Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@__kao__

İki gün olmuştu. Bu iki günümü Baha savcı üzerinden Beyazıt'ı araştırarak geçirmiştim.

Baha savcı abisiyle ne tek bir fotoğraf paylaşmış ne de abisi olduğunu belirtecek herhangi bir paylaşım yapmıştı.

Eğer peşimde bir koruma ekibi olmasa Baha savcıyı takip ederek Beyazıt'ı bulur ve onu takip ederdim.

Elimde bir kutu makaronla Kerem'in tıpkı benimki gibi olan stüdyo dairesinin kapısını çaldım.

Kapısı daha çok bir garaj gibi açılıyordu ve neden böyle bir şey kullandığını asla anlamayacaktım.

Garaj kapısı aralanmaya başladığında hemen az ilerimde dikilen korumalara kısa bir bakış attım ve tamamen açılana kadar beklemek yerine eğilerek alttan geçtim.

Korumalar evdeysem evin önünde, başka bir yere gitmişsem oranın önünde bekliyordu. Hatta ofisimin önünde dahi beklemek istemişlerdi ancak o kadarına izin vermemiştim.

Ki gerek de yok. Kim ünlü bir haber ajansında birine zarar verirdi ki?

"N'aber?" dedim içeri girer girmez.

Kapısı otamatik olduğu için yerinden kalkmadan tuşa bastı ve bu sefer kapı tekrar kapanmaya başladı.

"İyi..." dedi ve bilgisayarını bırakarak en sonunda bana dönebildi.

Geçimini yaptığı yazılımları satarak sağlıyordu ve oldukça iyi de para kazanıyordu çok az çalışarak.

"Ben de iyiyim!" dedim imayla ve makaronları masasının üzerine bırakarak diğer sandalyeyi çekip oturdum.

Beni takmadan bıraktığım paketi aldı ve içini açtı hızla. Makaronları görünce gözleri beni buldu ve tatmin olmuşçasına gülümsedi.

"Bir tanesin!" dedi ve hızla naneli olanlardan bir tane attı ağzına. Ben de uzanıp muzlu bir tane atarken ağzıma başımla onayladım onu.

"Biliyorum, canım ve senin de öyle olmanı umuyorum?" dediğimde sorarcasına gözleri kısıldı ve başını onaylamazcasına iki yana salladı.

Ve yanındaki çekmeceyi açarak bana bir dosya fırlattı.

Son anda dosyayı yakalarken ben daha dosyayı çeviremeden konuşmaya başladı.

"Herif sağlam korunuyor! Sızabilmek için neler çektim bir bilsen?"

Sızlanmasıyla gözlerimi yuvarladım, ben okumaya başlayacakken Kerem anlatmaya girişti ve okumayı bırakarak ona döndüm.

"Annesiyle ilgili ulaşabildiğim son şey bir hastane kaydı. Üçüncü çocuğuna hamileymiş kadın. Ancak ondan sonra puf!" dedi ve abartılı bir el hareketiyle ellerini yok dercesine birbirine çarptı.

"Bir kardeşi var, savcı... Arama kayıtlarına göre sık görüşüyorlar."

"Kardeşini tanıyorum. Hani sana da bahsetmiştim. Şu tesis olayına bakan savcı."

Kerem kısa bir an duraksadı.

"Yani savcının baktığı dosyalara bakma gereği duymamıştım." dedi ve burun kıvırdı. Sanırım tanıdığımı öğrenememiş olmak dokunmuştu.

Bu beni güldürürken başımı iki yana salladım. Zaten Baha savcıyı araştırmasına gerek yoktu.

"Ee?" dedim ve kucağımdaki dosyayı masaya bırakarak bacak bacak üzerine attım ve turuncu eteğimi elimle düzelttim.

"Babası bir inşaatın altında kalarak ölmüş. Yani bilinen bu. Ancak o inşaat patlatılmış!" dediğinde içimdeki kurdun haklı olduğuyla yüzleşmek zorunda kalmıştım.

"Daha da kötüsü ne biliyor musun? Beyazıt Arat ve Baha Arat da o sırada oradaymış."

Tüylerimin diken diken olduğunu hissettim. Babalarının ölümünü mü görmüşlerdi?

Bu fazla korkunçtu.

"Ve daha da kötüsü var. Babalarını ne kadar sevmiyorlarsa, ondan ne kadar nefret ediyorlarsa babalarının soyadı yerine annelerinin kızlık soyadını kullanmaya başlamışlar mahkeme kararıyla."

Merakla dosyayı açtım ve babalarının ismine baktım. Sami Bozok...

"Ayrıca tam erişim sağlayamadım çok sıkı korunuyordu ancak bu kadar korunuyorsa gerçektir. Sereyli, Haktuna, Kalender gibi isimlerin de katıldığı partilere, organizasyonlara katılmış defalarca. Üstelik bir güvenlik şirketi var, evet kameradır, güvenlik sistemidir satıyor ancak çok az kişiyi birebir koruyor, fiziksel koruma sağlıyor ve bunu gelir amaçlı yapmıyor." dediğinde derin bir nefes almıştım.

"Koruduğu kişilerden para aktarımı gözüküyor ancak nasıl desem? Bir koruma için dönen paralar saçma ve yakın çevresi sadece. Muhtemelen kara para aklamak için de kullanıyor o şirketi."

Yani kısaca tam bir suçluydu.

"Abisi böyleyse, Baha savcıya da güvenemezsin..." dedi Kerem elini dizime koyarak.

"Onunla da bir şeyleri paylaşırken iki kere düşünsen iyi olur." dediğinde başımı iki yana salladım.

"Baha savcının abisinin yaptığı şeylerden haberi olduğunu sanmıyorum."

Kerem kendimi salakmış gibi hissettiren bir bakış attı bana.

"Yapma Dilem! Bu kadar yakın olduğu bir insanın ne yaptığını hiç mi anlamıyor? Üstelik bu tarz şeylerle haşır neşirken. En azından anlamıştır ama anlamazdan geliyordur. Yine de şu an abisinin üstüne gidiyorsun ve seni tanıyorsam da gitmeye devam edeceksin. Adamın abisi dışında kimsesi yok. Seni yakmaktan çekinmeyecektir."

Derin bir nefes aldım. Maalesef ki haklıydı ancak yine de küçük bir ihtimal dahi olsa Baha savcının hiç bir şeyden haberinin olmamasını umuyordum.

Yoksa tüm insanlığa inancımı kaybedecektim. Benim gözümde mesleğini hakkıyla yapan tek insandı belki de...

"Peşimde Baha Arat'ın taktığı bir polis ekibi, Beyazıt Arat'ın gönderdiği iki araba dolusu koruma var, Kerem!" dedim biraz da tedirginlikle.

"Korumaları şimdi gönderirsem, ekip istemediğimi söylersem bir şeyler öğrendiğimi anlarlar ancak onlar peşimdeyken de rahat hareket edemem!"

Beni başıyla onayladı.

"Muhtemelen seni gizliden takip eden bir ekip daha göndermiştir, Beyazıt. Malum yerinde durmamanla ünlüsün."

Ağlamaklı bir ses çıkardığımda sandalyenin tekerlekleri sayesinde kolayca bana yaklaştı.

"Ayrıca bonus bilgi: Her cuma akşam saat 9 ve 10 arasında ortadan tamamen kayboluyor. Ne telefon sinyali, ne bir görüntü, ne herhangi bir şey. Bildiğin adam yok oluyor. 1 saatliğine dünyadan siliniyor sanki."

Bugün çarşambaydı. 9 ve 10 arası... Belki uçuk bir ihtimaldi ve şu an tamamen boş atıp dolu tutmaya çalışıyordum ancak Dokuz Buçuk'a öyle denmesinin bir sebebi vardı ve o saatlerde ortada olmaması da nezdimde tesadüf olamayacak kadar manidardı.

*
"Merhaba!" dedim minik kafeye bir kez daha girerek. Pırıl'a verdiğim iki gün de dolmuştu ve Kerem'in evinden çıktıktan sonra doğrudan buraya gelmiştim.

Pırıl beni bir kez daha gördüğünde duraksadı. Ancak ilk gazeteciyim dediğimdeki kadar kötü ve korkmuş görünmüyordu artık.

"Sabah ajansınıza uğramıştım ama yoktunuz." dediğinde belli belirsiz gülümsedim.

Demek ki anlatacaktı ve daha ajansa uğramadığım için haberim olmamıştı bundan.

"Sanırım anlatacakların var..." dedim yüksek tabureye çıkarken.

Beni başıyla onayladı ve arka tarafı işaret etti.

"Arkada konuşabilir miyiz?" dedi ardından da ve etrafta tedirginlikle gözlerini gezdirdi.

Başımla onayladım onu ve daha yeni oturduğum sandalyeden kalktım.

Peşi sıra içeri girdim ve bizi arkada binanın yangın merdivenlerinin olduğu yere çıkardı.

Burası boştu ve açık havada olmamız üzerimdeki montu çıkartmadığıma mutlu ettirmişti beni. Hava soğuktu.

Geçip merdivene oturduğunda soğuk olduğuna emin olsam da yine de yanına oturdum.

Anlatması onun için zor olsa gerek ki hırkasının cebinden sigara ve çakmak çıkardı.

Sigara paketini bana uzattığında onu reddettim. Şu an ihtiyacım yoktu.

Bunun üzerine yalnızca kendi için bir dal almış ve titreyen elleriyle sigarasını yakmıştı. Sigaradan derin bir nefes aldıktan sonra titrek bir bakışla bana döndü.

"Buraya devamlı geliyordu. Sürekli gözünü üzerimde hissediyordum ancak çok umursamıyordum. Çalışanlar vardı, müşteriler vardı... Yalnız değildim yani."

Derin bir nefes daha aldı sigarasından ve dumanını havaya bıraktı.

"Ancak yaklaşık 1,5 ay önce..." Çok yeni bir olay olmadığını biliyordum ancak bir buçuk ay olduğunu da düşünmemiştim hiç.

"Gece geç bir saatti. Yıl başı yaklaştığı için yoğunduk. Çalışanlar gitmişti ancak benim yapmam gereken bir kaç şey daha vardı ve kalmıştım. Buraya geldi. Hafif çakır keyifti ama aklı gayet başındaydı..."

Eliyle mutfağa açılan kapıyı işaret ettiği sırada destek olmak istercesine elimi dizine koydum.

Hissettiklerini ben de hissediyordum şu an.

"Beni mutfakta kıstırdı. Gitmesini istemiştim ve bu yüzden bana kızdı, bağırdı! Hatta bana vurdu!" dedi ve titreyen elleriyle sigarasından bir duman daha çekti.

"Sonra bana dokunmaya çalıştı... Neyse ki ileri gidemeden bir adam geldi. Menajeriymiş. Sonradan öğrendim. Adamı zorla arabaya bindirdi. Sonra yanıma döndü, benimle ilgilendi ancak asıl amacı kamera görüntülerini silmekmiş. Ona engel olamadım. Sildi görüntüleri. Darp raporu aldım ama beni tehdit ettiler. Aileme birlikte olduğumuzu söyledi. Ailem bana kızdı. Aile apartmanında oturuyordum ve evden attılar. 2 hafta burada yatıp kalkmak zorunda kaldım. Şikayetçi olmak istedim, oldum da ama daha karakoldan yeni çıkmıştım ki menajeri geldi yanıma. Tehdit etti beni." dedi ve bitmek üzere olan sigarasını yere düşürdü.

Ardından da elini yüzüne kapatarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Gözlerim dolarken Pırıl'ı kendime çektim ve ona sıkıca sarıldım.

"Halledeceğiz tamam mı?" dediğimde yalnızca ağlamaya devam etti.

Pırıl'ın tek olmadığına emindim ve o adamın iğrenç elinin değdiği diğer tüm herkesi bulacak, olayı kamuoyuna sunacaktım.

*
Eve ulaştığımda oldukça yorgundum. Pırıl'ın biraz daha iyi olduğuna kanaat getirdiğimde yanından ayrılarak ajansa geçmiş ve annem de iki gündür olmadığı için onun yerine bir kaç toplantıya girmek zorunda kalmıştım.

Aşırı yorgundum ve deyim yerindeyse ayaklarıma kara sular inmişti. Bütün gün oradan oraya koşuşturmuştum resmen.

"Abla?" dedi Didem kendimi koltuğa attığımda asma kat olan odamdan başını sarkıtarak bana bakmıştı.

Annem ve Ahmet abi zamanlarının çoğunu hastanede Neriman teyzenin yanında geçirdiği için Didem iki gündür benimle kalıyordu.

"Söyle?" dedim eğilip topuklu çizmelerimi ayağımdan çıkartırken ve ayaklarımı sehpanın üzerine uzattım yorgunlukla.

Merdivenden inen ayak seslerini işitirken "Annemle konuştun mu?" diye sordu.

Başımı iki yana salladım.

"Tüm gün çok yoğundum..." dediğimde yanıma ulaşmış ve kendini koltuğa ,yanıma, bırakmıştı.

"Babaannemin durumu iyice kötüye gitmiş. Doktor bir hafta içinde ölür demiş..." dedi ve başını göğsüme koyarak kollarını belime doladı.

"Acı çekiyor, böylesi daha iyi biliyorsun değil mi?" dedim ben de Didem'e kollarımı dolarken başının üstünden öpmüştüm.

"Biliyorum ama seviyorum onu..." dediğinde gülümsedim ve başının üzerine minik öpücüklerimi ardı ardına kondurmaya devam ettim.

"Sen baban öldüğünde ne yaptın?" dediğinde bilmem dercesine omzumu indirip kaldırdım.

"Babam öldüğünde ben çok küçüktüm. Babamı hatırlamıyorum bile."

Babam kanserden ölmüştü ben çok çok küçükken ve bir noktada annem ve Ahmet abinin hayatı kesişmişti işte.

Didem bana daha sıkı sarıldığında ben de onu daha sıkı sardım.

*
Sabah gözlerimi yatakta açtığımda gece beraber uyusak da yanımda Didem yoktu.

Bir yerden sonra benden rahatsız olarak gidip koltukta uyumuş olmalıydı diğer iki gecedir olduğu gibi.

Sanırım gerçekten biraz fazla dağınık yatıyordum çünkü şu an başım normalde ayaklarımın olması gereken yerdeydi ve yatağa çapraz bir şekilde uzanmıştım.

Üstelik çarşafın yarısı kaymış ve yere değiyordu. Yorgan ise yastıkların üzerinde toplanmıştı.

Sadece birazcık dağınık yatıyordum...

Yataktan kalkarak asma kattan salona baktığımda tahmin ettiğim gibi Didem'i koltukta uyurken buldum.

Banyoya ilerlerken de bir yandan da Didem'in uyanması için bağırdım.

"Didem! Kalk hadi! Okula gideceksin!"

Ben kısa bir duşun ardından hızla üzerime boğazlı, kazak gibi olan turuncu elbisemi giyindim.

Belime siyah bir kemer takmış ve ayağıma siyah çizmelerimi geçirmiştim.

Düş kapanı kolyemi kazağın içine sakladıktan sonra kulağıma halka küpelerimi taktım.

Saçlarımı da şekillendirmeye üşenerek hızla balık sırtı ördüm.

Hafif bir makyajın ardından da hazırdım.

Bir pamuğa aseton döktüm ve dünden kalan pembe ojelerimi çıkara çıkara aşağı ilerlemeye başladım ve Didem'i hâlâ uyurken buldum.

İster istemez gözlerimi yuvarlarken elime gelen ilk yastığı kaptığım gibi Didem'e fırlattım.

"Ya!" diye ciyaklarken başını daha da çok yastığa gömdü ve üzerine örttüğü battaniyeyi tepesine kadar çekti.

"Kalk!" dedim, sertçe de üzerindeki battaniyeyi çekip alırken.

Didem ağlamaklı sesler çıkarırken mecburen kalkmış ve bana ters ters bakarak yukarı ilerlemeye başlamıştı.

Ben de kendime kahve yapmak için amerikan mutfağın yolunu tutmuştum.

İş hayatına başlayana kadar kahveyi gram sevmezdim ancak araştırma yaparak sabahlaya sabahlaya zift gibi kahve içer olmuştum.

"Kahve içer misin?" diye seslendim makineye kahve doldururken.

"Sütlü olsun!" diye bağırdı Didem de yukardan.

Önce kendim için zift gibi bir kahve yapmıştım. Kendi kahvemden bir yudum aldıktan sonra bu seferde makineyi Didem için çalıştırdım.

Bu sırada tabletimi ve telefonumu alarak mutfak masasına oturdum. Tabletten maillerimi kontrol etmem gerekiyordu. Ancak telefonumdan Kerem'den bir mesaj geldiğini gördüğümde kaşlarım çatıldı.

Sabah 5'te atmıştı.

Kerem Havas:

Konuşmamız gerekiyor. SOS!!!

"Seni bugün Yusuf bıraksın okula!" diye seslendim sandalyemden hızla kalkarken yukarı doğru.

"Dolapta soğuk sandviç olacaktı!" da derken hızla siyah çantamı, montumu almış ve kapıya yürümüştüm bile.

Kapıyı açtığımda karşımda bir zarf bulmayı asla beklemezken eğilerek zarfı aldım. Zarfı açtığımda tek bir cümle ve altında yalnızca iki harften oluşan imza yazılıydı.

Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak bu olsa gerek...

~C.S.

Bu 'C.S.' kesinlikle Cevdet Sereyli'nin 'C.S.'siydi. Derin bir nefes verirken kapıda arkaları dönük duran korumalara baktım.

Kendimi aşırı derece de sıkışmış hissediyordum. Dört bir tarafım çevriliydi ve ben tam göbeğine düşmüştüm. Kendimi nasıl böyle bir durumda bıraktığımı dahi bilmiyordum.

Biraz olsun kendime gelebilmek adına sık nefesler alırken telefonumu çıkardım ve Yusuf'un numarasını buldum.

Neyse ki Yusuf çok geçmeden açmıştı telefonu.

"Buyurun Dilem Hanım?"

"Didem'i benim evimden alıp okuluna bırak, lütfen!" dedim ve bir cevap beklemeden, kaba olmasını umursamadan suratına kapattım. Fazladan 1 saniye harcayamayacakmış gibi hissediyordum kendimi.

Ardından da korumaları es geçerek arabama ilerledim. Benim arabama binmemle onlarda arabalarına yerleşmişlerdi hemen.

Arabayı çalıştırdım ama Kerem'e gitmiyordum.

Sereyli'nin malikanesine son hız ilerlerken arkamdaki arabalarda aynı hızla beni takip ediyorlardı. Sereyli'nin malikanesine geldiğimde beni bekliyormuşçasına büyük demir kapı açıktı.

Ardımdan kapı kapanmıştı ancak dışarda polisler varken bana bir şey yapamayacaklarının rahatlığı vardı üzerimde.

Arabayı tam evin önünde sertçe durdurdum ve aynı hızla arabadan indim.

Ben arabadan inerken evin kapısı da açılmıştı benim için. Duraksamadan içeri ilerledim ve tahminen salon olan tarafa yöneldim.

Salon aşırı şatafatlı ve daha eski tarzdaydı ve başköşede Sereyli oturuyordu.

"Hoş geldin, Dilem..." dedi kırışıklıklarını iyice belirginleştirerek gülümserken.

"Arat hakkında ne biliyorsun?" dedim doğrudan konuya girerek.

Buraya gelmemi ve bunu sormamı zaten beklediği için hiç de şaşırmamıştı.

"Zeki olduğunu ve Arat'ın gerçek yüzünü göreceğini biliyordum..."

"Sereyli!" dedim uyarırcasına ve bir kaç adım daha ona yaklaşarak tam karşısında dikildim.

"Cesursun, cüretkarsın, güzelsin, inandığın ve sevdiğin şeyler için yapamayacağın hiç bir şey yok... İster istemez insanı kendine hayran bırakıyorsun... Kim bir başına silahsız, onu öldürme potansiyeli olan birinin evine gelir ki?" dedi ve yüzünün her bir santiminin kırış kırış olmasına sebep bir kahkaha bıraktı.

Önüme düşen örgüyü elimin tersiyle arkaya ittim ve duruşumu daha da dikleştirdim.

"Kapıda korumalar var, Sereyli! Ayrıca sen de burada yalnızsın ve sadece çıplak ellerimle boynunu kırabilirim!" dedim dişlerimin arasından sinirle.

Polisleri söyleyemezdim çünkü polisler beni gizliden takip ediyorlardı Sereyli savcıya söylediğimi anlamasın diye. Gerçi Beyazıt Arat ve Baha Arat'ı bağdaştırabilirdi ama bilmiyordum işte.

Şu an çok sinirliydim ve düzgün düşünemiyordum.

Ondan midem bulanıyordu.

"Ne var biliyor musun? Sanırım soyadımı sevmeye başlıyorum..." dediğinde derin bir nefes aldım.

"Soruma cevap ver!" dedim sertçe sabrımın sonlarına geldiğimi belirten bir nefes de bırakarak.

"Kendisi bir çok şey yapıyor ama en çok üç şeyiyle tanınıyor..." dedi en sonunda ciddileşerek.

"Kumar, kara para aklama ve güvenlik... Bu üçünde Beyazıt Arat'dan daha iyisini zor bulursun..."

"Neden bunları bana söyledin?" dedim hemen yanımdaki koltuğa oturup bacak bacak üstüne atarken.

Sıcaklamıştım da ama çok kalmayacağım için kabanımı çıkarmama gerek yoktu.

"Sen sordun?" dedi salağa yatarak. O notu buraya gelmem için göndermişti. Polisleri ve korumaları nasıl atlatmıştı onu da bilmiyordum ama yapmıştı işte.

"Sereyli!" dedim sertçe. Gerçekten sabrımın sonlarındaydım. Ciddileşerek oturduğu yerde dikleşti.

"Sakın!" dedi ardından sertçe.

"Sakın kendini üstün görme çünkü anlaşmamızı bozmuşken bana karşı çok bir şansın yok."

Tabii ki savcıya söylediğimi biliyordu.

Bu gerilmeme neden oldu ama belli etmemek için duruşumu korudum.

"Kapıdaki korumaların ve polislerin ölmesi sadece saniyeler sürer... Sonra sıra sana gelir ve emin ol bunu istemezsin. Ya da..." dedi son kelimeyi uzata uzata.

"Kardeşin ve annen arasında bir seçim yaparsın ve polisleri başımıza sarmayız."

"Ne istiyorsun?" dedim yüzüne dik dik bakarak.

"Savcıya verdin zaten, benimle uğraşmayı bırakacaksın!" dedi dikte edercesine.

"Ve Beyazıt Arat yeni hedefin olacak. O da en az senin kadar ayağımın altında dolanıyor son zamanlarda."

Derdini anlamıştım. Beyazıt Arat'a doğrudan bir şey yaparsa diğer arkadaşlarının düşmanlığını kazanacaktı.

Beyazıt'ı benim yolundan çekmemi istiyordu. Daha sonra beni de kolayca alt edebilecekti.

"Yapmazsam?" dedim dik dik.

"Tek tek tüm sevdiklerini öldürürüm. Yapayalnız kaldığından emin olur ama seni öldürmem! Öldürmem için yalvarırsın ama öldürmem!"

Ayağa kalktım.

"Başlangıç için kara para aklamasına odaklan bence..!" dedi ve göz kırptı.

Arkamı döndüm ve geldiğim yoldan çıkışa ilerledim.

Kimsenin maşası olmazdım. Kimsenin kirli oyununda piyon olamazdım. Bir yolunu emindim ki bulurdum. Bir şekilde her şeyi yoluna sokardım.

*

Kapının tamamen açılmasını beklemeden bir kez daha alttan geçtim.

Kerem her zamanki gibi bilgisayarının başındaydı.

"İyi ki SOS yazdım!" diye söylendi bilgisayarından başını kaldırıp bana dönerken.

"Ne oldu?" dedim yanına ilerleyerek sandalyeyi çekip oturmuş ve üzerimdeki kabanı da çıkarıp atmıştım bir köşeye.

"Dün gece Beyazıt Arat'ın güvenlik şirketinden bir iş teklifi geldi mail olarak..." dediğinde derin bir nefes aldım.

Kerem'in sızdığını anlamışlardı. Korumalar sayesinde arkadaşım olduğu da biliniyordu artık.

Bir bu eksikti!

 

Loading...
0%