@__kao__
|
02.03.2023 "Sayı saymayı biliyor musun, küçük hanım?" İrkilerek uyanmış ama bedenime sıkıca sarılı olan kollar sebebiyle hareket edememiştim. Kulağımda hâlâ aynı soru cümlesi çınlarken bunu nereden duyduğumu da anımsamaya çalışıyordum. Sanki bu ses hem çok eskiye hem de bir o kadar yakına aitti. Kulağımda çınlayan sesin sahibine dair herhangi bir görüntü var mı diye aklımı zorladım ama yoktu. Yalnızca tek bir cümle... Ne öncesi ne de sonrasına dair hiç bir şey anımsamıyordum. Kabus görmemiştim. Görsem hatırlardım. Bu soru bana kötü bir şeyi de anımsatmıyordu ama tuhaf bir hisle dolduruyordu içimi. Biraz olsun düşüncelerimden uzaklaşabildiğimde hafifçe başımı kaldırmış ve kollarını sıkıca bedenime dolamış, hâlâ uyuyan Beyazıt'ı görmüştüm. İçimdeki hissi giderme ihtiyacıyla biraz daha sokuldum kendisine. Aslında çok uzun bir zaman olmamıştı ama garip bir şekilde sanki çok uzun zaman olmuş gibi hissediyordum. Mesela şu an benim biraz da bilinmezliğin etkisiyle sıcaktan bunalıp kolları arasından çıkmaya çalışmam ve kendimi hava alabileceğim herhangi bir yere atmam gerekiyordu ama Beyazıt'ın vücudundan yayılan sıcaklık sanki beni daha çok kendine çekiyordu. Kolları arasından çıkmak, kalkmak istemiyordum. Bir şekilde alıştırmıştı beni kendine. Dünü ve ondan önceki günü birbirine bağlayan gece boşanalım dememişim gibi şu an kolları arasına kıvrılmış ve kusursuz denebilecek yüzünü izliyordum. Kararlılık denildiğinde de sen yani, Dilem..! Kirpikleri bir çok kadını kıskandıracak cinstendi. Öyle ki yüzüne kirpiklerinin gölgesi düşüyor ve göz altlarını olduğundan daha karanlık gösteriyordu şu an. Kıvırcığa yakın, dalgalı saçları ise dağılmıştı. Yine de kalemle çizilmişçesine olan bu görüntüyü bozmuyor aksine hoş bir hava katıyordu. Göz kapakları en nihayetinde kıpraştığında gözlerimi tekrar kapatmak gibi bir girişimde bulunmadım. Hatta gözleri yüzümü turlamaya başladığında hafifçe gülümsedim. "Günaydın..." dedim, biraz öncenin aksine nedensizce kısık tuttuğum sesimle. "Günaydın..." dedi o da bana ayak uydurarak fısıltıyla. "Konuşmaya başlamışsın?" İmasıyla bir süre yüzüne öylece bön bön baktım ve ancak dakikalar sonra dün gece hatırıma düştü. Sen mi kendini yerin yedi kat altına sokmak istersin ben mi sokayım, Dilem? Çocuk gibi uykum var diye ağlamıştım resmen. Çocuk bile değil, bebek! Kaçmak için kolları arasından sıyrılmak ve doğrulmak istemiştim ancak izin vermediği gibi beni sinir edecek bir kahkaha da bırakmıştı. "Tamam kaçma, sustum..." Gülmeye devam ederken söylediği için ne yazık ki ciddiye alamayacaktım kendisini. "Kaçmıyorum, duş almalıyım!" Dün biraz içkiyi fazla kaçırmıştım. Neyse ki Beyazıt da içmişti de şu an birbirimize kokmuyorduk ancak gerçekten bir duş almalıydım. Kolları yardımıyla üstümde doğrulurken boynuma bir minik öpücük de bırakmıştı. "Bu bir teklif mi?" diye sorduğunda ise gülmeme engel olamadım. "Değil!" dediğimde sitemle anlık bir yüzüme bakmış ve başını hafifçe geriye atmıştı. "Cık! İkna olmadım. Bu sabah bir her şeyi tersten söylüyorsun sanki..." İkinci kez itiraz etmeme kalmadan bu kez dudakları dudaklarımı bulmuştu. Buna karşı koyamazken kollarım benden izinsizce boynuna dolandı. Elleri daha da aşağılara kayacakken hatırladığım bir gerçekle elini tutmak ve dudaklarımızı da ayırmak zorunda kalmıştım. Beyazıt sorgulayan gözleriyle bana döndüğünde ilerlemesine izin vermeden hızlı bir öpücük kondurmuştum dudaklarına. "Reglim..." dediğimde bir süre suratıma öylece bakmış ve anlamsızca "Hayır." demişti. Gülerken üzerimden çekilmesi için hafifçe omzundan itekledim. Neyse ki kendi kendini de yana atmıştı da çok zorlanmamıştım. "Ne hayır? Reglim işte!" Bir yandan da yataktan bacaklarımı sarkıtmış ve o an üzerimde yalnızca Beyazıt'a ait bir tişört olduğunu fark etmiştim. Bir de üzerimi değiştirmek istemiş ve ben yatmama izin vermediği için ağlamıştım değil mi? Bir bir gözümün önüne gelen görüntülerle adımlarım hızlanırken adeta kendimi banyoya attım. Kısa bir an aynadan kendime baktıktan sonra daha fazla kendime eziyet etmemek için suyu açtım ve su ısınana kadar da hızlıca dişlerimi fırçaladım. Bu arada hâlâ dün o saate kadar nerede olduğunu, ne yaptığını bilmiyoruz, Dilem. Yalnızca küçük bir hatırlatma... Suyun altına girerken iyice yüzüm asılmıştı. İmkanı yok gidip doğrudan soramazdım. Onu da artist artist konuşmadan önce düşünecektin... Sıkıntılı bir nefes verdim. Narenciye bile bana düşmandı resmen. Dost acı söyler, tatlım... Kendi kendime gözümü yuvarlarken banyodan direkt soyunma odasına geçmiş ve hızlıca da üzerime beyaz boğazlı elbisemi giymiştim. Dışarda hâlâ az bir şey kar vardı neyse ki ve bugün de karlı gösteriyordu.
Makyaj masasına geçmeden önce etrafı şöyle bir tarayarak telefonumu bulmuştum. Kerem'den ve Ezgi'den mesajlar vardı. Makyaj masasına bile geçmeyi bekleyemeden öylece yatağın ucundaki pufa oturmuş ve en önce Kerem'in sayfasına girmiştim. Bugün yanıma uğra lütfen, sana anlatmama izin ver... Derin sıkıntılı bir nefes verdim. Kerem konusundan öyle bir kaçmıştım ki şu an ilk anki gibi hissediyordum. 6 yıldır söyleyemediği şeyi şimdi mi söyleyecekti? Ne kadarı doğru, ne kadarı yalan olacaktı? Tekrar güvenebilecek miydim? Kerem'e herhangi bir dönütte bulunmadan sayfasından çıktım ve Ezgi'nin sayfasına girdim bu kez de. Yalnızca müsait olduğumda aramamı söyleyen mesajı beni işgillendirirken bunu saat farkından dolayı yazmış olmasını umarak numarasını tuşladım, neyse ki beni çok merak ettirmeden hemen açmıştı telefonunu. "Ezgi, bir şey mi oldu?" Verdiği nefesten hafifçe güldüğünü anladım. "Yok hayır, Didem istifa ettiğini söyledi de..." Gözlerimi yuvarlarken derin de bir nefes vermiştim. Bir şey olmaması beni az da olsa rahatlatmıştı. Ara ara gelen o his yüzünden normalin dışında bir cümle dahi kursa biri, bir şey olacak diye korkar olmuştum. "Bu konu hakkında tek bir kişiyle dahi konuşmak istemiyorum!" Hâlâ Beyazıt'ın sunduğu seçenekler kafamda dönüp duruyordu. Bir de tekrar tekrar insanlara ne olduğunu anlatamazdım. "Hayır, hayır!" dedi hızlıca. "İstifa etme nedenini sormak için aramadım. Müsaitsen bir kaç gün Buse'yi yanına bırakabilir miyim diyecektim?" Sanırım bir şey olmadığına kanaat getirirken aceleci davranmıştım. Ta Fransa'dan buraya Buse'yi getireceğini ve bana bırakacağını mı söylüyordu? Ki Erdem'in annesi ve ablası da Fransa'da yaşıyordu. "Ne oluyor?" dedim biraz da panikle oturduğum yerde dikleşirken. "Bir şey olduğu yok..." dedi ama sadece tonlamasından dahi yalan söylediğini anlayabiliyordum. "Ezgi salak mı yazıyor benim anlımda?" Sitemli sorum karşısında sıkıntılı bir nefes vermişti Ezgi de. "Sen nasıl istifa mevzusunu konuşmak istemiyorsan ben de bunu konuşmak istemiyorum, Dilem. En azından şimdilik... Bir kaç gün bakabilir misin, bakamaz mısın? Net bir süre söyleyemem ama 1 haftadan uzun sürmez." İçime sinmese de başımı aşağı yukarı sallarken buldum kendimi. "Bakarım, ne zaman bırakırsın Buse'yi?" "Öğleden sonra uçağa bineceğiz. Gece yarısına doğru yanında olur ve şimdi kızımın çantasını hazırlamalıyım. Görüşürüz güzelim." Bizden bir saat geride olduklarını düşünerek mi hesaplamıştı yoksa Türkiye saatine göre mi? Her neyse 1 saat çok da fark etmezdi. "Görüşürüz, Ezgi." dedim ona tavırlı olduğumu alenen hissettiren bir tonla. Ne yapmaya çalıştığını gerçekten anlamıyordum. Başımı kaldırdığımda aynada ıslak saçlarımı görmüş ve mecburen kalkarak makyaj masasına geçmiştim. Önce gelişi güzel kurutmuş, ardından da dağınık bir topuz ve hafif bir makyaj yapmıştım. Bu sırada da her zamanki gibi oldukça şık bir takım elbiseyle Beyazıt çıkmıştı giyinme odasından. Beni böyle hazır bulmayı beklemiyor olacak ki kaşları anlık olarak çatılır gibi oldu. "Nereye böyle?" Bir yandan da beni süzmeye devam ediyordu. "İşlerim var?" dedim sorarcasına. Eş zamanlı bir şekilde de bileklerime parfüm sıkmış ve önce birbirlerine sürttükten sonra, boynuma da sürtmüştüm. "Umarım o işler kuaföre, güzellik merkezine, alışverişe falan gitmektir?" dedi tam arkamda durup aynadan bana 'Sıkıyorsa aksini söyle!' dercesine dik dik bakarak. Aynadan buluşan gözlerimizi ayırma teşebbüsünde bulunmadım. O da bulunmadı. "Hani beni güzel buluyordun? Ne ara güzellik merkezine gitmemi isteyen evreye geldin?" dedim bayağı bayağı salağa yatarak. Beyazıt pek de mutluluk gülümsemesi olmayan bir gülümseme sundu bana ve ellerini omuzlarıma çıkardı. "Laflarımı çarpıtma, Dilem Arat! Neyi kast ettiğimi gayet iyi biliyorsun. Sana 3 seçenek sundum ve tam da şu an 3'ünden birini seçmen gerekiyor!" Ben doğrudan kendisine dönecekken buna izin vermedi ve eğilip biraz önce hangisini taksam diye düşündüğüm kolyelerimden birini aldı eline. "Hatta sana bir iyilik yapıyor ve seçeneklerini dörde çıkarıyorum..." Boynuma kolyeyi taktığı sırada derin bir nefes almak ve yeni sürdüğüm ruja rağmen dudaklarımı ıslatmak zorunda kalmıştım. 'Neymiş o?' dercesine başımı hafifçe salladığımda kolyeyi düzeltmişti ve bunu da ensemden göğüs oluğuma kadar ellerini bedenime sürte sürte yapmıştı. Titrek bir nefes verirken beni bu kadar çabuk etkileyebilmesine lanet ettim. Beyazıt aynadan kolyenin duruşuna bakarken ben de hâlâ tüy gibi hafif hareketlerle imantahtamda gezinen elini takip ediyordum. "Yanımda çalış, reklam bölümünde. Az çok ilgi alanına da giriyor..." Kaşlarım havalanırken yavaşça ayağa kalktım. Eli kalkmamdan sebep bedenimden mecburen ayrıldı ve ben de doğrudan Beyazıt'a dönerek gözlerinin en derinine baktım. Oturduğum pufu, ayağımla aramızdan çekerek tam dibinde durdum. Yeni sürmüş olduğum bordo ruju gözüne sokma gibi bir kastım olmadan dudaklarımı büzdüm bilemezmişçesine. Ellerim biraz önce onun bana yaptığı gibi göğsünün biraz altından başlayarak ağır ağır boynuna çıkmış ve dolanmıştı. Topuklu ayakkabıların rahatlığıyla az bir şey yükselerek nefesimi kulak memesinin altına verdim. "Bilemedim..." dedim nefesimin boynu ve kulak memesi arasındaki yere çarptığından emin olarak. Sesimi de kısık ve olabildiğince şuh tutmuştum. Bir miktar uzaklaştım. Uzaklaştım dediysem de neredeyse dudak dudağa olacağımız şekilde uzaklaştım. Tam da o an sertçe yutkunurken buldum kendimi. Bir farklı kokuyordu sanki bugün. Acaba farklı bir parfüm mü sıkmıştı? Kokusunu daha net duyabilmek için derin bir nefes çektim içime. Her zamanki kokusuydu ama şu an her zamankinden daha belirgin ve cezbediciydi. Sanki biz adamı etkileyecektik, adam bizi değil.... Boğazımı hafifçe temizleyerek bakışlarımı gözleri ve dudakları arasında gezdirmeye başladım. "Yanında çalışacaksam daha yakın olmak isterim sana, asistanlık gibi mesela..." Boynundaki ellerim omuzlarına indi ve masaj yaparmışçasına hafif hafif sıkmaya başladım. Göz bebekleri giderek büyürken, nefeslerinin sıklaştığını da duyabiliyordum. "Normalde meslek tanımının dışına çıkmayı sevmem ama kocama özel masaj da yapabilirdim... Belki sonrasında da borcunu öderdin..." Tekrar 'Bilmem.' dercesine dudaklarımı büzmeme kalmadan sertçe dudaklarıma yapışmış ve aynı sertlikle makyaj masasına yaslamıştı beni. Ağzımdan acıyla karışık bir inleme kaçarken bir an ben de anın etkisine kapılarak karşılık verdim. Sertliğini en mahremimde hissettiğimde inlemiştim ama inlemem olduğu gibi dudaklarında kaybolmuştu. Bu kadar kısa bir sürede nasıl bu kadar sertleşmiş olabilirdi? Ellerimi biraz yatıştırmak istercesine yüzüne çıkarttım ve başparmaklarımla sakallarını okşadım hafif hafif. Dudaklarımdan ayrılıp boynuma yönelecekken başımı biraz geriye atarak engel oldum ve ellerimi göğsünün üzerine indirerek aramıza bir nevi set çektim ve bugün ikinci kez aynı şeyi söyledim: "Reglim..." Beyazıt tam beni takmadan tekrar boynuma eğilecekken duyduğu kelimeyi algılamasıyla öylece durdu kaldı. Gözlerini kapattığını ve içine derin, sinirli bir soluk çektiğini işittim. "Hay, sikeyim böyle işi..." diye söylenirken elini sinirle makyaj masasına vurmuş ve kendini adeta geriye doğru iteklemişti. "Senin işin uzun sürecek gibi..." Bakışlarımı pantolonundaki kabarıklıktan gözlerine çıkardığımda başımı da 'Yapacak bir şey yok!' dercesine hafifçe eğmiş ve yanından sıyrılmıştım. "Ben kahvaltıya iniyorum." Beyazıt hayatımda ilk kez duyduğum bir küfür daha savururken bana da tersçe bakmıştı. "Bilerek yapıyorsun!" Kapıya adımlarken omuzlarımı indirip kaldırdım. "Erkeklerin bir tarafları uyanınca, beyninin uyuması benim suçum değil!" Bana doğru bir adım atacak gibi olduğunda zaten kapıya da ulaşmış olmanın rahatlığıyla kendimi dışarı attım. Çantam ve kabanım içerde kalmıştı ama Beyazıt da aşağı indiğinde kızlardan birini alması için yukarı yollardım. Kendim çıkarsam muhtemelen Beyazıt bir daha o odadan çıkartmazdı beni. Merdivenlerden inerken yüzümde istemsiz bir gülümseme peyda oldu. Az değilsin sen de, sırf cevap vermemek için yaptığın iş mi? O da bana şart koşmasaydı... Bunun sonrası da var biliyorsun, değil mi? Eninde sonunda o odaya gireceğiz. Onu da o zaman düşünürdüm artık. Son basamağı inerken salondan çıkan Jale'yi gördüm. Nispeten iyi olsam da yeterince uyumamıştım yine. "Jale bana bir kahve yollayabilir misin? Sade olsun." Jale bana gülümserken başını hafifçe eğerek de onaylamıştı. "Tabii Dilem Hanım." Jale'ye minik bir gülümseme sunarken salona geçtim. Her zamankinin aksine bir kişi fazlaydık ve hayır, bu kez Tekin'den bahsetmiyordum. O da vardı gerçi ama ona alışmıştım artık. "Hoş geldin, Ateş..." dedim yerime geçerken. Ecem'in yanında oturmuş ve Ecem'e hitaben bir şeyler söylüyordu. Daha Ateş ağzını açamadan Tekin atladı. "Kız, kocan nerede?" "Gelir şimdi..." dedim ama o kadar da çabuk gelebileceğini sanmıyordum. "Bu kadar beklemek yeter, ben başlıyorum." dedi Baha da ve doğrudan ortadaki omletten büyük bir parçayı tabağına aldı. Canım yine pek bir şey istemediği için yalnızca kahvemi beklemiştim. Kahvemi yarıladığım sırada da Beyazıt girmiş içeri ve yanımdaki yerine geçmişti. "Hoş geldin Ateş..." demişti oturmadan hemen önce de. "Hoş buldum. " dedi Ateş de bu kez araya giren bir Tekin olmadığı için. "Sen nişanlımı yollamayınca ben geleyim dedim." Beyazıt kendisine taş atılmamış gibi gülümsemiş ve önüne konan çaydan bir yudum almıştı. "Nişanlın bana istediğimi vermeden bir yere gitmiyor ama tabii sen gelip kalabilirsin." Göz ucuyla da bu konuşmadan pek de mutlu olmayan Ecem'e bakmıştı. Ateş de yanındaki Ecem'e baktıktan sonra tekrar Beyazıt'a döndü. "Toplu söylemek için seni bekledik, sen söylemek ister misin aşkım?" Son cümlesiyle de Ecem'e dönmüştü. Ecem bir Ateş'e bir de Beyazıt'a baktı. Ardından da çatalını tabağının kenarına bırakarak olduğu yerde doğruldu. Bacağımda aniden hissettiğim elle ise irkilerek Beyazıt'a dönmüştüm. Kendisi eli bacağımda değilmiş gibi, ağır ağır daha da yukarı çıkmıyormuş gibi Ecem'e bakıyordu. "Dün nikah tarihi aldık. 2 nisana, hem havalar da biraz daha ısınır dedik..." Bugün tam 2 marttı ve tam bir ay vardı. Beyazıt'ın eli bacağımda, gözleri ise kuzeninin bunun hakkında ne düşündüğünü anlamak istercesine Ecem'in üzerindeydi. "Hayırlısı olsun..." dedi ancak saniyeler dakikalara evrildikten sonra. Muhtemelen benim de tebrik etmem gerekiyordu ama bacağımdaki eli buna fazlaca engel oluyordu. Diğerleri de tebrik etmiş ve ilgi Ecem'le Ateş'e kaymışken Beyazıt bana doğru eğildi. "O reglin bitecek... Yukarda banyoda kendime dokunurken hayal ettiğim gibi seni banyoda domaltıp sikmezsem ne olayım..." Allah'tan ağzımda bir şey yoktu zira şu an kendi tükürüğümde dahi boğulabilirdim. Bunu bu kadar açık ve böyle olağan bir şeymişçesine söylemesi hiç mi hiç beklediğim bir şey değildi. Hele ki her ne kadar kulağıma söylemiş olsa da bu kadar insanın içinde söylemesi. Kanın yanaklarıma hücum ettiğini hissedebilirken alt taraflarımın sızlamasıyla da bacak bacak üstüne atarken buldum kendimi. Başımı kaldırıp etrafıma bakındığımda da hâlâ ilgilerini Ecem ve Ateş'te olduğunu görmüştüm. Beyazıt'ın üst üste attığım bacaklarımı birbirinden ayırmasıyla oturduğum yerde dikleşmek zorunda kalmıştım. Elini de iteklemek istemiştim ama pek de bir işe yaramamıştı. "Beyazıt!" dedim uyarırcasına, 'yapma!' dercesine. O ise takmadan bir kez daha kulağıma eğildi. "Madem karımın asistan fantezisi var, emin ol onu da yapacağız. Karımın her türlü ihtiyacını karşılayacak kadar iyi bir kocayım. Hem eşlerin birbirlerini geri çevirmesi günah." Fark ettin mi? Alttan alttan bize de laf soktu sanki... "Zaten namazında niyazında, cennetlik insanlarız..." diye söylendim elini daha fazla dayanamayıp daha sert bir şekilde bacağımdan iterken. Hormonlarım tavandı. Şu an bunu bana yapmamalıydı. Daha fazla zorlamamış ve ayaklanmıştı neyse ki. Bununla derin bir nefes verecekken o nefesimi de almıştı benden. "Hadi, Dilem. Seni de ben bırakayım." "Kendim giderdim..." demek zorunda kaldım herkesin duyabileceği bir tonla konuştuğu için. "Yolumun üstü zaten, hadi!" dedi gözleriyle beni uyararak. Oysaki nereye gideceğimi bile bilmiyordu. İnsanların bakışları üzerimizde olduğu için mecburen ayaklandım. Hem konuşmaktan kaçamadık hem adama iki fantezi borcumuz oldu. Yukarda hiç bu sulara girmeden cevap verecektin. "Beni de atsana Beyazıt, arabayla gelmedim." dedi Tekin de ayaklanarak. Şu an bana "Yenge." dese "Efendim yengecim?" diye karşılık verebilirdim. "Baha ya da Ateş bıraksın, başka yerlere de uğrayacağım. Ters kalır sana. Çocuklardan birine de söyleyebilirsin." Ardından duraksamadan elimi tutmuş ve peşi sıra beni de salondan çıkarmıştı. "Eşyalarım yukarda kaldı, sen geç ben gelirim." "Ben getirdim eşyalarını, kaçınca ardında bıraktın tabii." Eş zamanlı bir şekilde ceketinin cebinden telefonumu da çıkarmış ve bana uzatmıştı. Elinden alırken vestiyere bıraktığı montumu ve çantamı da alarak elime tutuşturmuştu. Şimdi arabaya bineceğimiz için hiç üzerime giyme gibi bir girişimde bulunmazken Beyazıt'ın kabanını giymesini beklemiştim. En sonunda elimi tutarak bizi çıkarttı. "Fatih, diğer arabayla arkadan gel." Emri, Fatih tarafından minik bir baş hareketiyle onaylanmıştı ve bu sırada da Fatih'in yanağındaki çürük dikkatimi çekmişti. Fatih'in yüzüne vurmadığıma emindim. Sanırım benden sonra biraz Beyazıt tarafından da hırpalanmışlardı. Başka bir adamının açtığı kapıdan geçmem için önceliği bana verdi Beyazıt. Ters olacak şekilde cam kenarına oturduğumda Beyazıt da tam karşıma oturmuştu. Adam kapımızı kapattığında ise bana "Nereye?" diye sordu. Şimdi direkt o izbe mahalleye gitsem imkanı yok döndüremezdim. En iyisi mi önce bir Kerem'in yanına uğramaktı. "Kerem'in yanına uğrayacaktım." Kaşları çatılırken önce uzanıp şoförüyle aramızdaki paravanı kapattı. "Hâlâ konuşuyor musun sen onla?" Derin bir nefes çektim içime. Sanırım Kerem'in yanına gitmek de pek iyi bir fikir değildi. "Mesaj atmış, bir derdi ne öğreneceğim." Bir şey diyecek gibi önce ağzı açıldı ama sonra her ne fikrini değiştirdiyse ağzını kapadı. "Evine girmeni istemiyorum, kimdir nedicir bilmiyoruz. Konuşmakta kararlıysan dışarda bir yere çağır." 'Yok artık!' dercesine gözlerimi büyütürken başımı da onaylamayarak iki yana salladım. "Saçmalama, o kadar da değil. 6 yıldır arkadaşız. Sayısız kere evine gittim, evime geldi, beraber bir çok şey yaptık... Zarar verecek olsa verirdi şimdiye kadar." Kafasında bir şeyleri tarttığını sakallarına giden elinden anladım. Bir şey düşünürken her daim bunu yapıyordu. "Ona hâlâ bu kadar güveniyor musun?" Gözleri gözlerime büyük bir dikkatle bakıyordu. Yalan söyleyip söylemeyeceğimden emin olmak istercesine. Salaklıktı ama evet güveniyordum. Kerem'e bu kadarını konduramazdım. İlk sorusunun cevabını almış olacak ki "Bana güveniyor musun peki?" diye sordu bu kez de. Duraksarken sorusunun nedenini anlamak için gözlerini uzun uzun süzdüm ancak o da yalnızca benim gibi cevap arayışındaydı. "Neden?" diyebildim saniyelerin sonunda. "Sorumun cevabı bu değil!" dedi tüm despotluğuyla. Buna cevap veremezdim. Güveniyorum diyemezdim ama güvenmiyorum da diyemezdim. Bu konuya göre duruma göre o kadar değişken bir şeydi ki... Tam da artık konuşmayız dediğim sırada "Peki, asıl konumuza gelelim..." dedi ve eliyle beni işaret etti. "Cevabın ne? İşi mi bırakıyorsun, annenin yanına mı dönüyorsun, birini mi ayarlıyoruz?" Buna da henüz bir cevabım olmadığı için sıkıntılı bir nefes verdim. Neden sürekli cevap veremeyeceğim şeyler soruyordu? "Bana bir kaç gün ver..." dedim sıkıntıyla. Bu üç seçenek de olmazdı ama Beyazıt'ı da anlıyordum. Zaten benim yüzümden fazlasıyla zordaydı. Hiç konuşmasak da söylemese de diğerlerinin gözünde koynunda yılan besliyordu. Beyazıt'a olan itimatları azalıyordu. Tabii bunda muhtemelen Sereyli gibi düşmanlarının olayları biraz dramatize etmesinin de etkisi olmalıydı. "Dilem!" diye itiraza girişecekken sözünü kestim. "Ezgi, bu gece Buse'yi getirecek. Bir kaç gün ben ilgileneceğim. Onunlayken zaten tehlikeli bir şey yapmam, bugün de yapmayacağıma söz veriyorum ama biraz zaman ver. En azından Buse gidene kadar." Gözlerime baktı bir süre öylece. Ardından başını salladı mecburen. "Peki ama o zamana kadar karar vermezsen senin yerine ben veririm." * "Nasılsın?" Her zamanki gibi dibindeki dönen sandalyeye oturmak istemedim. Bu yüzden fazladan bir kaç adım atarak sırtımı bilgisayar masasına yasladım. "Seni sormalı?" Bu soruya soruyla karşılık verme huyu sanırım Beyazıt'tan geçmişti bana. "Niye oturmuyorsun?" dedi yanındaki sandalyeyi işaret ederek. "İyi böyle." dediğimde derin sıkıntılı bir nefes vermiş ve o da ayağa kalkarak benim gibi sırtını masaya vermişti. "Sana yalan söylediğim için-" Kendi sözünü keserek hafifçe bana doğru döndü. "Aslında yalan söylemedim, sadece bazı şeyleri sakladım ama yemin ederim bunun seninle bir alakası yok. Yine de sakladığım için özür dilerim." Herhangi bir tepki vermekten kaçınırken devam etmesi için öylece parkenin desenlerini izlemeye koyuldum. Birden "Kimlikteki babamla gerçek babam bir değil..." dediğinde, şaşkınlıkla yan dönerek yüzüne baktım. Acı bir gülümseme vardı yüzünde. Yere sabitlediği bakışlarını bana çevirmiş ve gözlerini gözlerime dikmişti onu anlamamı istercesine. "Bak bu konular benim için çok tabulu. Çocukluğumdan beri iki babam oldu benim. Bir yalnız kaldığımızda, bir de insan içinde... Bana bunu kimsenin bilmemesi gereken bir şey olarak dayattılar. Bunları ilk kez biriyle konuşuyorum şu an ve bu hâlâ çok yanlış hissettiriyor. Biliyorum senden çıkmaz ama hissettiriyor... Anksiyetem falan da yok aslında. Sadece insanlarla yalanlar üstüne bir ilişki kurmaktansa kurmamayı tercih ediyordum. Tabii bu zamanla karakterime de yansıdı. Şu an istesem de biriyle konuşurken zorlanıyorum, daha doğrusu nasıl konuşmam gerektiğini bilmiyorum. Sadece sen..." Gözünden akan bir damla yaşı gördüğümde yutkundum. Babasıyla ilgili sorunları olduğunu hep hissetmiştim ama bu denli bir şey olduğunu hiç düşünmemiştim. Kim düşünürdü ki zaten? Böyle bir şey yapması için de babasının yasa dışı işlerle uğraşması gerekiyordu. Bu diğer bir çok şeyi de açıklardı. "Lütfen!" dedi ve bir kez daha anlık olarak eşyalarda gezdirdiği bakışlarını bana çevirdi, ben elimi omzuna koyup koymamam gerektiğini düşünürken. "Hayatımdaki tek gerçek şey sensin ve bunu benden alma. Evet, daha önce anlatmalıydım ama gerçekten bunun sana güvenip güvenmememle en ufak bir alakası yok." Sarılmak istedim tam o an ama kendimi güç bela durdurdum. "Başka bilmem gereken bir şey var mı?" 'Hayır!' diyecek gibi oldu başta ama ondan sonra yalan söylemek istememiş olacak ki sustu. Gözlerine baktım. Düşündüm. Yasa dışı işlerle uğraşan insanları düşündüm. Eğer gayrimeşru değilse hiç biri bir çocuğu olduğunu, hele ki bir erkek çocuğu olduğunu saklamıyordu. Ancak aslında olmaması gereken biri bunu yapardı. Bir hayalet olması gereken biri bunu yapardı. Veli toplantısına çağırılmamalıydı mesela ya da çocuğu hastalandığında işlemler için o imza atmamalıydı, hayalet olmalıydı... "Baban Dokuz Buçuk mu?" Sustuğunda acı acı gülümsedim. Bir dönem annemin de Dokuz Buçuk'u araştırdığını biliyordum. Kazara odasında görmüştüm. "Bana anneme yakın olabilmek için mi yaklaştın?" Bu kez gözünden bir damla akan bendim. Annem en başından beri Kerem'den pek haz etmezdi ve belki de annemin hislerine güvenmem gerekiyordu. "Özür dilerim..." dediğinde 'Dileme!" dercesine başımı iki yana salladım. * Lor'u az ilerde kulübesinin içinde uzanmış bir şekilde gördüğümde oraya kadar bile gitmeyi gözüm kesmediği için ıslık çaldım. Lor'un önce kulakları havaya dikildi, ardından kafası buraya döndü ve beni gördüğünde sıcak kulübesinden çıkarak sevinçle buraya koşturmaya başladı. Ahmet abinin tüy alerjisi olduğu için Lor'u eve alamıyorduk ama bahçeye büyük, ısı yalıtımlı bir kulübe yaptırmıştık. Kış ayları için mini bir ısıtıcısı bile vardı içerde. Dizime patilerini dayadığında yerde kar olmasını umursamadan öylece yere oturdum ve Lor'un da üşümemesi için kucağıma çıkmasına izin verdim. "Oğlum..." Biraz karşılıksız sevgiye ihtiyacım vardı ve şu an için bunu bana verebilecek tek kişi de Lor'du. Uzun kabanımın etekleriyle olabildiğince Lor'u da sarmış ve bana sırnaşan kafasını sevmeye koyulmuştum. "Annecim... Biliyorum seni ihmal ettim." Kafasının üstüne de bir öpücük bırakırken kollarımla da sıkı sıkıya sarmıştım. Bir süre öylece Lor'la sarılmak bana iyi gelmişti. Ne zamanki gözümün önüne üzerinde dumanı tüten bir bardak uzatıldı o zaman başımı kaldırmıştım. Annem normalde hafta içleri bu saatlerde evde olmazdı ve biraz da onun rahatlığıyla gelmiştim ama şu an karşımdaydı. "Anne?" dedim şaşkınlıkla. "Al, hadi!" dedi ısrarla bardağı bana uzatarak. İkiletemedim ve aldım elinden bardağı. Eli boşa çıktığında sırtıma bir battaniye de örttü. "Eve gir diyeceğim ama girmeyeceğini biliyorum." dedi ve kendisi de yanıma oturdu. Ben ise bu sırada ıhlamurumdan bir yudum almıştım. "Niye evdesin?" diye sorduğumda yalnızca gözlerime baktı. Eli topuzumdan kurtulmuş saçlarıma gitti ve kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Her şeyi senin iyiliğin için yaptığımı biliyorsun değil mi? Susuyorsam da kızıyorsam da hoşuna gitmeyen şeyler söylüyorsam da her şey sen ve Didem için..." Uzanıp alnıma bir öpücük bıraktığında tüm duvarlarım yıkılmıştı. Beni ben olduğum için seven birine ihtiyacım vardı. Ihlamurumdan son bir yudum alarak kenara bıraktım. Ardından da karı sorun etmeden hafifçe Lor'un poposuna vurdum ve kucağımdan kalktığında da kıvrılarak başımı annemin dizine koydum. Eli doğrudan saçlarıma gitmiş ve önce topuzumu açmıştı. Sonra da saçlarımı okşamaya başladı. "İlk göz ağrımsın sen benim bebeğim, lütfen biraz söz dinle..." "Kerem bana yalan söylemiş, güvenmiştim ona..." derken gözümden bir damla yaş akmasına engel olamamıştım. Anneme yakın olabilmek için bana yaklaşmıştı. Annem sessiz kalarak sadece saçlarımı okşamaya devam ettiğinde sırt üstü dönerek yüzüne baktım. "Ben demiştim demeyecek misin?" Başını iki yana sallarken hafifçe de gülümsedi. "Sadece kimse için kızarmasın bu yeşiller. En son gelip o salak çocuk için dizlerimde ağladığından beri biraz olsun akıllandığını düşünmüştüm." İster istemez minik bir kahkaha attığımda annem de güldü. "Neydi adı?" diye sorduğunda, gülerek başımı iki yana salladım. "Anne ya!" dediğimde de sitemle, uzanıp alnıma bir öpücük bıraktı. "Bir tane onayladığım ilişkin olmadı biliyorsun, değil mi?" Oysaki annem Beyazıt'ı da sayarsak yalnızca 3 tanesini biliyordu. Diğerlerine gerçi pek ilişki denemezdi. Beyazıt'la olana denir mi? "Konu Kerem'den nasıl yaşadığım ilişkilere geldi acaba?" dediğimde tersçe, yüzünü buruşturdu. "Onların travmalarını bana bıraktın sen çünkü!" Ben gülerken annem hafifçe omzuma vurdu. "Hadi kalk bakalım, hasta olmadan içeri girip üzerini değiştirelim." Üzerimi değiştirmeden rahata ermeyeceğini bildiğim için mecburen başımla onayladım. "Bu arada..." dedi annem biz içeri ilerlerken. "İstifanı sisteme sokmadım, masanın üzerinde duruyor. Hâlâ gelip o kağıdı yırtabilirsin." Sanki kendisi söylememişçesine önden yürümeye başladığında öylece kalakaldım. Normalde annem de geri adım atmazdı ve bu asla ama asla beklediğim bir şey değildi. Annem beni şaşırtıyordu. Cebimdeki telefonumun titremesiyle kendime gelirken Lor'un da öylece dilini dışarı çıkarmış beni beklediğini fark ettim. Eğilip başını okşadım ve kafasının üzerine de bir öpücük bıraktım. "Hadi kulübene dön oğlum, hava soğuk." Elimle de kulübesini işaret ettiğimde Lor ne demek istediğimi anlamış ve bana arkasını dönüp ilerlemeye başlamıştı. Ben de cebimden telefonumu çıkardım. Beyazıt arıyordu. "Efendim?" "Akşam için erteleyemeyeceğin bir planın var mı?" İnsan önce bir "Ne yapıyorsun?" falan diye sorardı ama işte... "Ne için sorduğuna bağlı desem?" Ve tam da o an annem de içerden "Dilem!" diye seslendi ve ben de ahizeyi elimle kapatıp "Geliyorum!" diye bağırmak durumunda kaldım. "Yeliz Hanım mı o?" dedi bunun üzerine de Beyazıt. "Evet, annem..." diyerek onaylarken bahçede de yürümeye başlamıştım. "Kararını verdin sanırım?" "Ay, yok hayır! Lor'a bakmaya gelmiştim ama anneme yakalandım. Annemlerdeyim... Sen ne diyordun?" Kısa bir an ses gelmedi ama sonra "Semih'in düğün hediyesine gideceğiz..." dedi. Başta ne demek istediğini anlamadım ama sonra Ferzan'ın bize düğün hediyesi olarak ücretsiz giriş sağlayacağı geldi aklıma. İlk defa öyle bir yere doğrudan gidecektim. İnsanlar öyle bir yerde ne giyerdi ki? "Akşam 8'de hazır ol ve lütfen çok dikkat çekici renkler giyinme. Her an çıkmamız gerekebilir." Bu da sanırım oraya yalnızca hediye olduğu için gitmeyeceğimiz anlamına geliyordu. * İçime siyah bir sütyen giymiş ve onun üzerine de yine siyah transparan bluzumu geçirmiştim. Altıma da yine siyah olan deri pantolonumu giydim. Makyajımı zaten yapmıştım. Yeşil gözlerimi ortaya çıkaran siyah bir eyeliner çekmiş ve göz çevreme de koyu, dumanlı bir makyaj yapmıştım. Saçlarımı da sıkıca topladığımda ve etrafına bir tutamını sardığımda hazır sayılırdım. Geriye sadece ayakkabı ve çanta seçmek kalmıştı. Ayakkabı olarak siyah topuklu botlarımda karar kıldım ve tam eğilip onları ayağıma geçirdiğim sırada da Beyazıt girdi içeri. Başımı kaldırıp ona baktığımda derin bir iç çekti. "Sanırım o gözlerle çarşaf giysen bile dikkat çekmeme ihtimalin yok." Gülümsemek istemiyordum ama dudaklarım beni takmadan yukarı kıvrılmak istiyordu. Bu isteğimi bastırmak için "Hadi çıkalım..." dedim ve tam da o an kaşları çatılarak beni bir kez daha baştan aşağı süzdü emin olmak istercesine. "Bana bir sütyenle dışarı çıkacağını mı söylüyorsun?" Gülmemek için çok da direnmeme gerek kalmamıştı artık zira gözlerimi yuvarlamama neden olmuştu. "Yarın senin için bir göz doktoru randevusu alacağım." "O üzerindeki şeyin vücudunun herhangi bir yerini kapattığına gerçekten inanıyorsan ben de sana psikiyatri randevusu alacağım! Şizofreni başlangıcı!" Sitemine karşın derin sıkıntılı bir nefes çektim içime. İlk defa öyle bir ortamda bulunacaktım ve burada durup gerçekten kıyafetimi mi tartışacaktık? "Hadi, saçmalama da çıkalım." Beyazıt alayla gülerken bir kaç adım ilerleyerek az ötesindeki pufa oturdu. "Gavat mıyım ben? Seni bu kıyafetle normal bir yere çıkarmam, bir de onca sapığın arasına mı götürmemi bekliyorsun? Üzerine bir şey giy, çıkalım!" Bayağı ciddiydi şu an. Adam üzerini değiştir bile demiyor, üzerine bir şey giy diyor, Dilem. Ne kadar ciddi olduğunu sen kendin hesapla artık... "İyi sen çık, gelmiyorum ben bir yere!" dedim ve sinirle karşıdaki pufa oturarak daha az önce giydiğim botlarımı çıkarmaya giriştim. Yalnızca botumun fermuarını açabilmiştim ki bir el çenemi kavramış ve başımı kaldırmamı sağlamıştı. Göz göze geldiğimizde kolumdan da tutarak beni ayağa kaldırdı. Otururken gereğinden fazla aşağıda kalmamdan sebep ayağa kalktığım için memnundum. "İyi tamam, böyle gelmek istiyorsan böyle gel..." Ben doğru duyup duymadığımı anlamaya çalışırken eli kumaşı incelermişçesine yaka kısmına gitmişti. "Çok kalitesiz duruyor..." dediğinde elini uzaklaştırmak istemiştim ama çoktan güzelim bluzumun üzerinde bir delik açmıştı. Bir de pişkin pişkin "Hatırlat da, bir ara tekstil ürünlerine de el atayım. Kumaştan kaçtıkları yetmiyormuş gibi kalitesiz yapıyorlar bir de..." demiş ve ayıplarcasına başını iki yana sallamıştı. Kendimi ikna etmek istercesine başımı iki yana salladım, bir de sakinleşmek için derin derin nefes almak zorunda kalmıştım. Kocamı öldürmeyeceğim. Olmaz öyle şey. Beyazıt'ı öldürürsem bu sefer harbi hapse girerdim. En nihayetinde kendi cinayetini temizleyemezdi. Öldürmeyeceğim! Saçımın dahi bozulmasını umursamadan Beyazıt'tan bir adım kadar uzaklaştım ve üzerimdeki yırtık olan bluzu çıkardım bir çırpıda. Hiç kendimi yıpratmadan çok başka şekilde intikamımı alacaktım. Tabii, hiç Ferzan'ın mekanına gitmek istemenle alakası yok. Asaletimizden hep bunlar... Gerek olmamasına rağmen sütyenimi de çıkarmak üzere elim kopçaya gitti. Beyazıt'ın derin nefesini duyarken kollarımdan sıyrılan sütyeni öylece yere attım. "Dua et kendisine saygısı olan bir insanım. Eğer kendime saygım olmasa içinde kötü hissedecek olmamı umursamadan o yırtık bluzla oraya giderdim sana inat!" Tabii bu sırada Beyazıt'ın gözleri pek de gözlerimde değildi. Tekrar arkamı döndüm ve çekmeceden straplez bir sütyen alarak onu giydim. Yine siyahtan gidecektim aslında ve pantolonumu değiştirmeme pek de gerek yoktu ama gıcıklığına pantolonumu da çıkarmıştım. Yarı çıplak olmayı sorun etmeden ne giyeceğime çoktan karar vermemişimcesine uzun uzun dolabın önünde durarak kıyafetlere baktım. Ne zamanki artık dayanamamış olacak ki yatak tarafına gitti, o zaman hızlıca tek kollu, boğazlı siyah kazağımı ve altına da siyah bol paça kumaş pantolonumu giydim. Bozulan saçlarımı düzeltmek için ben de oda tarafına geçtiğimde camın önündeki koltuklarda oturan Beyazıt'la göz göze gelmiştik ve beni bir kez daha baştan aşağı süzmüştü. Ağzını açacağını hissettiğimde işaret parmağımı tehdit edercesine kendisine doğrulttum. "Kıyafetim hakkında tek yorum daha yaparsan, imkanı yok bu evden çıkmam. Düğün hediyemize de bir başına gidersin!" Hediyemiz kısmına yaptığımı ekstra vurguyla ellerini teslim olurcasına havaya kaldırdı. "Sadece çok güzel olduğunu söyleyecektim." |
0% |