@__kao__
|
Herkese merhaba... 2 gün sonra Cumhuriyetimizin 101. yılı ama o zaman bölüm atmayacağım için şimdiden kutlamak istedim. Daha nice güzel yıllara hep beraber. İyi ki cumhuriyet, iyi ki Atatürk... Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. İyi okumalar... *
"Haber verilmesi gereken, kızların yanında olacak bir akrabaları yok mu? Teyze, dayı, amca?" Beyazıt başını iki yana salladı. Sanem biraz önce kız kardeşinin peşinden dışarı çıkan Dilem'in gittiği yöne doğru sanki hâlâ oradaymış gibi kısa bir bakış attı. Pek iyi başlamasa da bazı şeyler, şu an bambaşka bir durum içindeydiler. "Bildiğim kadarıyla yok. Zaten Yeliz Hanım da Ahmet Bey de tek çocukmuş. Görkem Bey'in kardeşi Ezgi'nin durumu da ortada. Yeni ameliyat oldu, küçük kızı var. Kocasını aradım en azından, Buse'yle ilgilenir ve yanlarında olur diye..." Her şey o kadar ani olmuştu ki herkes için. Ahmet'i çıkaramıyorlardı morgdan. Dilem tek kelime etmiyordu. Didem ise ergenlik hormonlarıyla beraber her şeyi hat safhada yaşıyordu. Herhangi bir yaşta bu kolay bir şey değildi ama bu yaşlarda hele ki birbirlerine kırgınken yaşanmış olması... "Bir abileri vardı diye hatırlıyorum?" dedi bu kez de Sanem Hanım. Beyazıt'ın hoşnutsuzca kaşları çatıldı. Emir'le, Dilem'in arasında bir şeyler geçtiğini anlamıştı ama ne olduğunu anlayamıyordu. Ayrıca ilk ve son karşılaşmalarındaki tavrı hiç mi hiç hoşuna gitmemişti Beyazıt'ın. "Ayla Hanım -Yeliz Hanım'ın ortağı ve en yakın arkadaşı- ona haber verdim. Birilerinin aranması gerekiyorsa o arar diye düşünüyorum." Sanem ağır ağır başını aşağı yukarı salladı. Bu sırada kantine su almaya inen Ozan'ın bu tarafa geldiğini fark etti Beyazıt. "Siz artık eve gidin hala. Burada kalabalık yapmayalım daha fazla. Ben Dilem ve Didem'i alıp gelirim. Burada kalmanın bir anlamı yok." Yeliz kazada direkt ölmemişti. Ameliyattayken kalbi durmuştu. Tabii kaza haberini ve Sara'dan kavga ettikleri haberini neredeyse aynı anda almıştı. Ne yazık ki o sırada Ecem de Beyazıt'laydı ve tabii ki Ecem bunu herkese söylemekte gecikmemişti. Dilem'in şu an gözünün önünü görecek hali yoktu ama biraz olsun kendine geldiğinde etrafında kimsenin varlığını istemeyeceğini biliyordu. O yüzden ona biraz da alan açmaya çabalıyordu. Sara, Beyazıt'a kavga ettiklerini ve Yeliz'in neredeyse dinlemesi için yalvardığını söylemişti. "Seni benden alırdı." gibi bir şeyler söylediğini de eklemişti Sara ve bu Beyazıt'ın kafasını kurcalıyordu. Kimin alacağını tahmin ediyordu etmesine ama bunca zaman kızını yanına almadıysa annesiyle birlikte olmasını istiyor olmalıydı Dokuz Buçuk. Nasıl bir şey kızını annesinden koparmasına neden olabilirdi ki? Halası sözünü dinleyerek kuzenlerinin yanına ilerlediğinde Beyazıt da Ozan'ın yanına ilerledi. Ozan, Beyazıt'ın kendisiyle ne hakkında konuşacağını bildiğinden diğerlerinden daha uzakta ve nispeten daha sakin bir köşede beklemeyi uygun bulmuştu. "Sonuç?" dedi Beyazıt lafı uzatmadan. "Frenlerin gayet kasıtlı bir şekilde kesildiğini biliyorduk zaten. Araba da normalde Dilem'deydi. Yani hedef Dilem'di. Başta Cevdet mi dedim ama Dokuz Buçuk'a korkusundan iğne deliğine saklanmış herif. Hiçbir iz yok. Yani bunu o yaptırmış olsa arkasında bir iz olurdu ki Dilem'le son olayından sonra her adımını da takip ediyorduk. Ortaya çıksa haberimiz olurdu, o değil yani." Beyazıt sinir bozukluğuyla gülerken başını da iki yana salladı. "Baştakini geç, zaten böyle bir şeyden sonra göz dağı vermek için kim olduğunu kendi kendine ifşalayacak. Sen karımın canına teşebbüs edebilecek kadar yakınındakinden bahset. İçimizden biri kesti o frenleri. Köstebeği biz niye hâlâ bulamadık?" Sinirden sonda damarları belirginleşirken aklındaki düşünceleri de kovalamaya çalışıyordu. O arabada Dilem de Buse de olabilirdi. Hatta Dilem'in o arabada olması planlanmıştı. Arabayı vermeyebilirdi annesine. Ölen karısı olabilirdi. Bu sinirden kudurmasına sebep oluyordu ama bir yandan da sakinliğini korumak zorunda olduğunun farkındaydı. Akçay ailesi dağılmıştı. Karısının ona ihtiyacı vardı. "Son olanlardan sonra biraz geri çekilmişti yakalanmamak için ve ayrıca bunu yapan içimizdeki köstebek olmayabilir." Beyazıt'ın kaşları daha da derin çatıldı. "Bu ne demek?" "Yalnızca bir saat kadar önce aynı arabayı Dilem sorunsuz bir şekilde durdurdu. İçerde 1 saat, 1 saat 15 dakika kadar kalmış. Fren o evin bahçesinde kesildi. Oradaki güvenlikten tutta, yardımcısına kadar herkese de bakmak zorundayız. Sadece bizim adamlarımız yoktu orada. Bahçeden tek bir çıkış var evde. Bahçe duvarları atlanamayacak kadar yüksek. Garaj arkada kalıyor. Bizimkiler önde bekliyordu. Arabanın başında kimse beklemiyordu. Bir bahaneyle ön taraftan ayrılan 3 adamımız var. Üçünü sıkı takibe aldım ve evden uzakta geçici bir görev verdim ama onlar olduğunu sanmıyorum. Sizin evde bunu yapabilecek daha bol vakitleri varken ve sizin evi daha iyi biliyorlarken, sistemini bilmedikleri bir evde bunu yapmak risk almak olur bence. Ve dediğim gibi oraya rahatlıkla girip çıkabilecek 5 çalışan daha vardı o evde. 2 güvenlik, 2 yardımcı kadın ve bir de bahçıvan." Beyazıt'ın aklına da bu fikir daha çok yatmıştı. Sinirden ve ihtimallerin korkusundan iyi düşünemiyordu. Dilem'in o eve eninde sonunda tekrar gideceği de bir sır değildi. Ayrıca oradaki çalışanlar kendi çalışanları gibi sıkı denetlenmiyordu. Oradan ulaşmak tabii ki daha kolaydı. "5'ini de araştırın. Özellikle bir sebepten paraya ihtiyacı olan ya da Yeliz Hanım'la, Dilem'le, ev halkından herhangi biriyle bir sorunu olan var mı bak." Ozan başıyla onayladı Beyazıt'ı. "Kızlar nasıl?" dedi bu kez. Dilem'deki o üstten tavrı görememek Ozan'ın garipsediği ve içini burkan bir şeydi. "Didem'e bakmaya çıktı." dedi kısaca Beyazıt. Bu sırada Ahmet zar zor ayakta duruyor ama yine de ne elini buz gibi olan elden ne de gözlerini bembeyaz yüzden çekebiliyordu. Ağlamıyordu. Öylece Yeliz'in elini tutmuş daha önce hiç böyle görmediği yüzünü izliyordu. Koskoca 21 yıl geçirmişlerdi beraber. Dile kolay 21 yıl... O kadar uzun zamandır hayatında ve her anındaydı ki Yeliz'siz nasıl yaşayacağını bilmiyordu. Kapının açıldığını duydu ama yine herhangi bir tepki vermedi. Ne zamanki tam karşısında -Yeliz'in diğer tarafında- birinin gölgesini hissetti o zaman kaldırdı başını. Yeşil gözleri gördüğünde sinir bozukluğuyla güldü. Uzun zamandır görmüyordu ama bu gözlerin bir benzerine ev sahipliği yapan biri çok yakınındaydı. Bu gözleri ona unutturmuyordu. Maskeyi yavaşça indirdi yüzünden Orhan. Ahmet'in güldüğünü fark etmiş ama umursamadan solgun yüze bakmıştı. Hatırladığı kadar ne gençti ne de canlı ama hâlâ çok güzeldi. "Seni bekliyordum ben de..." dedi Ahmet. Orhan gözlerini zar zor cansız bedenden çekerken başını iki yana salladı. "Şimdi değil... Kızların sana ihtiyacı var." Yıllar önce "Yeliz'in senden gittiği gün, senin ölüm günün..." demişti oysaki. Gitmek derken ikisinin de aklında ölüm yoktu ama bu da bir gitmekti... "Erteleyecek misin?" dedi Ahmet ve minik bir kahkaha attı. "İhanet ettim ben sana. Emanet ettin sen bana onları. Ben emanetine ihanet ettim. Yeliz hatırına yaşatmıyor muydun beni? Ertelemedin mi zaten ölümümü? Öldür işte. Öldür beni!" Orhan, Ahmet'e kısa bir bakış attı ve başını iki yana salladı. "Şimdi değil... Kızların sana ihtiyacı var." diyerek sözlerini tekrarladı. "ÖLDÜR BENİ!" diye bağırdı Ahmet sinirle. Burada saatlerce oturmuş ve Orhan'ın gelip kendisini öldürmesini beklemişti. Aldığı cevap ise 'Şimdi değil'di. Orhan başını onaylamazca iki yana sallarken Yeliz'e son bir bakış attı. Çok sevmiş ve hâlâ seviyordu ama hikayeleri buraya kadardı. Yarım kalmış bir hikâye asla tamamlanmamak üzere tozlu bir rafa kaldırılmıştı. Genç bir kıza aynı gün içinde hem annesinin hem babasının ölümünü yaşatamazdı. Yemini bakiydi ama zamanı şu an değildi. "Yeminim olsun kolay bir ölüm olmayacak." dedi yalnızca Orhan ve geldiği gibi yüzüne hasta maskesini takarak sessizce çıktı morgdan. Ahmet sinir bozukluğuyla bir kahkaha daha bıraktı Orhan'ın ardından. Sonra kararlı adımlarla çıktı buradan, ağır ağır merdivenleri çıktı. Ölmek için Orhan'a ihtiyacı yoktu, yoktu işte. "Yeliz'in senden gittiği gün, senin ölüm günün..." demişti bir kez ve Orhan için söz ağızdan bir kez çıkardı. En azından onun için bunu yapabilirdi. Zaten çok ödün vermişti kendinden. Bu kadarını da borçluydu ona. İhanet etmişti zaten. Çatıya ağır aksak adımlarla çıktığında bir saniye bile tereddüt etmedi. "Yeliz'in gittiği gün, benim ölüm günüm..." diye mırıldandı yalnızca. Bu cümleyle o kadar uzun zamandır yaşıyordu ki... Öyle bir kodlanmıştı ki kafasına... Ne aşağıdan gelen yabancı çığlıkları duydu ne de yere düşüp ölmeden önce kızının acı haykırışını... * Didem'i ancak sakinleştirici vererek durdurabilmişlerdi. Hemşire gelip iğne yapana kadar ablasının kolları arasında çırpınıp durmuştu. Dilem ise bir saniye kardeşini bırakmadığı gibi gözlerinin önünden Ahmet'in o halini gönderememişti. Gözlerini her kapattığında yerde kendi kanından oluşan bir gölün içerisinde kendisine bakıyordu sanki. Hiçbir zaman aman aman yakın olmamışlardı Ahmet'le ama kendini bildi bileli hayatındaydı. Aynı günde hem annesini hem Ahmet abisini kaybetmek ona bile çok ağır gelirken Didem'i düşünemiyordu. Uyumak istiyordu Dilem ama uyursa ne olacağını bildiği için uyuyamıyordu. Düş kapanı da yoktu. Öylece kardeşinin yanı başındaki ikili koltukta oturmuş olabildiğince az gözlerini kırparak kardeşinin uyanmasını bekliyordu. Kapı açıldığında karşısında Beyazıt'ı bulmayı beklemişti. Biraz önce Dilem için sıcak bir şeyler almaya gitmişti ama karşısında Kerem vardı. Gözleri buluştuğunda üzgünce baktı Kerem kardeşine. Kendi annesi de öldüğü için şu an Dilem'i gayet iyi anlıyordu. "Biliyorum..." derken sesi yumuşak ve temkinliydi Kerem'in. Dilem'in şu an konuşmadığını tahmin edebiliyordu. Ardından yavaşça kapattı kapıyı ve biraz daha ilerledi yanına. "Bana kızgınsın ama en azından birkaç gün yanında olmama izin verir misin?" Dilem yalnızca dolu gözleriyle baktı Kerem'e. Ne bir cevap ne bir mimik ne onaylayacak herhangi bir hareket... Kerem bu şekilde cevap vermeyeceğini de biliyordu zaten. Yine de izin vermeyeceğinden korkarak yüzünü inceleye inceleye ilerledi ve Dilem'in yanındaki küçük boşluğa oturdu. Dilem bu esnada bakışlarını çekti Kerem'den ama başını da Kerem'in omzuna yerleştirdi. Bu sessiz izin karşısında Kerem rahatlayarak derin bir nefes verdi ve kolları arasında sımsıkı sardı kardeşini. Bir başka kabullenişle uzaklaştırmamıştı kendini Dilem. Kerem bunun için teşekkür edercesine, yatıştırırcasına saçlarının tepesine bir öpücük bıraktı. "Biraz uyumak ister misin güzelim? Didem uyanırsa uyandırırım seni." Bu sırada bakışları gayriihtiyari Didem'i bulmuştu. Sakinleştiricinin etkisiyle uyuyordu hâlâ. Uyandığında bir kriz daha geçirecek ve bir kez daha uyutulacaktı oysa. Başını önce iki yana salladı Dilem ama ardından öne arkaya salladı. Ay yoktu. Olsa da gülümseyecek hali yoktu. Düş kapanı yoktu. Kâbus görecekti ama yine de uyumak istiyordu. Çok uykusu vardı. Biraz uyuyup kısa süreliğine de olsa her şeyi unutmak istiyordu. Kerem'in göğsüne iyice sokuldu ve gözlerini kapattı. Çok geçmeden yorgunluk ve uykusuzluktan batan gözlerine daha fazla direnememiş ve de uykuya dalmıştı ama korktuğu gibi kâbus görmedi çünkü halihazırda bir kâbusun içerisindeydi. Dilem yeni uykuya dalmışken elinde çorba dolu bir bardakla Beyazıt girdi içeri. Kerem'i burada bulmayı beklemediği için kısa bir an duraksadı. Karısının, bir başka adamın göğsünde uyuyor olması dişlerini sıkmasına neden olsa da tepkisiz kalmaya zorladı kendini. Normal bir durumda değillerdi. İçinden sürekli bunu hatırlattı kendine. Kendisi defalarca uyuyabileceğini söylemesine rağmen uyumaması ama şimdi en fazla 5-10 dakikadır yanında olan birinin yanında hemen uyuya kalması biraz kalbini kırmıştı ama maalesef ki şu an Kerem'in yüzünü dağıtmak gibi isteklerini ertelemeliydi. 'İyi olsun da kim iyi ederse etsin...' diye geçirdi içinden. Sonra 'O neden ben değilim?' diye de sorguladı ama bu kadardı. Şu an kıskançlığın sırası değildi. Kapıyı açık bıraktı, hatta çorbayı kenara bırakarak yan odanın da kapısını açtı. Ardından tek kelime etmeden Dilem'e doğru ilerledi. Tüm bu süre boyunca Kerem dikkatle Beyazıt'ı izlemiş ve tepkisini merak etmişti. Kardeş olduklarını bilmiyordu ama her şey kan bağı mıydı? Dilem onu kan bağlarını bilmeden sevmişti mesela ve sanırım Dilem bu yüzden Kerem için bir kardeşten öteydi. Beyazıt'ın Dilem'i alacağını anladığında elini kaldırarak engel olmak istedi. "Ne yapıyorsun? Yeni uyudu!" Sesi bir miktar azarlarcasına olsa da Dilem'i uyandırmamak için oldukça kısıktı. "Yan odayı da ayırttım." dedi Beyazıt kısaca. Zira burada daha uzun kalacak gibilerdi ve Dilem'in de rahat etmesini istiyordu. Sadece odayı değil, tüm katı boşalttırması ise küçük bir detaydı sadece. Kerem karşı koymadı bu kez. Beyazıt, Dilem'i kucağına alırken uykusunun ağır olmasına sevinse mi üzülse mi bilemedi. Diğer odaya girdiklerinde önce Dilem'i yerleştirmiş, sonra kapıyı kapatmış, en son da tek kişilik yatakta yanına uzanmıştı. * 17.03.2024 Dilem'den "Aşkım..." Gökçe'nin sesiyle ona döndüm ister istemez. Şezlongda oturmuş havuzu izliyordum o gelene kadar. Ne olduğunu sorarcasına ona baktığımda üzerimi süzdüğünü fark ettim. "Hazırlanmamışsın?" Üzerimde bir tayt ve bol turuncu bir tişört vardı. Ben hiçbir şeye hiçbir zaman hazırlanamamıştım ki zaten. Annemin bilip susmasına, annemin ölmesine, Ahmet abinin ölmesine ve daha bir sürü bir şeye... Annemlerdeydik. Yani bir zamanlar annemlerin yaşadığı evde. Didem burada kalmak istediği için ben de buradaydım, dolayısıyla Beyazıt da. Kerem, Ezgi, Erdem, Erdem'in ailesi, Ayla abla, Gökçe ve kardeşi Batu da. Sık sık Beyazıt'ın ailesi de gelip yoklamıştı. Hatta şu an da buradaydılar. Kalabalıktan çok sıkılmıştım. Sadece Didem ve Beyazıt kalsa yeterdi. Gökçe'ye herhangi bir tepki vermeden tekrar havuzu izlemeye döndüm. Tabii kısa bir an için hemen ayaklarımın dibinde uyuklayan Lor'a bakmamı saymazsak. Bir başka adım sesi duydum ama geleni bildiğimden dönüp bakma zahmetine girmedim. Gökçe'yle fısıldayarak bir şeyler konuştular. Sonra Gökçe içeri döndü. Beyazıt da yanıma oturdu. "Böyle mi katılacaksın cenazeye?" Başımı iki yana salladım yavaşça, ardından da başımı Beyazıt'ın omzuna yasladım. Hiç uyumadığım kadar çok uyumuştum şu iki günde ama hâlâ çok uykum vardı. Kolunu yavaşça belime sararken "Sanırım gitmeyeceksin?" dedi sorarcasına. Bir tepki vermeden sağ elini avuçlarım arasına aldım ve Beyazıt'ın parmaklarıyla oynamaya başladım. Cenazeye gitmek falan istemiyordum. Kırgındım hâlâ anneme. Ölümün birçok hatayı önemsiz kıldığı söyleniyordu. Belki gerçekten de öyleydi, ben bunun için fazla kalpsizdim ama kırgındım işte hâlâ. Benim gitmeyeceğimin anlaşılmasıyla evde küçük çaplı bir benimle kim kalacak tartışması yaşanmıştı. Ben orada yokmuşum gibi, başımda illa birinin olması gerekiyormuş gibi. Beyazıt beni bırakmak istememişti ama Sanem Hanım tarafından bu reddedilmişti. Ben gitmiyorsam beni temsilen en azından Beyazıt'ın orada olması gerekiyormuş. Kerem kalmak istemişti ama Beyazıt tarafından da bu reddedilmişti. Yeri olmadığı için söylememişti ama ben biliyordum. Ortam müsait olsa ya 'Ben gavat değilim!' ya da 'O kadar geniş bir mezhebe sahip değilim!' derdi. Gökçe'nin halletmesi gereken evrak işleri olduğu için o da elenmişti ve günün sonunda şaşırtıcı bir şekilde Sanem Hanım kalıyordu benimle. Ecem, Didem'e bu süreçte çok destek oluyordu ve genelde onun yanındaydı. Ela'yı ise ikimiz de konuşmazken iletişim kuramayacağımızı düşündüklerinden bırakmamış olsa gereklerdi ama yine de Sanem Hanım'ın kalması pek beklediğim bir şey değildi. Hava serinlediği için zorla Beyazıt tarafından içeri sokulmuştum ama o gider gitmez de tekrar şezlongdaki yerimi almıştım. Hem burada Lor da vardı. Önceden Ahmet abinin alerjisi olduğu için eve sokamıyorduk, şimdi sokmamamız için herhangi bir sebep yoktu ama ben konuşamazken Lor bir türlü ne demek istediğimi anlayamamıştı. Eve girdiğim an peşimi bırakıyordu. "Sen biraz da kalabalıktan kaçtın ama cenazeden sonra taziyeye de gelecekler gelin hanım. Haberin olsun." Birden yanı başımda belirmesiyle bir an için irkilmiştim ama bana uzattığı bitki çayını büyük bir sakinlikle aldım elime. Sanem Hanım diğer şezlonga oturmadan önce koluna astığı şalı omuzlarıma bırakmıştı. Normalde ne olursa olsun cenazeye gitmememi sorun edeceğini düşünürdüm ama belki de bunu takmayan sayılı kişilerdendi. Kimse yüzüme söylemese de benim de o cenazeye gitmem gerektiğini düşündüklerini biliyordum. Belki gerçekten de gitmem gerekiyordu ama umurumda değildi şu an ve evet, Sanem Hanım haklıydı. Biraz da kalabalıktan kaçmıştım. Oraya bir sürü usulen aslında annemi sevmeyen belki iki çift laf etmediği insanlar gelecekti. Çok küçük bir fark da olsa daha az insan gelirdi buraya. "Senin hiç susacağını düşünmezdim..." derken arkasına yaslanmıştı şezlongda. Bu ilgili tavrına karşın ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Birden doğrudan bana döndü. "Biliyor musun Ecem'in bir ablası vardı." Bu bilgi yeni olduğu için ister istemez ilgimi çekmişti. 'Vardı.' dediğine göre ölmüş olmalıydı. "Babam miras bölünmesin, yabancıya gitmesin mantığıyla beni amcamın oğluyla evlendirdi. Biraz geri kafalı bir ailem vardı. Belki sana göre ben de öyleyim ama armut ağacın ne kadar uzağına düşebilir ki?" Derin bir iç çekti ve bakışlarını benden çekerek havuza döndü. Ben de bu sayede daha rahat yüzünü incelemeye, tepkilerini ölçmeye başladım. "Hamile kaldığımda daha önce görmediğim kadar büyük bir insan muamelesi gördüm. Ta ki bebeğin kız olduğu öğrenilene kadar... 'Erkek adamın ilk çocuğu erkek olur.' dediler. Zorla almak istediler benden. Daha doğmamış bir bebeği... Sustum. Sitemimi susarak gösterdim. Günlerce kimseyle konuşmadım ama bir işe yaramadı. Sonra aylarca kimseyle konuşmadım, yine sustum. Öyle saksı gibi evin bir köşesine tünedim. Ta ki Ecem'e hamile kalana kadar. Aklım başıma geldi. Bu sefer susmadım. Sesimi duyurabildiğim kadar duyurmaya çalıştım. Bir doktor duydu sesimi. Doğana kadar herkes Ecem'i erkek sanıyordu." Bakışları dalgındı Sanem Hanım'ın. Kolay hayatlar yaşamadıklarının farkındaydım ama bu da fazla iğrençti. Birden kendine gelmişçesine bana döndü. "Ben Ela'ya da çok kızarım bu yüzden. Gerçi onunki biraz daha farklı ama sustukça her şey daha kötü olur. En ufak şey bile susulmamalı, içe atılmamalı bana kalırsa... Bir şekilde dışa vurulmalı... Konuşmak, birileriyle iletişim kurmak istemiyor olabilirsin ama bütün gün havuz başında, itle oturarak olmaz..." İt dediği Lor'a döndüm. Patilerini çenesinin altına toplamış alttan alttan beni izliyordu. Normalde bir dal, bir oyuncak, bir bir şey getirir ve kendisiyle oynamamı isterdi ama anlamış gibi iki gündür yalnızca yanımda oturuyor, benimle sessizliğimi paylaşıyordu. Sanem Hanım yavaşça ayağa kalktı ve tam karşımda, havuzun önünde, durdu. "Hani dedim ya susmanı beklemezdim diye. İlk tanıştığımızda da bana rahatça her cevap verdiğinde, Beyazıt'a her karşı çıktığında sana çok imrendim, belki biraz da kıskandım. Sesini her şartta çıkarabilecek bir kadın görmüştüm sende." Başka hiçbir şey demeden içeri ilerledi. Ne bekliyordu bilmiyordum. Belki bu konuşma sonrası sihirli bir şekilde konuşmaya başlamamı bekliyordu, belki bir tepki vererek buradan ilk gidenin ben olmasını bekliyordu ama beklediği her neyse vermediğime emindim. Beklentilerinin aksine belki de en çok ben susmuştum. Ahmet abinin annesinin o tavırlarına susmuştum mesela, görmeme, duymama ve belki de bilmeme rağmen benden saklananlara susmuştum ve hâlâ da susuyordum, Emir'e susuyordum, anneme susuyordum, Ahmet abiye susuyordum, her şeye, herkese belki de en çok ben susuyordum aslında. Lor birden savunma moduna geçene kadar öylece orada havuz başında oturmaya devam ettim. Hırladığı şeyi görebilmek için başımı çevirirken Lor da beni korumak istercesine birkaç adım ilerlemiş ve önüme geçmişti. Bu tarafa doğru ilerleyen Emir'i gördüğümde başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü sanki. Ne işi vardı onun burada? Emir, Lor yüzünden biraz ileride durmak zorunda kalırken Lor'a hoşnutsuz bir bakış attı. Lor'a bakışının aksine gözleri üzerime değer değmez içleri parladı resmen. "Merhaba, kardeşim!" dediğinde neşeyle her şey çok fazlaydı. Tekrar onunla bu ev sınırları içinde olmak. Üstelik Lor dışında şu an burada kimsenin olmaması... Artık kendimizi koruyabiliriz, Dilem... Ben kendimi korumak zorunda olmak istemiyorum, Narenciye... "Ah, doğru..." dedi yeni hatırlamışçasına. "Sen böyle zamanlarda konuşmuyordun." Düşünür gibi yaparken Lor benden bir tepki bekliyordu. Emir'e saldırması için izin vermemi istiyordu adeta. Daha önce Emir'i görmemişti aslında ama sanırım köpekler gerçekten böyle şeyleri hissediyordu. "Ama eminim ki neden burada olduğumu sorguluyorsundur." Biraz daha sadette gelmezse Lor'a istediği izini verecektim. "Unuttun mu babam öldü?" dedi ve gevrek gevrek güldü. Ben ise ne gözlerime ne kulaklarıma inanamıyordum. Buraya gelebilmek için babasının ölmesine sevinecek bir ruh hastasıydı. "Artık beni yurt dışında tutacak kimse yok... Tabii, babama ve Yeliz ablaya karşı son görevimi de yerine getirmek istedim. Başımız sağ olsun..." Lor havlayıp iyice hırçınlaştığında hiçbir şey demeden içeri ilerledi. Ben ise hâlâ orada dikiliyormuş gibi biraz önce durduğu yere bakakalmıştım. Bahçeye arabaların girdiğini duydum. Cenazeden dönmüş olmalıydılar. Burada kalamazdım. Biri gelmeden gitmeliydim. Soğuk, soğuk beni kendime getirirdi. * Üzerimdeki tişörtü bir çırpıda çıkardım ve öylece bir yere fırlattım. Ardından ayağımdaki spor ayakkabıları ayaklarımı birbirine sürterek çıkardım. Bunları yapana kadar da denize ulaşmıştım zaten. Ayaklarıma soğuk dalgalar çarparken şimdiden iyi geldiğini hissediyordum. Yürüdüm denizin içinde. Ayaklarım yere değmeyene, soğuktan dişlerimi birbirine vurana kadar yürüdüm. Gözümdeki tuzlu yaşlar, denizin tuzlu suyuna karışa karışa yürüdüm. Haklıydı. Onu artık yurt dışında tutacak bir babası yoktu. Üstelik hatırı sayılır bir mirası da vardı. Kim nasıl onu benden uzakta tutacaktı? Kimsenin elini onun kirli kanına bulamasını istemiyordum. Kendi elimi de bulamak istemiyordum. Ben öldürmek için bile olsa o yüzü bir daha görmek, ona bir daha dokunmak istemiyordum. Buz gibi suda sırt üstü uzanırken Sanem Hanım'ın dediklerini düşündüm. Haklıydı. Ben sesimi çıkarmadıkça, Emir'den kaçtıkça tepeme binmişti. Onun benden köşe bucak kaçması gerekirken ben ondan kaçıyordum. Şu an burada susabildiğim kadar susacaktım ama eve döndüğümde hiçbir şey aynı olmayacaktı. Bundan sonra hiçbir şey için susmak yoktu. O Emir'e de o Kemal'e de bunların hepsini ödetecektim. Hem de hepsini... * "Emir içeride mi?" dedim kapıdaki Yusuf'a. Yusuf beni gördüğüne, belki de bu halde sırılsıklam gördüğüne bir hayli şaşırmış ve bir süre boş boş yüzüme bakakalmıştı. "Hayır, Dilem Hanım. Herkes sizi arıyor." diyebildi biraz olsun toparlandığında. "Emir bir daha bu bahçeden içeri adımını atmayacak Yusuf. Atarsa senden bilirim!" "Nasıl isterseniz..." dediğinde üzerimden sular damlaya damlaya içeri ilerledim. Evde sadece Ezgi ve Buse kalmıştı dönersem diye. Üzerime para, telefon almamıştım, nereden çıktığım belli değildi, herkes korkmuş ve beni aramaya çıkmışlardı. Boş bir çabaydı tabii ki. Ezgi beni saldığında odama çıkmış ve üstüme başıma çeki düzen vermiştim. Saçlarımı kuruttuğum sırada kapı birden açıldı ve kaşları oldukça çatık bir Beyazıt girdi içeri. "Neredesin sen? Hiç mi arkamı dönemeyeceğim sana? Hiç mi yalnız bırakamayacağım?" Korkuttuğumun farkındaydım, benim için endişelendiğini görebiliyordum. "Özür dilerim..." dediğimde tam ağzını açmış azarlamaya dönecekken yaşadığı farkındalıkla duraksadı. Açtığı ağzını kapatırken şaşkın ama konuşmamdan ötürü mutlulukla parlayan gözleri üzerimdeyken bana yaklaştı. Şaşkınlığını biraz olsun attığında, ifadesiz bir yüz kuşandı. Hiçbir şey demeden elimden kurutma makinesini aldı ve beni makyaj masası pufuma oturtturdu tekrar. Sanırım susma sırası Beyazıt'taydı. Öylece iyice kuruyana kadar saçlarıma masaj yapa yapa Beyazıt'tan beklemeyeceğim bir zariflikle tuttu makineyi saçlarıma. Ardından nazikçe taradı. "Nereye gittin?" diye sordu işi tamamen bittiğinde büyük bir sakinlikle. Tarağı da biraz eğilerek makyaj masama bırakmıştı. "Denize." dedim doğrudan. "Nereden çıktın?" oldu sıradaki sorusu. "Lor'un kapısından." dediğimde, Beyazıt sinir bozukluğuyla olsa gerek gülmüştü. "Ben nasıl bir önlem alırsam alayım, bir açığını bulacaksın değil mi?" Ellerini omuzlarıma yerleştirdi ve aynadan gözlerimizi birleştirdi. "Şahsi algılama, bence kimsenin aklına köpek kapısına adam dikmek gelmezdi, Lor'u kolay yakalayabilmek için o kapıdan defalarca geçmek zorunda kalmasam benim de gelemezdi." Derin sıkıntılı bir nefes verdi Beyazıt. Bakışlarında bana karşı büyük bir sitem ama aynı zamanda da şefkat vardı. "Artık sayende bir eve girdiğimde ilk bakacağım şey bir köpek kapısı olup olmadığı olacak. Aklımı çıkardın, son günlerde çok fazla kez aklımı başımdan aldın." Beyazıt'ın bakışları dalıp giderken mahcubiyetle gülümsedim. Annem ölmüş olmasa tavrının çok daha sert olacağının farkındaydım. Şu günlerde beni alttan almak için üstün bir çaba harcıyordu. Tabii bir de yanımda olmak için ve bu buz kesmiş kalbimi biraz olsun ısıtan yegâne şeydi belki de. "Özür dilerim ama ihtiyacım vardı. Söz veriyorum bir daha olmayacak." Ve bu sözümde de içtendim. Bu sondu. "Sana inanmak istiyorum..." dediği sırada önümdeki saçlarımı arkama aldı. Ardından da okşarcasına ağır ağır örmeye başladı. En son sanırım lisedeyken birisi saçımı örmüştü. Annem... Annem beni anlamadıkça yavaş yavaş annemden uzaklaşmaya, onunla birçok konuda zıt düşmeye başlamıştım. Hırçınlaşmıştım... İstemesem bile annemin inadına, beni görsün diye yaptığım o kadar çok şey vardı ki... Hepsinin boşa olduğunu bilmek bana hiç iyi gelmiyordu. "Zor günler atlattığının farkındayım, o yüzden üzerine gelmek istemiyorum ama gerçekten sınırımın sonundayım Dilem. Her şeyi tek başına atlatmak zorunda değilsin. Beraber gidebilirdik denize, beraber susabilirdik. Böyle anlarda beni kendinden uzaklaştırma." diyerek ilgimi tekrar kendi üstüne almıştı Beyazıt. Farkında olmadığım bir şeyi söylememişti yine de. Omzumu indirip kaldırdım bir çocuk gibi. Bu sırada tokayı ördüğü saçlarıma dolamıştı. "Denize girmeme izin vermezdin ki..." dediğim an kaşları çatıldı. Şefkatli ifadesi dağıldı ve o korumacı kişiliğine büründü. "Bu havada denize mi girdin?" de dediğinde yarı azarlar tonda gözlerimi yuvarladım. "Söylemiştim..." dediğimde çeneme hafifçe alttan vurarak başımı biraz daha kaldırmama neden oldu. "Vermem tabii ki ve senin de yapmaman gerekiyordu!" Hem konuyu değiştirmek hem de gerçekten istediğim için bambaşka konuyla araya girdim. "Yarın evimize dönelim olur mu? Daha fazla burada kalmak istemiyorum, Didem'in de kalmasını istemiyorum. Burada kaldıkça daha kötü oluyor." Neyse ki konuyu uzatmadı Beyazıt. Başını aşağı yukarı sallayarak da "Nasıl istersen..." diyerek de onayladı beni. Burada kalmak istemememin bir nedeni de bu evin kime kaldığını bilmememdi. Emir'e de kalmış olabilirdi ve o zaman Yusuf onu tutamazdı ama diğer eve gelmeye hiçbir şekilde cesaret edemezdi. "Bir şey daha isteyebilir miyim?" derken ayağa kalkmış ve sırtımı makyaj masama vererek Beyazıt'a dönmüştüm. "Kemal Yılmaz'a bir şey yapmanı istemiyorum. Bizzat ben halletmek istiyorum." Beyazıt'ın kaşları hafifçe çatıldığında hızla devam ettim. "Söz veriyorum ihtiyacım olduğunda senden yardım isteyeceğim, yapacağım her şeyi de haber vere- " "Sen bunu Kemal Yılmaz'ın yaptırdığını nereden biliyorsun?" diyerek sözümü kesti. Bundan hoşlanmadığı belliydi. "Mesaj atmış, göz dağı vermek için. Bu sefer şanslıydın, biraz daha devam edersen sıradaki sen olursun falan..." Umursamazca da elimi salladığımda Beyazıt'ın kaşları hepten çatılmıştı. "Geberteceğim o piçi!" diye sinirle homurdanıp gitmek için hareketlenmişti ki kolundan yakaladım. "Hayır, lütfen! Ben halledeceğim. Başımı da belaya sokmayacağım. Seni her şeyden de haberdar edeceğim ama günün sonunda ben halletmiş olmak istiyorum. Bu benimle alakalı!" Beyazıt hızla başını iki yana salladı. "Seninle alakalı her şey benimle de alakalı. Ayrıca böyle şeylere dahil olmanı istemiyorum. Ben halledeceğim!" Elimi yüzüne çıkardım ve sakinleştirmek istercesine sakallarını okşamaya başladım. "O zaman beraber yapalım ama bu işte pasif rol oynamayacağım. Peşin peşin söylüyorum..." "Aklında bir şey var?" dedi Beyazıt sorarcasına. Başımı aşağı yukarı salladım. "Var..." diyerek de onayladım. Beyazıt'ın bir şey söyleyeceği sırada kapı tıklatıldı. İkimiz de konunun yarım kalmasından pek hoşlanmazken Beyazıt bir adım kadar da gerilemiş ve "Gel!" demişti. Bunun üzerine Gülay abla -yardımcımız- bana buruk bir gülümseme sunarak içeri girdi. "Dilem Hanım, iki hanımefendi geldiler. Anneanneniz ve teyzeniz olduklarını iddia ediyorlar ve sizi görmek istiyorlar." Doğru duyup duymadığımı anlamak istercesine Beyazıt'a döndüm ama o da en az benim kadar şaşkın görünüyordu. "Anneannem öldü, annem de tek çocuk!" dedim böyle bir şeyin imkânsız olduğunu vurgularcasına. "Ayla Hanım, teyzeniz ve anneanneniz olduğunu onayladılar." dediğinde daha büyük bir şok sarmıştı bedenimi. "Neredeler?" diyebildim ancak saniyeler sonra. "Ayla Hanım'la bu kattaki salondalar." Gülay abla bunun üzerine odadan çıktı. Beyazıt gelip koluma şefkatle dokunana kadar da öylece bomboş kapıyı seyretmiştim bir süre. Evrenin kuralı buydu. Kötü şeyler hep art arda olurdu ama bu kadarı da çok fazlaydı. Benden saklanan daha ne vardı? "İstersen senin için dertleri neymiş öğrenirim." Başımı iki yana salladım. Bire bir görmem gerekiyordu. "Peki, seninle gelmemi ister misin?" dedi bu kez de. Kapıya bakmayı bırakarak Beyazıt'a döndüm. Bana ilgiyle bakıyordu ama onun da en az benim kadar şaşkın olduğunu görebiliyordum. Başımı aşağı yukarı sallayarak istediğimi belirttiğimde beraber bu kattaki küçük salona geçtik. İki kadın yan yana ikili koltukta otururken Ayla abla da hemen çaprazlarında kalan berjere oturmuştu. Her ne konuşuyorlarsa bizim gelmemizle susmuşlardı. Beyazıt'la üçlü koltuğa ilerlerken bir yandan da kadınları inceliyordum. Yaşça büyük olanın gözleri annemle birebir aynıydı. Kadın fazlaca kiloluydu. Zayıflasa nasıl olurdu bilemiyordum ama bu haliyle annemle tek ortak yanları gözleriydi kesinlikle. Diğer kadına döndüm. O da oldukça büyüktü ama diğer kadın kadar da yaşlı değildi. Yine de 60'larına yakın olmalıydı. Onun da kilosu vardı ama annesi kadar da değildi. Kapalı değillerdi ama böyle köy yerlerindeki kadınların iş yaparken bağladıkları gibi birer örtü bağlamışlardı başlarına. Kıyafetlerinden, üstlerinden başlarından yoksulluk içinde oldukları belliydi. İncelemem bittiğinde kadınların beni ve Beyazıt'ı incelemeye devam etmesini umursamadan Ayla ablaya döndüm. "Ayla abla?" dedim sorarcasına. Derin sıkıntılı bir nefes verdi Ayla abla. Her zamankinden yorgun, bitkin görünüyordu. Göz altları ağladığını belirtircesine kızarmıştı. "Annen bunu bilmenizi istemiyordu ama..." derken iki kadına da ters birer bakış atmıştı. "Gerçek yani?" dedim şaşkınlıkla ve de sorarcasına. Ayla abla başını aşağı yukarı salladı. "Evet, gerçek..." derken teyzem olduğunu iddia eden kadın evin şatafatını incelemeyi bırakıp belki de ilk kez bana bakmıştı. Annem öleli 2 gün oluyordu. Ayla abla söylememiş dahi olsa haberlerden muhakkak duymuş olmalılardı. Neden bugün gelmeyi tercih etmişlerdi acaba? "Baş sağlığı dilemeye geldik, kızım." dedi yaşça büyük olan. Ayaklanırken başımı da iki yana salladım. Annemin bizimle tanıştırmamış olmasının bir sebebi olmalıydı ve o sebebi şu an öğrenmeyi hiç istemiyordum. "Dilediniz, artık gidebilirsiniz." dedim ve ardından da Gülay ablaya seslendim. "Gülay abla!" "Biz aslında bir şeyi öğrenmek için gelmiştik." diyerek biraz da telaşla ayaklandı teyzem odluğunu iddia eden kadın. Gülay ablaya ait olduğunu düşündüğüm ayak seslerini işitirken pes ederek kadına döndüm. Beyazıt beni sakinleştirmek ve yanımda olduğunu hissettirmek için olsa gerek elimi okşuyordu ağır ağır. "Öncellikle isimleriniz neydi?" "Fatma." dedi büyük olan. "Sema." dedi kızı da. "Söyleyin ve gidin lütfen Sema Hanım." dedim bunun üzerine. Fatma Hanım aşırı yaşlıydı. 80'e yakın olmalıydı ve onu muhatap almak istemiyordum bu yüzden. "Annen bize her ay para veriyordu, dün de para günüydü ama..." dediğinde sinir bozukluğuyla güldüm. "Para?" dedim sorarcasına. Bu kadınlarla daha fazla muhatap olmak istemeyerek Gülay ablaya döndüm. Gelmiş ve ne diyeceğimi merakla bekliyordu. "Hanımefendileri geçir, Gülay abla. Kapıdakilere de söyle bir daha içeri alınmasınlar." "Annen benim kızımdı! Onun mirasında benim de hakkım var küçük hanım!" Muhatap almak istemediğim Fatma Hanım'a sertçe döndüm. "Ama belli ki siz onun annesi değilsiniz. Aksi takdirde sizi tanıyor olurdum. Bu terbiyesizliğinizden sonra ne benim ne de kardeşimin de herhangi bir şeyi olamazsınız. Bir derdiniz varsa mahkemeyle çözün. Bir daha sizi etrafımda görürsem bu kadar kibar da olmam! Annem belli ki acıyıp para vermiş ama bu kadarını bile hak etmiyormuşsunuz! Şimdi defolun evimden!" Fatma Hanım bir şey diyecekken Ayla abla girdi araya. "Dışarı Fatma Hanım. Sizinle daha sonra bunu konuşacağız." Onlar Gülay abla önderliğinde çıkarken ben de Ayla ablaya döndüm. Bir açıklama borçluydu bana. "Annenin neden tanıştırmadığını anladın bence." dedi 'Bir şey sorma!' dercesine. Bakmaya devam ettiğimde sıkıntılı bir nefes verdi. "Lisede kan gurubuna baktırmıştı annen. O zaman evlatlık olduğunu anladı. Uzunca bir süre de gerçek ailesini aradı. Sonuç da bu işte. Acıyıp para veriyordu dediğin gibi ama başka da bir şey yoktu. Detayları tam bilmiyorum ama bilen birini biliyorum. İstersen onunla konuşmanı sağlarım!" "Kim?" dedim yine de fazla gelirken. "Teyzen!" dediğinde alayla güldüm ama bir şey dememe izin vermede araya girdi. "Sema değil. İki teyzen daha var. Bu iki numaraydı. Büyüğü bundan beter ama küçük teyzen iyi. Annenin de gerçekten isteyerek konuştuğu tek kişi o aileden ama onun hayatınıza girmesi diğerlerinin de girmesi demek olduğu için sizinle tanıştırmadı." Bir süre durarak duyduklarımı sindirmeye çalıştım. Her şey niye bu kadar fazlaydı ki? "Ayla abla sakın para falan verme bu insanlara! Kızı ölmüş, gelmiş burada daha önce hiç tanışmadığı torunundan utanmadan para istiyor!" Ayla abla başını aşağı yukarı sallarken uzanıp kolumu sıvazladı. "Nasıl istersen bir tanem. Didem de uyuyordu bu arada. İstersen herkesi tembihlerim, Didem bunları öğrenmez." "İyi olur." dedim. Didem'in de bir şok daha yaşamasına hiç mi hiç gerek yoktu. Bu sırada içeri Ayla ablanın oğlu Batu girdi. "Dilem abla..." Doğrudan gelip bana sarıldığında ben de Batu'ya sarıldım. "Nasıl oldun?" diye sordu ayrıldığımızda. Burukça gülümserken cevap vermekten de kaçındım. "Bir şey isteme gelişi bu... Söyle?" dediğimde de hafifçe gülümseyerek, Batu da güldü. "Ben yarın geri Ankara'ya döneceğim. Didem de benimle gelsin mi diyecektim. Bir haftaya geri döneceğim zaten. Bir hafta beraber ablamın evinde kalırız. Hem Didem'e de iyi gelir. Ona söylemeden senden izin almak istedim. Şimdi sen izin vermezsen tartışmayın bunun için." Hafifçe yanağını sıktım. Bu çocuk hep fazla düşünceliydi zaten. "İstiyorsa gelsin. İyi gelir ona da." Batu minnetle bana gülümsemiş ve sanırım Didem'e sormak üzere yanımızdan ayrılmıştı. Geride kalan Ayla abla bana tereddütlü bir bakış attı. "Sırası mı bilmiyorum ama daha fazla üstümde de kalmasını istemiyorum. Yeliz'in de Ahmet'in de vasiyeti bende. Öğrenmek isterseniz, Gökçe de buradayken aradan çıkarmak isterseniz yanımda..." Miras meselemiz vardı değil mi birde? Hiçbiri benim olmayabilirdi, sorun değildi ama Emir'in sahip olacağı güç beni korkutuyordu. Ahmet abi ne kadarını Emir'e bırakmıştı acaba? Bunu bir an önce öğrenmek ve ona göre kendimi hazırlamak istiyordum. Çok geçmeden salondaki masada oturuyorduk. Beyazıt yanımdaydı ve duyacaklarımın korkusuna fazlaca sokulmuştum kendisine. "Yeliz abla ajanstaki payının tamamını sana bırakmış," derken çenesiyle beni işaret etti Gökçe. "Sitedeki evlerinin üçte ikisini Didem'e üçte birini de sana. Kalan tüm taşınır taşınmaz malların tamamının da aranızda eşit bir şekilde paylaştırılmasını istemiş. Ayrıca zinet eşyalarını da kendisi bölmüş. Beyaz kutudakiler senin, bordo kutudakiler Didem'in." Annemin neden böyle bir paylaşım yaptığını anlayabiliyordum ve de mantıklıydı. Didem'in ajansla alakası yoktu. Ona ajanstan pay vermek saçmalık olurdu. Sitedeki evlerle de durumu nispeten eşitlemiş, ikimizin de çalışmasak da kiralardan gelen düzenli birer geliri olsun istemişti. "Bir itirazım yok." dedim duraksamadan. "Benim de." dedi Didem de. Bunun üzerine Gökçe, Ahmet abinin vasiyetine geçti. Ne okudu bilmiyordum ama kaşları şaşkınlıkla havalandı. "Mallarının %50'sini Didem'e, %25'ini sana, diğer %25'inin de Emir'e bırakılmasını istemiş." "Ne?" dedi Didem kaşlarını çatarak. "Niye böyle saçma bir paylaşım yapmış ki. Üçe bölelim işte." "Saçma değil!" dedim duraksamadan. Çocukları arasında yarı yarıya bölmüştü mallarını Ahmet abi. Bana düşen kısmı kefaretti. Sanki böyle bir şeyin kefareti olabilirmiş gibi... "Ben itiraz etmiyorum, Emir'in de itiraz edeceğini sanmıyorum ama olur da ederse bana düşen paydan %8'lik kısmını nakitte çevirerek Emir'e verirsin. Zaten vekaletim var sende." Nakitte çevrilmesini isteme sebebim Emir'in kumar oynadığını bilmemdi. Diğer şekilde malları gözden çıkarması daha zor olurdu ama böyle büyük bir paraya sahip olup kumarda hepsini batıracağına emindim. Mirası reddetmememin tek sebebi de Emir'e gitmemesiydi zaten. Gökçe bana anlam veremez bir bakış attı. Ben hariç kimse bu paylaşımın nedenini anlayamamıştı ama şu durumda kimse de bir şey diyemiyordu. "Ama abla- "diye Didem itiraza girişecekken ona kısa bir bakış atarak susturdum. "Bana düşen payı da bağışla." dedim ve masadan kalkacakken herkesin şaşkın bakışları üzerimdeydi. "Emin misin? Emir kalan %8'i istese bile sana kalan %17 bile çok büyük bir meblağ. Milyon dolarlar demek... Ayrıca bir kerede bu kadar büyük bir bağış yapmak çok dikkat çeker." Omuzlarımı indirip kaldırdım umursamadığımı belirtircesine. "Kendi ofisini açmak istemiyor muydun? Aç o parayla, her yıl ihtiyacı olan insanların davalarına ücretsiz bakarak ödemesini yaparsın. Hâlâ mı fazla?" Beyazıt'a döndüm. "Bu miras işleri bulunmaz bir fırsattır eminim ki. Zaten bağışlamak da istiyorum. Gökçe'de vekaletim var. Kara para falan aklayabilirsin yani. Ne kadar çok insanın işine yararsa o kadar iyi benim için." Sonra tekrar Gökçe'ye döndüm. "O parayla köy okullarını yeniletebilirsin, köylere okul yaptırabilirsin, şehit ailelerine verebilirsin, yetiştirme yurtlarına, kadın sığınma evlerine, hayvan barınaklarına... Verebileceğin ve benden daha çok ihtiyacı olan milyonlarca insan var. Bende kalmasın yeter." "Ben yine de biraz daha bekleyeceğim. Belki fikrini değiştirirsin. Birkaç hafta sonra hâlâ aynı fikirdeysen dediğini yaparım." Sağlıklı düşünemediğimi düşünüyordu ama belki de hiç bu kadar sağlıklı düşündüğüm olmamıştı. Yine de laf anlatmakla uğraşmak istemedim. "Sen bilirsin ama kararım değişmeyecek." Ayla ablaya döndüm bu kez. "Ajanstaki hisselerimi de birine vermek istiyorum. Ajansta çalışmayacağım. Tek başıma idare edebilirim diyorsan direkt senin üzerine geçirelim Ayla abla, edemem diyorsan da bir Feridun abiye emeklilikten sıkılmış mı soracağım." Derdim para değildi. O ajansta annemin çok emeği vardı ve alelade birine gidemezdi. Şu anlık aklımda iki isim vardı ama ikisinin de kabul edeceğini pek sanmıyordum. Biraz araştırmam gerekecekti. Ayla abla kısa bir an ne diyeceğini bilemeyerek bir Gökçe'ye bir Beyazıt'a en son da tekrar bana döndü. "Bence bunu da birkaç hafta sonra tekrar konuşalım olur mu? O zamana kadar da tek başıma idare ederim ama şu an sağlıklı düşünmediğini düşünüyorum." Sıkıntılı bir nefes verdikten sonra sözlerimi yineledim. "Kararım değişmeyecek ama yine de siz bilirsiniz. Ha birkaç hafta önce, ha sonra..." * 28.06.2023 (Aşağı yukarı 3,5 ay sonra) "Neden buradayız?" Cevap vermedim. Giydiğim uzun, beyaz, yırtmaçlı elbiseden bacağımın dışarı çıkacağı şekilde bir bacağımı diğerinin önüne atmış, sırtımı arkamdaki banka vermiş ve istifimi bozmadan elimdeki sigaradan içmeye devam ediyordum.
"Seni böyle beyazlar içinde görünce, bir an nikah dairesine gideceğiz sanmıştım." En sonunda Emir'e göz ucuyla baktım. Gözleri ilgiyle üzerimde dolanıyordu. Elleri siyah takım elbisenin ceplerinde ve bedeni hafifçe bana dönüktü. Sonu gelmiş olan sigaramı büyük bir umarsızlıkla yaslandığım banka bastırarak söndürürken başımla galanın olacağı binayı işaret ettim Emir'e. "İzle..." Kenan Yılmaz'ın yeni filminin galasındaydık. Hayranları büyük bir kalabalık oluşturuyordu. Ta yolun karşısından buraya kadar gelen büyük bir gürültü kirliliği vardı ama hiç olmadığım kadar iyi hissediyordum kendimi. Gürültü kirliliğinden, Emir'den ziyade arkamdaki denizin dalgalarına odaklanmıştım. İçimdeki hırçın dalgaların aksine deniz çarşaf gibiydi. Bir çığlık tufanının kopmasıyla gelen arabayı gördüm. Yaklaşan siyah limuzinden kimin ineceğini biliyordum. Kenan Yılmaz arkasında kalan beni hiç fark etmeden hayranlarına selam vermeye girişirken ben büyük bir sakinlikle Kerem'e mesaj yazmış, telefonumu çantama kaldırmış ve en son bir sigara daha yakmıştım. Kenan hayranlarına selam vere vere ilerlemiş ve birkaç basamaktan oluşan merdiveni çıktıktan sonra da gazetecilerin fotoğraf çekebilmesi için duraksamıştı. O an gerek kendi telefonumun da titremesinden gerek Emir'in telefonundan gelen sesten gerekse karşıdaki iki ayrı alana bölünmüş, ortası ünlüler için boşaltılmış insanların telefonlarından bildirim gelmesiyle anlamıştım. Aynı anda bu kadar bildirim gelmesi herkesi bir an şaşkına uğratsa da çok geçmeden yanımdaki Emir dahil herkes telefonlarına uzanmıştı ki birçoğunun elinde zaten videoya çekebilmek için duruyordu telefonları. Kalabalıktan şaşkınlık sesleri yükselirken yanımdaki Emir'in telefonuna baktım göz ucuyla. Kız tamamen bulanıklaştırılmış olsa da Kenan'ın yüzü oldukça netti. Kıza tecavüz ettiği de fazlaca belliydi. Tabii ki videonun tamamını halka attırmamıştım ama Kenan'ın iğrenç bir sapık olduğunu artık tüm Türkiye biliyordu. En sondaki 'Bu kadın; senin karın, kızın, kardeşin de olabilirdi.' yazısı ise istediğim etkiyi yaratmış ve ilk halka kopmuştu. Korumaları geçip Kenan'a saldırmaya çalışan yalnızca tek bir adam, diğer herkese de aynı komutun gitmesine neden olmuş ve korumaların engel olamayacağı kadar büyük bir kalabalık Kenan'ı aralarına almışlardı. Bir sürü gazeteci vardı, bir sürü kamera vardı, Kenan'ın ölümüne, katline şahit olan onca şey vardı ama olması gerektiği gibi tek bir kişi bile ceza almayacaktı. Olaya onlarca kişi karışmıştı... Kenan onlarca kadının hayatını karartmış, onlarca insan da Kenan'ı döve döve öldürmüştü. Hatta leşini bile polis gelene kadar rahat bırakmamışlardı. Kalabalığın gürültüsünden bağırtılarını duyamasam da uzaktan net göremesem de eli, yüzü dağılmış cesedi bir ceset torbasına konup götürülene kadar gözümü bile kırpmamış, sigara ardına sigara yakmıştım. Bindirildiği ambulansla uzaklaşırken ancak sigaramı söndürmüş ve Emir'e dönmüştüm. "Hani dedin ya Emir... Annemin ve Ahmet abinin öldüğü gün..." Alayla gülümsedim ve o günkü sözlerini tekrarladım: "Artık beni yurtdışında tutacak bir babam yok!" Gözlerinde birçok şey vardı. Şaşkınlık, tedirginlik ama bir de hâlâ o iğrenç saplantı... Başımı sözlerimi tasdiklercesine aşağı yukarı sallarken yaslandığım Emir'in arabasından doğruldum ve tam gözlerinin içine bakacak şekilde karşısında durdum. "Ama unuttuğun bir şey var... Artık benim de üzülmesin diye susacağım bir annem yok!" Bu sözler canımı yakmıştı ama gözümün dolmasına dahi izin vermedim. Bir adım kadar daha kendisine yaklaştım ve kulağına doğru eğildim. "Kork benden, Emir! Yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır!" Bir şey demesine izin vermeden arkamı döndüm. Artık birkaç polis telsizi dışında doğru dürüst ses kalmamış sahilde, gece yarısına gelirken topuklu ayakkabılarımın çıkardığı tıkırtılar eşliğinde öylece ilerledim sahil boyu. * Birden üç buçuk ay atladık ama üç buçuk ayın izlerini okuyacağız. Gerektiğinde de geriye döneceğiz ama gördüğünüz gibi Dilem artık daha aktif. Üstelik çizgisinden de çıkmadan. Yeni Dilem'i okumak için oldukça heyecanlıyım. Bu bölüm bir miktar geçiş bölümüydü. Bu yas sürecini öylece geçemezdim takdir edersinizki. Ayrıca belirtmek isterim ki bu anneanne, teyze olayı Dilem ve Beyazıt'ın hikâyesinden çok, Orhan ve Yeliz'in hikâyesi için gerekliydi. Siz okumasanız da her yan karakterin kendine ait bir hikâyesi var kafamda. Umarım bölümü beğenmişsinizdir. Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. Ayın 7'sinde görüşmek üzere... |
0% |