Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@__kao__

Uyuyamamış ve hatta eve de sığamamıştım. Geçmişim peşimi öyle bir bırakmamıştı ki gelecekte olabilecekler bile evden çıkmama engel olamamıştı.

Şu an peşimde bir ekip olmadığını biliyordum. Baha savcı sabaha kadar evden çıkmamamı, sabahın ilk ışıklarıyla bir ekibin geleceğini bana söylemişti onu yolcu ederken.

Ancak o kocaman eve sığamıyordum. Annemin kollarında bile güvende değildim sanki.

Üzerimdeki kabana daha sıkı sarındım. Hava çok soğuktu ama şu an uykumu açması sebebiyle bundan hiç de şikayetçi değildim.

Parka ulaştığımda gidip salıncağa oturdum.

Hafif hafif sallanırken başımı gökyüzüne kaldırdım. Yıldızların çok azı görünüyordu.

Küçükken daha fazlasını görebiliyordum oysaki. Belki o zaman insanlardan uzak olmamızdan kaynaklı, belki de o zaman şehrin bu kadar kirli olmamasından kaynaklıydı.

"Söz vermiştin..." diye mırıldandım.

Hayatımda sadece bir kez gördüğüm bir adamın sözüne nasıl bu kadar itimat etmiştim bilmiyordum.

Ancak bana o sözü verdikten yalnızca bir ay sonra onun beni kurtardığı geceden de kötü bir gece geçirmiştim ve o buna engel olmamıştı.

O an sımsıkı boynumdaki kolyeyi tuttuğumu fark ettim ve başımı eğerek şaşkınlıkla kolyeye baktım.

Söz verdiği gibi bu kolye beni kabuslarımdan da arındırmamıştı. Hâlâ neden taktığımı ise bilmiyordum.

Belki beni tanıyamazsa bu kolye yardımcı olur diyeydi belki bir daha kimseye, özellikle tanımadığım kimseye güvenmemem gerektiğini hatırlamam içindi.

Bazen düşüncelerim, duygularım o kadar karışıyordu ki kendimi bile tanıyamadığımı fark ediyordum.

Büyük gerçekleri ortaya çıkarmış ben, kendi içimdeki gerçekleri ortaya çıkaramıyordum.

Sanırım bu terzi kendi söküğünü dikemez deyiminin doğruluğunun kanıtıydı.

Doğru zamanda, doğru kişiye, doğru soruyu sorarsan öğrenemeyeceğin bir gerçek yoktu.

İnsan doğası gereği anlatmaya meyilliydi zaten ve ben bunu çok da güzel kullanabiliyordum. Kendim hariç...

Ancak belki de en çok her zaman kendi içimdeki soruların cevaplarına ihtiyacım olmuştu.

Mesela neden hâlâ anneme söylemiyordum?

O zaman küçüktüm, korkmuştum, manipüle edilmiştim ama şimdi gidip anneme söylememem için bir neden yoktu.

Önüme sokak lambasının aydınlatması nedeniyle düşen gölgeyle bakışlarım büyük bir sakinlikle gölgenin sahibini buldu.

Karşımda bir ayyaş, belki bir ergen bulmayı bekliyordum ancak takım elbiseli, gayet düzgün bir adam bulmayı beklemiyordum.

Çehresi bana bir yerden tanıdık gelirken bir o kadar da yabancıydı. Kıvırcığa yakın, dalgalı siyah saçlarının gölgesinin düştüğü yüzünde anlamlandıramadığım bir ifade vardı. Kirli sakalları yüzüne daha ciddi bir ifade otuttururken, koyu gözleri beni dikkatli bir şekilde inceliyordu. Ancak ifadesi anlaşılmaz ve farklıydı.

Sanırım ne olursa olsun dışarı çıkarak hata yapmıştım. Belli ki Sereyli beni öldürtmesi için birini yollamıştı. En azından bir daha kabus görmeyecektim...

Gözlerimi kısarak yüzüne baktım ve gülümsedim.

Ardından bakışlarım beline indi. Tahmin ettiğim gibi silaha ait olması gereken şişkinlik oradaydı.

Galiba tek başına gelmişti, belki karşı koyabilirdim, bir şansım olabilirdi, onca yıllık eğitimim vardı ama içimden gelmiyordu.

Şu an için bir daha kabus görmemek, o anları tekrar yaşamamak daha cezbediciydi.

"Oturabilir miyim?" dedi yanımdaki boş salıncağı işaret ederek.

Böyle bir şey beklemezken gözlerim şaşkınlıkla açıldı önce, ardından da sorgulayarak kısıldı. Sereyli olsa direkt ölmüştüm sanırım. Adam bu kadar bile yakınıma yaklaşmazdı.

Beynimi kullanmaya başladığımda fark ettiğim uyuşmazlıkla kaşlarım çatıldı.

"Kimsin?" dediğimde olumlu bir cevap vermesem de yanımdaki salıncağa oturmuştu.

"Sallanmak isteyen bir adam?" dedi sorarcasına.

Bir kez daha süzdüm daha dikkatli bir şekilde. Yüzündeki daha önce de fark ettiğim gibi tanıdık bir şeyler vardı.

Fark ettiğim benzerlik eşleştiğinde derin bir nefes aldım. Bugün de kabus görmekten kurtulamayacaktım sanırım.

"Baha Arat'ın nesisin?" dediğimde kaşları şaşkınlıkla havalandı.

"Yüz hatlarınız çok benziyor, bir şeyi değilim desen de inanmam ve bulurum seni." dedim cevap vermeyeceğini anladığımda.

Tabii ki insan insana benzerdi ancak bugünden sonra ister istemez bir yakınlıklarının olmasının daha muhtemel olduğunu düşünüyordum ki yüzündeki anlık afallamışlık da bunu kanıtlıyordu.

Yine de bir şeyi çıkmazsa sanırım çok utanırdım bu kadar emin konuştuktan sonra.

"Abisiyim..." dediğinde rahatlayarak derin bir nefes verdim.

Ancak bu hâlâ burada bu saatte ne yaptığını açıklamıyordu.

"Beyazıt Arat..." dediğinde bana uzattığı eline baktım.

Ardından da elimi uzatıp sıktım.

"Dilem Akçay..."

"Burada ne yapıyorsunuz Beyazıt Bey?" dediğimde gözleri kısıldı ve o da beni dikkatlice inceledi.

O an üzerimdeki turuncu kareli pijama altı ve üzerindeki beyaz düz tişört beni rahatsız etmişti. En üstümde de siyah kabanım vardı zaten .

"Sizinle tanışmak istedim, doğrusu planımda doğrudan bir tanışma yoktu ancak Baha'yla beni bağdaştırmanız beklenmedikti. Pek benzetenimiz de olmaz."

Tavrında soru sormamı istemeyen bir şeyler vardı.

Çok açıklama yapacak bir tip değil gibiydi. Sanki benim sorularımdan kaçıyordu.

"Bir güvenlik şirketim var. Baha biraz bahsetti ve size ekstra koruma sağlayıp sağlayamayacağımı sordu. Ben de ona bunu isteten kadını merak ettim."

Nitekim kendi kendine ben bir şey demeden devam ettiğinde de buna emin olmuştum.

Tamam belki ön yargıydı ama herkes görünüşünün öyle ya da böyle etkisi altında olurdu ve Beyazıt asla açıklama yapacak, hele ki uzun açıklama yapacak bir tip değildi.

"Tanışmak karşılıklı olur..."dedim ilk cümlesine vurgu yaparak.

"Siz beni tanımak istemişsiniz. Yine de tanıştığıma memnun oldum..." diyerek de devam ettim içime düşen kurtla ve salıncaktan kalktım.

"Daha uygun bir saatte, daha uygun bir vaziyette yeniden tanışmak için sizi beklerim..."

Vaziyetten kastım kesinlikle kıyafetlerimdi.

Ayrıca merak etse bile bunu neden gece yapıyordu.

Kaldı ki Baha savcıdan istese zaten tanıştırırdı. Kendini bana tanıtmak amacı değildi. Sadece beni tanımak istemişti. Onu Baha savcıyla özdeşleştirebileceğim aklının ucundan geçmemişti.

Onu araştırsam bile bir savcının, hele ki Baha savcının ailesini araştırmak aklımın ucundan geçmezdi doğrusu eğer ki yüz hatlarını benzetmesem.

Yalnızca anlık olarak durumu kurtarmıştı ve o da ben de bunun farkındaydık.

Adımlarım parkın çıkışına yol alırken ensemde bakışlarını hissedebiliyordum.

Ava giderken avlanmıştı... Bunun hoşuna gitmeyeceğine emindim ama en nihayetinde bir savcının, Baha savcı gibi onurlu, iş etiğine sahip bir savcının kardeşinde nasıl bir numara olabilirdi ki?

*

Günün doğmasıyla birlikte yanımda uyuklayan Lor'un yanından kalkmış ve üzerimi değiştirerek kendimi sahil kenarındaki yürüyüş yoluna atmıştım.

Günlük tempolu yürüyüşümü yaptıktan sonra eve dönmüş ve güzel bir duş almıştım. Ardından da işe gitmek için beyaz kot, bol paça bir pantolon, krem boğazlı bir badi giyinmiştim.

Düş kapanını badinin içine sakladıktan sonra kulaklarıma altın halka küpelerimi geçirmiştim

Düş kapanını badinin içine sakladıktan sonra kulaklarıma altın halka küpelerimi geçirmiştim. Bileğime beyaz kordonlu saatimi taktığımda da kombin tamamlanmıştı.

Sıra makyajımdaydı.

Önce oturmuş ve arkada bir podcast açarak turuncu ojelerimi sürmüştüm tırnağıma büyük bir özenle.

Ojelerim kuruduğunda yüz makyajıma geçtim. Makyajımda da bol bol turuncu tonlarını kullanmıştım.

Turuncu geçişli bir far, şeftalimsi turuncumsu bir allık ve şeftali tonlarında bir ruj...

Sabitleyiciyi de bir kaç fıs sıktıktan sonra açık bıraktığım açık kumral saçlarımı da son kez düzeltmiş, beyaz çantalarımdan altın zincirli bir tanesini almış ve odamdan çıkarak aşağı ilerlemiştim.

Annem masanın bir başındayken, Ahmet abi diğer başındaydı.

Didem masanın uzun kenarının ortasında oturuyordu ben de geçip tam karşısına oturdum ve yanımdaki boş sandalyeye çantamı bıraktım.

"Günaydın..." da dediğimde koro halinde "Günaydın!" demişlerdi.

Ardından annem kahvesinden bir yudum aldı ben tabağıma kahvaltılık bir kaç bir şey bırakırken.

"Direkt ajansa mı geçeceksin?"

Başımı iki yana salladım. İlgilenmem gereken bir haber vardı.

"Gidip kadınla konuşacağım." dedim.

Ünlü bir oyuncunun davasıydı. Kadın, oyuncunun taciz ettiğini ve hatta odaya menajeri gelmese tecavüz edeceğini iddia etmişti öğrendiğim kadarıyla.

Ancak bu haberin önü kesilmiş karakolun dışına çıkamamıştı. Ben de karakoldaki haber kaynağım sayesinde öğrenmiştim.

İftira mıydı da, kadının amacı para mıydı da istediğini alınca susmuştu, yoksa tehdit mi edilmişti öğrenmem gerekiyordu.

"Şu oyuncuyla ilgili mi?" dediğinde başımla onayladım annemi.

Ardından da ağzımdaki lokmayı yutarak üçünde de gayriihtiyari göz gezdirdim.

"Bir süre dikkatli olun olur mu?" dediğimde Didem'in gözleri endişeyle kısılmış, annem ve Ahmet abi kaşlarını çatmıştı.

"Sen gece de burada kaldın?" dedi annem şüpheyle. Bu alışık olduğu bir şey değildi.

"Ne oluyor Dilem? Neye bulaştın yine sen?"

Başımı iki yana salladım.

"Bir şey yok. Havlayan köpek ısırmaz..." dedim annemin geçmişte bana söylediği bir sözü anımsatarak.

Ben yanındayken annemin önünü kesmişler ve açık açık tehdit etmişlerdi. Korktuğum için annem önümde eğilmiş ve bana sarıldıktan sonra "Havlayan köpek ısırmazmış... Sesi çıkandan değil, sesi çıkmayandan kork! Böylelerinin sesi seni korkutmasın. Bırak konuşsun. Senin sesin her zaman gür çıksın ama asıl içindekileri kendine sakla. Sesin çıkıyorsa ve susturmak için sesini bastırmaya çalışıyorlarsa o zaman doğru yoldasındır..." demişti.

O gün söyledikleri çok çelişkili gelmişti. Aynı anda hem sesim çıkacaktı ama sesi çıkan bir şey yapmazdı. Ancak sesim çıkmalıydı ama içimdekileri kendime saklamalıydım. Sesimi bastırmaya çalışıyorlarsa doğru yoldaydım.

Neyse ki şu an anlıyordum ne dediğini.

"Yalnızca tedbir..." dediğimde bakışlarını üzerimden çekmemişti.

Kendisi zamanında belki de benden kat ve kat fazla tehlikeli haberlere imza atmıştı ama benim kendimi böylesine ortaya atmamdan rahatsızdı.

Annemin bakışlarını üzerimden çeken şey Ahmet abinin çalan telefonu oldu.

Ahmet abi masanın üzerindeki telefonunu hızla açıp kulağına götürürken bakışlarım ilgiyle üzerinde geziniyordu.

"Evet?" dediğinde sorarcasına ifadesi anbean değişti karşı taraftan her ne duyduysa.

Yüzü gevşemiş, asılmış belli ki bir şeye üzülmüştü.

Ardından hızla ayağa fırladı telefonu kapatarak.

"Ne oldu?" dedi annem de endişeyle.

"Annemin durumu kötüleşmiş." dedi Ahmet abi ve hızla dış kapıya ilerledi.

Annem de peşinden ayaklandı.

"Ayla'yı arayıp bugün geç geleceğimi belki de gelemeyeceğimi söyle. Kardeşini de okula bırak."

Bana bile bakmadan kurduğu cümlelerin ardından Ahmet abinin peşinden dışarı ilerlemişti.

Ahmet abinin annesinin durumu uzun zamandır iyi değildi ve bir hasta bakım evinde kalıyordu.

"Abla..." dedi Didem tereddütle, ne yapacağını bilemezmişçesine, ona ne yapacağını söylememi istercesine.

Uzanıp elini tuttum.

"Hadi, kahvaltını bitir. Okula gidelim. Yapılacak bir şey olursa söylerler..." dediğimde aklı orada olsa da beni başıyla onayladı.

Oyalana oyalana bir iki lokma bir şey yediğinde daha fazla yemeyeceğine ikna olarak ayağa kalktım.

"Hadi seni önce okula bırakalım, sonra ben de işlerime bakayım. Çok istersen çıkışta Yusuf seni götürür." dediğimde yanıma gelmiş ve kollarını belime dolayarak bana sıkıca sarılmıştı.

"En çok seni seviyorum... Laf aramızda kalsın ama annem ve babamdan da çok. Hatta abimden de çok. Sana bir şey olmasın olur mu?" dediğinde biraz da bana bir şey olabilecek olmasına takıldığını anlamış ve ben de ona sıkıca sarılmıştım.

Abisinden çok sevdiğine dair tereddütlerim vardı ama bir şey söylemedim.

"Söz veriyorum bir şey olmayacak..." dedim ancak tek garantim kapıdaki polislerdi. Bir de ne olduğu belli olmayan güvenlik şirketi olan bir adam.

Bir şey olursa da kimsenin sözüne itimat etmemesi gerektiğini öğrenmiş olurdu.

*
Minik kafeye girdiğimde etrafta kısaca göz gezdirdim.

Çok kalabalık değildi neyse ki. Gözlerim fotoğrafta gördüğüm kızı ararken çok geçmeden bulmuştum.

Sanırım mutfak kapısından çıkıp gelmişti.

Beni gördüğünde gülümsedi.

"Buyurun, hoş geldiniz... Ne alırsınız?"

Hemen kahve yaptıkları barın önündeki uzun bar taburelerinden birine oturdum.

"Merhaba, ben aslında bir şey almak için gelmemiştim ama sade bir Türk kahvesi içebilirim..."

Kadın anlam veremeyerek bana baksa da arkasını dönmüş ve makineye kahve, su koymuştu.

Ardından doğrudan bana döndü sorgulayan bakışları.

"Dilem Akçay..!" dedim tanışmak için elimi uzatarak.

"Pırıl..." dedi yalnızca mecburen uzanıp elimi sıkarken.

Bu sırada makineden bir ses yükselmiş ve Pırıl bir kez daha ardını dönerek bir fincana kahvemi doldurmuş ve ardından da önüme koymuştu.

Etrafıma şöyle bir bakındım. Zaten az müşteri ve kasada müşterilerle ilgilenebilecek biri vardı.

"Ben gazeteciyim." dediğimde durdum ve kadının tepkisini dikkatli bir şekilde incelemeye başladım.

Başta dondu kaldı. Dudakları şaşkınlıkla aralandı. Ardından elinin titremeye başladığını fark ettim. Yüzü korkuyla kasıldı.

Siyah boyalı saçlarını ellerinin titrediğini gizlemek istercesine toplamaya girişti.

Panik olmuştu.

"Na-" Dolgun dudaklarını ıslattı ve derin bir nefes aldı.

"Nasıl yardımcı olabilirim?"

"Gerçekleri anlatarak?" dedim sorarcasına ve titremesi gözle görülür bir şekilde arttı.

"Ne gerçeği?" dedi.

"Kemal Bey hakkındaki..." dediğimde kaşları çatıldı. Eli anlık olarak kalbine gitti.

Korkuyordu.

"Gerçek yok! Kendisini tanımıyorum bile. Sadece ekranlarda gördüğüm kadarıyla..!"

Kadın korkuyordu ve normal şartlarda zorlamazdım ancak kendime engel olamadım.

"Emin misiniz? Duyduğuma göre daimi müşterilerinizdenmiş. Ayrıca oyuncu olduğunu da soyadını da söylememiştim?"

"Çıkın!" dedi sertçe ancak sesi titremişti.

Ayağa kalktım ve çantamdan önce bir ellilik, sonra kartımı çıkarttım. İkisini de barın üstüne bıraktım.

"Burada benim numaram yazıyor. Eğer fikrinizi değiştirirseniz ki bence gazetemizi araştırmak fikrinizi değiştirir, lütfen beni arayın. İstemediğiniz hiç bir şeyin olmasına izin vermem..."

Arkamı dönüp gidecekken durdum ve kadına döndüm.

"Korkunuzu anlıyorum ancak emin olun eğer ortada böyle bir gerçek varsa ilk değilsiniz ve de son olmayacaksınız..."

Kadın dolu gözleriyle bana baktı ve benim çıkıp gitmemi beklemeden o mutfağa girdi.

Derin bir nefes aldım. Kadına 2 gün veriyordum. Eğer kendisi beni aramazsa 2 gün sonra tekrar gelecektim.

Kafeden çıktığımda beni kapının önünde siyah lüks yabancı bir araba karşılamıştı.

Benim dışarı çıkmamla arabanın kapısı da açıldı.

İster istemez soluma, polis arabasının olması gereken yere, döndüm. Oradaydılar.

Tekrar önümdeki arabaya döndüğümde Beyazıt Arat'ı görmemle derin bir nefes almıştım.

Bana yaklaşırken ben de geri kalmayarak ona yaklaştım.

"Umarım şu an daha uygun bir saatte ve vaziyetteyizdir..." dediğinde gülümsedim ister istemez.

"Umarım şu an daha inandırıcı bir bahane bulmuşsunuzdur..."

Sanırım açık sözlülüğüm gür kaşlarının hayretle havalanmasına neden olmuştu.

"Korumalarımın peşinizde olduğunu ve sizi koruduklarını bizzat söylemek için gelmiştim ve de tabii sizi onlarla tanıştırmak için."

"Öyle mi?" dercesine kaşlarımı havalandırıp başımı sallarken etrafta bir kez daha turladı gözlerim. Sağ tarafta önümdeki gibi iki siyah araba daha duruyordu.

"Ücreti ve ibanınızı söylerseniz ödemenizi yaparım..." dediğimde alaylı küçük bir kahkaha attı.

"Para istemiyorum Dilem Hanım... Kardeşimin başını belaya sokmamanızı istiyorum..."

Gözlerim kısıldı.

"O zaman kardeşinize söyleyin de istifa etsin, keza kendisi bir cumhuriyet savcısı. Bildiğim suçları ihbar etmemek, kendisine, polislerimize söylememek beni de suçlu yapar."

Gözleri üzerimde gezindi ve ağzının içinde bir şeyler geveledi.

"Numaramı kardeşinizden alırsınız, ibanı ve ücreti bekliyorum..!" dedim ve az ilerdeki beyaz Range Rover'ıma ilerledim.

Arabama bindikten sonra gözümü Beyazıt Arat'tan ayırmadan kemerimi bağladım ve arabamı çalıştırdım.

Peşimde sivil polis arabası dışında iki araba daha vardı artık. Bunun belki beni güvende hissettirmesi gerekiyordu ancak huzursuzdum. Beyazıt Arat'ta beni rahatsız eden bir şeyler vardı.

Ajansa gider gitmez kendisini araştırmaya başlayacaktım kesinlikle.

Öyle de yaptım. Ajansa girer girmez odama kapandım ve başta Beyazıt Arat olmak üzere tüm Arat ailesini araştırdım.

Daha doğrusu bir şey bulabilsem araştırabilirdim ancak anne ve babalarıyla alakalı tek öğrenebildiğin şey babalarının bir inşaatın altında kalarak öldüğüydü.

Anneleri hakkında herhangi bir şey bulamamıştım, öyle ki ölüp ölmediği bile belli değildi. Yalnızca iki kardeşlerdi. Baha Arat ne kadar göz önündeyse, Beyazıt Arat bir o kadar büyük bir giz idi.

Şirketleri vardı. Bir çok alanda, bir çok farklı şirketi vardı ya da şirkete ortaktı. Söylediği gibi bir güvenlik şirketi de vardı. Hatta Türkiye'nin en iyilerindendi.

Eğer kardeşi için endişeleniyorsa bu denli, Sereyli'nin ne denli tehlikeli olduğunu biliyor olmalıydı.

Bilmesi için de en azından bağlantıları olmalıydı.

Tüm öğleden sonramı bu bağlantıları bulmaya çalışarak geçirmiştim.

Bir kaç bir şey de bulmuştum aslında ama bunlar sıra dışı olduğu gibi bir o kadar da normaldi.

Sanırım elimdeki kozlardan kullanmam gerekecekti.

Baha'ya güveniyordum. Eğer abisi bu tarz bir şeyin içindeyse en başta o keserdi cezasını.

Görevine bağlılığı her daim beni hayran bırakmıştı ve doğrusu ona özenmiyor da değildim.

Bu sebeple kozumu Beyazıt Arat'la harcamak istemiyordum ama içimdeki kurt beni yiyip bitiriyordu. Ya Baha savcı da bilmiyorsa?

Kolyemle oynamayı bırakarak hızla telefonuma atıldım.

Neyse ki telefon beni çok bekletmeden açılmıştı.

"Kerem..." dedim gülümseyerek gülümsememi görebilecekmiş gibi.

Kendisi bir bilgisayar dehasıydı ve benim elimde ona karşı mini mini bir koz vardı.

Arkadaş olmasak muhtemelen şu an bütün kirli çamaşırlarım internetteydi ancak neyse ki arkadaştık...

Sanırım ben biraz kötü bir arkadaştım...

Sıkıntılı nefesini işittim.

"Bu son Dilem..." dedi ciddi bir bıkkınlıkla.

"Tamam, tamam... Valla imha edeceğim o fotoğrafları eve gider gitmez. Yeter ki bana Beyazıt Arat hakkında, ailesi hakkında ne var ne yok topla..."

Tek kaşını kaldırdığını hayal edebiliyordum.

"Yine ne iş açacaksın başına?"

"Merak etme..." dedim kendi içim içimi yerken.

"Yalnızca emin olmak istiyorum, muhtemelen hiç bir şey çıkmayacak..."

"Peki..!" dedi Kerem bir kez daha bıkkınlıkla.

"Beyazıt Arat demiştin, değil mi?"

"Evet!" diyerek onu onayladım hızla.

"Bana iki gün ver ve mümkünse iki gün sonra telefondan arama ve doğrudan yanıma gel... Az bir arkadaşlığını görelim!"

İstemsizce gülerken görmese de başımı aşağı yukarı sallarken buldum kendimi.

"Öyle, yaparım... Öptüm!" dedim ve telefonu kapatarak kendi bulduğum üç beş bilgi kırıntısına baktım.

Güvenlik şirketi sadece fiziksel bir koruma değil, dijital ortamda da koruma sağladığı için bir şey bulamamam beni şaşırtmamıştı aslında ama sinirlerimi bozmadığını da söyleyemezdim.

Sosyal medyanın gerçekleri yansıttığını düşünmediğim için zorda kalmadıkça bakmazdım ama sanırım Beyazıt Arat'ın sosyal medyasına bakacaktım.

Doğrudan ismini arattığımda çıkmamıştı.

Baha savcınınkine girip takip ettiklerine baktığımda da bulamamıştım.

Sanırım sosyal medya kullanmıyordu.

Aman ne güzel!

Loading...
0%