Yeni Üyelik
23.
Bölüm

23. Bölüm

@__kao__

Ben bilgisayardan yüklediğim için kombin resimleri falan bende gözüküyor ve hiç telefondan da kontrol etme gereği görmemiştim ama sanırım telefonda gözükmüyormuş. Uygulamada yeniyim. Eğer sizin de görebileceğiniz bir şekilde resimleri yüklemenin bir yolu varsa benimle paylaşırsanız düzeltmek isterim.

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın.

İyi okumalar...

*

İçeri girerken Beyazıt ve Tekin'in üzerini aramışlardı ama Beyazıt görevli bir kadın yoksa üzerimi arayamayacaklarını belirttiğinden rastgele bir garsonu çevirmek zorunda kalmışlardı. Ancak o kadın o kadar da rastgele olmasa gerek ki Beyazıt'ın bana verdiği silahı fark etmesine rağmen hiç bir şey yokmuş gibi davranmıştı. Beyazıt'a attığı minik bakış ise bir şeyi yaptığını onaylarcasınaydı. Sanırım Tekin ve Beyazıt için de silah vardı burada. Bunu da gelir gelmez Tekin'in yanımızdan ayrılıp tuvalete gitmesinden çıkarmıştım.

Şimdi ise gözlerim etrafı büyük bir dikkatle tarıyor sistemi anlamaya çalışıyordum. Köşede konumlandırılmış masada bir adam görevliydi ve olası bir durumda hemen müdahale edebilmeleri için yanında da iki koruma vardı. Tabii harici olarak etrafa dağılmış bir kaç korumayı da seçebilmiştim. Adamın oturduğu masa oldukça görkemliydi. Yine de büyük paralar dönüyordu ve o kadar parayı nakit olarak tahsil edemeyecekleri için senet olarak imzalatıyorlar, bahis oynatılıyordu. Bu da kafamdaki tomar tomar para görüntüsüne ket vurmuştu.

Ortadaki devasa kafeste birbirlerini öldüresiye kapışan iki adam ise fazla insanlık dışı ve barbarcaydı. İnsanlar kah oturarak kah ayakta kah bağırarak tuttukları adamı destekliyorlardı ve bu da orta çağda hissetmeme sebebiyet vermişti.

"Kan mı tutuyor seni?" demeden hemen önce birine başıyla selam vermiş ve bana dönmüştü. Ardından da kendi sorusunu saçma bulmuş olacak ki başını iki yana salladı. Koluna dikiş atarken kan tutmadığını fark etmiş olmalıydı.

"Hâlâ nasıl bu kadar barbarca şeyden insanların zevk aldığını anlamaya çalışıyorum. Birbirlerini öldürmeleri için tezahürat yapıyorlar bildiğin!"

Bir de sözde aydın, zengin kesimdi buradaki insanlar. Aralarından üst makamlardan bir kaç kişi seçebilmiştim bile. Ki kim bilir benim tanımadığım ve şu an burada olup da o makamda olmaması gereken kaç kişi vardı acaba?

"Tarihte yaptığı işlerle anılan bir çok insanın sapkınlıkları var... Bu tarz sapkınlıklar vardı ve maalesef var olmaya da devam edecek."

Beyazıt'ın bizi bir yere oturtacağını sanmıştım ama o bizi başka bir tarafa yönlendirdiğinde gittiğimiz tarafa bakmış ve bize doğru gelen Semih Ferzan'ı görmüştüm. Tam lambanın altında durmasından sebep kel kafası parıldıyordu.

"Hoş geldin Beyazıt..." Ardından bana dönmüş ve tıpkı reverans yapıyormuşçasına dizlerini bükerek elimi istercesine elini uzatmıştı.

"Ve tabii siz de Dilem Hanım."

Elimi ona uzatmazken yalnızca üstten dik bir bakış atmakla yetinmiştim.

Üzülmüş gibi dudaklarını büzdü.

"Ama ben bize karşı artık daha sevecen olursun diye düşünmüştüm. İstifa haberin çok hızlı yayıldı."

İstemsizce bakışlarım Beyazıt'a döndü. Yüzünden herhangi bir duygu okunamazken bakışları da doğrudan Ferzan'ın üzerindeydi. Ben ise minik bir aydınlanma yaşamıştım. İstifa ettiğim için şu an buradaydım. Muhtemelen istifa etmemiş olsam Beyazıt beni buraya getiremezdi. İnsanların gözünde işi tamamen bırakmıştım. Bir kez daha çalışarak Beyazıt'ı aslında nasıl zor bir durumun içinde bıraktığımı fark etmiştim.

Aptal olma! Mesleğini bilerek evlenmek isteyen oydu! Bu yüzden gazeteciliği bırakmayı aklının ucundan geçirirsen seni öldürürüm! Ayrıca onlar bilmiyor ama Beyazıt işini bırakmadığını biliyor!

Aklımı toparlayabilmek için derin bir nefes alırken ben de Ferzan'a döndüm.

Beyazıt ise "Sen değil, siz! Ayrıca konumuz karımın istifası değil." diye sert bir üslupla uyarmıştı Ferzan'ı.

"Ah, evet!" dedi Ferzan ve yeni hatırlamışçasına başını salladı aşağı yukarı.

"Odama geçelim mi? Burası biraz gürültülü..."

Şöyle de bir etrafı süzmüş ve sanki kendi eseri değilmişçesine yüzünü buruşturmuştu. Beyazıt onu yalnızca başıyla onaylamakla yetinirken uzanıp elimi tutmuştu.

Ferzan "Ozan nerede bu arada, o da gelir diye düşünmüştüm?" derken bir yandan da bizi deponun arka kısmına doğru ilerletiyordu. Bu tarafa doğru korumaların sıklaşması ise gözümden kaçmamıştı.

"Burada o da, tuvalete kadar gitmişti. Yetişir bize."

Ferzan sessiz kalırken tek kapısı olan odanın kapısını açmış ve geçmemiz için önceliği bize vererek kenara çekilmişti kendisi. İçeri girdiğimizde ve de Ferzan kapıyı ardımızdan kapattığında kendisi doğrudan bana dönmüştü.

"Eğer konuşmalarımız sizi sıkacaksa yan tarafta çocuklar size bir şeyler ikram etsinler, Dilem Hanım?"

Soru her ne kadar bana sorulmuş gibi dursa da Beyazıt'a benim yanımda konuşulup konuşulmaması gerektiğini soruyordu. Zaten benden önce de Beyazıt atılmıştı.

"Hayır, burada kal sevgilim. Konu seni de çok yakından alakadar ediyor."

Ben buna bir anlam veremezken oda kendininmişçesine koltukları işaret etti.

"Otur sen..."

İkiletmeden işaret ettiği koltuğa geçerken odayı da şöyle bir süzmüştüm. Oturduğumuz çalışma masası ve köşedeki mini buz dolabı dışında hiç bir eşya yoktu bu odada. Zaten geçici olarak böyle yerleri mekan olarak kullandığı için olmaması da mantıklıydı.

Beyazıt karşıma oturmak yerine odanın diğer köşesine ,cama doğru, ilerlemiş ve oldukça pis olan camdan dışarı bakmıştı. Camın bu görüntüsü ise nedense beni fazlasıyla rahatsız etmişti. Oysa öyle temizlik takıntım falan yoktu.

Camdan dışarı bakmayı sürdürüren "Güvenlik önlemleri tam mı?" diye sordu büyük bir ciddiyetle Ferzan'a dönerek.

"Her zamanki gibi, rahat olabilirsin."

Ferzan kendinden oldukça emin bir şekilde gülümsemiş ve çalışma masasının karşımda kalan kendine ait kısmına oturmuştu.

"Hayır, o kadar üzerimiz aranıyor, silahla giremiyoruz, koruma bile sokamıyoruz, canımızı sana emanet ediyoruz... Şimdi burada bir çatışma çıksa, geçenlerde karım evdeyken evimin tarandığı gibi bura da taransa bunun altından nasıl kalkarsın Semih? Hele bir de senin koruman gereken canlardan birine bir şey olsa..."

Ferzan'ın rahat yüzü kasılırken ayağa kalktı ve bir kaç adım Beyazıt'a yaklaştı.

"Ne saçmalıyorsun sen? Evinin taranmasıyla benim ne alakam var?"

Beyazıt alayla gülerken "Sen söyle!" dercesine elini öne doğru uzattı.

"Öğrenemeyeceğimi falan mı sandın?"

Ferzan'ın yutkunduğunu alenen görürken "Hakan!" diye de bağırmıştı. Kapı anında açılıp içeri korumalar girerken birer elleri de silahlarındaydı.

Gerilirken oturduğum yerden kalkar gibi oldum ama Beyazıt bana oldukça rahat bir el hareketiyle kalkmamamı işaret etti. Bu rahat tavrı hem bana batmış hem de garip bir güven vermişti.

Sanki silah doğrultulan taraf değil de silah doğrultan tarafmış gibi kendisinden uzaklaşmış olan Ferzan'a bir kaç adım yaklaştı.

"Böyle bir şeyi tek başına yapacak kadar yürek yok sende. Söyle bakalım: O yüreği kim yedirdi sana?"

Ferzan, Beyazıt'a cevap vermek yerine omzunun gerisinden adamlarına döndü.

"Ozan Tekin de burada. Bulun onu!"

Adamı onu başıyla onaylayıp buranın kontrol altında olduğunu düşünmüş olacak ki bizzat kendisi çıkmıştı odadan.

"Ben değil, sen cevap vereceksin!" dedi ardından da Ferzan. Adamlarından birinden silah almış ve o silahı da doğrudan Beyazıt'a doğrultmuştu.

"Nasıl benim yaptığımı anladın?" Tutuşmuş olduğunu çok net bir şekilde görebiliyordum. Beyazıt'ı burada öldüremezdi. Bir çok insan onun burada olduğunu görmüştü ve burada canı bir nevi Ferzan'a emanetti. Eğer bugün bunu Beyazıt'a yaparsa yarın diğerlerine de yapabilir düşüncesiyle kendi işini baltalardı. En azından insanların silah ve korumayla girmesine izin vermek zorunda kalırdı ve bu da kendini riske atmak demekti.

"Evde ben yokken, yalnızca karım varken bunu yapabilecek çok bir omurgasız yok... Ne kadar diğerlerini de sevmesem de en azından işin adabını biliyorlar. Ayrıca indir o silahı, ikimiz de burada bana dokunamayacağını biliyoruz. Buradan elimi kolumu sallaya sallaya çıkacağım."

Ferzan büyük bir kararsızlıkla bir elindeki silaha bir de Beyazıt'a baktı ve ardından da silahı yavaşça indirdi. Elinden bırakmamıştı ama artık namlunun ucunda Beyazıt yoktu. Tabii arkasındaki adamların doğrulttuğu silahları saymazsak.

"Ne istiyorsun? Anladığım kadarıyla beni öldürmeyeceksin."

Beyazıt bilmem dercesine dudaklarını büzdü.

"Evet, bugün öldürmeyeceğim. Tabii diğer günlerde de yaşayıp yaşamak istemediğine kendin karar vereceksin. Ama önce karımdan özür dile. Kabul etmezse ağzımı boşuna yormayayım."

Böyle bir şey beklemiyordum ve şaşkınlıkla kaşlarım havalanmıştı. Ferzan ise bir bana bir Beyazıt'a bakmış ve ardından da alayla gülmüştü.

"Pekâlâ ben Dilem Hanım'dan şahsi olarak özür dilerim."

Adamlarına başıyla beni işaret ettiğinde yalnızca biri bana doğru adımlayacak oldu ama Ferzan bir başka adamına "Sen de!" demişti. İki iri yarı adam bana doğru ilerlerken Beyazıt gülerek yanıma adımlamış ben ise kalkma zahmeti dahi göstermemiştim. Tırnaklarımı yeni yaptırmıştım ve zorda kalmadıkça kimseye yumruk atmak falan istemiyordum.

"Karımdan dahi bu kadar korkarken böyle bir şey yapmanı tavsiye etmem."

Dahi? Kocamız bizi hafife mi aldı, bana mı öyle geldi, Dilem?

Ardından adamlara dönmüş ve bakışlarıyla adeta onları olduğu yere mıhlamıştı. Ferzan ikinci bir işaret daha verdiğinde kısa bir ikilemden sonra tekrar bana doğru adımlamışlardı. Eğer beni hafife almamış olsa kılımı kıpırdatmaz ve tamamen Beyazıt'a bırakırdım ama hafife almıştı.

Beyazıt bana yakın olana bir yumruk atarak benden uzaklaştırırken bir diğeri kolumdan tutmaya çalışmıştı ancak diğer elimle kolunu engellemiş ve boşluğunu fırsat bilerek de dizimi karın boşluğuna geçirmiştim. Adam benden böyle bir darbe beklemiyor olacak ki iki büklüm olmuş ve attığım tekmeyle de geriye sendelemişti.

"İkisini de bağlayın!" dedi bunun üzerine Ferzan sinirle ve ister istemez Beyazıt'a döndüm. Diğer adamı yere sermiş ve biraz da hayranlıkla beni izliyordu.

"Çantamı sen tutmak ister misin?" diye sordum. Buradaki asıl soru silah isteyip istemediğiydi. Zira ben silah falan kullanacak kadar kendime güvenmiyordum.

"Gerek yok gibi. Biraz eğlenelim." dedi o da gülümseyerek. Bunun üzerine çantamı öylece koltuğun üzerine fırlatmış ve bana yumruk savuran bir adamın elini kavrayarak bükmüş ve acıyla bağırırken de sırtına bir tekme geçirmiştim. İyi ki pantolon giymiştim.

Göz ucuyla Beyazıt'a baktığımda eğilerek bir adamın yumruğundan korunduğunu ve ardından da doğrulup yüzüne sert bir yumruk geçirdiğini görmüştüm. Ferzan ise öylece korumalarının arkasına saklanmış ve bizi yakalamalarını bekliyordu.

Bana arkamdan yaklaşan bir adamı fark ettiğimde ellerim üstünde havaya kalkarken ona bir tekme savurmuş ve bacaklarımı önümde kalan adamın boynuna dolayarak kendimi yukarı çekmiş onun ise dengesini kaybederek yere düşmesini sağlamıştım. Boynunu bacaklarımın arasından kurtaramazken bayılana kadar öylece bekledim. Yerden kalkmadan önce de etrafımda yarım tur kadar dönerek bana yaklaşan bir başkasının dizine tekme atmıştım.

Bir silahın horozundan gelen sesi duyduğumda başımı kaldırıp baktım.

"Bu kadar eğlence yeter mi, Beyazıt?"

Tekin bir yandan Ferzan'ın kafasına silah dayamışken diğer yandan Ferzan'ın elindeki silahı almış ve Beyazıt'ın ayağının dibine doğru atmıştı.

"Buradan çıkamazsınız! Ön tarafta da bir dolu adamım var!"

Tekin, Ferzan'ı duymamış gibi bana döndü.

"Güzel hareketti yenge, şansa almadığına ikna oldum."

Ben sinirle gülerken Beyazıt önce tek tek etraftaki silahları toplamış ardından da yanıma ulaşmış ve herhangi bir hasar alıp almadığıma bakmak için olsa gerek şöyle bir baştan aşağı süzmüştü. Ardından da tekrar Tekin'e döndü.

"Aldın mı?"

Tekin onu basit bir baş hareketiyle onayladığında uzanıp elimi tuttu.

"Kalanı tek başına halledebilir misin?"

Ne döndüğünü anlamazken hiç bir şeyi kaçırmamak için gözlerim ikisi arasında gidip geliyordu.

"Hallederim... Fatih'i bırak yeter."

Beyazıt elimi kavrarken benimle birlikte bir kaç adım kadar Ferzan'a yaklaştı.

"Bu burada kalmaz, Beyazıt!" demişti hırs bulanmış gözleriyle ancak başındaki silah sebebiyle kıpırdayamamıştı dahi.

"Ozan sana ne yapman gerektiğini anlatacak. Şimdi biz karımla elimizi kolumuzu sallayarak çıkacağız ama merak etme burada kalmayacak, görüşeceğiz seninle."

"Çocuklar arka tarafta." dedi Tekin ve Beyazıt'a cebinden çıkardığı bir flash belleği uzattı.

"Onu nereden buldun sen?" derken Ferzan'ın gözleri iri iri açılmıştı. Gözle görülür bir şekilde paniklemiş hatta bir an Beyazıt'a doğru atılacak gibi olmuştu ama Tekin'in uyarıcı ve sert tutuşu sebebiyle olduğu yerde durmaya devam etmişti.

"Ozan'a zorluk çıkarırsan ne olacağını söylememe gerek yok sanırım." dedi Beyazıt da ve gülümseyerek kendi cebine attı. Kendine olan şu güveni onu o kadar çekici kılıyordu ki şu an...

Elimi tutuşunu sıklaştırmış ve anlık bakışıyla da bana kapıyı işaret etmişti. Bunun üzerine çantamı aldım ve birlikte kapıya ilerledik. Girdiğimiz kapıdan yani ön taraftan hiç bir şey olmamış gibi çıkarken garip hissediyordum. Biraz önce bir şeylere tanık olmuştum ama neye tanık olduğumu da bilmiyordum. Hatta kısmen yardım etmiştim bir şeylere. Anladığım tek şey Beyazıt ve ben Ferzan'ı oyalarken Tekin'in asıl işi yaptığıydı ama o işin ne olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu.

"Tekin orada güvende mi?" dedim sırf biraz da konu açmak için. Yoksa onu orada öylece bırakmayacağının farkındaydım.

Beyazıt da anlamış gibi "Güvende." demekle yetindi ve ben benim için açılan kapıdan arabaya geçerken Beyazıt'ın Fatih'e "Ozan'la kal." dediğini duymuştum.

Beyazıt da yanıma yerleştiğinde sadece sima olarak tanıdığım adamlarından biri kapıyı kapatmış ve şoför koltuğuna geçmişti.

Araba çalışırken aklımda bir milyon soru vardı ama hiç birini de soramıyordum. Cevap vermezdi muhtemelen zaten ama soramıyordum da.

"Bir yerine bir şey olmadı değil mi?"

Beyazıt'ın sorusuyla önümdeki koltukta olan bakışlarım yüzüne çıktı ve başımı iki yana salladım yavaşça. Gözleri tam olarak ikna olmamış olacak ki üzerimi turluyordu. Garipti ama bana bir şey olmasından korktuğunu hissetmiştim o an. Sebebi neydi onu anlamamıştım işte. Belki bana bir şey olursa istediğini alamayacağı içindir. Beyazıt en sonunda bir şeyim olmadığıma ikna olmuş olacak ki uzanıp elimi avuçlarının arasına aldı ve zaten üzerinde kaçamak dolanan bakışlarımı gözlerine sabitledi.

"Daha çok tekmeyle karşılık verdin. Ellerini kullanmamanın bir sebebi var mı?"

Sen beni küçük gördüğün için tüm işi sana bırakamadım ama tırnaklarımı da yeni yaptırmıştım.

Tabii ona direkt onu suçlarcasına söylemedim.

"Tırnaklarımı yeni yaptırdım." dediğimde kısaca, ellerimdeki bakışları öylece duraksadı. Bir an doğru duyup duymadığını anlamak istercesine gözlerime baktı. Nasıl bir şey duymayı bekliyordu bilmiyordum ama cevabım onu fazlasıyla şaşırtmışa benziyordu.

En sonunda Beyazıt'tan ondan daha önce duymadığım gürlükte bir kahkaha duydum. İlk kez onu böyle gülerken görüyordum ve bu ister istemez benim yüzümde de minik bir gülümsemeye sebep olmuştu.

"Ne olursa olsun kadın kadındır, değil mi?" dediğinde eğlenen bir ifadeyle gözlerimi yuvarladım ve omuzlarımı indirip kaldırdım. Görünüşüme dikkat ediyorum diye üzülemeyecektim.

Hâlâ ellerinde olan ellerimden tutarak beni hafifçe kendine çekti. Dünden razı gibi buna hiç itiraz etmedim.

"Bir ara o hareketleri yalnızken de yapmanı isteyeceğim. Bakalım karım beni de yenebilecek mi?"

Sesindeki muzip tını beni de güldürmüştü.

"Emin ol ben dahi seni yenerim ama ne zaman istersen seni çalıştırabilirim."

Dahi kısmına vurgu yapmamla bir kahkaha daha atmıştı.

"Kim kimi çalıştırır görürüz onu..." dedi ardından da zevk aldığını gram gizlemeden.

"13 yaşından beri çeşitli dövüş ve savunma teknikleri öğreniyorum! Öncesinde de spor yapıyordum ve dinç bir bedenim vardı." dedim hiç şansın yok dercesine.

Beyazıt gülerken beni kendine çekerek göğsüne yaslamış ve saçlarımdan derin bir soluk çekmişti içine. Yüzünde hâlâ o benimle uğraşan muzip gülümseme olmasa ben de biraz kendisine sokulabilirdim.

"İnanır mısın ben de kendimi bildim bileli gerek spor olarak gerekse doğrudan yapıyorum. Senden bir 5 yıl fazla yaşadığımı da düşünürsek..." dedi o da bana alenen dudak bükerek.

Gözlerimi yuvarladım ancak Beyazıt'ı boş verme kararı alarak bedenine daha da sokuldum ve başımı göğsüne yasladım. Uykum gelmişti.

"Bir ara silah kullanmayı öğretiyordun sanki?"

Sesim mırıltıdan farksızdı ve şurada hemen göğsünde uyuyabilirdim ama aklıma düşmüştü işte.

"Öğretmemi istemiyordun sanki?" dedi Beyazıt da her zamanki gıcıklığıyla. Artık neden öğrenmek istediğimi ben de bilmiyordum ama öğrenmek istiyordum işte.

Ardından benimle bu konu hakkında dalga geçerse inat edip öğrenmeyeceğimi fark etmiş olacak ki ciddileşmiş ve öyle devam etmişti:

"Bir kaç gün yoğun olacağım ama eğer gerçekten öğrenmek istiyorsan öğrenmen için eve birilerini yollayabilirim. Hem Buse varken çok evden çıkmamış olursun. Emanet çocuk en nihayetinde."

Buse? Telaşla bileğimdeki saate bakarken saatin çoktan gece yarısı olduğunu görmüştüm. Uyku muyku da kalmazken biraz telaşlanmıştım da.

"Buse gelmiş olmalı. Aklımdan çıkmış benim tamamen!" Telaşla da göğsünden doğrulmuştum ve sanki ben yola bakınca daha hızlı gidecekmişiz gibi camdan dışarı bakmıştım. Tam anlamasam da hiçliğin ortasında olduğumuza göre eve yaklaşmıştık.

"Sakin ol, geldik zaten. Baha evde, bir şey olursa da Hatice Hanım'ı çağırır." dedi Beyazıt benim aksime büyük bir sakinlikle. Sesinde benim de sakin olmamı isteyen bir tını da vardı.

İçim biraz da olsa rahatlasa da eve ulaşana kadar Ferzan'ın mekanında gerilmediğim kadar gerilmiştim. En sonunda eve ulaştığımızda korumaların kapımızı açmasını dahi beklemeden arabadan inmiştik Beyazıt'la. Bir korumanın bizim için açtığı kapıdan eve girdiğimizde de direkt bir bebek ağlaması karşılamıştı bizi.

Baha salonda kucağındaki Buse'yi susturmak istercesine yürüyor ve bir yandan da sırtına hafif hafif vuruyordu.

"Aşkım?" derken elimde kalan çantayı Beyazıt'a uzatmıştım. Beyazıt çantayı elimden alırken Buse sesimle bana dönmüş ve ağlamayı kesmeden minik kollarını bana uzatmıştı.

İçli içli ağlarken "Aba!" dediğinde de aklımdan çıktığı için kendime kızmıştım.

Baha savcıdan aldığımda başını boynuma gömmüş ve ağlaması biraz sakinlese de ağlamaya devam etmişti.

"Ne zaman geldi?" dedim bir yandan sırtını hafif hafif okşarken.

"Oluyor 1 saat ama geldiğinde uyuyordu. Uyanalı 10 dakika falan anca oldu. Yabancıladı sanırım. Siz gelmeseniz Hatice ablaya gidiyordum." dedi Baha, gözleri Buse'deyken. Daha önce çocuk bakma gibi bir deneyimi var mıydı bilmiyordum ama en azından çocuğu düzgün tutuyordu geldiğimizde.

Uyanalı çok olmaması ise vicdanıma biraz olsun su serpmişti.

"İlgilendiğin için teşekkür ederim." dedim bir yandan da Buse'nin sakinleşmesi için elimi yumuşak hareketlerle sırtında gezdirerek.

Baha "Önemli değil..." dercesine başını iki yana sallarken Buse'nin ağlaması iç çekişlere dönmüştü.

"Ezgi bırakmadı, değil mi?"

Benimle karşılaşmamak için zaten doğrudan Ezgi'nin getirmesini beklemiyordum ancak ben evde yokken kızını yabancılayacağını bildiği bir yere de öylece bırakmazdı. Yani o kadar kafayı yememiş olmasını umuyordum.

"Yok, arkadaşıymış." dedi, neyse ki Baha da beni doğrulayarak.

Buse'nin iç çekişleri de iyice azaldığında başını kaldırarak ıslak gözleriyle gözlerime baktı.

"Ba!" dedi ve el salladı. Ardından da hızla devam etti. Bir yandan da saçma saçma el kol hareketleri yapıyordu kendince.

"Ani, ben, vuğğ! Aba ge! Mama! Eee!"

Sonra şikayet edercesine bana Baha'yı işaret etti.

"Abi!"

"Babaya bay bay yaptınız. Anneyle uçağa bindiniz. Abla geldi. Yemek yediniz. Sen uyudun. Uyandığında da abi mi vardı?"

Buse kendi kendini tekrar doldurmuş olacak ki dolu gözleriyle başını aşağı yukarı salladı. Anlaşılmış olmanın rahatlığıyla da tekrar başını omzuma yaslamıştı. Başının üstüne bir öpücük bıraktım hızlıca. Çok olmuyordu görüşeli ama özlemiştim.

"Acıktın mı? Mama yer misin?"

Minik dudaklarını büzerek başını iki yana salladı omzumdan kalkmadan.

"Meme! Eee!"

"Emziğini bulup uyuyalım mı?"

Sorumla birlikte Buse beni onaylamış, ben de Beyazıt'a dönmüştüm. Dönmemle de göz göze geldik zaten. Gözlerindeki garip ifadeyle Buse ve beni izliyordu. Kendine gelmek istercesine başını iki yana sallarken bir kaç adımla yanımıza geldi ve kardeşine döndü.

"İyi geceler..." derken de eli belimi buldu. Buse bir Beyazıt'a bakmış bir de hitaben konuştuğu Baha'ya. Ardından başını kaldırarak o da Baha'ya döndü.

"İi gecey!" dedi Buse de Beyazıt'ı taklit edercesine. Baktığı Baha'ya kaşlarını çatmış ve minik parmağını tehdit edercesine sallamıştı. Sanırım Beyazıt'ın garip ifadesinden iyi bir dilekte bulunduğunu değil de Baha'ya kızdığını falan sanmıştı.

Baha buna gülerken "Sağ ol fıstık, tatlı rüyalar sana da." demişti. Buse ise alenen Baha'ya tirip atarak ona poposunu dönmüş ve bir kez daha başını omzuma yaslamıştı. Baha ise bana döndü.

"Eşyalarını odanızın önüne bıraktım."

Sanırım bu doğrudan odamıza girmek istememesinden kaynaklı bir eylemdi.

"Teşekkürler ve iyi geceler..." dediğimde de Beyazıt bizi yukarı ilerletmeye başlamıştı. Tek eli belimdeydi ve diğer elinde de ona verdiğim çanta vardı. Bu neden hoşuma gitmişti bilmiyordum ama hoşuma gitmiş ve belli belirsiz gülümsememe engel olamamıştım.

Beyazıt'a kaçamak bakışlar ata ata en üst kata çıktığımızda Baha'nın dediği gibi hemen kapının önünde Buse'nin eşyalarının olduğu bir çanta görmüştüm. Ben eğilip yerden alacakken Beyazıt benden önce davranmış ve odamızın kapısını açmıştı. Tam da o esnada kolundan yakaladım.

"Buse gece bir ya da iki sefer de olsa uyanıyor. Seni de uyandırmayalım. Yanda kalalım."

Aslında bunu hiç istemiyordum ama benim esnek saatlerim olsa da Beyazıt her sabah erkenden işe gidiyordu. Uykusuz kalmasını istemezdim. Beyazıt bana tek kelime etme zahmetine girmeden elindeki çantalara rağmen beni de odaya çekti kendiyle beraber.

"Uyandırsın..." dedi ardından da 'Bir şey olmaz.' dercesine ve kendisine kaçamak bakışlar atan Buse'ye göz kırptı. Buse bunu yeşil ışık olarak görmüş olacak ki Beyazıt'a iki üç dişini göstere göstere gülmüş ve Beyazıt'ı taklit ederek o da ona göz kırpmaya çalışmıştı. Tabii iki gözünü aynı anda sımsıkı kapatmaktan ileri gidememişti, orası ayrı konuydu.

Beyazıt, Buse'nin bu başarısızlığına gülerken ilerleyip yatağın hemen önündeki pufa çantaları bırakmıştı. Ardından da bana döndü.

"Ozan'ı arayıp geliyorum."

Ben daha bir şey demeden Beyazıt odadan çıkmıştı bile. Soru sormamı istemiyordu alenen. Benim kafam ise git gide daha çok karışıyordu. En azından bu akşama kadar ihtimallerden biri ihtimal bile değildi benim için.

Buse kucağımda çırpındığında yatağın üstüne bıraktım.

"Bezini değiştirelim mi, aşkım?"

Buse asla anlamadığım bir şeyler anlatmaya başlarken ben bez değiştirme örtüsünü, bezini, ıslak mendilini falan bulmuştum. Bir de üzerindeki elbiseyle rahat edemeyeceğini düşünerek uzun kollu çıtçıtlı bir badi çıkarmıştım.

Önce ağzına bulduğum emziğini vermiş, ardından da hızlıca bezini ve üzerini değiştirmiştim. En son da düşmemesi için yatağın tam ortasına bırakmış ve etrafını da yastıklarla sarmış, eline de uyku arkadaşı olan köpeğini vermiştim. Normal şartlarda yere bırakırdım ama ayakkabılarla geziyorduk evin içinde.

"Geliyorum tamam mı? İnmeye çalışma."

Hızlıca örtüyü ve bezi toplayarak banyodaki çöpe atmış, hazır banyodayken de elimi yüzümü yıkamış, makyajımı çıkarmıştım.

Buse'nin hâlâ yatakta uzanmış, köpeğiyle oyalandığını gördüğümde giyinme odasına geçmiştim. Öylece köşede duran yırtık bluzuma baktım. Bunun acısını çıkarmam gerekiyordu.

Geceliklerime şöyle bir bakmış ve aralarından siyah bir tanesini seçmiştim. Kalçamın neredeyse hemen altında bitiyordu ve dantelli olan göğüs kısmı da fazlaca açıktaydı. Önümü kapatmadan sabahlığını da üzerime geçirdiğim sırada Beyazıt girdi içeri.

Doğrudan kendi tarafına ilerleyecekken beni görmesiyle durmuş ve baştan aşağı süzerken de kaşları çatılır gibi olmuştu.

"Böyle mi yatacaksın?"

"Sorun mu var?" dedim anlamamış gibi.

Gözleri fazlaca açıkta kalan bacaklarımdayken derin bir nefes almış ve zar zor gözlerini gözlerime çıkarmıştı. Bakışlarını olabildiğince gözlerimden tutmaya çalışıyordu ama tabii arada aşağılara da kayıyordu.

"Reglsin!" dedi bundan nefret edermişçesine. Yüzünde huzursuz, aleni mutsuz bir ifade vardı.

"Yani?" derken gülmemek için yanağımın içini de ısırmak zorunda kalmıştım.

Daha fazla katlanamamış olacak ki arkasını dönüp giyinme odasının kendine ait tarafına ilerledi ve omzunun üstünden bana dönerek homurdanırcasına konuştu:

"Karnın ağrır, üzerini değiştir!"

"İçerisi sıcak, çok sıcak hem de!" dedim ve oldukça kasıtsız bir şekilde elimle kendime hava yaptım.

Beyazıt duraksarken anlık bana dönerek ters bir bakış atmış ve bir şey dememek için olsa gerek dilini ısırmıştı.

"Bilerek yapıyorsun!" dediğinde en sonunda dayanamayarak omuzlarımı indirip kaldırdım.

"Tabii ki bilerek yapıyorum..." Gülüşümü saklamadan arkamı dönüp oda kısmına geçerken bir yandan da sırtımdan sabahlığı çıkarmış ve benden taraftaki komodinin üzerine bırakmıştım.

Buse beni gördüğünde henüz çıkmış olan bir kaç dişini göstere göstere güldü. Hemen yanına oturmuş ve etrafındaki yastıkları eski yerlerine yerleştirmiştim. Ardından da Buse'yi de yerinden kaldırarak beraber yatağın içine girdik ama kasıtlı bir şekilde üzerimizi örtmemiştim. Buse'yi iyice kendi tarafıma çektim ve zaten kendisi de boynuma doğru sokuldu anında. Kafasını insanların boynuna sokup uyumayı nedense çok seviyordu.

Beyazıt da geldiğinde Buse hissettiği hareketten olsa gerek başını boynumdan kaldırıp bakınmıştı. Beyazıt'ın da yatağa geleceğini anladığında bir eliyle emziği çıkarmış, diğer eliyle de Beyazıt'ı işaret etmişti.

"Abi, ee!"

"Evet, abi de bizimle uyuyacak."

Benden cevabı almasıyla ağzına emziği geri takmış ve bana sokulmuştu tekrar. Beyazıt'ın derdi ise çok başkaydı. Daha kendisi yatağa girmeden üzerimi ince örtüyle örtmüştü.

Ben ise ayağımla örtüyü tekrar açtım ve "Örtmeyelim, sıcak..." dedim huysuzlanırcasına.

Beyazıt ise beni takmadan bir kez daha örttü üzerimi ve tehdit edercesine gözlerini gözlerime sapladı.

"Asıl sıcak ne, asıl yanmak ne regl olmanı önemsemeden göstermemi istemiyorsan kes sesini!"

Gözlerindeki ciddiyeti gördüğümde tek kelime daha edemeyerek hafifçe boğazımı temizledim ve hepten yatar pozisyona geçtim, hatta üzerimdeki örtüye biraz da ben sarındım.

Beyazıt yatağın kendi tarafına yatmış ve hepten bu tarafa kaymıştı ancak diğer yanını tamamen yastıklarla doldurmaya başlamasını pek beklemiyordum. Üzerindeki şaşkın bakışlarımı fark ettiğinde duraksadı.

"Bakma öyle..." derken itiraz etmeme izin vermeden Buse'yi diğer tarafına almış ve kendisi bana yaklaşmıştı. Buse de bir anda neden yer değiştirildiğini anlamayarak başını kaldırmış ve şaşkın şaşkın bir bana bir Beyazıt'a bakmıştı.

"Çok dağınık yatıyorsun. Buse küçük daha, çabuk incinir."

Bunları söylerken her nedense gözlerini gözlerimden kaçırmıştı. Buse de zaten halinden hiç şikayetçi olmadan hemen uyum sağlamıştı. Hatta Beyazıt'a ağzındaki emziğe rağmen dişlerini göstere göstere gülerek şirinlik yapmakla meşguldü.

"O öyle değil ama. Buse'yle yattığımda hiç kıpırdamıyorum. Hatta sabah taş kesmiş bir şekilde uyanıyorum. Sanırım aklımda diyerek yattığım için."

İtirazımı kulak ardı ederken Buse'yle ortamıza tamamen uzanmış ve Buse de hemen Beyazıt'ın boynuna doğru sokulmuştu hiç bir yabancılama göstermeden. Biraz önce Baha'ylayken kıyameti koparıyordu oysaki.

Beyazıt ise Buse'nin bu hareketine şaşırmış ve hatta bir an ani bir böcek görmüşçesine Buse'yi ittireceğini düşündüğüm bir ifade yerleşmişti yüzüne. Sanırım gerçekten ilk defa bir bebek görüyordu.

"Isırmaz!" dedim gülerken ve ben de itiraz etmeme kararı alarak tekrar uzandım. Beyazıt ise gözlerini yuvarlayarak bana dönmüştü.

"Dalga geçme! En son bebek gördüğümde 7 yaşında falandım."

"Yok artık!" dedim şaşkınlıkla ancak Buse başını Beyazıt'ın boynundan kaldırmış ve çatık kaşlarıyla bana bakmıştı.

Ağzından emziği çıkarırken "Aba, şşşttt! Ee!" diye kızdı bir de bana. Oysaki sabahtan beri konuşuyorduk ve tek konuşan da ben değildim.

"Pardon, haspam!"

Buse neyse ki kendine kötü bir şey söylediğimi fark etmemiş ve tekrar ağzına emziğini takarak başını Beyazıt'ın boynuna gömmüştü.

Beyazıt'a döndüğümde yüzündeki minik sinir bozucu gülümsemeyle bana baktığını gördüm. Bunu önemsememeye çalışarak aklımdakini sordum:

"Efe ve Ela'yla aranızda rahat 10 yaş var, onları da mı görmedin?"

Bu kez fısıldayarak sormuştum ama Beyazıt gıcıklık yapmaktan geri kalmamıştı.

"Ama ablası uyuyoruz, sessiz olur musun?"

Derin bir nefes alırken gıcıklık yapma sırası bendeydi. Tek askımın oldukça doğal bir şekilde düşmesini sağlayarak önce kendimden tarafta olan abajuru kapatmıştım. Beyazıt'ın gözlerinin göğüslerimde olduğundan emin olduktan sonra ise Beyazıt'ın üzerinden uzanarak ondan taraftaki abajuru kapattım.

Beyazıt'ın oldukça kısık sesle ettiği küfürü duysam da duymamış gibi kendi tarafıma geçmiş ve kendisine arkamı dönmüştüm.

Kendi kendine homurdanmaya devam ettiğinde Beyazıt'a doğru döndüm.

"Uyuyoruz, sessiz olur musun?"

*

Sarımsak döveceğiyle muzları ezen Buse gereğinden mutluydu, ben de bu anın videosunu çekerek aklının kalmaması için anası olacak kadına atmış ve ne olduğunu anlatana kadar Buse'nin rehinem olduğunu, geri vermeyeceğimi içeren bir tehdit mesajı da yollamıştım.

İşim bittiğinde telefonu tezgahın üstüne öylece bırakmış, hafifçe eğilerek de Buse'nin yanağını öpmüştüm.

"Ezildi mi onlar, bebeğim?"

Buse bir şeyi başardığında yaptığı gibi kendini alkışladığında gülmüş ve ufalayarak bir bardağın içine doldurduğum bebek bisküvilerini eline vermiş ve elinden de sarımsak döveceğini almıştım.

"Onu dök buraya bakalım."

Buse dediğimi yaparak bisküvileri döktüğünde ben de tamamen göz kararı bir şekilde yulaf sütü eklemiştim. Henüz bir yaşında olmadığı için Ezgi çok süt ve süt ürünleri vermiyordu Buse'ye. Gerçi bildiğim kadarıyla ufak ufak vermeye başlamıştı ama ne olur ne olmazdı.

Eline bu kez de bir kaşık verdim. El kadar bebek kendi kahvaltısını kendi hazırlıyor ve ben de onu oyalıyordum.

"Aferin şimdi sırada tadım var. Bak bakalım tadına..."

Buse kaşığı ağzına sokmuş ve ardından bana dönerek başını sallamıştı aşağı yukarı.

"Sevö!" dediğinde kısa bir an eror vermiş ancak sonra Fransızca lezzetli demeye çalıştığını anlayabilmiştim.

Fransızcaya geçmesiyle ben de Fransızca "Çok mu lezzetli?" diye sormuştum. Neden bilmiyordum ama gözlerini şaşkınlıkla açarak bana bakmıştı bir süre. Sanırım anne ve babası dışında kimsenin hem Fransızca hem de Türkçe konuşabildiğini düşünmemişti. Bir yandan da daha önce hiç Buse'nin yanında Fransızca konuşup konuşmadığımı hatırlamaya çalıştım. Sanırım konuşmamıştım.

"Gel bakalım, ellerini temizleyelim pasaklı. Üzerini yemeğini yedikten sonra temizleriz ama, çünkü yine batıracaksın!"

Eli yüzü kir içinde olabilirdi ama elbisesine su damlamasına bile tahammülü yoktu hanımefendinin.

"Bunu da masaya götürebilir misiniz?" dedim normal tezgahta bizim için kahvaltı hazırlayan kızlara dönerek. Onları sıkıştırmamak için biz Buse'yle ada tezgahta çalışmıştık.

"Götürürüz şimdi, Dilem Hanım." dedi Hatice Hanım ilk defa bana karşı samimi bir tonla. Tamam bana karşı herhangi bir saygısızlığı olmamıştı ama bu kadar içten de konuşmamıştı. Şimdi neydi bunun sebebi pek anlayamamıştım. Çok da üzerinde durmadan başımla onaylamış ve Buse'yi de alarak mutfaktan çıkmıştım. Normalde hiç tekrar yukarı çıkmadan alt kattaki ortak banyoda Buse'nin ellerini yıkayıp kahvaltıya geçecektim ama Buse beni ıslatmayı tercih ettiği için ancak Buse'yle yukarı in çık yapmayı da gözüm kesmediği için tekrar mutfağa ilerledim.

İki dakika kızların yanına bırakabilirdim. Mutfağa ilerlerken birinin fısıltı sesleri geliyordu. Mutfağa yaklaştıkça sesler netleşirken kaşlarım da çatılmıştı. Allah'tan şu an Buse'nin ilgisini düş kapanım çekmişti de onunla ilgileniyordu.

"Diğerleri masayı kuruyor, çok yok ama biraz vaktim var... Hayır, yani hâlâ aynı odada kalıyorlar. Araları da iyi gibi."

Karşı tarafı dinlemek için kısa bir süre es verdiğinde ne yapmam gerektiğini düşünüyordum.

"Dün gece Dilem Hanım'ın yeğeni gelmiş. Yeğeni derken halasının kızı, bebek olan. Bir kaç gün Dilem Hanım ilgilenecekmiş anladığım kadarıyla. Şu an da onunla ilgileniyor... Beyazıt Bey ve Baha Bey'in arası biraz limoni gibi ama her zamanki kadar. Fazlası yok. Söylemiştim zaten... Ecem Hanım da burada kalıyor bir kaç gündür. Sebebini öğrenemedim ama daha burada gibi. Başka bir şey... Şey vardı, Sanem Hanım. Dilem Hanım'ın bir arkadaşıymış. Kerem'di sanırım ad-"

"Oya!" dememle bir yandan da omlet için yumurta çırpan kız sıçramış ve biraz da korkuyla bana dönmüştü. Panikle telefonu kapatıp görmemişim, duymamışım gibi de arkasına sakladığında alayla güldüm. Kime olursa olsun, ne niyetle olursa olsun benim evimin içinde olanı, benim özelimi sağa sola anlatamazdı.

"Eşyalarını topla çık! Bir daha bu eve adımını atmayacaksın!" Sesim netti ve duruşum üstünlüğün bende olduğunu ona fazlaca hissettiriyordu.

Gözleri anında dolarken gram acıma olmadan öylece yüzüne bakmaya devam ettim. Panik kaplamıştı tüm yüzünü. Muhtemelen tekrar mutfağa dönebileceğim aklının ucundan geçmemişti.

"Yapmayın Dilem Hanım, özür dilerim! Söz bir daha olmaz! Sanem Hanım öyle yeğenlerimi merak ediyorum deyince-"

"Kes!" dedim hızlı hızlı kendini açıklama çabalarına son vererek. Sert sesimle Buse de boynumdaki düş kapanıyla oynamayı bırakarak bana bakmıştı iri iri gözleriyle.

"1 hafta içinde müştemilattan da çıkmış ol!"

Bu sırada seslere olsa gerek Hatice Hanım ve Jale girdi içeri.

"Bir sorun mu var, Dilem Hanım? Bir kabahati mi oldu?"

Hatice Hanım'a yandan bir bakış attım. Bakışları ne olduğunu anlamak için bir bende, bir de Oya'da geziniyordu.

"Oya bir daha bu eve girmeyecek, Hatice Hanım. Müştemilattan da bir hafta içinde çıkmış olsun. Eğer bu evde bir daha görürsem sizden bilirim! İletin gerekli yerlere bu zamana kadar ki çalışmasının ödemesi de yapılsın, hiç bir ilişiği kalmasın burayla! İki kişi yetişemezseniz başka birini ayarlarız."

Hatice Hanım daha önce kendilerine karşı hiç bu tonlamayı kullanmadığım için şaşkın görünüyordu. Daha önce en ufak şeylerine karışmamış bana bir kaç sefer akşama özel bir şey isteyip istemediğimi sorduklarında bile kafalarına göre takılmalarını söylemiştim.

Oya ise bayağı bayağı ağlıyordu. Eli ayağı titremeye başlamış, bir panik hali sarmıştı bedenini.

"Yapmayın, Dilem Hanım! Ben bir haftada, İstanbul gibi bir yerde nasıl ev bulayım? Özür dilerim! Yalvarırım kovmayın!"

Önümde diz çök desem çökecek haldeydi ancak bunu yapmadan önce düşünecekti. Yalnızca şu haline iğrenerek baktım. İyi niyetle de olsa yediği kaba pislemişti bir nevi.

"Sanem Hanım'ına sor o kadarını da... Dediklerimin aksi olmasın!"

Son cümlemle de Hatice Hanım'a dönmüş ve gözlerimle de uyarmıştım. Bu negatif ortamda Buse'yi bırakmak istemeyerek Buse'yle beraber çıktım tekrar mutfaktan. Üzerim hâlâ ıslak olsa da renk farkının belli olmayacağı kadar kuruduğu için yukarı çıkmaktan vazgeçerek Buse'yle birlikte salona ilerledim.

Henüz Tekin hariç kimse inmemişti aşağı. Buse saat farkından bir de sanırım uçakta yorulduğu için kesintisiz uyuduğundan çok erken uyanmış, o saatten sonra tekrar uyumayacağını anladığımda da Beyazıt'ı uyandırmadan çıkmıştık odadan.

"Günaydın, Tekin!" dedim ancak yediği şeyi fark ettiğimde duraksadım ve ne yazık ki tek fark eden ben değildim.

Buse zaten biraz önce Oya'ya kızdığım için gerilmişti ve şimdi de yemeğini bir başkasının bitirdiğini gördüğünde dudakları büzüldü. Tekin ise fark etmemiş ve son lokmayı ağzına atarken başıyla bana selam vermişti.

Buse bana Tekin'i işaret etti. "Aba, mama!"

Ardından gelecek çığlığı bildiğim için yüzümü buruşturdum. Zaten çok geçmeden de Buse çığlık çığlığa ağlamaya başlamıştı. Tekin birden ne olduğuna anlam veremeyerek başını kaldırdığında ona ters bir bakış attım.

"Şşşt!" dedim bir yandan da Buse'yi sakinleştirmek için.

"Ağlama aşkım, bir daha yaparız. Ağlama..."

Buse bir yandan ağlarken bir yandan ağlamalarının arasından anlamadığım bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Buse'yle birlikte salonda dönüp dururken içimden Tekin'e sövüyordum.

Bir süre sonra çatık kaşlarıyla Beyazıt girdi içeri.

"Ne oldu? Düştü mü?" dedi bir içli içli ağlayan Buse'ye bir bana bakarak. Buse tekrar hatırlamasın diye ne olduğunu söyleyip söylememeyi düşünüyordum. Gerçi pek unutmuş gibi değildi.

"Tekin, Buse'nin yemeğini yedi de." dedim yine de kısık bir sesle.

Şaşkın şaşkın Buse'ye bakmaktan ileri gidemeyen Tekin söylemimle ayağa kalktı.

"Buse'nin miydi o? Bilmiyordum ki. Ben sen diyete girdin, o da garip gurup diyet yemeği diye düşünmüştüm. Sadece tadına bakacaktım ama çok açtım ve tadı da güzeldi."

İnanamayarak Tekin'e döndüm.

"Benim olunca izinsiz yiyebiliyor musun? Hem öyle diyet yemeği mi olur? Bisküvi vardı onun içinde."

Tekin yüzünü buruşturdu ve çığlık çığlığa ağlayan Buse'yi işaret etti.

"Ne biliyim ben? Hem en azından sen böyle çığlık çığlığa ağlamazdın. Hem evde bir bebek olduğunu bile bilmiyordum ben!"

Ben Tekin'e ters ters bakarken Beyazıt kucağımdan Buse'yi almıştı.

"Bana ne olduğunu ağlamadan anlatır mısın? Böyle anlamıyorum ne demek istediğini..." Buse bunu bekliyormuşçasına ağlamasına son verdiğinde bakışlarım Beyazıt'a döndü. İlgiyle Buse'ye bakıyordu. Sol koluyla Buse'yi taşırken sağ eliyle gözünden akan yaşları Buse kırılacak bir şeymiş gibi büyük bir dikkatle sildi.

"Aferin sana güzellik... Şimdi bana anlat ne olduğunu, ben de kızayım abiye."

Buse fi tarihinden yani sabah uyandığımız andan anlatmaya başlamıştı ne olduğunu. Bunu da aralardan seçebildiğim kelimelerden anlamıştım. Beyazıt ise Buse'yi hiç bozmadan büyük bir ciddiyetle karşısındaki yetişkin bir insanmış gibi dinliyordu. Buse anlatması bittiğinde Tekin'i işaret etmiş ve bunun üzerine Beyazıt da Tekin'e dönmüştü.

"Cezalısın, git ve tekrar hazırla Buse'nin yemeğini. Aynısı olsun." Buse kızdığına ikna olsun diye de kaşlarını çatmıştı.

Buse ağzının içinde Beyazıt'ın dediklerini kendince taklit ettiğinde içimden sıcak bir şeylerin aktığını hissetmiştim. Beyazıt'tan iyi bir baba olurdu...

*

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki Buse hikayeye bölüm doldurmak için gelmedi. 1 duygusal, 2'si olayların gelişmesi için olmak üzere 3 amacı var ve amaçlarını tamamlayınca bir noktada anasına dönecek. Buse'yle prova yapıyorlar gibi de düşünebilirsiniz tabii.

Bir sonraki bölümden itibaren biraz biraz bir şeyler çözülmeye başlanacak ama asıl milat takribi bir 5-6 bölüm sonra. Yani cevaplarınızı alacaksınız ve aslında ne kadar çok, gizli spoiler verdiğime şaşacaksınız.

Loading...
0%