Yeni Üyelik
19.
Bölüm

19. Bölüm

@__kao__

İnanılır gibi değildi ama onu evde kalmaya ikna edemediğim gibi Beyazıt beni sıkıcı bir davete gitmeye ikna etmişti.

"Bakma öyle!" derken sesi sitem ve alay arası bir tonlamaya sahipti.

"Hastasın, öksürmeye de başladın... Çok mu elzem şu davet?"

Bana herhangi bir cevap verme zahmetine girmemiş ancak belimden tutup çekerek beni iyice kendine yaslamıştı. Belimdeki dekolte sebebiyle eli çıplak tenime değiyordu.

Üzerimde tek kollu, mini, turuncu bir elbise vardı.

"Gayet iyiyim..." dedi ben kara gözlerine bakarken ancak yumruğunu ağzına götürmesi ve öksürmesi hemen hemen eş zamanlardaydı.

"Görebiliyorum..." dedim alayvari bir sesle.

"Yalnız ben hastayken hep böyle olacaksan hatırlat da kendimi daha çok soğukta bırakayım..."

Ve tabii ki Beyazıt da altta kalmamıştı.

Gözlerimi yuvarlarken Beyazıt'ı yok sayma kararı almış ve koltukta yana kaymak istemiştim ancak belimdeki eli buna izin vermemişti.

"Karımın yeri yanım..."

Kendisine ciddi olup olmadığını sorgulayan bir bakış attım.

"Fizana gitmiyorum Arat!" da dediğimde alayla, omzunu indirip kaldırdı. Hareketlerinin, şu tavrının aksine ifadesiz sayılabilecek bir yüzü vardı.

"Sana dokunamadığım her mesafe uzak benim için."

"Temas bağımlısı falan mısın?" derken kendisini zerre ciddiye almamış ve yalnızca laf olsun diye sormuştum.

"Neden olmasın?" dediği sırada araba durmuştu. Her şeyi tiye almaya bayılıyordu gerçekten.

Fatih arabadan inip benim tarafıma dolanmaya başladığında ineceğimizi anlamıştım. Beyazıt kendi kapısını kendi açarken ben de inebilmek için biraz önce niyetlendiğim üzere yana kaymış ve Fatih'in açtığı kapıdan eteğime dikkat ederek inmiştim.

Bir evden ziyade bir mekana, bir otele falan gidiyor olmayı beklemiştim ve bu benim için pek beklendik bir şey değildi.

"Kimin evi burası?" dedim Beyazıt'la ortada buluştuğumuzda.

"Servet Bozok..." dedi bir saniye duraksamadan ve elimi kavrayarak bizi eve doğru ilerletmeye başladı, şaşkınlığımı gram umursamadan. Kapı, basamakları çıkmaya başlamamızla birlikte bizim için açılmıştı.

"Eğer olur da başka odaya geçersek Ecem'in yanından ayrılma..."

Şakağımdan öper gibi yapıp kulağıma söyledikleriyle Beyazıt'a alttan bir bakış attım. Amcasıyla sorunları vardı ki buna çantama koymam için verdiği minik silah da bir kanıttı. Ayrıca Ecem'in de burada olacağını söylememişti. Sanırım bir davetten ziyade bir nevi aile buluşması falan olacaktı.

Kapıdan girer girmez bir kadın montlarımızı almış ve bize geçmemiz için salon tarafını işaret etmişti.

Beyazıt elimi bırakarak belime yerleştirmiş ve bizi içeri doğru ilerletmişti. Ecem, Ateş ve Servet Bozok dışında üç kişi daha vardı. Biri yaşlıca bir kadın, biri otuzlarının başlarında bir adam, diğeri ise oldukça genç bir kadındı.

Bir başta Servet Bozok otururken diğer baş boştu ve sanırım orası da Beyazıt'a aitti.

"Hoş geldiniz..." dedi Servet Bozok gereksiz bir neşeyle biz masaya ilerlerken.

Evde hâlâ başköşe benim için ayrılmış olsa da burada da oturmayı beklemiyordum ancak Beyazıt'ın sandalyeyi benim için çekmesi bir de üstüne "Geç sevgilim..." demesi benim için de beklenmedikti.

Çekmek üzere olduğum sandalyeyi bırakmak zorunda kalırken şaşkınlığımı olabildiğince belli etmemeye çabalayarak Beyazıt'a gülümsemiş ve oturmuştum.

Beyazıt da normal şartlarda benim için ayrılan sandalyeyi çekip otururken tam karşımdaki Servet Bozok'un üzerimdeki gözleri sebebiyle bir miktar rahatsız hissetmiştim.

Solumda Ecem, onun yanında genç kadın, sağımda Beyazıt, yanında Ateş, tam karşımda Servet Bozok ve iki yanında da karısı ve oğlu olduğunu düşündüğüm insanlar vardı.

Nitekim adamın "Seni de mi kaybettik kuzen?" diye sormasıyla oğlu olduğuna emin olmuştum.

"Derken?" dedi Beyazıt da yumruğunu ağzına götürüp hafifçe öksürmeden hemen evvel.

"Hanım köylü olmuşsun. Ne deniyordu? Light erkek mi?"

Beyazıt alayla gülerken hafifçe yan dönmüş ve doğrudan Ateş'in yanında oturan, iki yanında kalan, kuzeniyle göz göze gelmişti.

"Erkekliğin bir başa oturmaya bağlıysa..." dedi ve ardından da "Vay haline!" dercesine başını iki yana salladı.

Adam ağzını açacak gibi oldu ancak babasının elini havaya kaldırmasıyla ve de konuşmasıyla susmak zorunda kaldı.

"Baha neden yok, Beyazıt?"

"Gelmek istemedi." dedi Beyazıt doğrudan. En basitinden "İşleri var." gibi bir yalana dahi baş vurma gereği duymadan.

Bu sırada Ecem hafifçe koluma dokunmuş ve bana doğru eğilmişti.

"Olmuş bu. Büyü falan yaptıysan Allah rızası için ne büyüsü bana da söyle!"

Gülmeme engel olamazken Ecem'e onaylamaz da bir bakış atmıştım ancak Ecem benden ziyade hafif çaprazında kalan nişanlısına bakıyordu.

Hesapta olmayan ise küçük Bozok'un lafa hiç olmayacak bir şekilde atılmasıydı.

"Eğer damattan şikayetçiysen söylemekten çekinme, Ecem..."

Öyle bir "Ecem" demişti ki ismini değil de, "Ece'm" dercesine, sahiplenircesine söylemişti.

"Bir daha nişanlımın adını ağzına alırsan..!" Ateş ayağa fırlayacakken buna Beyazıt'ın Ateş'in dizine koyduğu eli engel olmuştu.

"Sakin ol!" diye de Ateş'i uyardıktan sonra bu kez de küçük Bozok'a döndü.

"Diline, gözüne sahip çık yoksa ben seni bu zahmetten kurtarırım Hasan, oymayı severim bilirsin!"

Ortamdaki gerginliği almak için etrafımda göz gezdirdim. Bu sırada dikkatimi Ecem'in sarılı parmağı çekmişti.

"Parmağına ne oldu?" diye sordum. Ecem kendisine sorduğumu fark ettiğinde bilmiyormuşçasına kısa bir an parmağına baktı.

"Kapıya kıstırdım ya, bir de takma tırnak vardı. Allah'tan tırnağım çıkmadı." derken hızlı ve soluksuz konuşmuştu ancak bakışları benden ziyade parmağındaydı.

"Yemeğe başlayalım mı artık?" dedi kadın kocasına dönerek.

Servet Bozok başıyla onaylamış ve eliyle başlayabilirsiniz dercesine bir işaret yapmıştı. Bu aile yemeğinin neden olduğunu ise elbette ki merak ediyordum ancak yanımda konuşulmayacağının da farkındaydım.

"İki gün önce Almanya'daydım." diyerek birden söze giren Servet Bozok'la tabağımdaki bakışlarımı yüzüne çıkardım, kendisi halihazırda bana bakıyordu zaten. Neden bana bakıyordu?

Emir de Almanya'da Dilem?

Emir'le nasıl bir alakası olabilirdi ki? Israrla gözlerini üzerimden çekmemesi beni iyiden iyiye rahatsız ederken neyse ki Beyazıt'ı da rahatsız etmiş olmalı ki araya girdi.

"E, amca?" dedi sorarcasına ve de ilgiyi kendi üzerine alarak.

Ben ise Servet Bozok'a amca demesini hiç mi hiç beklemezdim.

"Öyle laf olsun diye yeğenim. Mesela gelin hanımın abisi de Almanya'da yaşıyormuş. Laf lafı açar hesabı... Ancak gelin kızımızın bizimle pek konuşası yok sanki?"

Emir'le konuşmuş olabilir miydi?

"Evet, Hamburg'da..." dedim son imasını duymazdan gelerek.

Bana ima dolu bir gülümseme sunduğunda Emir'le konuşmuş olduğuna dair şüphelerimin artmasına neden olmuştu.

Ardından Ateş'e döndü. Bu sırada Beyazıt hafifçe öksürerek anlık olarak ilgimi üzerine çekmişti.

"Düğün ne zaman damat? Ne zaman gelip isteyeceksiniz yeğenimi?"

Bu ilgili amca/dayı halleri beni dahi sıkarken Ecem'in sinirle atılması pek de beklenmedik bir şey değildi.

"Ecem!" diye uyardı Arat yerinden kalkmış olan kuzenini. Ecem sinirli bir soluk verirken Beyazıt'a gözlerini yuvarlamış ve yerine oturmuştu tekrar.

Beyazıt ise "Biraz odanda konuşalım mı amca? Hanımları işlerle bunaltmayalım!" dedi amcasına dönerek. Bu işlerin daha yasa dışı işler olduğuna emindim.

"Çıkalım..." diyerek onayladı onu Servet Bozok da ve masadaki tüm erkekler ayaklandı bunun üzerine. Beyazıt bana bakışlarıyla emrini tekrarladığında gözlerimle onayladım onu.

Ecem'in yanından ayrılmamamı istiyordu.

Servet Bozok'un kalkmasıyla boş kalan yere ,karşıma, karısı geçti.

"Gül ben... Daha önce tanışma fırsatımız olmamıştı. Yenge diyebilirsin sen de." dediğinde zaruri bir gülümseme sunmak zorunda kalmıştım ancak Ecem biraz da biraz öncesinin siniriyle olsa gerek benim yerime atıldı.

"İnan bana buna gerek yok, Gül! Dilem zeki bir kadın. Şu kadarcık zamanda bile ne mal olduğunuzu anlamıştır!"

Ancak bu denli bir çıkışı Ecem'den pek beklemediğimi itiraf etmeliydim.

"Annen sana büyüklerinle nasıl konuşman gerektiğini hiç mi öğretmedi, Ecem?"

Ecem'in kadının üzerine atılacağını hissettiğimde elini yakaladım.

"Sakin mi olsak biraz?"

"İnan bana saçlarını tek tek yolarken hiç olmadığım kadar sakin olurum!" dedi büyük bir kinle. Nefret dolu gözleri Gül'ün üzerinde dolanıyordu.

"Amcanın yanında da söylesene bunları. Neden amcanın yanında sesin soluğun çıkmıyor da gidince aslan kesiliyorsun?"

Amcasından ziyade Beyazıt'ın bunda etkisi olduğunu düşünüyordum.

"Ben biraz hava alacağım!" dedi Ecem sinirli bir soluk vererek ve ayaklandı.

"Seninle gelmemi ister misin?" diye sordum ancak daha çok yalnız kalmak ister gibi bir hali vardı. Nitekim başını da iki yana sallayarak dışarı ilerledi.

"Nerede kalmıştık?" dedi bunun üzerine Gül ve bana geniş bir gülümsemeyle döndü.

"Bana yenge diyebilirsin..."

Bu tavrı gram hoşuma gitmezken masada kalan ve sesini dahi duymadığım kıza döndüm.

"Bana tuvaletin nerede olduğunu gösterebilir misin?"

Kız ona hitaben konuşmamı büyük bir şaşkınlıkla karşılamış ve hatta tabiri caizse far görmüş tavşana dönmüştü.

Büyük bir panikle ayaklandı ardından da ve başıyla onayladı.

"Tabii, buyurun!"

Kızın peşinden ilerlemeye koyuldum.

"Adım ne demiştin?" dedim daha önce adını söylemediğini bile bile.

"Lale..." demekle yetindi yalnızca.

"Servet Bozok'un kızı mısın?" dedim bizi koridorda ilerletmeye devam ederken.

"Hayır, Hasan'ın karısıyım." dediğinde kelimenin tam anlamıyla şaşkınlıktan küçük dilimi yutabilirdim.

"Sorumu mazur gör lütfen..." diyebildim şaşkınlığımı atlatabildiğimde ve Lale'nin de duraksamasına neden oldum.

"Kaç yaşındasın?"

Sorumun sebebini pekâlâ anlamıştı ve bu yüzünde anlamlı bir gülümsemeye yol açtı.

"19..." dedi ardından da. Hasan nereden baksan en az 33 yaşındaydı, en az... Hemen hemen aralarında 15 yaş vardı.

Kendi isteğiyle evlenip evlenmediğini sormak istedim ama bu kadarının da ayıp kaçacağını düşünerek yutmak durumunda kaldım. Kız en nihayetinde reşitti.

Çantamın yanımda olmasını fırsat bilerek çantamdan kartımı çıkardım yine de.

"Burada benim numaram yazıyor, ne zaman buluşmak, konuşmak istersen arayabilirsin." demekten de geri kalamadım. Eğer bir şekilde zorlanıyorsa bilmem gerekiyordu ama şu an kocasının kuzeninin karısı konumundayken bunu sormamın pek yakışık almayacağının da farkındaydım.

Lale şaşırdı ama yine de uzanıp kartı aldı elimden. Ardından da az ilerimizdeki kapıyı işaret etti.

"Tuvalet orası, ben annemin yanına döneyim."

Başımla onayladığımda Lale içeri ilerlemiş ve ben de tamamen oyalanmak için getirmesini istediğim tuvalete girmiştim.

Önce hafifçe terleyen ellerimi yıkadım, rujumu tazeledim ve sağa sola bakınarak kasıtlı bir şekilde oyalandım. Daha fazla oyalanamayacağımı fark ettiğimde ise çıktım. Geldiğimiz yolu geri dönerken ise köşede bekleyen Hasan'la karşılaştım.

"Yenge?" dedi beni beklemiyormuş gibi bir şaşkınlıkla. Ancak içimden bir ses gayet kasıtlı bir bekleyiş diyordu.

Ne olduğunu sorarcasına başımı yana eğdiğimde yolu yanından geçip gidemeyeceğim şekilde kapattı.

"Karıma kartını vermişsin, onunla arkadaşlık etmek istemen beni çok mutlu etti. Pek arkadaşı yok!"

Alaylı sesiyle ben de gülümserken omzumu indirip kaldırdım. Umarım kızın başı o kart yüzünden yanmazdı.

"Tatlı bir genç kız!" dedim bastıra bastıra özellikle son iki kelimeye.

"Öyle..." dedi Hasan da beni onaylayarak.

"Sen de gençsin. Genç mi genç, güzel mi güzel bir yenge..." diye de ekledi pis sırıtışıyla.

"Severim!"

Kollarımı birbirine dolarken "Öyle mi?" dercesine başımı da aşağı yukarı salladım.

"Ne yazık ki ben şerefsiz sevmiyorum..."

Gözleri sinirle iri iri açılırken kolumu tutacak gibi oldu ama buna izin vermeden ben kolunu yakaladım ve ters çevirdim.

"Bana dokunmak gibi bir hata yapma Bozok!"

Ardından biraz öne doğru itekledim ve şirince gülümsedim.

"Tikim var! Reflekslerim devreye giriyor sonra!" diye de devam ettim masum masum.

Hasan Bozok sinirle bana dönmüş ve bir adım kadar da bana doğru ilerlemişti ki omzundan çekildi geriye doğru. Beyazıt, Hasan'ın omzundaki sinirlere baskı uygularken iki büklüm olmuştu Hasan.

"Bırak karıma dokunmayı, bırak ona yaklaşmayı, bir daha ona tek kelime edersen yeminim olsun o dilini kopartır, boynuna kolye diye asarım! Bir daha mı yaptın? Kolyeye tek tek parmakların eklenir, kolyeyi süsleriz akıllanana kadar... Anladın mı amcamın oğlu?"

Hasan, Beyazıt'ın elinden kurtulmak için bir hamle yaptı ancak Beyazıt buna izin vermeden daha da sıktı omzunu.

"Anladın mı, dedim amcamın oğlu!"

Acı karışan sesiyle "Anladım!" dedi Hasan en sonunda can havliyle. Cevap vermeden Beyazıt'tan kurtulamayacağını anlamıştı.

Beyazıt ise "Hadi, Dilem!" dedi bana dönerek. Gözlerindeki nefret parıltıları nasıl bir kaç saniye içinde yok olabilmişti bilmiyordum ama olmuştu. Bu sırada elini de Hasan'ın üzerinden çekmiş ve pis bir şeye dokunmuş gibi ellerini birbirine sürtmüş, yetmemiş ceketine de silmiş ve ancak ondan sonra elini bana uzatmıştı.

Uzattığı elini kavradım ve Hasan'ın yanından geçerek Beyazıt'ın yanına ulaştım.

"Gidiyor muyuz?" diye sordum kolu belime dolanırken.

Bana da ters bir bakış atsa da "Gidiyoruz..." diyerek cevapsız da bırakmamıştı. Birine sinirli olduğundaki ve birine nefret duyduğundaki farkı bana bir kaç saniye içinde göstermişti.

Amcası ve yengesinin gözleri üzerimizdeyken montlarımızı giyinmiş ve evden çıkmıştık. Beyazıt herhangi bir veda cümlesi kurma gereği görmediği için ben de görmedim.

Acaba gerçekten Hasan'a dediklerini yapar mı, Dilem? Çok değişik bir fantezi...

Dışarı çıktığımızda Ecem ve Ateş arabalarına binmek üzereydi. "Ecem!" diye seslendi Arat ve bunun üzerine ikisi de bize döndü. "Bu gece bizde kal, seninle konuşacaklarım var!"

Ecem anlık olarak Ateş'e baksa da Beyazıt'ı onayladı ve açtığı kapıyı kapatarak arabanın etrafında dolaştı. Nişanlısına ulaştığında hızla yanağına bir öpücük bırakmıştı.

"İyi geceler..." diye mırıldanıp bu tarafa gelirken Beyazıt da "Yarın şirkette konuşuruz seninle!" demişti Ateş'e ve başlarıyla birbirlerini selamlamışlardı.

Ben de tamamen nezaketen "İyi geceler..." dedim Ateş'e ve o da bana başıyla saygılı bir selam vererek arabasına bindi.

Ateş uzaklaşırken ve Ecem de doğrudan arka koltuğa geçip otururken Arat'la dışarda kalmıştık.

Bana başıyla arka koltuğu işaret ettiğinde ben de geçip Ecem'in yanına oturmuştum şoförle geldiğimiz için. Beyazıt da çok geçmeden Fatih'in yanına geçtiğinde Fatih arabayı çalıştırmıştı.

Beyazıt ise arkaya döndü.

"İkinize de birbirinizin yanından ayrılmamanızı söylemiştim!"

"Aklımdan çıkmış!" derken Ecem'in bunu gram umursamış gibi bir hali yoktu.

"Ve umarım benimle konuşacağın şey bu değildir." diye de devam etti.

Ben de umuyordum ki Beyazıt'ı daha da sinirlendirdiğinin farkındadır.

"Ecem! Sözümü dinlemediğin için neler olduğunu hatırlatayım mı illa?"

Beyazıt kendini sakin tutmaya fazlaca zorluyordu. Ecem kaşlarını çattı.

"Buraya gelmeyecektim bile ben! Sen istedin! Dilem yalnız kalmasın dedin geldim! Daha ne istiyorsun benden? Ayrıca böyle her fırsatta yüzüme vuracaksan yardım etmeseydin keşke!"

Bunun üzerine Beyazıt kemerin sınırlarını fazlaca zorlayarak tamamen arkasına döndü ateş saçan gözleriyle.

"Buraya senin halt yemeni düzeltmeye geldiğimi unutma istersen! Yoksa burada yalnız bırakmamak için geldiğin karımın da benim de işim yoktu!" derken işaret parmağını da tehdit edercesine Ecem'e sallamıştı.

Şu an bu arabada olmamayı her şeyden çok isterdim. Zaten öncesinde ne olduğuna dair de en ufak bir fikrim yoktu.

Sesini yükselttiği için öksürmek ve kısa bir es vermek zorunda kalmıştı. Ecem, Beyazıt'a dolu gözleriyle bir süre baktıktan sonra şoföre döndü.

"Durdur arabayı!"

Şoför kâle dahi almadan sürmeye devam ediyordu. Beyazıt aksini söylemediği sürece de devam edecekti.

"Derdin ne senin doğrudan söylesene bana!" dedi Beyazıt da.

"Bir derdim falan yok!"

Beyazıt alayla gülerken başını da aşağı yukarı salladı.

"Saçını neden kestirdin?" Önüne dönmüş ve artık Ecem'e dikiz aynasından bakıyordu. Yumruğunu ağzına götürmüş ve hafifçe bir kez daha öksürmüştü. Boğazını zorladığı için olsa gerekti.

"Ne alakası var şimdi saçımla Beyazıt?" Ağlamaklı çıkmıştı sesi ve Beyazıt biraz daha zorlarsa ağlardı da.

"Ne mi alakası var? Dilem'in saçlarını gördükten sonra uzun saçı özlediğini ve uzun bir süre kestirmeyeceğini söylemiştin bana. Aradan iki gün geçti geçmedi kısacık kestirip geldin! Bir derdin var, bir sıkıntın var ve söylemiyorsun!"

Düğün günü saçlarını kısacık kestirdiğini gördüğümde, tüm gözlerin üzerinde olacağı böyle bir günün arifesinde neden kestirdiğine anlam veremediğim düştü hatırıma.

"Neyi neye bağlıyorsun ya? 27 yıldır kuzeniz! Benim günüm günümü tutuyor mu sence? Canım istedi kestirdim! Neyi sorguluyorsun sen şu an Beyazıt?"

Sesi büyük bir hayrete ve siteme ev sahipliği yapıyordu. Beyazıt alayla gülerken tamamen arkasını döndü bir kez daha ve doğrudan Ecem'in gözlerine baktı.

"Bacağındakiler de mi canın istediği için?"

Ecem'in gözünden bir damla akarken yanlış anlamıyorsam gözlerinde hayal kırıklığı vardı.

"Ne var biliyor musun? Canın cehenneme Beyazıt!"

Ardından bir kez daha şoföre döndü ve yüzümü buruşturmamı sağlayacak kadar tiz bir sesle bağırdı:

"DURDUR ARABAYI DEDİM SANA!"

Beyazıt şoförü başıyla onayladığında şoför arabayı sağa çekmişti. Daha arabanın tam durmasını dahi beklemeden Ecem arabadan attı kendini adeta.

Peşinden Beyazıt da kemerini çözerken bana döndü.

"Hava soğuk, arabadan inme. Geliyoruz şimdi."

Zaten bu bir nevi kardeş kavgasına dahil olasım falan yoktu ve o yüzden başımla onayladım.

Ecem ön tarafa doğru ilerlemeye başlamıştı ve buradan çok net bir şekilde bir kaç büyük adımla kuzenine yetişip kolunu yakalayan Beyazıt'ı görebilmiştim.

Gerek uzaklaşmalarından, gerek arabanın içinde olmamızdan kaynaklı bir şekilde ne konuştuklarını duyamasam da Ecem'in bağırdığını anlayabiliyordum.

İçimde oluşan tuhaf hisle kollarımı birbirine sürtme ihtiyacı duydum ve sürttüm de. Üşümediğimin farkındaydım, ürpermiştim.

Beyazıt, Ecem'e her ne dediyse Ecem birden kollarını Beyazıt'ın boynuna dolamış ve buradan dahi görebileceğim kadar sarsıla sarsıla ağlamaya başlamıştı. Beyazıt da kollarını kuzenine sararken bu görüntü içimde bir yerlere dokunuyordu. Ecem inatla istememesine rağmen ona inatla yardım etmek isteyecek kadar seven bir kuzeni vardı.

Bu çok uzak olduğum bir şeydi. Gözümden bir damla aktığını hissettiğimde hızla onu silmiş ve arkasının gelmemesi için de gözlerimi üzerlerinden çekmiştim.

Tekrar onlara bakmamak için de çantamdan telefonumu çıkarmış ve telefonumla ilgilenmeye başlamıştım. Yaklaşık 5 dakika sonra arabanın kapıları iki taraftan açılmıştı. Eski yerlerine bindikleri sırada ben de telefonumun ekranını kilitledim.

Ecem'in ağladığı kızarmış gözleri ve ıslak kirpikleri sebebiyle fazlaca belliydi.

"Kusura bakma!"

Bana buruk bir gülümseme sundu ve de devam etti.

"Seni de beklettim."

Ben de samimi bir şekilde gülümserken başımı iki yana salladım.

"Sorun değil."

Önüme dönerken Arat'la da dikiz aynasından göz göze geldim. Sıranın bana odamızda geleceğini biliyordum. Neyse ki cevabım hazırdı.

"Bir şey soracağım." dedi Ecem koluma dokunarak. Arat'la gözlerimizi mecburen kopararak Ecem'e döndüm.

"Senin şu düğünde dans ettiğin arkadaşının adı neydi? Aşırı yabani olan."

Şimdi bunun nereden çıktığına anlam veremez bir şekilde Ecem'e baktım. Bu sırada avludan içeri giriyorduk.

"Kerem de... Neden sordun?"

"Düğünde terasta karşılaştık, çakmak istedim. Ağzından lafı cımbızla aldım da. Şimdi seni de suskun görünce... Aklıma düştü öyle."

Anladığımı belirtircesine başımı salladım aşağı yukarı. Ayrıca dolaylı yoldan bana da yabani dediği gözümden kaçmamıştı ama görmezden gelmeyi seçtim.

"Sana özel bir şey değil, genel olarak insanlarla mesafeli."

Ecem de anladığını belirtircesine başını salladı aşağı yukarı. Arabanın durmasıyla birlikte kapımı açan korumaya minik bir gülümseme sunmuş ve arabadan inmiştim. Kirpiğimin üstüne düşen kar tanesiyle kısa bir an duraklayarak başımı göğe kaldırdım.

Kar yağıyordu... Şubatın sonlarında olmamıza rağmen yılın ilk karıydı bu.

Lütfen, tutsun!

Avucumu açmış, yukarı çevirmiş ve bir kaç saniye boyunca kar tanelerinin avucumun içine düşüp erimelerini izlemiştim.

Yüzümde istemsiz bir gülümseme oluşurken mecburen adımlarımı eve yöneltmiştim. Bir kaç adım ötemde bekleyen Beyazıt yanına gelmemle kolunu belime sarmış ve eve öyle ilerlemiştik.

"Karın yağmasına bu kadar mutlu olmanı beklemiyordum."

Her hareketimi izlerken bunu fark etmemesini beklemek aptallık olurdu.

Omzumu indirip kaldırdım yavaşça.

"Umarım tutar... Tüm şehirle aynı renge bürünmeyi seviyorum..." Herkesin sandığının aksine en sevdiğim renk turuncu değil, beyazdı. Zaten turuncudan sonra en çok beyaz kıyafetim vardı. Genel olarak beyaz giyinmeyi severdim ama kar yağdığında giyinmeyi daha çok severdim.

"Aynı renge bürünmek derken? Yarın beyaz giyeceğini mi çıkarmalıyım?"

Başımla onaylarken Beyazıt'ı çoktan odamıza giden merdivenleri çıkmaya başlamıştık.

"Gecenin karanlığında siyah giyinmek gibi düşün, her taraf karla kaplıyken beyaz giyinmek çok hoşuma gidiyor. Tabii İstanbul şartlarında bu pek sık olmasa da..."

Beyazıt da belli belirsiz gülümserken kendi katımıza çıkmıştık.

"Umarım tutar..." dedi Beyazıt da dileğime ortak olarak. Bu yüzümde kocaman bir gülümsemeye sebep olurken odamızın kapısını açmış ve geçmem için önceliği bana vermişti.

"Bu arada sen sormadan söyleyeyim..."

Çantamı yatağın ucundaki uzun pufa atmış ve peluş montumu da çıkarmaya girişmiştim.

"Tuvalete de mi Ecem'le gitseydim?"

Beyazıt gözlerini yuvarlarken o da kabanını çıkarmış ve benim montumun yanına ,pufun üzerine, atmıştı.

Bu sırada ben de bir kaç adımla Beyazıt'a ulaşmış ve kollarımı boynuna dolamıştım.

"Senin sorunu sorduğunu varsayarsak ben de bir soru sorabilir miyim?"

Derin bir nefes çekerken içine ellerini belime iki yandan yerleştirmiş ve beni daha çok çekmişti kendine.

"Sor bakalım..." dedi ardından da.

Dudaklarımı ıslattım hafifçe. Ardından da onun bana düğün günü dans ederken sorduğu sorunun benzerini tekrarladım:

"Neden Arat? Neden Bozok değil de, Arat? Ya da başka bir soyad değil?"

"Arat derken dudaklarının aldığı şekil daha çok hoşuma gidiyor çünkü!" dedi alayla ve hızlıca eğilerek dudaklarıma bir öpücük bıraktı.

Tek bir şeyi ciddiye alsa olmuyordu, değil mi?

Ben Beyazıt'a ciddi olup olmadığını sorgulayan bir bakış atarken kendisi benden bir adım kadar uzaklaşmış ve muzip gülümsemesiyle ceketini çıkarmaya girişmişti. Ardından da ifadesi birden ciddileşti. Gözü bende değildi ama belki de ilk defa gerçek bir şeyler görmüştüm gözlerinde.

"Mesele Arat olmak, Bozok olmak ya da bambaşka bir soyada sahip olmak değil..."

Gömleğinin düğmelerini tek tek çözmeye başlarken bana alttan bir bakış attı saniyelik olarak.

"Bozok dendiği zaman insanların aklına amcam, babam geliyordu. Arat denince ise kimse için bir şey ifade etmiyordu. Babamın, amcamın forsuyla, soyadıyla başlamak istemedim. Bana yeni bir başlangıç lazımdı. Kimsenin onların soyadını kullanarak yükseldin dememesi lazımdı. Kısaca senin sandığın gibi babamı sevmemem ya da annemi daha çok sevmemle bir alakası yok. Şu an Arat denince tek akla gelen isim benim. Arkada bir yerlerde dahi olsa ismime amcam ve babamın karışmasını istemedim."

Bu sırada gömleğinin düğmelerini de çözmeyi bitirmiş, doğrudan bana dönmüş ve biraz önce uzaklaşmak için attığı bir kaç adımı şimdi yaklaşmak için atmıştı.

"Sorunu cevaplayabildim mi, Arat?"

Bana Arat demekten ayrı bir zevk aldığını belli eden ve kendisine çokça yakışan bir gülümseme vardı yüzünde şimdi de. Ayrıca samimi olduğunda bunu garip bir şekilde hissedebiliyordum ve şu an oldukça samimiydi.

"Fazlasıyla, Arat!" derken ben de tekrar dibime girmesini fırsat bilerek bir kez daha kollarımı boynuna dolamıştım. Dudaklarını hafifçe büzüp nefesini yüzüme verdiğinde gözlerimi kapatmış, önümdeki bir kaç tutamın uçuştuğunu hissetmiştim. Gözlerimi kırpıştırarak açtığım sırada gözlerime çok dikkatli bir şekilde bakıyordu. Yüzünde de belli belirsiz bir gülümseme vardı.

Parmak uçlarımda yükseldiğimde Beyazıt da hafifçe eğilmişti. Dudaklarımızın buluşması ve elinin sırtımdaki fermuara tırmanması hemen hemen eş zamanlardaydı. Gerisi vücudumuzdan sıyrılan kıyafet parçaları ve tamamen birbirimize karışmamızdan ibaretti.

*

28.02.2023

Regl olmuştum. Karın yağdığı bu günde beyaz giymeyi planladığım bu günde regl olmam tüm sinirlerimi bozmuştu. Üstelik soğukta kaldığım için ağrıyan karnım da sinirlerimi daha çok bozuyordu.

Giyinme odasından giydiğim siyah pantolon ve beyaz boğazlı kazakla çıktığımda camdan gördüğüm tutmuş olan kar daha çok sinirimi bozmuştu. Başka bir gün olsa tutmazdı. Niye şimdi tutmuştu ki? En azından tutmasa bu kadar sinirlerim bozulmazdı.

Camdan dışarı bakarken arkamdan belime dolanan kollarla irkilmiş ve omzumun üzerinden Beyazıt'a dönmüştüm. Duştan yeni çıkmıştı ve altında yalnızca bir havlu vardı.

"Baştan aşağı beyaz giyinirsin diye düşünmüştüm?"

Sorgu dolu sesiyle omuzlarımı indirip kaldırdım.

"Regl oldum!" Huysuzca söylenmem üzerine belimden tutarak beni kendine çevirdi. Belimi de cama doğru yasladı.

"Üzülme, bir kaç gün daha karlı gösteriyor..."

Bunu duymak biraz olsun iyi gelirken gülümsememe de engel olamadım. Bu sırada gözüm koluna kaydı. Olabildiğince sudan uzak tutmaya çalışmış olacak ki olması gerekenden kuruydu ancak yine de ıslaktı.

"Otur da pansuman yapayım, sargının değişmesi lazım..."

Beyazıt da yeni fark ediyormuşçasına koluna kısa bir bakış attı.

"Ben hallederim..."

En son ısrarla yardım etmek istediğimde ağzından laf almaya çalışmakla itham edildiğim için ağzımı kendimi zorlayarak kapalı tuttum.

Hafifçe başımı aşağı yukarı sallayarak kendisini onayladığımda kaşları hafifçe çatılır gibi oldu ama sonra ifadesini düzeltti ve benden bir adım kadar uzaklaştı.

"Sargıyı değiştirip, giyinip geliyorum!"

Sargı kısmına neden vurgu yaptığına anlam veremesem de bir kez daha başımı aşağı yukarı sallayarak onayladım.

"Bekliyorum."

Neye sinirlenmişti anlamamıştım ama alenen sinirlenmiş ve bana tersçe bakarak giyinme odasına girmişti.

"Israr etsem suç, etmesem suç!" diye söylendim arkasından oldukça kısık bir sesle. Benden tam olarak ne istediğini gerçekten anlamıyordum.

Bence kendisi de bilmiyor, Dilem...

Bu sırada arka cebimdeki telefonumun titremesiyle Beyazıt'ı anlamlandırmaya çalışmayı bırakarak telefonuma baktım. Ezgi arıyordu. Görüntülü. Telefonu yüzümden biraz uzaklaştırarak açtığımda Ezgi yerine Buse karşılamıştı beni.

"Aşkım?" dedim çatık kaşlarıyla ekrana bakan Buse'ye. Sesimi duyduğunda irkildi önce ama hemen ardından el salladığımda neşeli bir kahkaha bıraktı şaşkınlığını atarak.

"Aba!" diye çığlık atarcasına konuşmasıyla da gülümsemem büyüdü.

"Efendim?" dediğim sırada telefonumun elimden çekilip alınmasıyla şaşkın bakışlarım yukarı çıktı. Henüz yalnızca pantolonunu giymiş olan Beyazıt çatık kaşlarıyla bana bakıyordu. Ne zamanki bakışları ekrana kaydı ve kendi kendine bir şeyler anlatan Buse'yi gördü o zaman ifadesi düzelmiş ve tekrar bana uzatmıştı.

"Haddini aşıyorsun!" dedim sertçe ve aynı sertlikle telefonumu da elinden hırsla almıştım.

Buse'nin kendi kendine konuşmaları kulağıma gelirken Beyazıt'ı mecburen görmezden gelerek telefonu yüz hizama çıkardım.

"Anne nerede bir tanem, yalnız mısın?"

"Ani! Mama!" dedi Buse de minik dudaklarını büzerek. Göz ucuyla Beyazıt'ın tekrar giyinme odasına girdiğini de görmüştüm. Telefonu kapattıktan sonra kesinlikle onunla kavga edecektim.

"Anne sana mama mı hazırlıyor?" dediğimde oldukça abartılı bir şekilde başını eğmiş ve aniden geriye atarak kendince beni onaylamıştı. Ardından da anlamadığım bir sürü bir şey sıralarken gülümsüyor ve arada devam etmesi için onu onayladığımı belirtiyordum.

"Sen kime konuşuyorsun bakalım bıcır bıcır?" diyerek Ezgi de en sonunda gelmişti.

"Aba!" dedi Buse de neşeyle. Ezgi, Buse'nin elinden telefonu aldığında "N'aber?" dedim.

"Aa! Seni mi aradı bu cadı? Mamasını hazırlayana kadar video izlemesi için vermiştim."

"Annesinden daha hayırlı!" dediğimde Ezgi hiç altta kalmayarak yüzünü buruşturdu.

"Büyük olan benim tatlım, senin araman gerekiyor!"

Gülerken başımı da iki yana salladım onaylamazca. Ezgi'nin hasta olduğunu aklımdan söküp atabilseydim keşke.

"30 oldun mu?" dediğimde sırf gıcık etmek için, gözlerini yuvarladı. Henüz 30 olmadığını biliyordum ve olamama ihtimali de varken kendi kurduğum cümle kendi canımı acıtmıştı.

"Gebertirim seni, Dilem! Neyse hadi şimdi kapatıyorum. Buse'ye mamasını yedireyim sonra tekrar ararım olur mu?"

"Olur, görüşürüz..."

Kapatmadan önce ekranı Buse'ye çevirdi.

"Ablaya bay bay yap kızım!"

Buse bana minik elini salladığında ben de kısaca kendisine el salladım.

"Görüşürüz, fıstık..."

Telefonu arka cebime yerleştirdikten sonra adımlarımı giyinme odasına çevirdim. Boy aynasından bakarak siyah kravatını düzeltiyordu. Aynadan gözlerimiz kesiştiğinde ve çatık kaşlarımı gördüğünde pek de acele etmeden bana döndü.

"Karımın kime 'aşkım' dediğini merak ettiğim için suçlu olduğumu düşünmüyorum..."

"Öyle mi?" dercesine kaşlarımı havalandırdım.

"Tabii ki merak edebilirsin Arat ama bana ait olan bir şeyi öylece çekip elimden alamazsın. Telefonumu almak ne ya! Çok merak ettiysen insan gibi sorarsın!"

Bana bir adım kadar yaklaştığında ellerini belime koyacağını anlayarak bir adım geriye gittim ve buna engel oldum.

"Ben çok ciddiyim, Arat! Haddini aşıyorsun! Ayrıca ne bekliyordun telefonu elimden çekip alırken? Sen iki adım ötemdeyken yasak aşkımla konuştuğumu falan mı? Zekama hakaret sayarım bir kere bunu!"

Kaşları bir de haklıymış gibi çatıldı.

"Yasak aşkın falan olamaz!" dikte edercesine konuşmasıyla gözlerimi yuvarladım sinirle. İyiden iyiye vuran karnımın ağrısı beni şu an daha da sinirli yapıyordu.

"Lafı cımbızla seçip alma!" diye çıkıştım birden. Tam olarak bağırmamıştım ama kısık bir sesle konuştuğumu da söyleyemezdim.

"Bunca söylediğimden bunu mu çıkarıyorsun sen?"

Arat bana bir adım kadar daha yaklaştı ancak bu sefer belimden tutmak yerine ellerimi aldı avuçları içine.

"Tamam, telefonunu almamalıydım."

En fazla bu şekilde özür dileyebiliyordu sanırım. Derin bir nefes alırken hâlâ çatık kaşlarımla kendisine bakmayı sürdürüyordum.

"Erken kırışırsın!" diyerek çatık kaşlarımı işaret etmiş ve beni resmen dalgaya almıştı.

Beyazıt'a bir süre daha ters ters baktıktan sonra arkamı dönerek önce giyinme odasından çıktım, odadan çıkmak için kapıya ilerlerken kolumdan tutulup çekilmiştim. Ellerimin göğsüne yaslanmasına engel olamazken sorarcasına baktım.

"Evde Ecem de var..."

"Eee?" dedim. Sanırım hâlâ gerçek evlilik meselesindeydik.

"Kavgalar evliliğin tuzu biberi. Hiç kavga etmezsek o zaman sorun var bence!" diyerek de söyleyebileceği her şeyin önünü keserek kolumu elinden kurtarmış ve kapıya ilerlemiştim.

Beyazıt'ı beklemeden de adımlarım aşağı çevrilirken arkamdan gelen adım seslerini duyabiliyordum.

Yemek odasına ilerlerken Ecem ve Baha'nın seslerini işittim.

"Ya yapmasana!" diye sanırsam Baha savcıya çemkiriyordu Ecem.

"Kalk yerimden sen de!"

"Bu evde kadın egemenliği var, tamam mı? Anaerkil bir ev burası! Abinden biraz örnek al, centilmen ol ve kay kenara!"

İçeri girdiğimde Ecem'in Baha savcının yerinde oturduğunu ve Baha savcının da sandalyeyi geriye doğru çekerek Ecem'i düşürmekle tehdit ettiğini görmüştüm. Sanırım artık savcı demesem iyi olacaktı çünkü şu an bir çocuktan farkı yoktu.

"Ben bilmem kadın, erkek egemenliği falan! Kalk yerimden!"

Bunu derken sandalyeyi biraz daha eğmiş ve Ecem'in çığlık atmasına sebep olmuştu.

"Ne yapıyorsunuz? Çocuk musunuz?" demişti peşimden gelen Beyazıt da kuzeni ve kardeşine ters ters bakarak.

"Yerimden kalkmıyor!"

"Beni düşürmeye çalışıyor!"

Aynı anda birbirlerini şikayet etmeleri beni istemsizce güldürürken Beyazıt da sıkıntılı bir nefes vermişti.

"Bunları boş verip benimle dışarda kahvaltı etmeye ne dersin karım?"

Bana dönmesiyle ona dik dik baktım ve ilerleyerek yerime oturdum. Bunun üzerine Beyazıt da sıkıntılı bir nefes vererek kardeşi ve kuzenine doğru ilerlemiş ve Baha'nın elinden Ecem'i kurtarmıştı.

Ecem zaferle gülerken Beyazıt kardeşine kendi yerini işaret etti. "Geç öyle!"

"Sanırım tek kavga eden biz değiliz?" dedi Baha sorguyla ve abisini daha da sinirlendirmek istememiş olacak ki dediğini yaparak normalde Beyazıt'ın oturduğu yere geçti.

Beyazıt kardeşine tersçe baksa da Ecem'in yanındaki sandalyeyi alıp yanıma ilerlemesi pek de beklediğim bir şey değildi.

Benim "Ne yapıyorsun?" diye sormama kalmadan sandalyemi üzerinde oturan bana rağmen hiç de zorlanmadan kenara iteklemiş ve taşıdığı sandalyeyi de yanıma yerleştirmişti.

"Karıma daha yakın oluyorum!" diyerek bana o muzur gülümsemesiyle bakmış ve Ecem'in yanında duran servisi kendi önüne çekmişti.

"Sorunu olan kaldı mı?" diye sorduğunda ise kendisine tersçe baktım. Baha ve Ecem'in yer kavgasının ucu niye bana dokunmuştu ki şu an? Ayrıca her türlü durumdan istifade etmeyi nasıl beceriyordu?

Kimseden ses çıkmadığında "Afiyet olsun!" diyerek yemeye başlamıştı. Reglken canım çok bir şey yemek istemezdi ama karnımım ağrısına iyi gelmesi umuduyla çayıma uzandım ve bir yudum aldım.

Canım dondurma çekiyordu. Dondurma olsa yiyebilirdim.

Baha ve Ecem ise kavga edecek bambaşka bir konu bulmuşlardı kendilerine.

"Sen neden yemiyorsun?" diye Beyazıt bana doğru eğildiğinde omuzlarımı indirip kaldırdım.

"Hâlâ mı Dilem?"

Büyük bir sıkkınlıkla sorduğu soruyu bir kez daha omuzlarımı indirip kaldırarak cevapladım. Telefonumu çekip alması belki basit gibi görünebilirdi ama bugün buna tepki göstermezsem yarın bir adım daha ileri gitmeyeceğinin garantisini kimse bana veremezdi.

Sandalyenin alt kısmından kavrayarak beni daha da kendine çektiğinde derin bir nefes vermeme engel olamadım.

"Yemeğini ye!" dedi baskın bir tonlamayla da.

"Karnım ağrıyor!" dedim huysuzca yemeden bana rahat vermeyeceğini fark ederek.

Bakışları karnıma indi anlık olarak.

"Çok mu?" dedi ardından da. Sinirlerimi bozmaya yetecek kadar ağrısa da, akşama doğru daha çok ağrıyacağını bilsem de başımı iki yana salladım.

Eli birden belimi sardığında ve ufak ufak masaj yapmaya başladığında bunu pek de beklemediğim için şaşkın bakışlarım yüzüne çıkmıştı.

Şaşkın bakışlarıma aldırmadan yüzüme doğru üflediğinde gözlerim kapanmış, uçuşan tutamları hissetmiş ve yüzüme değen nefesi çekildiğinde de gözlerimi kırpıştırarak aralamıştım. Gözlerime bu denli dikkatli bakmasının içimde bir yerlerde hoşuma gittiğini itiraf etmeliydim.

"Bir şeyler atıştır, ilaç içersin..."

Ondan pek de alışık olmadığım ilgili tonlamayı duymak garip hissettirirken başımı iki yana salladım yavaşça.

"Sonra sonraki ay daha çok ağrıyor."

Masaj yapan eli biraz daha aşağı inerken iyi geldiğini saklayamayarak başımı omzuna doğru yaslamıştım.

"Beyazıt bir şey söyle şuna!" diyerek Ecem aniden bize döndüğünde ilgim ne yazık ki kocamdan çekilerek iki kuzene dönmüştü. Ayrıca başımı da kaldırmak zorunda kalmıştım.

"Bu neden burada ki? Gitsin kendi evine!" dedi Baha da sinirle homurdanarak.

"Kuzenimin evine gelirken sana mı soracağım?" dedi Ecem de altta kalmayarak.

"Burası benim de evim!"

Sanırım Beyazıt'ın dışarda yeme teklifini kabul etmem gerekiyordu.

"Ben de meraklı değilim zaten, zorla tutuluyorum burada! Gelmem akşam!"

"Halamın mı, Ateş'in mi, yoksa bambaşka birinin mi seni bir şeylere zorladığını, sana baskı yaptığını anlatana kadar buradasın Ecem! Akşam da tıpış tıpış buraya dönüyorsun!"

Beyazıt'ın sözleriyle yalnızca Ecem değil, Baha da durulmuş ve hatta kuzenini koruma iç güdüsüyle olsa gerek kaşları çatılmıştı. Ecem bunu böylece burada söylemesinden, yani benim yanımda söylemesinden rahatsız olmuş olacak ki bana kaçamak bir bakış atmıştı.

"Kalkalım mı?" dedim gerginliği almak için Beyazıt'a dönerek. Kuzeni ve kardeşi arasında gezinen bakışları üzerimde durmuş ve ardından da yavaşça karnıma inmişti.

"Evde kalsan daha iyi değil mi?"

Başımı iki yana salladım.

"Ajanstan çıkmayı planlamıyorum zaten ama çok aksattım son günlerde, işler birikmiştir."

Beyazıt mecburen beni başıyla onaylamış ve ayağa kalkarak bana da elini uzatmıştı. Elini tutup masadan kalktım ve beraber kapıya doğru ilerledik.

*

"Getirdin mi?" dedim istediğim dosyaları getirdiğini umarak ama elinde bir şey olmadığını gördüğümde sorgu dolu gözlerim yüzüne çıktı.

"Dilem Hanım, Yeliz Hanım sizi odasında bekliyor."

Annemin sabah bir işi olduğu için ajansta yoktu ve doğrusu bugün gelmez diye düşünmüştüm. Beni odasına çağırdığına göre de camla kaplı bu odada kimsenin kavga ettiğimizi görmesini istemiyordu ve muhtemelen odasına gittiğimde annemle de kavga edecektik.

Sıkıntılı bir nefes verirken ağrıdan dolayı kendime çektiğim bacaklarımı indirmiştim. Masadan dolayı kimse göremezdi ve o yüzden kendime çekebilmiştim bacaklarımı.

Günüm daha ne kadar kötüleşebilir derken devamlı bir şeyler oluyordu. Yasemin odamdan çıkarken ben de odamdan çıkmış ve koridorun sonundaki annemin odasına doğru ilerlemeye başlamıştım. Karnımdaki baskı çekildiği için ağrı da artmıştı üstelik.

Annemin kapısını tıklattıktan sonra beklemeden açmıştım zaten beni beklediği için. Beni beklediğini kanıtlarcasına da yalnızca oturduğu koltuğundan ,kapı hizasına, bana bakıyordu.

"Bir şey mi oldu, Yeliz Hanım?" diye sordum ama çatılan kaşları patronum değil şu an karşımda annemin olduğunu söylüyordu bana.

Zira "Otur, Dilem!" dediğinde de bunu kanıtlamıştı. Sözünü ikiletmeden geçip karşısına oturduğumda dönen sandalyesini hafifçe döndürerek doğrudan gözlerime bakmıştı.

"Dün bir telefon aldım ve bu sabah da bir yere buluşmaya çağırıldım, doğrudan açık açık tehdit edildim!"

Benim de kaşlarım çatılırken anneme sorgu dolu gözlerle baktım.

"Kim tehdit etti beni biliyor musun? Kemal Yılmaz! Sana peşini bırak demiştim!"

"Tehdit ettiğine göre doğru yoldayım." dedim altta kalmayarak. Annem ise başını onaylamazca iki yana salladı.

"Sana bir çok şey öğrettim Dilem ama tek bir şeyi öğretemedim! Yeri geldiğinde kör, dilsiz, sağır olacaksın kızım! Elbet vakti gelir! Elbet kulağın işitir, gözün görür, dilin çözülür ama o güne kadar sabırlı olmak zorundasın!"

"Seni bu kadar korkutan ne?" dedim bu haline anlam veremeyerek.

"Ben de araştırdım senden sonra, Dilem. Arkasının sağlam olduğunu söylerken ciddiydim. Bu adamın öyle arada sarhoşken yaptığı bir şey değil. Fantezisi bu adamın! Sistematik bir şekilde kadınlara tecavüz ediyor! Bugüne kadar bırak onlarca kadını, yüzlerce kadına tecavüz etmiştir belki. Bunca mağdur kadın varken bugüne kadar nasıl bu ortaya çıkmadı sanıyorsun?"

Kanımın donduğunu hissettim. Benim düşündüğümden de kötüydü durum yani.

"Asıl şimdi daha çok üstüne gitmemiz gerekmiyor mu?" dedim anneme inanamaz gözlerle bakarak.

Annem derin bir nefes aldı.

"Önce kendini düşünmek zorundasın ki daha sonra başkalarına yardım edebilesin. Adam açık açık sana sahip çıkmam için beni uyardı, Dilem! Sana bu işin peşini bırak önce bir arkasında kim var onu öğrenelim dedim ve sen de sözümü dinlemedin! Şimdi adam peşinde olduğuna uyandı. Daha dikkatli olacak! Arkasında kim olduğunu da öğrenmemiz zorlaştı. İyi mi oldu böyle? Bırakacaksın bu işin peşini! Gerisiyle ben ilgileneceğim!"

Başımı itiraz ederek iki yana salladım. Yine aynı şeyi yapıyordu.

"Asıl şimdi bu işin peşini bırakamam!"

Annemin önüne dönen gözleri ateş saçarak tekrar beni bulduğunda yutkundum.

"Bu bir rica değil, emirdi! Bu işle artık bizzat ben ilgileneceğim! Konu da tartışmaya kapalı! Eğer bırakmadığını araştırmaya devam ettiğini anlarsam..."

Sustuğunda alayla güldüm.

"Kovar mısın beni anne?" dedim sitemle ve ardından da başımı aşağı yukarı salladım.

"Sen zahmet etme, ben istifa ediyorum!"

Loading...
0%