Yeni Üyelik
20.
Bölüm

20. Bölüm

@__kao__

Annem peşimden "Dilem!" diye seslense de duymazdan gelerek odasından çıkmış ve kendi odama ilerlemiştim. Yasemin'in masasının önünden geçerken duraklayarak ona baktım.

"Boş bir kutu bul ve odama gel!"

Cevabını dahi beklemeden odama girmiş ve bulduğum boş bir kağıda oturup istifa dilekçemi yazmaya koyulmuştum. İmzamı attığım sırada da Yasemin girmişti içeri.

Islak imzama kuruması için hafifçe üflemiş ve kağıdı da Yasemin'e doğru uzatmıştım. Yasemin kutuyu masaya bırakıp kağıdı elimden alırken dilekçeye şaşkınlıkla baktı ve ardından da yüzüme çıkardı bakışlarını.

"İlgili yerlere iletirsin, çıkabilirsin!" dediğimde itiraz edecek gibi oldu ama sinirli olduğumu anlamış olacak ki tek kelime etmeden çıktı odamdan. Ben de getirdiği kutuya hızlıca eşyalarımı doldurmaya başladım ama bundan da vazgeçerek kutuyu da öylece bırakmış ve yalnızca montumu ve çantamı alarak çıkmıştım ajanstan.

*

"Kocandan nefret ediyorum!"

Ecem'in sitemli sesiyle başımı kitaptan kaldırdığımda kendini karşıdaki koltuğa attığını gördüm. Kaşları çatıktı ve de kollarını birbirine dolamıştı. Beyazıt henüz gelmemiş olmalıydı. Zira ben hem sinirli olduğum hem de karnım ağrıdığı için istifa edince erken gelmiştim eve.

"Bir şey mi oldu?" diye sorarken de kitabın arasına koyabileceğim bir şey bakınıyordum etrafta. En son Beyazıt'la o dağ evinde kalırken kitap okumuştum ve bu tarz aktivitelere gereğinden az vakit ayırdığımı fark etmiştim son zamanlarda. Daha çok dikkat etsem iyi olacaktı.

Sehpanın üzerinde duran tütsüye uzandığım sırada Ecem de yakınmaya başladı.

"Öküz senin kocan! Hayvan herif! Evime giremedim ben bugün ya! Salmadı adamları!"

Sanırım Beyazıt'ın yüzüne 'Tamam, kalırım.' diyerek arkasından kendi evine gitmeye kalkışmıştı. Çok öngörülebilir bir şeydi ve Ecem'in gerçekten evine girebileceğini düşünmesi buradaki asıl sorundu bana kalırsa.

Tabii ki Beyazıt'ın tutumu da yüzde yüz doğru değildi ama ortada yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğu da fazlaca barizdi.

"Sen bu öküzle hangi akılla evlendin Allah aşkına! Silah zoruylaysa söyle! Boşanmanız için her türlü desteği sağlarım sana..."

Ecem'in bu haline hafifçe gülerken onaylamazca da başımı iki yana salladım. Tütsüyü arasına koyarak kapattığım kitabı da sehpanın üzerine bırakmıştım.

"Biraz sakin mi olsan? Senin iyiliğin için yapıyor en nihayetinde."

"Zorla güzellik olmaz!" diye çıkıştı bu kez de bana. Ardından bana çıkışmasını yersiz bulmuş olacak ki biraz dikleşti ve boğazını temizlemek istercesine hafifçe öksürerek ifadesini yumuşattı.

Bu konuda da Ecem haklıydı. 27-28 yaşlarında falan olmalıydı ve yetişkin bir kadındı. Ağrıdan dolayı kendime çekmiş olduğum bacaklarıma kollarımı sararken çenemi de elime yaslamıştım.

"Haddim değil belki ama... Eğer sorun birinden ya da olabileceklerden korkmansa, bunu kendine yapma..."

Gözüm çenesine ancak gelen kısa sarı saçlarındaydı. Evet, Ecem'i uzun zamandır tanımıyordum ama gereksiz bir hırçınlığı vardı ve bu hırçınlığın doğal bir hırçınlık olduğunu sanmıyordum.

"Oradan demesi kolay..." dedi belli belirsiz bir sesle. Duyduğumu fark ettiğinde gözleri irileşti ve oturduğu yerde biraz öne eğildi.

"Sizi, nasıl bir şey olmadığına inandırabilirim?"

Bu dönüşüyle başımı onaylamayarak iki yana sallarken belli belirsiz bir gülümseme de yerleşmişti dudaklarıma.

"İnsanlar salak değil, Ecem." dedim bunun üzerine yalnızca da ve konuşmanın benim için burada noktalandığını anlaması için uzanıp sehpanın üzerinden yarıda bıraktığım kitabımı tekrar aldım.

Çok geçmeden de adım seslerinden anladığım kadarıyla Ecem salondan çıkmıştı. Bir 10 sayfa kadar daha okumuştum ki duyduğum adım sesleriyle bir kez daha başımı kaldırmak zorunda kaldım. Saat henüz erkendi ve Beyazıt'ı görmeyi pek de beklemiyordum. Üzerinde her zamanki gibi şık bir takım elbise vardı ancak kravatı çıkarılmış, gömleğinin bir kaç düğmesi açılmıştı ve ceketi de elindeydi. Ayrıca yukarı doğru kıvırmıştı kollarını da.

"Telefonun neden kapalı?"

Kaşları çatıktı ve bundan hoşlanmadığını bana oldukça iyi bir şekilde yalnızca gözleriyle yansıtabiliyordu. Kitabıma ikinci kez ara vermek durumunda kalırken Beyazıt gelip ayak ucuma oturmuştu.

Cevap vermeden önce arasına tütsü koyduğum kitabı büyük bir sakinlikle sehpaya bıraktım. Bir ajansta çalışmanın en kötü yanı herkesin gereğinden fazla meraklı olması ve bir şeyin çok hızlı yayılmasıydı. İstifa ettiğim haberinin yine de bu kadar hızlı yayılmasını beklemiyordum. Yeni iş teklifi içeren maillerin ve aramaların ardı arkası kesilmeyince de çözümü telefonumu kapatmakta bulmuştum.

"Annemle biraz atıştık da..." dedim çok da üzerinde durmadan. Hiç neden istifa etiğimi, istifa etmemin işimi bıraktığım anlamına gelmediğini falan uzun uzun anlatasım yoktu. İşin özü de annemle atışmamızdı zaten.

Bana ters bir bakış atarken tamamen arkasına yaslandı.

"Her annenle kavga ettiğinde telefonunu kapatıyor musun sen?"

Başka ne zaman annemle kavga ettiğimi ve telefonumu kapattığımı hatırlamaya çalıştım. O gün, Ferzan'ın adamlarını öldürdükten sonra gece annemi aramam ve konuşma hoşuma gitmeyince doğrudan telefonumu kapatmam geldi aklıma.

"Bir şey mi oldu?" diye sordum sorusunu duymazdan gelerek. Beni bir şey için aramış olmalıydı. Gerçi önemli bir şey olsa peşimdeki adamları evde olduğumu söyleyebilir ve evdeki yardımcılardan biri aracılığıyla bana çok rahat ulaşabilirdi.

"İyi olup olmadığını soracaktım..."

Yüzü bunu hatırladığını belli edercesine gevşerken gözü de kendime çektiğim bacaklarıma kaydı.

"Hâlâ ağrıyor mu?"

İlgili koca severiz, değil mi?

Bu ilgisinin hoşuma gitmediğini söyleyemezdim ama beni ürküten bir tarafı da vardı. Rahatsız eden...

"Biraz..." dediğimde eli kendime çektiğim bacaklarıma gitti. Bileklerimden tuttuğu ayaklarımı kendi bacakları üzerinden atlatırken iyice de bana yaklaşmıştı. Yutkunmamak için dudaklarımı ıslatırken Beyazıt'ın eli yavaş yavaş yukarı tırmanmış ve istemsizce yutkunmama sebep olmuştu. Beyazıt'ın ise tüm odağı şu an büyük bir yavaşlıkla diz kapağıma doğru çıkan ellerindeydi.

Nefesimi tuttuğumu fark ettiğimde yavaşça verdim. Eli kasıklarım ve karnımın arasında duraksadı ve gayet olağan bir şeymişçesine masaj yapmaya başladı. Bakışlarını ağır ağır da yüzüme çıkardığı sırada gözlerimle her bir hareketini takip ediyordum.

Dudaklarını geriye doğru gererek hafifçe büzdüğünde nefesini vereceğini anlayarak gözlerimi kapattım. Yüzümde hissettiğim ılık nefes bittiğinde ise kırpıştırarak araladım. Bu hareketine de bir anlam veremesem de garipsemiyordum.

Eli kasıklarımın biraz üzerinde, gözleri gözlerimdeyken halihazırda açık olan geniş salon kapısına iki kez tıklatıldığında Beyazıt gözlerini gözlerimden çekerek hafifçe arkasına dönmek zorunda kalmıştı.

Beyazıt dönünce ben de hiç acele etmeden bakışlarımı kapıya çevirdim ve Oya'yı gördüm. Bizi bu kadar yakın görmekten ve biraz da bölmekten utanmış olsa gerek hafifçe kızarmış ve boğazını temizlemişti.

"Şey..." dedi kısa bir an ne diyeceğini bilemezmişçesine.

"Dilem Hanım'ın arkadaşı gelmiş. Kerem Bey..?" dedi ve sorgu dolu bakışları bende durdu. Beyazıt'ın kaşlarının çatıldığını fark etsem de çok üzerinde duramadan ayaklarımı Beyazıt'ın kucağından çekerek daha normal bir oturma pozisyonuna geçtim.

Ardından da Oya'ya "İçeri gelsin, lütfen." dedim. Kerem en son İstanbul dışında olacaktı ve dün aradığımda telefonu hâlâ kapalıydı. Döndüyse ve döner dönmez soluğu da burada aldıysa önemli bir şey olmalıydı.

Beyazıt'ın ağzının içinde bir şey mırıldandığını duysam da ne dediğini soramadan Kerem girmişti içeri. Burada olmaktan gram memnun olmadığını yüz ifadesinden anlayabiliyordum.

Kerem'e sarılmak için ayağa kalkacaktım ancak Beyazıt'ın dizimdeki eli buna engel oldu. Ne yaptığını sorgulayan bakışlarım gözlerine değdiğinde umarsızca omuzlarını kaldırıp indirdi.

"Karnın ağrıyor, kalkma!"

Kerem yarım ağız gülerken hiç bir çekince belirtmeden geçip hemen dibimdeki berjere oturmuştu.

"Yine isyan başlatmışız!"

Sanırım Beyazıt'ı şu an yok sayıyordu.

"Hemen mi?" dedim gözlerimi yuvarlarken.

"Havaalanından çıktım, taksi çağırmak için telefonumu açtım, daha numarayı çeviremeden Yeliz abla aradı. Ne söylediğini söylememe gerek var mı?"

Gerek yoktu. Kafamın içine annemin 'Şuna göz kulak ol, aptalca bir şey yapmasın!' diyen sesi dolmuştu bile.

Gerçekten mükemmeldi. Beyazıt sohbetimizi pek anlayamamanın huysuzluğuyla bacağını hızlı hızlı sallarken ben bir yandan da rahatlamıştım. En azından bir şey olmamıştı.

Ardından bendeki bakışları Beyazıt'a döndü, Kerem'in.

"Benden kıskanmana, sakınmana gerek yok, Arat!"

Bu denli açık konuşmasına mı şaşırsam, Beyazıt'ın yüzünde beliren alayvari gülüşün anlamına mı kafa yorsam bilemezken Beyazıt dizini sallamayı bırakarak hafifçe öne eğildi ve doğrudan Kerem'le göz teması kurdu.

"Evet, yok!" dedi oldukça net ve kendinden emin bir tonla da.

Kerem de onu başıyla onayladı:

"Farklı kulvarlardayız."

Kerem normalde biriyle hele ki yeni tanıştığı biriyle böyle konuşacak bir insan değildi. Evet, benim yüzüme yüzüme ne kadar salak olduğumu haykırdığı çok zaman olmuştu ama 6 yıldır arkadaştık. Yeni tanıştığı bir insanla konuşmazdı, yok sayardı.

Beyazıt kolunu benden tarafa sırt koyma yerine atarken sinirle de gülmüş ve başını kütletmişti hafifçe. Beyazıt'ı sakinleştirmek için bir elimi dizine koyarken karnıma giren minik krampla da diğer elimi de karnıma götürmüştüm ister istemez.

Kerem, Beyazıt'ın dizinde olan elimden bakışlarını zar zor ayırarak gözlerime çıkardı ve pot kırmaması için uyaramadan kırdı:

"Niye istifa ettin sen şimdi?

"İstifa mı ettin?" dedi Beyazıt da şaşkınlıkla bana dönerek. Kerem'e ters bir bakış attıktan sonra Beyazıt'a döndüm.

"Annemle atıştığımı söylemiştim, aslında tam atışmak da sayılmaz. Ters düştük diyelim..."

Beyazıt bir şey söylemek ister gibiydi ama Kerem'in yanında konuşmak istemiyordu. Kerem de aynı şekilde konuşmak istiyor ama Beyazıt var diye susuyordu. Bu paradoksu benim bozmam gerekiyordu ama istifa mevzusunu açarsam Beyazıt ona söylemediğim için kızacak gibiydi, Kerem'e Beyazıt'ın yanında ne yaptığını sorarsam da benimle dahi bir daha konuşmaz ve çekip giderdi.

Neyse ki o an içeri beraberce giren Baha ve Ecem beni kurtarmıştı. Baha kolunu kuzeninin omzuna atmıştı ve ikisinin de yüzü gülüyordu. Atışmadıkları nadir anlardan birindeydik sanırsam.

Kerem'i fark ettiklerinde ikisi de kısa bir an duraksamış ve Baha, Kerem'e başıyla kısaca selam vermişti. Ecem ise daha şaşkın duruyordu. Kerem evde ikimizden başkasını bulmayı beklemiyor olacak ki daha da rahatsız olarak yerinde kıpırdandı ve bakışları doğrudan beni buldu.

"Ben gideyim, yarın yanıma gelirsin..."

Gerçekten rahatsız olduğunu bildiğim için başımla onaylayacaktım ancak Beyazıt benden önce davrandı:

"Birazdan yemek yiyecektik, sen de katıl."

"Hayır!" dedi Kerem duraksamadan ve gereğinden keskin bir şekilde.

"Ay, gerçekten yabani bu!" dedi Ecem gözlerini yuvarlayarak ve geçip Beyazıt'ın diğer tarafına oturdu. Baha da Kerem'in diğer yanındaki berjere ilerlemişti.

Kerem'in kaşları havalanırken "Emin ol yabani olmak, senin gibi..." diye başlamıştı ki Ecem girdi araya:

"Güzel, sevecen, arkadaş canlısı?"

Sorarcasına söylediklerine Kerem yüzünü buruşturdu ve ardından da hoşnutsuz ifadesini koruyarak Ecem'e bakmayı sürdürdü.

"Daha çok aptal diyecektim..."

Beyazıt ve Baha'nın kaşları aynı anda çatılırken ben bugün gerçekten Kerem'i tanıyamıyordum.

Beyazıt "Kaşınıyor!" diye mırıldanırken Kerem'den çekebildiğim bakışlarımı tepkisini ölçebilmek için Ecem'e çevirdim. Normalde karşı çıkmasını beklerdim ama şu an sadece susmuş ve korku dolu gözleri kuzenlerinin üzerindeydi. Sanki Kerem'in üzerine gitmelerinden korkuyordu ve de Kerem'in konuşmasından.

Kuzenlerinin biraz da kendi tepkisizliğinden dolayı tepki vermediğini fark ettiğinde bakışları Kerem'e döndü tekrar.

"Hem yabani hem öküzsün!" diye de söylendiğinde Kerem bu kez Ecem'e cevap verme zahmetine girmemişti neyse ki.

Bana hitaben "Gitmeden bir yalnız konuşabilir miyiz?" dediğinde başımı salladım aşağı yukarı.

"Bahçeye çıkalım, hava almak istiyorum."

Beyazıt'ın üzerimdeki gözlerini yok saymaya çalışarak Kerem'in peşinden ayağa kalkmış ve kapıya doğru ilerlemiştik birlikte. Montlarımızı alıp kapıya kadar gelmişken de bahçeye salon yerine buradan çıkmıştık.

Korumalardan olabildiğince uzak bir köşede durduğumuzda sırtımı bahçe duvarına verdim.

"İyi misin?" Sorumla birlikte korumaların üzerinde gezinen gözleri beni bulmuş ve başını sallamıştı aşağı yukarı.

"Sorun yok, beni boş ver. Sen niye istifa ettin?"

Sıkıntılı bir nefes verdiğimde soğuk hava sebebiyle buhar çıkmıştı. Kerem'i boş verdiğim falan yoktu ama şu an konuşturamayacağım da açıktı.

"Oyuncu meselesi var ya... Annemi tehdit etmiş, bana sahip çıkması için. Annem de işi kendisine bırakmamı emredince istifa ettim."

Gözlerini yuvarladı Kerem.

"İyi bok yedin! Geri zekalı mısın? Yeliz ablanın haklı olmasını geçtim, bunun için istifa edilir mi?"

"Dedi insanlarla muhatap olmamak için evden çalışan adam."

Kerem bir kez daha gözlerini yuvarladı.

"Aynı şey mi kızım? Ne yapacaksın şimdi? Tükürdüğünü yalayıp geri de dönmezsin işe."

Kerem'in beni tanımasını seviyordum.

"Bilmiyorum, ayrıca ajanstan ayrılmam işimi bıraktığım anlamına gelmiyor. En kötü bir hesap açıp blog tarzı takılırım. Olmadı gelen iş tekliflerini değerlendiririm."

Kerem alayla gülerken başını da salladı aşağı yukarı.

"Aynen, değerlendir de bu sefer Yeliz abla seni gerçekten evlatlıktan reddetsin!"

Eder mi ederdi şimdi annem. Yine de omuzlarımı indirip kaldırdım.

"Geçen sefer annemi uyarmıştım. Kendisi istedi bunu! Hep aynı şeyi yapıyor!"

Bugüne kadar annemin kimseye 'Bu işi bırak!' dediğini duymamıştım, en fazla 'Dikkatli ol!' falan diye uyarırdı. Bunu sadece bana yapıyordu.

"Kızı olduğun için olmasın sakın?"

Gözlerimi yuvarladım. Sıkıntılı bir nefes de verdiğim sırada salon camından bu tarafa bakan Beyazıt'ı görmüştüm. Yanındaki kuzeninin şaşkın bakışlarına aldırmadan bakışları buradayken bir şeyler söylüyordu.

Bunaldığımda karnımı sıcak tutmak için kapadığım önümü açtım.

"İyi olduğuna emin misin peki?" dedim biraz önceki tavrı aklıma düştüğünde.

"Her zamanki şeyler. Pederle tanışınca anlarsın ne demek istediğimi."

"Burada mı?" dedim şaşkınlıkla. Bir yandan da bizzat babasından bahsetmesinin şaşkınlığını yaşıyordum. Az çok anlıyordum zaten ama daha önce hiç doğrudan bahsetmemişti.

"Yani burada değil ama gelir yakında. Tanışırsınız."

Tam babasının şu an nerede olduğunu soracaktım ki bu tarafa doğru gelen Ecem'i görmemle soramadım.

Yanımıza ulaşmasına bir kaç adım kala "Yemek hazır..." dedi ve anlık bende olan gözlerini Kerem'e çevirdi.

"Senin için de masaya bir tabak kondu."

Kerem, Ecem'e herhangi bir cevap vermezken bana döndü doğrudan.

"Geç hadi, güzelim. Sonra uğrarsın yanıma. Soğuk alma."

Yemeğe kalmasını isterdim ama rahat edemeyeceğinin bilincindeydim. Bu yüzden onu ikilemde bırakabilecek herhangi bir cümle kurmaktan kaçınarak başımı salladım aşağı yukarı.

"Yarın uğrarım yanına."

Kerem de başıyla beni onayladığı sırada Ecem şaşkınlıkla bana döndü.

"Aa! Olmaz ama öyle! Ayıp olur arkadaşına, kalsın işte yemeğe!"

Kaşlarımın çatılmasına engel olamadım. Ecem'in bu denli benim işime, arkadaşlarıma karışacak kadar fütursuz olmadığını düşünüyordum. İstemsizce bakışlarım biraz önce Beyazıt'ın bizi izlediği cama döndü. Hâlâ orada durmuş elleri ceplerinde herhangi bir çekince göstermeden bizi izliyordu.

Biraz önceki Ecem'in şaşkınlığı düştü hatırıma. Beyazıt istemişti ondan bunu. Kerem'in her ne sebepleyse bugün yemeğe kalmasını istiyordu.

"Israr etme, Ecem!" dedim yine de pek de yumuşak olmayacak bir şekilde. Beyazıt'ın derdi neydi bilmiyordum ama buna Kerem'i dahil etmesini istemiyordum.

"Sorun değil..." dedi Kerem de asıl isteyeni anlamış olacak ki.

"Belli ki kocan yemekte benim de olmamı istiyor. Kızı da zor durumda bırakmayalım."

Ecem yakalanmış olmayı gram sorun etmeden omuzlarını indirip kaldırdı.

"Anladığını belli etme Beyazıt'a!"

"Anladığımızı anladı bile çoktan, herkes senin gibi aptal değil!" derken Kerem, Beyazıt'taki bakışlarını Ecem'e çevirmişti.

"Sence de biraz fazla kaba olmuyor musun?" dedim kulağına fısıldarcasına. Ecem'le nasıl bir derdi vardı?

Ecem sinirli bir soluk verirken Kerem'e de dik dik baktı.

"Yabani!" dedi ardından sitemle ve arkasını dönüp önden ilerlemeye başladı.

Kerem ise üzerindeki bakışlarımı fark ederek cebindeki elleriyle omuzlarını indirip kaldırdı.

"Gördüğün gibi her şey karşılıklı. O da oldukça kaba!"

Bu Ecem meselesini Kerem'le sonra konuşmaya karar verdim.

"Kalmak istemiyorsan zorlama kendini."

Bir yandan da Kerem'le eve doğru yürümeye başlamıştık.

"Kocanın derdi neymiş merak ettim. Öğreneyim, kaçarım..."

Mecburen Kerem'i başımla onayladım ve doğrusu ben de merak etmiştim.

Montlarımızı vestiyere bırakıp salona geçtiğimizde nüfusumuz bir artmış, Tekin de bize katılmıştı.

Sabahki masa düzeni değişmediği için hâlâ başta iki sandalye duruyordu ve Beyazıt'ın yanındaki sandalye bana ayrılmıştı.

Baha ve Ecem, Beyazıt'tan tarafta sırayla otururken Tekin ve Kerem de benden tarafa geçmişlerdi.

"Hoş buldum yenge!" dedi Tekin ona herhangi bir selam vermediğimde.

"Yeni mi geldin?" dedim hiç bozuntuya vermeden.

"Genelde de burada olduğun için pek fark edilmiyor, kusura bakma. Hoş geldin tabii."

Baha ve Ecem'in güldüğünü duydum.

Tekin ise bana hiç de sevecen olmayan bir gülümseme sundu, benim ona sunduğum samimiyetsiz gülümsemeye karşılık.

"Yine dilinden bal damlıyor, yenge. Kardeşimi şeker hastası etme sakın!"

Dudaklarımı bilmem dercesine büzerken başımı da iki yana salladım.

"Tekin'le geçirdiğin bunca yılda sinir hastası olmadıysan bence şeker hastası da olmazsın, değil mi kocam?"

Baha'nın "2-0" diyen sesine Beyazıt'ın "Hiç beni karıştırmayın!" diyen sesi karıştı. Eş zamanlı bir şekilde sağ kolunu sandalyemin sırt koyma yerine atmıştı.

"Karın beni alenen evden kovuyor ve sen bir şey demiyor musun?"

Tekin'in sesi sitemliydi ve bu sırada Oya yemek servisini yapmaya başlamıştı.

"Evden falan kovmadım ama kova da bilirim tabii."

Tekin daha büyük bir hayretle bana dönerken onu gram umursamadan bana servis yapmakta olan Oya'ya gülümsemiştim.

"Yazıyorum bunları yenge haberin olsun!"

"Bana Dilem de yazmış gibi geldi." dedi Baha eğlenerek.

Baha'yı başımla onayladım.

"İnatla her yenge dediğinde yazıyorum."

"Ne diyeyim? Bacanak mı? Yengemsin, yenge diyorum Allah Allah!"

Tekin'in sitemine yalnızca tersçe bakmakla yetinmiştim. Ancak benim yerime Ecem devraldı konuşmayı.

"Ay, değil mi? Böyle Ateş'in arkadaşları da bana her yenge dediklerinde birer tane ağızlarına çakasım geliyor. Hoşlanmıyorum, inatla diyorlar."

Bir nişanlısı olduğunu hatırlaması güzeldi.

İster istemez bakışlarım Kerem'e kaydı. Neyse ki onun ilgisi yalnızca ben ve Beyazıt'taydı. Sanırım Beyazıt'ın derdini bir an önce öğrenip gitmek istiyordu.

"Bunu Ozan'ı dışarda bırakarak söylüyorum, isterse adıyla hitap edebilir ama genel olarak konuşursak o iş öyle değil." diyerek Beyazıt da konuya dahil olmuş ve hafif yan dönerek doğrudan kendisine bakmamı sağlamıştı.

"Çok da samimi olmadığım arkadaşlarım karıma laubali bir şekilde adıyla seslenip canımlı cicimli olamaz. Hanımlı beyli konuşacak kadar da resmi olmayan bir ortamda da hoşunuza gitse de gitmese de yenge diyecekler!"

" 'Yenge' diye dolaşmadan duracağı yeri aklında tutamayacak kadar salak arkadaşların olmasına üzüldüm."

Beyazıt bana yalnızca tersçe bakmakla yetinirken bu kez de küçük Arat dahil olmuştu.

"Hayır bu hitap sizi niye bu kadar rahatsız ediyor? Bence gayet normal bir şey."

Benden önce bir kez daha Ecem atıldı.

"Mesele söylenmesi değil. Arada söyleseler sorun etmem muhtemelen ama devamlı söylüyorlar. Ateş olmadan var olabileceğimi düşünmüyorlar bana kalırsa. Onlar için Ateş olduğu müddetçe varım. Ateş sayesinde edindiğim yenge diye bir rütbe var, ayrılırsak değerim kalmayacak, o rütbeyi benden alacaklar... Benim de arkadaşlarım arada Ateş'e enişte diyor ama ismiyle de hitap ediyorlar. Onu benden ayrı bir birey olarak da düşünüyorlar. Bilmem Dilem de bu yüzden mi hoşlanmıyor..." diyerek topu bana attığında anlık olarak göz göze de gelmiştik.

"Altına imzamı attım say." dedim ki ancak bu kadar iyi anlatabilirdi sebebini.

"Ki sadece bu eş, sevgili olarak da değil. Genel olarak kadınları birinin bir şeyi yapmaya çok meraklı insanlar. Tek başlarına var olabileceğini düşünmüyorlar. Yok onun kızı, yok bunun kardeşi, yok şunun karısı, sevgilisi..."

"Ay, evet!" Sözlü olarak onaylaması yetmemiş hızlı hızlı başını sallayarak da onaylamıştı beni Ecem.

"Kaç kez beni başka arkadaşlarına tanıştırırken ismimi söylemek yerine Ateş'in nişanlısı olarak tanıttılar. O an kendimi o kadar yok gibi, değersiz hissediyorum ki... Benim de bir ismim, bir varlığım var."

"Abi ne kastınız? Bize de diyorlar. Demiyorlar mı?" dedi Tekin masadaki diğer erkeklerin de desteğini almak istercesine bakışlarını onlarda gezdirerek.

Ancak bu kez de ben girdim söze.

"Mesele arada demeleri değil. Anlık öyle gelişir, arada olabilir ama sürekli olamaz ve çok can sıkıcı bir şey. Misal benim için sadece Beyazıt'ın arkadaşı olduğunu düşün. Beyazıt olmadan yoksun benim için. Tek vasfın kocamla arkadaş olman. Seni; duyguları, kendi aklı fikri olmayan bir insan olarak görüyorum. Hatta bir insan dahi değil. Orada öylece duran, arada çıkıp gelen bir figüransın. Sadece ekran doldurmak için varsın."

Tekin bir durdu ve söylediklerimi kafasında tarttığını belirtircesine başını hafifçe yana eğdi.

Belli bir sürenin ardından da "Tamam, böyle söyleyince bir garip oldu ama şahsen ben yenge derken aynı zamanda Beyazıt'tan bağımsız bir birey olduğunun da farkındayım." demişti tuhaf yüz ifadesini koruyarak.

"İstisnalar kaideyi bozmaz." dedi Ecem de karşılık olarak.

"Sabah da bir şey yemedin. Tabağını bitir..." demişti bu sırada da kulağıma doğru eğilen Beyazıt. Başımı iki yana salladım. Canım sadece biraz dondurma istiyordu. Üşenmezsem bir ara alıp gelecektim.

"Yiyesim yok."

"Zaten çok zayıfsın. En azından bir kaç lokma olsun ye."

"İstemiyorum..." diye mırıldandım huysuzca ve başımı omzuna doğru yasladım. Uykum gelmişti.

Bu sırada her ne kaçırdıysam Ecem "Erkekler kapatılsın ya!" demişti yüzünü buruşturarak.

Sanırım bu söylemin öznesi Baha olacak ki öne atıldı.

"Hadi biz neyse! Şu çocuk geldiğinden beri ağzını açmadı. Niye genelleme yapıyorsunuz?"

Alttan Kerem'e de laf dokundurulduğunda bakışlarım ona kaydı. Oyalanarak yemeğini bitirmiş ve huysuz bir ifadeyle masada dönen sohbeti dinliyordu.

"Her fırsatta erkekleri linçleyecek bir şey buluyorsunuz. Valla kapatılıyor muyuz ne oluyorsa olsun da bir görün gününüzü ya!" diye de devam etti Baha sitemine.

"Eski zamanda olsak belki ama şu zamanda günümüzü görmemizi gerektirecek bir şey olduğunu sanmıyorum. Evet belki başta özellikle erkeklerin yoğun olarak çalıştığı alanlarda tökezleyebiliriz ama sonra toparlarız. Ayrıca kendimizi klonlayarak dahi olsa insan soyunu da devam ettirebiliriz. Tabii şimdi bu etik olmadığı için yasak ama erkekler kalmazsa insan soyunun devamı için çocuk sahibi de olabiliriz. Yani sadece kadınların olduğu bir dünya mümkünken sadece erkeklerin olduğu bir dünya mümkün değil."

Böyle bir şeyi gerçekten okuduğum düştü aklıma. Yanlış hatırlamıyorsam İngiltere'de kök hücre için belli bir evreye kadar klonlama yapılmasına izin veriliyordu. Tabii klonlamanın da sıkıntıları olurdu muhtemelen ve benim de pek etik bulduğum bir şey olmadığı kesindi.

Ki ben erkeklerin kapatılması taraftarı da değildim. Yalnızca bazı konularda sert önlemler alınması gerekiyordu. Özellikle kadına, çocuğa ve hayvana yapılan şiddet, taciz gibi olaylara yönelik. Zaten caydırıcı cezalar olsa bu tarz şeylere hiç gerek kalmayacaktı.

Ve tabii her aileye de eğitim verilmesi gerekiyordu, evde başta kadının, erkeğin ardından anne ve babanın rollerine ilişkin. Ki çocuklara en güzel örnek de kendi anne, babalarıydı. Bir nesle düzgün bir eğitim verilirse diğer nesillere eğitim verilmesine bile gerek kalmazdı. Ahmet Abi'yle aman aman yakın olmasak da benim için bir kadına nasıl yaklaşılması gerektiğini çok güzel öğretmişti ve daha azını kabul edemezdim. Bazen Ahmet abiden, Emir gibi birinin nasıl olduğuna aklım ermiyordu.

"Sen erkeklerden bu kadar nefret ederken Ateş'le nasıl nişanlandın?" dedi Tekin de yüzünü buruşturarak.

"Erkeklerden nefret etmiyorum. Erkekler olmasa Sezan Aksu o güzelim şarkıların çoğunu yazamazdı misal ama bazen de gerçekten çok nefret edilesi varlıklar oluyorsunuz. Mesela sevgili erkek kuzenim benim üzerimde hakkı olduğunu düşünerek bugün evime gitmemi engelledi!"

Ardından hırsını alamamış olacak ki masanın altından Beyazıt'ın dizine doğru bir tekme savurmuştu.

Beyazıt, Ecem'e alttan ters bir bakış atarken hafifçe eğilerek pantolonunu temizlemişti. Tabii ben de bu sırada başımı biraz omzundan kaldırmak zorunda kalmıştım.

"Al! Eşitlik eşitlik diye yırtınıyorsun. Abim sana tekme atmış olsa kıyameti koparmıştın."

"Daha bu sabah beni düşürmekle tehdit ettiğini hatırlatırım!" dedi Ecem, Baha'ya işaret parmağını savurarak. Tekrar başımı omzuna yasladığımda sandalyemin tepesindeki kolu belime sarınmıştı.

"Gerçekten düşürmeyeceğimi biliyorsun!" dedi Baha omuzlarını indirip kaldırarak.

"Sor ne kadar acımış canı?" dedi Ecem de sitemle Beyazıt'ı işaret ederek.

"Tüm gücümle vurmadım ki vursam da sinek ısırığı gelir orası ayrı."

Kerem'in birden "Arat!" demesiyle herkes susmuş ve masaya oturduğumuzdan beri ilk kez konuşan Kerem'e şaşkınlıkla dönmüştü.

"Ne konuşacaksak, ne planlıyorsan olsun artık da gideyim. Sıkıldım!"

Beyazıt hafifçe gülümserken eliyle oturma gruplarını gösterdi.

"Şöyle geçip çaylarımızı rahat rahat içelim."

"Ne olduğunu söyleyecek misin?" diye fısıldadım herkes ayaklanırken Beyazıt'a doğru eğilerek.

"Görürsün, sevgilim..." dedi ve kendiyle beraber beni de kaldırarak başımın üzerine bir öpücük bıraktı.

"Kerem'i karıştırma lütfen..." dedim oturma gruplarına ilerlerken.

"Merak etme karıştırmayacağım ve sen de karıştırmayacaksın."

Ne demek istediğini anlayamazken başka bir şey söylemeyeceğini belirtircesine bakışlarını üzerimden çekerek bizi ikili koltuğa otutturmuştu.

"Böyle kuru kuru oturmayalım. Tabu oynayalım tam üç üç de bölünüyoruz."

Ecem'in sözünü bitirmesiyle Tekin birden ayaklanmıştı. Kalanlarımızın ise bu fikri pek sevdiğini söyleyemezdim. Ecem'in fikrini yalnızca Tekin sevmiş gibi görünüyordu.

"Hiç senin gibi bir mızıkçıyla uğraşamam!" dedi Baha da Ecem'e yüzünü buruşturarak.

"Aynı takımda olursanız sorun kalmaz." dedi Tekin de hevesle öne atılarak. "Durun uygulamasını indireyim."

Ardından bize danışma zahmeti göstermeden ciddi ciddi telefonunu çıkarıp indirmeye girişmişti.

Bu sırada Jale ve Oya peş peşe birinde dondurmaların, diğerinde çayların olduğu tepsiyle içeri girdiler. Resmen gözlerim parlamıştı. Sanırım başka bir şey olmasını istesem olacakmış.

"Aa!" dedi Baha. "Bu mevsimde dondurma nereden çıktı?"

"Kerem Bey gelirken getirmiş..." dediğinde Oya, Kerem'e döndüm ve gülümsedim.

Üzerindeki bakışlardan hoşlanmayarak önüne konan çaydan bir yudum aldı.

"Diğerlerinin ne yiyip içtiğini bilmediğimden, Dilem'e yönelik almıştım."

Sanırım insanların onu o kadar da tuhaf bulmasını istemiyordu.

"Bir tanesin, sabahtan beri aşeriyordum resmen ama markete gitmeye üşeniyordum."

Tam o anda önüme konan dondurma kasesinden bir kaşık da alıp ağzıma atmıştım ancak başımı kaldırdığımda herkes bana garip garip bakıyordu ve birden ölüm sessizliği olmuştu.

Aşeriyorum dedin, geri zekalı!

Jeton düştüğünde yüzümü buruşturdum.

"Hamile falan değilim! Lafın gelişi dedim! Dönün önünüze!"

Sebepsiz yere de utanmış ve bir miktar kızarcasına söylenmiştim.

"Emin misin? Bak, amca olmaya hazır değilim! Sabah akşam bebek ağlaması falan... Taşınmak istemiyorum!"

Baha'nın sorusuyla daha da sinirlenirken bir kaşık daha dondurma alamamış ve sinirle arkama yaslanmıştım.

"Daha önce bunu söylediğimde kimse böyle bir tepki vermemişti! Aşerircesine canı çekmek falan... Deyim bir nevi!"

"Kapatın konuyu!" dedi Beyazıt da sertçe.

"Ayrıca çocuk yaparken sizden izin alacak falan da değiliz!"

Onun da bu konudan hoşlanmadığını yüz ifadesinden çok net bir şekilde anlayabiliyordum.

"Bu işin sonu evli, mutlu, çocuklu gibi ama hadi hayırlısı..." dedi Tekin de belli belirsiz söylenerek.

Beyazıt, Tekin'e hızlıca önüne dönmesine sebep olacak bir bakış attı ve en son "Ye dondurmanı sen de." dedi bana dönerek. Ardından da kendisi bizzat sehpadan alarak elime verdi. Bakışların üzerimden çekildiğine emin olduğumda dediğini yaparak dondurmamı yemeye geri döndüm.

"Ayrıca üşendiğinde söylemen yeterli, çocuklar alıp gelir." dedi bir süre geçtikten sonra. Ona bunu söylememiş olmam da canını sıkmıştı sanırım. Ancak bu kasıtlı bir şey değildi. Her şeyimi tek başıma yapmaya alışıktım ve aklıma başkasından istemek gelmemişti.

Bunu Beyazıt'a da söyleyemeden Tekin ayağa kalktı.

"Evet, oyun indi. Kim kim oluyor şimdi? Ben nedense yengenin iyi oynayacağını düşünüyorum. Şöyle üçümüz olalım. Onlar da üçü olsun."

Önce parmağıyla yaptığı halkaya kendisini, beni ve Beyazıt'ı almış, sonra da Baha, Ecem ve Kerem'i içeren bir daire yapmıştı.

"Dilem'le aynı takımda olmazsam oynamam!" dedi Kerem tüm nemrutluğuyla. Sanırım bugün herkesi kendinden nefret ettirmeye yeminliydi.

Yanımdaki Beyazıt'ın sinirle güldüğünü fark ettiğimde ben atıldım.

"Tamam biz üçümüz olalım, siz üçünüz olun!" dedim yanımdaki Beyazıt ve yanımızdaki berjerde oturan Kerem'i işaret ederek.

"İyi öyle olsun!" dedi Tekin de tip tip Kerem'e bakmayı bırakarak ve telefonunu Kerem'e uzattı.

"E bari sen başla paşam! O kadar özel istek kabul ettik. Bir sesini duyalım."

Kerem, Tekin'e dik dik bakmakla yetinirken telefonu vermesi için oturduğu yerden elini uzatmıştı. Tekin sabır çekse de bir kaç adım yaklaşarak yine de vermiş ve tabulu kelimeler için de yanında beklemeye başlamıştı.

Kerem'in gözleri Beyazıt'a kazara bile değmeden beni buldu. Beyazıt'ı yok sayacağının sinyallerini bu bana verirken sürenin kısa olmasını diledim.

"Kayıp Tanrılar Ülkesi nerede geçiyor?"

O kitabı beraber okumuştuk.

"Almanya, Berlin..." dedim duraksamadan.

"Sağını solunu ne ayırıyor?"

Bir an sağı solundan kastını anlamasam da jeton düşmüştü.

"Berlin Duvarı."

Doğru olduğunu belirtircesine hafifçe başını eğdi.

"Erzincan'ın solunda ne var?"

Kerem bana yönelik konuşsa da benden önce Beyazıt "Sivas." demişti büyük bir sakinlikle.

"Nesi meşhur?"

"Sivas kangalı mı?"

Başıyla onayladı beni bir kez daha.

"Vazelin neyden yapılıyor?"

"Petrol." dedim bilmem dercesine de dudaklarımı büzerek.

"Kalem katı, su ne?"

"Sıvı... LPG mi?"

"Süre bitmedi mi?" diye homurdandı Ecem.

"Mızıkçılık yapma!" diye kuzenini uyaran Baha'ya her ne kelime keldiyse Kerem'in "Pas." diyen sesi karışmıştı.

"Aslında gerek yok da, tamamen nokta nokta icabı?" dedi Kerem sorarcasına.

"Formalite." dedim kısa bir düşünmenin ardından.

Tam tekrar ağzını açmıştı ki süre bitmiş olacak ki telefonu Tekin'e uzattı. Neyse ki süreyi kısa tutmuşlardı.

"Hayret konuşmamana rağmen iyi iş çıkardın!" dedi Ecem yarı alayla ve ardından da Tekin'in elinden telefonu alarak onu Baha'ya doğru itekledi.

"Umarım bu kadar konuşmanın hakkını verebilirsin!" dedi Kerem de altta kalmayarak.

Ecem ise gözlerini yuvarlarken bu iki kişilik koltukta bizi sıkıştırmayı tercih ederek Beyazıt'ın diğer tarafına geçti. Zaten yakın oturuyorduk ama artık biraz daha zorlarsak Beyazıt'ın kucağına çıkacaktım.

"Çocuklara televizyondan ne açarız?" diyerek ilk sorusunu sorduğunda Beyazıt'ın göğsüne doğru yaslanarak ben de kelimeye baktım. Marsupilamiydi.

"Çizgi film!" dediler büyük bir heyecanla ve de aynı anda. Baha başta istemem dese de şu an mutlu gibiydi.

"Kapandı şimdi o kanal. Maymun türevi bir şeylerdi. Biri hepsinden farklıydı hatta, çirkin ördek yavrusu misali."

"Marsupilami mi?" dedi Baha savcı tam da emin olamayarak. Ecem büyük bir coşkuyla kuzenini onaylamış ve ikinci kelimeye geçmişti.

Beyazıt'ın oyun çok da umurunda olmasa gerek kulağıma doğru eğildi.

"Yarın evdesin herhalde istifa ettiğine göre!"

Sesindeki imayı çok net bir şekilde alabilirken başımı iki yana salladım.

"Ajanstan ayrılmam, işimi bıraktığım anlamına gelmiyor. Yine devam edeceğim tabii ki."

"Konuşacağız!" dedi başını sıkıntıyla öne arkaya sallarken. Aksini zaten pek beklemediğim için başımla onayladım kendisini. Konuşmamız gerekiyordu gerçekten bazı şeyleri.

"Sıra sizde, anlatın biriniz!"

Ecem telefonu aramıza sokarcasına uzattığında ancak o zaman gözlerimiz ayrıldı.

"Yeter bu kadar şaklabanlık!" dedi Beyazıt da telefonu Ecem'e doğru ittirerek.

"Bir sefer de oyun bozanlık yapma ya!" diye sitem eden Ecem'in saçına hafifçe asıldı Beyazıt.

"10 kelime anlatmanın imkanı yok, Ecem!" dedi ardından da telefonun ekranını işaret ederek. Ben de ekrana baktım istemsizce. Kerem o kadar seri anlatmasına rağmen 4 kelime ancak anlatabilirken Ecem aşırı yavaş başlamıştı ve gerçekten 10 kelime anlatmasının imkanı yoktu.

"Aa!" dedi bir de Ecem yalandan.

"Pas yerine, doğruya basmışım!"

"Bununla oyun moyun oynanmaz!" dedi Baha da kuzenine yüzünü buruşturarak.

"Ne var canım! Takip etmesi gereken onlardı! Adamakıllı oynasalardı onlar da!" dedi Ecem de yavuz hırsız misali.

Tekin gelip telefonunu Ecem'den alırken ona da ters bir bakış attı.

"Neyse ben evime gidiyorum!" 'Evime' kısmına vurgu yapmış ve bana bakarak söylemişti. Sanırım yemeğin başında söylediğime minik bir göndermeydi.

Ona yalnızca el sallamakla yetinirken Tekin, Kerem'e döndü.

"Arabayla gelmedin sanırım, seni de bırakayım mı?"

Beyazıt aksi bir şey söylemediğinde Tekin'in burada tesadüfen olmadığını anlamıştım. Her ne amaçlıyorsa Tekin üzerinden yapacaktı.

"Hayır!" dedi Kerem oldukça net bir şekilde.

"Ne bu afra tafra sabahtan beri!" diye birden çok alakasız bir şekilde çıkıştı Tekin. Kaşlarım çatılırken Kerem gözlerini yuvarladı ve ayaklandı.

"Ben gidiyorum güzelim, iyi geceler..."

"Yok sayıyor bir de!" dedi, Tekin büyük bir agresiflikle ve diğerlerinin de görüp görmediğini kontrol etmek istercesine etrafına şöyle bir bakınmıştı.

"Seni geçireyim!" dedim amaçları ne anlamasam da daha fazla bunu izleyemeyecektim.

Benim ayağa kalkmam, Tekin'in Kerem'e en beklenmedik anda hamle yapması ve Kerem'in de büyük bir profesyonellikle bu beklenmedik hamleyi karşılamasını bir miktar ağzım açık izledim.

Kendisine gelen yumruğu tutmuş ve ters çevirmişti ancak sonra ateşe değmişçesine elini Tekin'in üzerinden çekmiş ve görüp görmediğimi anlamak istercesine bakışları beni bulmuştu.

Evet, tamamen refleksle yapmıştı, kendini koruma içgüdüsüyle ama bu öyle herkesin yapabileceği bir hareket değildi. Kendini korumayı biliyordu ama ben kendini koruyabildiğini bilmiyordum.

Hayal kırıklığı yerleşmiş olan gözlerime baktı bir süre onu dinlemem için yalvarırcasına. Ardından bakışları büyük bir nefretle arkamda kalan Beyazıt'ın üzerinde durdu.

"Dilem..." demişti ki tekrar bana dönerek elimi havaya kaldırarak onu susturdum. 6 yıldır arkadaştık ve bana hep ezilen çocuk imajı çizmişti. Her zaman bir yerlerde onu korumak için olmuştum ve belki de zaten bu yüzden bu kadar yakın arkadaştık. Benim nezdimde bana ihtiyacı vardı ama şu an görüyordum ki tamamen benim duygularımı, iyi niyetimi kullanmıştı.

Kendini koruyabildiğine göre burada kalıp olası bir durumda onu Tekin'e ve ya Beyazıt'a karşı savunmama da gerek yoktu.

Kimseye bir şey demeden salonu terk ettim ve odamıza doğru ilerledim.

*

"Bunun bedeli ağır olacak, Arat!" dedi genç adam en yakın arkadaşını kaybetmenin siniriyle bundan sorumlu tuttuğu kişiye dönerek.

"Ecem, Baha!" dedi Beyazıt ise rahatını bozmadan kuzeni ve kardeşine kapıyı işaret ederek. Ardından en yakın arkadaşına döndü.

"Ozan sen de."

Ozan kendisini de bu işin dışında bırakmasından hoşlanmasa da sabahtan beri gıcık kaptığı bu adamın yanında kavga etmemek için ikiletmedi ve Baha'yla Ecem'in peşinden o da çıktı dışarı.

"Çok duydum bunları biliyor musun?" dedi yalnız kaldıklarından emin olduktan sonra genç adama dönerek.

"Ama çok bir bedel ödediğim söylenemez."

Bilekten diğer bacağının üzerine attığı ayağını indirdi ve sinirle karşısında öylece duran adamın ona üstten bakmasına dayanamayarak kendisi de ayağa kalktı.

"Ayrıca ben bir şey yapmadım, Havas! İyi bir koca olarak karıma arkadaşının gerçek yüzünü göstermek benim sorumluluğumda olan bir şey!"

Kerem alayla gülerken başını iki yana salladı.

"Hayır! Sen sadece kıskanç bir kocasın! Bana yakın olmasına, benimle senin aksine kendi hür iradesiyle olmasına katlanamıyorsun! Dilem'e bir zararım dokunmayacağını adın gibi bilmene rağmen tamamen kendi kıskançlığın yüzünden yaptın bunu!"

Dişlerinin arasından, her bir kelimesine vurgu yaparak, sinirle söylemişti. Sinirden boynundaki damarlar da fazlaca belirginleşmişti.

Beyazıt da sinirle güldü.

"Karıma 'güzelim' diyen bir adamı hoş karşılamamı bekleme benden! Ayrıca müneccim falan da değilim. Bunca yıldır bir zararın dokunmamış ama bundan sonrası için bir garanti göremiyorum."

Kerem başını iki yana salladı.

"Gerçekten karın mı Beyazıt? Ne biliyorsun onun hakkında? Mesela aslında turuncudan nefret ettiğini, en sevdiği rengin beyaz olduğunu biliyor musun? Ya da kırmızı eti çok sevmediğini, önceden kahveden nefret ettiğini ama sonradan sabahlaya sabahlaya alıştığını, uzun süre aynı yerde kalamadığını biliyor musun mesela? Mitolojiyi sevdiğini biliyor musun peki? Bir kağıt parçası sizi gerçekten karı koca yapmıyor! Her fırsatta karım diyorsun ama daha sana istifa ettiğini söyleyecek kadar bile güvenmiyor! Sen kendini kandırmaya devam et! Öyle yada böyle beni affedecek ama seni silmesi tek bir hatana bakar!"

Beyazıt, Kerem'in söylediği bazı şeyler ağrına gitse de sakinliğini korumak için başını aşağı yukarı sallamakla yetindi.

"Bunlar zamanla öğrenilecek şeyler. Daha biz tanışalı bir ay olmadı ama seni affetse de güvenir mi sanıyorsun? Eskisi gibi olabileceğini? Ayrıca konumuz Dilem'le evliliğimizin boyutu değil. Senin tek bilmen gereken ne olursa olsun karım olduğu! Gerisi seni bağlamaz!"

Kerem'in alayla güldüğünü görse de umursamadan bir adım daha yaklaştı.

"Dokuz Buçuk'la nasıl bir bağlantın var? Dilem'in yakınında olman için yollamış seni belli ama o zaman henüz bir üniversite öğrencisiydi. Neyden korunmaya ihtiyacı vardı?"

Kafasında otutturamadığı tek şey buydu.

"Öğrenciyken belliydi hırslı olacağı, başını belaya sokacağı. İşe başladıktan sonra karşısına çıkacak birine daha şüpheci yaklaşırdı... Dokuz Buçuk'un planları öyle anlık değil. Uzun vadeli. Geçmişe dayanan..."

Biliyordu Beyazıt, bizzat şahit olmuştu zaten.

"Dokuz Buçuk'la nasıl bir bağlantın var?"

Dudaklarını ıslattı Kerem ve gülümsedi.

"Dokuz Buçuk'un lakabı neden Dokuz Buçuk biliyor musun? Herkesin salladığı saat hikayesinden bahsetmiyorum. Gerçek nedeninden..."

Beyazıt dürüstçe başını iki yana salladı.

Kerem üstten bir bakış attı Beyazıt'a ve "Ben biliyorum!" dedi.

Bu "Bunu bilecek kadar güvendiği biriyim." demek oluyordu.

"Sen bilmemene rağmen seninle evlenmesini sağladı. Beni Dilem'den uzaklaştırarak hayatının hatasını yaptın ve emin ol bu sana çok ağıra mâl olacak, Arat!"

Beyazıt alayla güldü.

"Evlenmek benim fikrimdi."

"Evet zekice de bir fikir ama en nihayetinde korumanı isteyen Dokuz Buçuk'tu. Dilem gibi birini diğerlerinin tepkisini çok da üzerine çekmeden koruyabilmenin, korumak için bir sebebinin olmasının en iyi yolu evlenmekti..."

Loading...
0%