben ise ardımızdan kapıyı kapatmış ve peşinden içeri doğru ilerlemeye koyulmuştum. Ev zevkli döşenmişti, tek başına yaşaması için oldukça büyük bir evdi. Üstelik lükstü de.

"Bir şey içer misiniz?" dedi tamamen kibarlıktan olsa gerek çünkü bir an önce gitmem için gözümün içine bakıyordu adeta.

"Hayır, teşekkür ederim."

Gösterdiği koltuğa otururken üzerimdeki kabanı çıkarmış ve beyaz straplez elbisemle kalmıştım yalnızca.

"5 yıl boyunca Kenan Yılmaz'ın menajerliğini yaptınız

"5 yıl boyunca Kenan Yılmaz'ın menajerliğini yaptınız." dediğimde "Yani!" dercesine dudaklarını büktü.

"Evet, yaptım ve bu bir sır değil."

"Yaklaşık 2 yıl kadar önce de yanından ayrıldınız."

"Evet, bu da bir sır değil, Dilem hanım." dedi sıkılmış bir tavırla.

"Bu 5 yılda size ya da başka birine zorla dokunmadı mı? Buna şahit olmadınız mı? Çünkü ben bunun anlık bir şey olduğunu da tek seferlik bir şey olduğunu da düşünmüyorum."

Saçlarını kulaklarının arkasına sıkıştırırken derin de bir nefes almıştı içine.

"Ne yazık ki düşüncelerimiz her zaman doğru çıkmayabiliyor. Eğer gerçekten böyle bir şey yaptıysa cezasını çekmesini ben de canı gönülden isterim ama böyle bir şey ne başıma geldi ne de şahit oldum..."

Gülümserken başımı iki yana salladım ağır ağır. Hiç samimi gelmiyordu şu an.

"Kenan beyin kariyerini çok iyi yönetiyordunuz. Aranızda bir sorun var gibi de gözükmüyordu. Neden ayrıldınız yanından?"

Ellerini birbirine sürterken dudaklarını da ıslatmıştı. Yavaş yavaş tedirgin olduğunu hissedebiliyordum.

"Biraz daha kişisel bir sebepten. Kendime yeterince vakit ayıramadığımı, bu sektörün bana yaramadığını fark ettim. Kenan da kararımı anlayışla karşıladı."

'Öyle mi?' dercesine kaşlarımı havalandırırken dirseklerimi dizlerime yaslayarak öne doğru eğildim.

"2 yıldır ne bu sektörde ne de başka bir yerde çalışmamışsınız Helin hanım. Evli değilsiniz, anladığım kadarıyla bir ilişkiniz dahi yok, anneniz- babanız ölmüş, bir kardeşiniz yok. Sorum hadsiz gelecek belki ama bu değirmenin suyu nereden geliyor?" dedim doğrudan bu evi işaret ederek.

"Dediğiniz gibi hadsiz bir soru!" dedi sinirlendiğini bana göstermekten çekinmeden.

"Ancak merakınızı giderelim. Bu ev amcamın. Birikmişim vardı biraz. İki yıldır o parayla idare ediyorum."

Asgari ücret kadar harcamış dahi olsa ki fazlasını harcadığı her halinden belli oluyordu bu epey bir para ederdi. Alenen yalan söylüyordu ancak bir şey demeden başımı salladım aşağı yukarı.

"Yani hiç bir şeye şahit olmadığınızı, size karşı da bir yanlışını görmediğinizi söylüyorsunuz? Sizi tehdit edip bastırmadığını, belki başka bir şey karşılığında susmadığınızı..."

Son cümlemle gözüm evi taramıştı ve adeta başka bir şey derken parayı kast ettiğimi belirtmiştim.

"Evet ve sanırım size ayırabileceğim sürenin sonuna geldik!" dedi gereğinden agresif bir tutumla.

"Vaktinizi bana ayırdığınız için teşekkür ederim ve son bir şey söylememe daha izin verin lütfen..!" derken ayaklanmış ve kenara bıraktığım kabanımı sırtıma geçirmiştim.

Saçlarımı kabanın içinden çıkarırken "Buyurun!" demişti 'Söyle de git!' dercesine.

"Siz yardım etseniz de etmeseniz de elbet bir açık vardır ve bunu bulacağıma emin olabilirsiniz ve eğer işin içine siz de dahilseniz, bilip de susuyorsanız sizi de yakmaktan çekinmem Helin hanım."

"Polisi aramadan defol evimden!" dedi sertçe. Bu kadar sinirlendiğine göre gerçekten bir şeyler biliyor olmalıydı.

"İyi günler!" dedim biraz önce beni kovmamış gibi gülümseyerek ve ekledim.

"Yolu biliyorum, zahmet etmeyin..."

*

Asansöre doğru ilerlerken telefonumun titremesiyle cebimden çıkardım. Didem bir link atmış ve hemen altına bir çok alev emojisi atmıştı.

Merak ederek linke tıklarken bir tiktok videosu çıkmıştı karşıma. İçerisinde benim olduğum bir video. Beyazıt'ın olduğu bir video. Bugün çekilmiş bir video. Öpüşürken çekilmiş bir video.

Asansöre ulaştığımda agresif bir tutumla tuşa bastım.

Hatırı sayılır takipçisi olan bir kız bugün havaalanında öpüşürken bizim videomuzu çekmiş ve paylaşmıştı. Gerek kızın kendi kitlesi gerek de Beyazıt'ın kitlesi sayesinde de kolayca keşfete oradan da gündeme düşmüştü.

Yaptığım onca haberin, yapılan onca iyi haberin, işin şu 30 saniyelik öpüşme anı kadar ilgi çekememesi çok yazıktı.

Ayrıca anlaşılan oydu ki Beyazıt'la bir özelimiz falan da olamayacaktı. Her şey anında sosyal medyaya düşüyordu. Magazin sitelerine de düşmesi an meselesiydi.

Asansörün geldiğini belirten ses geldiğinde bilmem kaçıncıya dönen videodan odağımı çekerek asansöre bindim ve 17'ye bastım. Peşimden bir kaç kişi daha binerken bir kızla göz göze gelmiştim ve yalnızca 1 saniye sonra kızın gözü elimde hâlâ açık bir şekilde dönen videoya kaymıştı.

Ekranı kapattığımda kız da önüne dönmüştü hızlıca. Gözlerimi kapıya dikerek asansörün kata ulaşmasını beklemeye koyuldum ben de.

Kata ulaştığımızda hızlıca odama girmiş ve ardından da kapıyı kapatmıştım. Her tarafı camlarla kaplı olan odam bana yeterli kişisel alanı sağlamasa da güvenli alan diyebilirdim.

Akşama kadar haber kaynaklarımdan gelen mesajları taramış ve bundan bir şey çıkar dediklerimi not ederek bildiği diğer şeyleri de bana atmaları için hesaplarına para göndermiştim.

Ardından sabaha yetişmesi gereken haberlerin yazılarını yazmaya girişmiştim. Neyse ki online iş yapıyorduk da bir de matbaa gibi bir derdimiz yoktu.

Bitirdiklerimden birini mail yoluyla editöre gönderdiğim sırada gözüm güvenliğin peşinden elindeki poşetlerle bu tarafa ilerleyen Beyazıt'a takılmıştı.

Kapım tıklatılarak güvenlik tarafından açılırken ben üzerimi süzmekle meşguldüm. Uzun beyaz çizmelerimi çıkararak kenara atmıştım ve üzerimde yalnızca mini straplez elbisem kalmıştı. Sabah açık bıraktığım saçlarımı ise bir kalem yardımıyla gelişi güzel toplamıştım.

Kısaca berbat haldeydim. Altıma topladığım ayaklarımı sandalyemden sarkıtarak ayağa kalktığımda etrafıma da şöyle bir bakınmıştım.

Hava kararmış ve herkes çoktan gitmişti. Zaten aksi takdirde Ekrem değil, Yasemin eşlik ediyor olurdu Beyazıt'a.

"Sen işine dönebilirsin Ekrem." derken dahi gözlerim Beyazıt'taydı.

Ekrem benden gerekli onayı aldıktan sonra arkasını dönmüş ve önce odayı terk etmiş, ardından da katı terk etmek üzere asansör tarafına ilerlemişti.

"Hoş geldin..." derken Beyazıt'a da, masamın arkasından çıkarak bir kaç adım kendisine doğru ilerlemiştim çıplak ayaklarımla.

"Karım yemeğe gelemeyince ben karıma yemek getirdim." derken gözleri çıplak ayaklarımdan başlamış, vücudumun oldukça küçük bir kısmını kapatan elbisenin üzerinde fazlaca oyalanarak gözlerime çıkmıştı.

Bir yandan da elindeki poşeti hafifçe havaya kaldırmıştı bana göstermek istercesine. Bu beni güldürürken masamın karşısında karşılıklı duran koltuklardan birini işaret ettim.

"Umarım ikimize yetecek kadar getirmişsindir çünkü açım."

Aç olduğumu ise odaya yayılan et kokusundan anlamıştım.

"Karımla yemek yeme fırsatını kaçırır mıyım hiç?"

Muzip bir tavırla da gülümsemiş ve gösterdiğim koltuğa otururken poşeti sehpanın üzerine bırakmıştı.

Ben otururken de poşeti açarak servis yapmaya başlamıştı. Cağ kebabı mıydı o?

Önüme hem ayran hem kola bıraktıktan sonra kendisi için de servise geçiş yapmıştı.

"Hem kola hem ayran aldım. Ayran içersin diye düşünüyordum başta ama ondan sonra sabahlayacağın geldi aklıma. O yüzden kola da aldım. Hangisini içersen artık..."

"Uykusuzluktan ölsem de ayranın yerini hiç bir şey tutmaz."

Bir yandan da plastik çatal bıçak takımının poşetini açmakla meşguldüm yüzümdeki hafif gülümsemeyle. Bu düşünceli tavrı fazlasıyla hoştu.

"Güzel seçim bu arada..." dedim hızlıca bir lokma ağzıma atarken. Oldukça da güzel yapmışlardı üstelik her nereden aldıysa. Rahat rahat yiyebildiğim için de saçlarımın hâlâ toplu olmasından fazlaca memnundum.

"Davut abinin seçimi. Bizzat mekanına da bekliyor bir gün."

Ayranımdan da bir yudum alırken gülümseyerek başımı salladım aşağı yukarı.

"Diğer yemekleri de bu kadar güzelse seve seve..."

Yüzündeki hafif gülümsemeyle bana bakmakla yetindiğinde ben de bir süre gözlerine kenetlenmiştim. Gözlerinde görebildiğim yansımam sebepsiz yere hoşuma gidiyordu. Gözlerinde kendimi görebilmek sanki Beyazıt'ın da beni görebiliyor olması demekti, beni anlıyor olması demekti, yalnızca gözlerime bakarak, tek kelime etmeden anlayabilmesi demekti...

Gözlerini çekenin Beyazıt olmayacağını fark ettiğimde ben çektim ve lavaşa sardığım kebaptan hızlıca küçük bir ısırık aldım.

Aklıma gelen videoyla da zaten küçük aldığım lokmayı hızlıca yutmuştum.

"Videoyu gördün mü?" dedim bakışmanın tuhaf etkisini de üzerimden atabilmek için iki yana sallarken.

"Dava açıldı bile..." dedi arkasına oldukça rahat bir şekilde yaslanarak.

Şaşırırken ben de dürümümü tabağın içine bırakmış ve arkama yaslanmıştım Beyazıt gibi.

"O kadarına gerek var mı?" dedim şaşkınlıkla. Kız henüz fazlasıyla gençti ve basit bir uyarı yeterli olurdu bence.

"Ciddi ciddi sonuçlanmasını bekleyecek değilim." dedi şaşkın halime bakarak. Ağzının kenarını peçeteyle temizledikten sonra elinde buruşturarak sehpanın üzerine bırakmıştı ve bunu yaparken kolunu olabildiğince az oynatması kas hareketlerini rahatlıkla görebilmeme neden olmuştu.

"Maksat hem kendisinin hem gelecekte yapma potansiyeli olan insanların gözü korksun. En nihayetinde ne ben ne de sen topluma mâl edilmiş sanatçı falan değiliz. Bizden izinsizce kafalarına göre bizim görüntülerimizi paylaşamazlar. Sonuçta bir özel hayatımız var."

Son cümlesiyle birlikte başını hafifçe sola eğmişti. Kısık gözleriyle alttan alttan beni süzmüş ve ardından da bakışları tamamen camlarla kaplı duvarları taramıştı.

Havaalanında herkesin gözü önünde yaşanan bir özel hayat...

Sus Narenciye!

"Özel hayat demişken... Bu odada nasıl rahat ediyorsun?"

Sanırım fazla göz önü gelmişti Beyazıt'a.

Omuzlarımı indirip kaldırdım ve elimle istediğimiz zaman kapatabildiğimiz stor perdeleri işaret ettim.

"Perdeler var, ki zaten kafama göre gelip gittiğim için daha çok insanların olmadığı saatleri tercih ediyorum. Onlar da yetmezse annemin odasını kullanıyorum."

"Patronun kızı olma forsu sanırım..." dedi gülerek. Ancak bunu alayvari bir tavırla değil de konuşmayı devam ettirmek isteyen bir tavırla yapmıştı.

Ben de gülerken başımı iki yana salladım.

"Böyle olmasa bile, fakirlikten sürünsem dahi öyle sabah 9, akşam 5 çalışmak bana göre bir şey değil. Evet, tabii annemin ekmeğini yemediğimi söyleyemem ama burası olmasa ve herhangi bir yer esnek çalışma saatlerimi kabul etmeyecek olsa blog tarzı takılırdım sanırım. Ya da daha önce de söylediğim gibi avukatlığa geçiş yapardım."

"O günden sonra düşündüm biliyor musun?" dedi birden hiç beklemediğim bir anda ve ayaklandı. Köşede odayı gören kameradan rahatsız olduğunu belirten dik bir bakış attıktan sonra tek tek perdeleri kapatmaya girişmişti.

Odalarda kamera yoktu ama tabii camdan olmasından kaynaklı bir şekilde koridordaki kameralar odaları görüyordu.

"Neyi düşündün?" dedim devamını getirmesi için.

"Eğer bu olmasam ne olacağımı..."

"Ne olacakmışsın?" dedim saf bir merakla. Tüm perdeleri kapatmış ve bana doğru ilerliyordu.

Bana elini uzattığında elini tutmuş ve beni kaldırmasına izin vermiştim.

Bir eli bel gamzemdeki yuvasına yerleşirken diğer eli saçlarımın arasına gitmiş ve bir çırpıda çekip çıkarmıştı kalemi.

Kalemin bir yere çarpma sesi gelse de önüme dökülen saçlarımdan sebep nereye fırlattığını görememiştim.

"Sanırım ne olursam olayım yine de senin kocan olmak isterdim..."

Bir yandan da saçlarımı sol omzumda toplamıştı.

"Ah!" dedim alayla ve ellerim omuzlarına çıktı.

"Bu evrende de isteyen taraf sensin zaten. Asıl mesele benim isteyip istemeyeceğim..."

Beyazıt anlamlı anlamlı başını aşağı yukarı sallarken düşünceli de görünüyordu.

"Ayrıca sorumun cevabı bu değil."

Daha cümlem bitmeden silkelenmiş ve dudakları boynuma doğru yol almıştı. Biraz önce saçlarımda olan eli de sırtıma hareketlenmiş ve elbisenin fermuarında duraksamıştı.

Fermuarı açtığında hiç tutunacak bir yeri olmayan elbise ayaklarımın dibine düşmüştü. Sütyen giymediğim için de göğüslerim tamamen çıplak kalmış ve temas ettikleri soğukla uyarılmışlardı.

Omuzlarımdaki ellerimi kaydırarak sırtındaki ceketini çıkarmaya girişirken genişçe gülümsedim.

"Kısas sevdiğimi söylemiştim..." Bunu hem şu an benim gereğinden fazla çıplak, Beyazıt'ın ise fazlaca giyinik olmasından sebep söylüyordum, hem de...

"Ayrıca ziyaretin de kısas-ı makbulmüş."

"Tüh!" dedi Beyazıt da bana ayak uydurarak.

"Şimdi seni ofisimde ağırlamam ve orada da sevişmemiz gerekecek..."

(Buradan sonrası bölüm sonuna kadar +18'dir. Yaşı küçük ve rahatsız olacaklara duyurulur.)

Gülümserken kravatını da çıkarmış ve gömlek düğmelerine geçiş yapmıştım. "Ne yaparsın?" dercesine çıplak omuzlarımı indirip kaldırırken sırtımdan ağır ağır ön tarafa gelen elleri göğüslerime ulaşmıştı bile.

"Konuyu da çok iyi kaynattığını itiraf etmeliyim ama unut-"

Sözümü tamamlayamamamın sebebi tabii ki göğüslerimin ucunu sıkarak beni inletmesiydi.

"Masa mı, koltuk mu?" derken kulağıma fazlaca yaklaşmış ve fısıltılı, erotik bir sesle konuşmuştu. Bir arkada kenarda kalan ikili koltuğa bir de camın önündeki masaya bakmıştım. Yüksekte olduğumuz için görünmeyeceğimizi biliyordum ama masa her nedense o an daha erotik gelmişti.

"Masa..." dedim onun gibi fısıltılı ve şuh bir sesle.

Yüzünde muzip bir gülümseme belirdi.

"İşte benim kızım..." diye mırıldanırken kolunu masaya sıfır bir şekilde savurmasıyla her şey yere dökülmüştü.

Bu normalde oldukça büyük bir sorundu ve de işim vardı ancak şu an hiç biri umurumda değildi. Kalçamdan tutarak beni de kaldırmış ve masanın üzerine otutturmuştu.

Yalnızca beyaz dantelli külodumun olduğu bacaklarımın arasına da bedenini sokarken ellerim bir kez daha omuzlarına gitmiş ve düğmelerini açtığım gömleğini de sıyırmıştım üzerinden.

Beyazıt'ın beni soyması çok kolay olmuşken onun bu denli uğraştırması çok büyük bir haksızlıktı. Çeneme minik bir ısırık bıraktığında inleyerek istemsizce boynumu geriye atmış ve kendisine daha çok yer açmıştım.

Bir yandan da ellerim kemerine uzanmış ve onu açmaya çalışıyordum. Dudakları yer yer ısırıklarla, yer yer öpücüklerle önce göğüslerime aynı işlemlerle de oradan kasıklarıma doğru ilerlemişti.

Kilodumun üzerinden vajinama bir öpücük kondurduğunda hiç bu denli yandığımı hatırlamıyordum.

Derince inlerken kendimi masada geriye atmıştım. Tamamen masa üzerinde uzanmama engel olan tek şey dirseklerimdi.

Uzanmamı fırsat bilerek külodumu da hızlıca bacaklarımdan sıyırmış ve üzerimdeki yerini almıştı.

Pantolonunu ne zaman çıkarmıştı bilmiyordum ama iç çamaşırı olmasına rağmen varlığını hissetmek başımı geriye atmama ve belimin kıvrılmasına neden olmuştu. İstemsizce Beyazıt'a sürtünürken bir elinin de göğüslerimde olması daha da yoğun hissetmeme neden oluyordu.

Hele ki ellerimin altındaki biçimli kasları aklımı başımdan alacak cinstendi...

Çamaşırını indirmesi ve içime gömülmesiyle de tırnaklarım istemsizce kaslarına geçmişti. İçimdeki sert gidiş gelişleri, o doluluk hissi, sonsuz sessizlikteki yalnızca çıplak bedenlerin birbirine çarpma sesi, hızlı nefes alışveriş sesi, benim çığlıktan farksız inlemelerim, Beyazıt'ın fazlasıyla beni tahrik eden erkeksi inlemeleri ve tabii camdan içeri giren İstanbul'un ışıkları öylesine güzel bir ortam yaratmıştı ki...

"Beyazıt!"

Çığlıktan hallice bir şekilde ismini söylemem ve gelmem eş zamanlardaydı. Beyazıt da bir kaç kez daha üzerimde gidip geldikten sonra kendisini üzerime bırakmış ve omzuma bir öpücük bırakmıştı.

 

Loading...
0%