Yeni Üyelik
34.
Bölüm

34. Bölüm

@__kao__

Benim için aşırı yorucu bir, 1 haftaydı. Üniversitede kulüplere katıldım ve aktif rol oynamak için de mailing sürecine. Firmalara sürekli mail atmak, mail bulmaya çalışmak falan düşündüğümden yorucuymuş. Üstüne bir de bölüm planladığımdan uzun oldu.

Eklemek istediğim birkaç sahne daha vardı aslında ama tam saat 23.18, 07.11.2024'te bitirebildim yazmayı. Hem çok yoruldum hem de yazsam da yetişmezdi. Düzenleyemedim bile ama zaten düzenlenecek çok bir şey yok. Siz okuyun. Olan ufak tefek yazım hatalarını görmezden gelmek kaydıyla tabii. Yarın sabah erkenden düzenleyeceğim.

10 gün sonra görüşmek üzere. Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. İyi okumalar...

*

28.06.2023 23.13

Sahil şeridinin sonunda beni bekleyen Beyazıt görüş açıma girdiğinde adımlarımı küçülttüm. Minnettar bir gülümsemeyle kendisine doğru ilerlerken Beyazıt da arabasına yaslanmış beni inceliyordu.

"Teşekkür ederim..." dediğim sırada yanına ulaşmış ve yanağına da zarif bir öpücük bırakmıştım. Herhangi bir tepki vermedi Beyazıt. Öylece yüzümü incelemeye, bir şeyleri anlamlandırmaya çalışmaya devam etti.

Dakikalar sonra ağzından çıkan ilk şey "Emir'le aranızda ne geçti?" oldu.

Bunu eninde sonunda sorgulayacağını biliyorduk, Dilem.

Evet, biliyorduk ama bu yutkunmamı engelleyemediği gibi biraz öncesinden duyduğum tatmini de götürmüştü. İçim soğumuş değildi. Kemal Yılmaz'ın ölümü annemi de Ahmet abiyi de geri getirmemişti elbette ama yine de artık elini kolunu sallayarak gezmediğini, nefes dahi almadığını bilmek rahatlatıcıydı. Bu kısa süreli rahatlama da bu soruyla birlikte uçup gitmişti.

"Bir şey geçmedi..." diye bir şeyler geveledim ağzımın içinde ama ben dahi inanmamışken Beyazıt'ın inanmasını beklemiyordum.

"Bak, bir anlaşma yaptık. Sen benden bir şey saklamayacağının, her aşamada beni bilgilendireceğinin, gerektiğinde de yardımımı alacağının sözünü verdin; Ben de bu Kemal Yılmaz işine senin izin verdiğin kadar dahil oldum, karışmadım. Orada tek olmak istiyorum dedin, burada bekledim seni ama tek değildin, Dilem."

Kendimi bir şeyler demeye zorladım ama diyebileceğim herhangi bir şey yoktu. Zaten uzaktan beni izlettiğini biliyordum. Emir'in de orada olduğunu öğreneceğini de biliyordum. Sadece öncesinde sorgulamamasını istemiş ve sonrasında da sorgulamayacağını ummuştum.

Benim konuşamayacağımı anlamış olacak ki kendisi devam etti. İfadesi hoşnutsuz, bedeni gergindi.

"Emir'in orada olmasının iki sebebi olabileceğini düşünüyorum. 1; Babasının ölümüne sebep olan adamın ölümünü göstermek ama sonra mantıksız buluyorum. Didem'i neden getirmedin? Yaşı küçük diye mi? Yaptığım acı karşılaştırmak değil ama belki de bunu aranızda en çok hak eden o. Hem annesinin hem babasının ölümüne sebep oldu."

Gözlerimi kaçırmak istediğimde çenemden tutup başımı kaldırarak buna engel oldu.

"2. ihtimal ise göz dağı vermek ama Emir'e göz dağı vermek isteyeceğin bir sebep olması gerekiyor bunun için. Öyle bir sebep var mı, Dilem?"

"Yok!" derken gözlerine kendimden emin bir şekilde bakmıştım. Dışardan belki göz dağı vermek olarak görülebilirdi yaptığım ama amacım bu değildi. Sadece artık kaçmayacağımı bilmesini istemiştim. Artık pasif kalmayacağımı...

Bu kendinden eminliğim mi daha fazla sorgulatmadı, yoksa sorgulasa da ağzımdan laf alamayacağını mı anladı bilmiyordum ama kabullendiğini belirtircesine başını aşağı yukarı salladı. Ardından da bana elini uzattı.

"Evimize gidelim..."

Burukça gülümserken uzattığı elini tuttum ve benim için kapımı açmasına izin verdim.

"Umarım Didem'in abartılı bir şey planlamasına izin vermemişsindir?" dedim yola çıktığımızda. Asıl amacım tabii ki konuyu unutturmaktı ama gerçekten abartılı bir şey olmamasını da diliyordum.

Beyazıt o çarpık gülüşünü bana sunduğunda gözlerimi yuvarladım. Kesinlikle abartı bir şeydi.

"Lütfen, bu görevi Didem'den al!"

Yarın doğum günümdü ve sözde Didem sürpriz hazırlıyordu ama bunu o kadar gizli kapaklı yapıyordu ki daha çok ilgimi çekiyordu. Normalde anladığımı söyler ve abartısız bir şey yapmasını isterdim ama annem ve Ahmet abi öldüğünden beri ilk kez bir işe kendini tam anlamıyla verdiği, biraz daha kendi gibi olduğu için ses çıkartamıyordum.

"Sanırım doğduğun günden beri ne kadar insan tanıdıysan hepsi yarın bizim evde olacak."

Sıkıntılı bir nefes verdiğimde elimi tutup vitesin üstüne koydu ve benimle birlikte değiştirdi vitesi.

"Boş ver, kafasını dağıtıyor böyle. Yapsın ne yapacaksa."

"Ecem ve Ateş zaten düğünü erteledi bizim yüzümüzden. Şurada 2 gün sonra kına, 4 gün sonra düğünleri var. Onları da çağırmıştır, insanların bir dünya işi vardır."

Takma dercesine bir "Cık!" bıraktı Beyazıt.

"Ateş gelemeyecek, Ecem de son güne gelinlik bakmayı bırakacak kadar sorumsuz değil merak etme!"

Sinirle ama hafifçe koluna vurdum. Bunu ara ara hatırlatmaktan büyük bir zevk duyuyordu.

"Üzerinden kaç ay geçti, unut artık! Ayrıca o zaman umursamıyordum! Seninle evlenmek küçük bir teferruattı sadece."

"Şimdi çok umursuyorsun zaten!" diyerek geri kalmadığında gözlerimi yuvarladım.

"Bu kadar şikâyetçiysen boşan!"

"Cık"ladı yine.

"Gülü seven dikenine de katlanıyor..."

"Dikenmiş!" diye çıkıştım.

Diken değil, dikenler dedi, Dilem... Dikkatine sunulur...

"Önemsemediğin şeyi umursamazsın. O zaman evlenmek umurumda değildi. Şimdiye bak sen!"

"İki imza alt tarafı, boşarım seni!" diyerek geçtiğimiz günlerde ettiğim bir lafı bana hatırlattığında gözlerimi yuvarladım.

"Her fırsatta boşan ya da boşarım seni demekten zevk alıyorsun! Hâlâ evliliğimizi iki imzadan ibaret görüyorsun."

"Öncelikle, havuza, kamuya açık bir havuz bile değil, evdeki havuzumuza bikiniyle girmeyeyim diye bin laf etmiştin. Ayrıca evlilik gerçekten iki imza. Evlenmek kadar boşanmak da kolay. Seni kalbimden atarım dediğimi hiç hatırlamıyorum. Evli olmak ve olmamak benim için çok önem arz etmiyor. En ufak şeyden tepem atar harbiden boşayabilirim seni ama geri de evlenirim. Kalbimden atılmana sebep bir şey yapmamaya bak."

"Korumalar vardı çünkü!" diyerek son sözlerimden ziyade başa taktığında sinirle elimi elinin altından -vitesten- çektim ve kollarımı birbirine doladım.

Bazen -şu anda da olduğu gibi- sinirlerimi bozsa da bu kadar kısa sürede kalbimde çok fazla yer kaplamıştı. Özellikle annem öldükten sonra bana o kadar anlayışlı yaklaşmıştı ki... Bir bebek gibi ilgilenmişti resmen. Benim kolumu kaldıracak halim yokken hiç üşenmeden saçlarımı taramış, kurutmuş, örmüştü mesela. Didem'e yetişecek durumda olmadığımı anladığında ona da abilik yapmıştı.

Kalabalıktan bunaldığımda halasıgili evlerine yollamıştı mesela. Daha yeni 2 hafta önce gelmişlerdi tekrar düğün işleri için.

"Cumartesi günü, Mardin'e gitmeden önce bir organizasyon olacak." dediği sırada evin bahçesine giriyorduk.

Surat asmayı bırakarak ilgiyle Beyazıt'a döndüm.

"Dediğin mantıklı ama daha detaylı bir plan yapmalıyız. Öylece her şeye dahil olamazsın mesela, kendini ortaya atamazsın. Yarın doğum günü partinden önce Ozan'la da beraber üçümüz oturup detaylıca konuşalım."

Genişçe gülümserken arabayı durdurmuş olmasının da rahatlığıyla dudaklarına minik bir öpücük bıraktım.

"Teşekkürler..."

Annem öldüğünden beri kendi adıma haber yapmamıştım. Bugünün planı bana ait olsa da altında Kerem ve Beyazıt'ın imzası vardı. Beyazıt'a bunu ve planımı söylediğimde pek kabul edeceğini düşünmüyordum ama şu an...

Benim gazeteci olmamdan rahatsız olanlar vardı. Bu yüzden beni riske atmamak için Beyazıt her yere götüremiyordu ama bu Beyazıt'ın işlerine de yansıyordu. Ona olan güven benimle evli diye zayıflamıştı ve planım bu güveni Beyazıt'a geri kazandırmak ve beni de Beyazıt'ın işlerinde daha aktif kılmaktı.

Kızının aklı beş karış havada, yalnızca giyim kuşam takıntılı, salak biri olmasına katlanamayan Yeliz Akçay hem bir varis yaratmak hem de imajını düzeltmek için kızı adına haber yapar. Kısaca Dilem Akçay, şimdiki adıyla Dilem Arat ismi koca bir yalandır.

Kurduğum hikâye buydu. Yani aptal rolü oynayacaktım, o haberleri de annem yapmış olacaktı. Buna inanmayacak yalnızca iki kişi vardı. Benimle birebir tanışan ve şahit olan iki kişi. Biri Semih Ferzan'dı ama o da o ev baskını olayı sonrası Beyazıt'tan nasibini almıştı Tekin'den duyduğum kadarıyla. Diğeri Cevdet Sereyli'ydi ama o da Dokuz Buçuk'un korkusuna iğne deliğinde saklanıyordu hâlâ.

Uzun süredir kendisinden kimse haber alamıyordu, Dokuz Buçuk'un bulup işini bitirdiğini söyleyen bile vardı ama ben öyle olmadığını biliyordum. Öyle olsa o videoyu dediği gibi yayımlardı. Bana ulaşmaya da çalışmamıştı henüz. Belki de ulaşacak bir yol bulamamıştı. Zira Beyazıt, annemin ölümünden sonra güvenliği ciddi derecede arttırmıştı. Birkaç saatliğine ikna edebilsem de normalde asla yalnız kalmama izin vermiyordu.

Ya kendisi ya da kızlardan biri muhakkak yanımda oluyordu. Arabaya binmeden önce kontrolleri yapılıyordu ve daha bir sürü abartılı güvenlik önlemi...

"Teşekkür etmek için henüz erken. Kabul etmiş değilim. Bir açık kalırsa, senden biri şüphelenirse-"

Bu noktada sözünü kestim.

"Kimse şüphelenmeyecek. Daha önce defalarca kez yaptım bunu. Aptal, yalnızca bedenden ibaret bir kadın rolü... Zaten erkekler kadınlara bu rolü biçmeye çok meraklı. Sorgulamıyorlar bile."

Sıkıntılı bir nefes verdi Beyazıt.

"Yine de yarın son kararı vereceğiz. Oldu gözüyle bakıp hayal kırıklığına uğramanı istemiyorum."

Dudaklarımı içe doğru bükerken başımı da aşağı yukarı salladım. Bu sırada da Beyazıt saatine bakmıştı.

"Gel, hadi..." dedi ardından da önden kendi inerken. Ben de Beyazıt'ın peşine indim hemen arabadan. Orta yolda buluştuğumuzda elimi kavradı. Eve gireceğimizi düşünmüştüm ama bizi garaj tarafına ilerletti.

"Nereye?" derken bir yandan da topuklularla kendisine ayak uydurmaya çalışıyordum.

Tek kelime etmedi. Zaten çok geçmeden de garaja ulaşmıştık. Garajda zaten birçok araba vardı ama biri fazlasıyla öne çıkıyordu. Siyah arabaların içindeki tek beyaz arabaya doğru bizi ilerlettiğinde derin bir nefes verdim. Dibine ulaştığımızda beni doğrudan kendine çevirdi ve ellerini de belime doladı.

"İyi ki doğdun, sevgilim..." derken eğilmiş ve dudaklarıma da uzun bir öpücük bırakmıştı. Saat olarak gece yarısını geçmiş olmalıydık.

Benden uzaklaştığında arabayı şöyle bir inceledim. Son modellerden biri olduğu fazlaca belli olan lüks araç oldukça pahalıyım diye de bağırıyordu. Kalan mirasla zaten fazla fazla araba alacak param vardı ama birkaç gün deyip annemin arabasını vermemiştim. Vaktinde versem ve kendime vaktinde araba alsam annem yaşıyor olacaktı. Bu düşünce beni bir araba almaktan uzaklaştırmıştı. İlk arabam annemin hediyesiydi, Ferzan'ın adamlarının önümü kestiği, aralarından iki tanesini öldürüp Beyazıt'la evlenmek durumunda kaldığım o gün Beyazıt almış ve muhtemelen parçalarına ayırttırmıştı iz bırakmamak için. Aslında annemin ölümüne o gün itibariyle adım adım zemin hazırlatmıştım.

Bu düşünce beynimi işgal ettiği için şu zamana kadar kendime bir araba almamıştım.

"Teşekkür ederim ama bunu kabul edemem. Çok pahalı bir hediye..." dedim kararsızlıkla arabaya bakarak.

Beyazıt'ın kaşları çatılırken arabadaki bakışlarımı kendine çevirmek için çenemden tutup başımı kaldırdı. İfadesi ciddiydi ve herhangi bir itiraz cümlesi duymak istemediğini bana fazlaca belirtiyordu.

"Pahalı hediyeler yabancılardan kabul edilmez. Ben senin kocanım!"

Orası öyleydi öyle olmasına ama kartını kullanmaya bile yeni yeni alışıyordum.

"Tereddüt edecek hiçbir şey yok. İster kullan, ister garajda kalsın ama bu araba senin. Beğenmediysen başka bir modelle değiştirebiliriz orası ayrı."

Başımı hemen iki yana salladım.

"Hayır, çok beğendim. Çok güzel ama sadece... Pahalı!"

Beyazıt da itiraz edercesine başını salladı iki yana.

"İtiraz içeren herhangi bir cümle daha duymak istemiyorum."

Cümlesi biter bitmez tekrar dudaklarıma yapışmış ve sertçe de arabaya yaslamıştı. Uzun uzun, hararetle öperken elimden geldiğince karşılık vermeye çalışıyordum. Bir elimle arabadan destek alırken diğer elimle ensesindeki kısa saçları çekiştiriyordum.

Bir eli yırtmaçtan açıkta kalan bacağımı yer yer okşar, yer yer sıkarken diğeri belimden bana destek oluyordu. Ne zamanki nefeslenmek için dudaklarımız biraz olsun ayrıldı o zaman alınlarımızı birleştirdi ve bir kez daha "İyi ki doğdun sevgilim..." dedi fısıldarcasına.

Ardından da daha sert bir şekilde yapıştı dudaklarıma. Orada öylece karıştı bedenlerimiz birbirine.

29.06.2023

"Bunca zaman sonra neden şimdi diyebilirsin ama annem ve ablamın yaptığı saygısızlıktan sonra biraz olsun sana zaman vermek istedim. Ayrıca yurtdışında çalıştığım için buraya o kadar sık gelip gidemiyorum. En son annenin vefat haberini aldığımda geldim. Tabii olan olmuştu..."

Zeren Hanım annemin 3 numaralı biyolojik ablası oluyordu. Beni aramış ve konuşmak istediğini söylemişti. Detayları merak ettiğim için de buradaydım.

"İtalya'da konsoloslukta çalışıyorum ben." diyerek de yurtdışı mevzusuna açıklık getirdi.

"Benim öğrenmek, duymak istediklerim bunlar değil." diyerek sadede gelmesini istedim alenen. İşin sadece annemin evlatlık olması kısmıyla ilgileniyordum. Üç teyze, bir anneanne ve belki kuzenlere ihtiyacım yoktu. Bunca zaman yoklardı, bundan sonra olmasalar da hiçbir şey kaybetmezdim.

Zeren Hanım mahcupça gülümsedi.

"Tabii... Asıl hikâyeyi öğrenmek istiyorsun..."

Anlatmaya başlamadan evvel kahvesinden bir yudum aldı.

"Yeliz bize senin yaşlarındayken ulaştı. Lisedeyken kan gurubuna baktırmış. Babasının 0 negatif, kendisininki AB pozitif mi, tam tersi mi neymiş. Biyolojik olarak bu imkansızmış sanırım. Pek sayısalcı olduğum söylenemez. Anlamam böyle şeylerden. Neyse işte... Annesiyle kendisini fiziksel olarak çok benzettikleri için başta evlatlık olduğunu değil de annesinin babasını aldattığını düşünmüş. En son bir olay oluyor ve patlıyor Yeliz, annesiyle kavga ediyor ve bu sırada annesinin babasını aldattığını değil, kendisinin evlatlık olduğunu öğreniyor. Bunun üzerine biyolojik ailesini merak ediyor ve araştırmaya başlıyor. Sonra bir şekilde buluyor izimizi. Nasıl buldu bizi inan bilmiyorum."

Boğazını temizlemek için duraksadı ve bir yudum daha kahve içti.

"Biz de Yeliz bizi bulduktan sonra evlatlık verme olayını öğrendik zaten. Bizim komşumuz, anneannenin yanında çalışıyormuş bir zaman. Annemin 3 kızı var. Tekrar hamile kalıyor ve bunun da kız olduğunu öğrenince aldırmak istiyor. Şans bu ya bunu komşumuzla konuşuyor. İşte aldırma süresini geçtiği için, merdiven altı bir yer falan soruyor. Sonra komşumuz da kızına bu durumu anlatırken anneannen duyuyor. Onların da çocuğu olmuyormuş. Bu sayede anneannen anneme ulaşıyor. Yeliz'i doğurmasını, evlatlık alacağını, hatta üzerine para vereceğini söylüyor. Tabii para lafını duyunca annem anında kabul ediyor ve böylece annenin yeni, iyi bir ailesi oluyor. Ve belki de Yeliz'in en büyük şansı bu oluyor."

Annemin öyle bir kadına nasıl acıyıp para verdiğini anlayamıyordum. Ayrıca annem ve anneannem o kadar çok birbirlerine benziyorlardı ki ben de kırk yıl düşünsem annemin, anneannemin öz çocuğu olmadığına ihtimal vermezdim.

Birden elimi avuçları arasına aldığında irkilerek Zeren Hanım'a döndüm.

"Sözde ben annenden büyüğüm ama annen bana ablalık yaptı. Benim de oğlumun da üzerinde hakkı büyük. Bir şeye ihtiyacın olursa bir telefon uzağında olduğumu bil."

Elimi avuçları arasından çekerken mecburi bir gülümseme takındım.

"Lütfen bunu şahsi algılamayın Zeren Hanım ama sizin hayatımıza girmeniz, ablalarınızın ve annenizin de girmesi demek. Bu zamana kadar yoktunuz, bundan sonra olmasanız da bir şey değişmez."

Zeren Hanım anlayışla gülümserken başını da aşağı yukarı salladı.

"Bunu teyze yeğen olalım diye demiyorum. Tabii ki bunu istersen sevinirim. Mesela annen senin de dil öğrenmeye yatkın olduğunu, bu konuda bana çektiğini söylemişti. Bence seninle düşündüğümüzden daha çok ortak noktamız bile çıkabilir ama gerçekten bu yüzden demiyorum. Konuşmaya hâl hatır sorarak, selam vererek bile başlamana gerek yok. Gerekirse sadece ihtiyacını, senin için ne yapabileceğimi söyle ve suratıma kapat telefonu. Annenin hatırı bende o kadar büyük ki... Senin için de kardeşin için de gerekirse canımı veririm."

Bu abartılı söylem karşısında ne diyeceğimi şaşarken işin garibi kadın oldukça da samimi duruyordu.

"Dediğim gibi işim gereği pek buralarda olmuyorum ama oğlum Poyraz burada. Komiser kendisi. Sanırım annen ölmeden önce karşılaşmışsınız da. Karakola gitmişsin. Biraz alkollüymüşsün. O da ben de size elimizden geldiğince yardım etmek isteriz. Aklının bir köşesinde yer edinelim benim için yeterli."

Karakol mu? Annem ölmeden önce Beyazıt için gitmiştim en son. O kaba adamdan mı bahsediyordu?

Üzerinde çok durmadım yine de. Kuzen falan da istemiyordum.

"Didem bizi bilmiyor, değil mi?" dedi benim herhangi bir şey söylemeyeceğime ikna olmuş olacak ki.

"Hayır bilmiyor ve böyle kalmasını da tercih ederim." Ardından ayaklandım ve Zeren Hanım'a elimi uzattım. Didem şu an büyük bir duygusal boşluktaydı ve bunu o insanlarla doldurmaya çalışmasını istemiyordum.

"Daha farklı bir şekilde tanışmak isterdim ama yine de memnun oldum."

Zeren Hanım buruk gülümsemesiyle elimi sıkarken başını da aşağı yukarı salladı ağır ağır.

"Ben de, Dilem'cim. Dediğim gibi neye ihtiyacınız olursa..."

Elimi yavaşça elinden ayırdım ve çantamı omuzuma geçirdim.

"Ailenizi, ben ve kardeşimden uzak tutmanız yeterli. Birkaç sefer daha gelmeyi denemişler ama korumalar çevirmiş. Tekrarı olursa onlara karşı çirkinleşeceğimi de iletin lütfen."

Zeren yalnızca minik bir baş hareketiyle beni onaylarken benim ayaklanmamla arka masada oturan Sara da ayaklanmıştı. Onun eşliğinde kafeden çıkmış ve arabaya binmiştim.

*

"Konuşma nasıl geçti?"

Karnıma kollarını sarmasıyla sırtımı tamamen göğsüne verdim ve başımı da omzuna yasladım. Ardından da derin bir iç çektim.

"Diğerleri gibi değildi, Zeren. Annemin neden sadece onunla konuştuğunu anlayabiliyorum."

Saçlarımın arasına bir öpücük bırakırken kollarını da sıkılaştırdı. Bunun üzerine gözüm göbeğime kaydı. Annem öldüğünden beri sporu biraz aksatmıştım, üzerine bir de alkolü kaçırınca minik bir bira göbeğim çıkmıştı. Beni rahatsız eden bir bira göbeği. İki gündür ağzıma alkol sürmüyordum ama sanırım bugün biraz içecektim. Zira Didem'in planının ayık kafayla katlanılabilecek bir şey olduğunu pek zannetmiyordum.

"İyi anlaştınız yani?" dedi sorarcasına.

"Hayır, sadece insan gibi medenice oturulup konuşulabilecek biri. Hayatıma, hayatımıza giremez yine de. Oğlu varmış bir de. Başka kuzenim var mı merak ediyorum ama asla öğrenmek de istemiyorum bir yandan da."

Aynadan gözlerimiz birleşirken Beyazıt'ın tüm aileyi araştırdığını ve bu soruların cevabını bildiğini biliyordum.

"Bir sayıyı öğrenmen hiçbir şeyi değiştirmez." dediği sırada gözü göğüs dekolteme kaymıştı. Üzerimde bir miktar göğüs dekoltesi verdiğim, yalnızca iki yakası bir iple bağlı beyaz bir bluz ve kot bir şort vardı. Odadan çıkmadan bunun tartışmasını yaşayacağımıza emindim ama yapabileceğim bir şey de yoktu. Hava çok sıcaktı.

"Kaç kişiler?" dedim merakıma yenik düşerek.

"Zeren Hanım'ın oğluyla birlikte 9, en büyük teyzenin 5, ortancanın 3 çocuğu var. 2'si erkek, 7'si kız."

Gözlerim şaşkınlıkla büyürken kolları arasından sıyrılarak doğrudan Beyazıt'a döndüm.

"Yuh!"

Ben kuzen olarak bir tek Buse'mle mutluydum. 3 neyseydi de 5 çocuk nedir ya. O yokluk içinde 5 çocuk nasıl büyütmüş olabilirdi?

Başımı hızlıca iki yana salladım.

"Daha fazla bir şey öğrenmek istemiyorum haklarında! Tekin gelmiştir."

Ellerimi de iki yana istemediğimi belirtircesine kaldırmış kapıya doğru ilerlemiştim ancak Beyazıt'ın elimden tutup döndürmesiyle durmak zorunda kaldım.

Dudaklarını büzüp yüzüme üflediğinde istemsizce gözlerimi kırpıştırmıştım. İç çekti gözlerimi tamamen açtığımda.

"Hırkanın içine bir şey giymeyi unuttun karıcım..."

Gülümseyerek ve öyle etkileyici bir ses tonuyla söylemişti ki iç çekip kollarımı boynuna dolarken buldum kendimi.

"Öncelikle bu bir hırka değil, bluz. İkinci olarak da unutmadım. Bu böyle."

Bunun üzerine saatine gelişigüzel bir bakış attı.

"Yaklaşık yarım saat sonra aşağısı insan kaynayacak, aralarında Y kromozumu taşıyanlar da olacak. Kısaca hayır!" dedi son cümlesinde gülümsemeyi bırakıp ciddileşerek.

Bunun üzerine benim de kaşlarım çatılırken omzundan hafifçe ittirerek uzaklaştım Beyazıt'tan.

"Üf! Her gün bunu yaşamaktan çok sıkıldım. Ne yapayım şu sıcakta? Boğazlı kazak mı giyeyim ne istiyorsun?"

"Normal bir tişört giysen hiç de fena olmaz aslında. Şort görünümlü külotundan bahsetmiyorum bile! Ayrıca ipi de çok kalitesiz duruyor!"

Elini ipe atacakken hem bir adım gerileyerek hem de elimi siper ederek engel oldum.

"O bir kere olur!"

İşaret parmağımı kendisine doğrulttuğumda elimi tutup önce parmağıma ardından da avuç içime bir öpücük bıraktı. Elimden tutup beni de kendine çekmiş ve belimi sarmıştı yine.

"Bunu her gün yaşamaktan inan ben de sıkıldım ama olmaz. Çok açık, kabul edemeyeceğim, görmezden gelemeyeceğim kadar açık. Bugün kavga etmek istemiyorum, en azından üzerindekini değiştirir misin?"

Sıkıntılı bir nefes verdim. Umarım yazı boşanmadan bir an önce atlatırdık.

Değiştirmeyeceğim diye diretsem bu odadan ikimizin de çıkamayacağını biliyordum. Beni bu şekilde çıkarmama konusunda aşırı kararlı görünüyordu.

Giyinme odasına girip üzerimdekileri kot bir elbiseyle değiştirdim. Göğüs kısmı düğmeliydi ve yakası boynumda birleşiyordu. Güzel duruyordu. Altına da beyaz dolgu topuklu ayakkabılarımı giydim. Artık buna da laf etmesindi. Saçlarımı da giyinme odasından banyoya girerek hızlıca dağınık bir topuz yaptım.

Banyodan çıktığımda kıyafet teftiş müdürü tabii ki uygunluğunu değerlendirmek için beni bekliyordu

Banyodan çıktığımda kıyafet teftiş müdürü tabii ki uygunluğunu değerlendirmek için beni bekliyordu.

İçeri adımımı attığım an bilgisayarını iki berjer arasındaki orta sehpaya bırakmış ve beni baştan aşağı bir süzmüştü.

En azından bir öncekine göre geçer not almış olacak ki gelip alnımı öptü.

"Teşekkür ederim..."

Hiçbir şey demedim. Amacım trip atmak falan değildi ama bu durumdan da hoşnut değildim.

Pire için yorgan yakmayalım, Dilem.

Daha önce hiç bu kadar büyük pire görmemiştim, Narenciye.

"Te- Ozan gelmiştir." dediğinde ister istemez gülmüştüm. Az kalsın Tekin diyecekti.

Elimi tuttuğunda geri çekmedim ve kendisine ayak uydurdum. Beraber orta kattaki salona girdiğimizde Tekin çoktan gelmiş istekayı tebeşirliyordu. Sanırım bilardo oynamayı planlıyordu.

Başını hafifçe kaldırıp bizi fark ettiğinde bir an duraksamadan bir diğer istekayı Beyazıt'a attı. Beyazıt havada yakalar yakalamaz ilk işi ucunu kontrol etmek olmuştu.

Kendi istekasıyla işi bittiğinde de doğrudan bana dönmüştü.

"Doğum günün kutlu olsun bu arada yenge."

Tebessüm ederken geçip bilardo masasını tam ortadan görebileceğim bir şekilde duran ikili koltuğun kolçağına oturdum.

"Teşekkürler..."

Beyazıt ardımızdan kapıyı kapatmış ve doğrudan yanıma gelmişti. Elini uzattı bana.

"Gel, beraber oynayalım."

Başımı hafifçe geriye atarken "Cık!" dedim.

"Oynayın siz. İyi böyle."

"Emin misin?"

Başımı salladım aşağı yukarı.

"İstersem daha sonra katılırım."

Bunun üzerine Beyazıt daha fazla uzatmamış ve üçgeni dikkatli bir şekilde kaldıran Tekin'in tam karşısına geçmişti.

Üçgeni kenara koyarken "Başla." dedi Tekin. İlk kez bu kadar ciddi görüyordum kendisini. Sanırım oyunu biraz ciddiye alıyordu. Beyazıt beyaz topu alıp hizalarken gözüm köşedeki bara kaydı. İçmek istiyordum ama saat daha erkendi. Birazdan aşağıda da içecektim. Kısaca içmemeliydim. Yoksa alkolik olmaya doğru emin adımlarla ilerleyecektim.

Beyazıt vurduğunda iki çizgili ve bir düz deliklerden içeri girmişti. Bir diğer vuruşunda ise art arda duran iki çizgiliyi daha sokmuştu ama bir sonrakini kaçırınca sıra Tekin'e geçmişti.

Tekin eğilip hizalarken "Kararlı mısınız bunu yapmakta?" diye sordu ve böylece de asıl konuyu açtı.

"Açık vermek çok kolay. Ağzından tek bir şey kaçırsan anlaşılabilecek bir şey."

Beyazıt istekaya yaslıyken kararsız bakışları da benim üzerimdeydi.

"İlk defa yapmayacağım bunu!" dedim sitemle. Beyazıt da buna takmıştı.

"Kısa vadeli bir şeyden bahsetmiyoruz ama yenge. Uzun süreli bir oyun bu. Evet, birkaç düzenlemeyle hikâyeyi uydurabiliriz, işimize de yarar ama patlarsak her şeyin içine girmişken seni sağ bırakmak istemezler. Bir iki kişi de değil, baş edemeyeceğimiz kadar çok kişi bunu ister. Kimse sana bir daha güvenmez. Tabii bize de."

Bu sırada topa da vurmuş ve aynı anda iki düz topu içeri sokmuştu. Bir yandan konuşurken böyle odaklanabilmesi garibime gitmişti.

"Patlamayız o zaman, Sereyli ve Ferzan dışında kimseyle birebir bir iletişime girmedim. İnsanlar beni yalnızca uzaktan gördü."

Tekin tam topa vuracakken hoşnutsuz bir ifadeyle doğruldu ve bana alenen yüzünü buruşturdu.

"İnsanların soy ismini kullanmayı bırakır mısın? Senin yüzünden kendimi Dostoyevski romanının içinde hissediyorum! Bir an kim olduklarını düşünmek zorunda kaldım!"

Gözlerimi yuvarlarken bıkkın da bir bakış attım.

"Bu kadar düşünecek bir şey yok. Sanki 7/24 bu insanların arasında olacakmışım gibi davranıyorsunuz."

Sessizliğini koruyan ve yalnızca düşünceli gözlerle bizi izleyen Beyazıt'a döndüm.

"Yapabilirim, ayrıca sadece başlarda insanların gözü üzerimde olacak. İnandıklarında çok da önemli ve göz önünde olmayacağım."

"Öyle bir şey yok işte. Her zaman göz önünde olacaksın. Marangozun karısısın sen!" derken eğilmiş ve tekrar topa vurmaya hazırlanmaya koyulmuştu. "Zaten başkasının karısı olsan çoktan öldürülmüştün."

Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. Beyazıt'a Marangoz mu diyorlardı? Bu yeni bir bilgiydi ama neden dediklerini tahmin etmekle beraber bunu böyle bir yerde kullanmalarına da şaşırmıştım.

Sonradan aklıma ilk günler gelmişti. Tekin'e bir keresinde "Daha fazla karın kası istemiyorsan..." gibisinden bir cümle kurmuştu. Kuzeni olacak, Servet Bozok'un oğluna da gözlerini oymakla ilgili bir şeyler demişti sanki. Öylesine tehditler olarak düşünmüştüm ama...

Aklıma birkaç korkunç işkence görüntüsü dolarken bunları Beyazıt'ın yaptığını düşünmek tüylerimi diken diken yapmıştı.

İlk defa o an tereddüt ettim bu işlere girip girmeme konusunda ama pasif kalmak, işimi bir hiç için bırakmış olmak da istemiyordum.

"Bir yedek plan hazırlayacağız." diyerek konu açıldığından beri ilk kez söze girdi Beyazıt.

"Ne olur ne olmaz diye güvenli bir yer ayarlayacağız. Gerekirse yurt dışında, belki herhangi bir ülkeye bile bağlı olmayan bir adada. Eğer olur da patlarsak sorun çıkarmadan oraya gideceksin. Kabul etmiyorsan hiç başlamayacağız."

Gözleri benden bir onay istercesine üzerimde sabitlenirken başımı salladım aşağı yukarı sersemlikle. Kendime güveniyordum. Plan patlamayacaktı. Yine de herkesten uzakta bir başına yaşama fikri korkunçtu.

"En geç bir ay içinde güvenli yer hazır olmuş olsun. Tabii arkada iz bırakmayacak şekilde de bir ulaşım yolu. Dedikoduyu da yaysınlar. Önden kulaklarına gitsin."

Birden bana döndü tekrar. "Yarınki toplantıya da gelmeyeceksin. Önce insanların inanıp inanmadığını, olur gözüyle bakıp bakmadığını ben kendim teyit edeceğim. Ona göre bir sonrakine gelirsin."

Başımla onaylamak dışında herhangi bir şey yapamadım.

"Sende." dedi Tekin bu sırada. Topu sokamamış olmalıydı.

"Bu sürede de açıkları kapatacağız. Açık kalmış mı, aksini iddia edebilecek bir belge ya da biri var mı iyice araştıralım."

Tekin, Beyazıt'ı başıyla onayladı.

"İmzalı belgelere bakmamıza gerek yok. Zaten kızı yerine annesi pek tabii imzalamış olabilir. Daha çok video gibi görsel şeyler var mı bakınırım ama olacağını da pek sanmıyorum."

"Sanmıyorumla olacak iş değil." dedi Beyazıt da topa vururken. Delikten içeri giren bir başka çizgili topla da başını kaldırmış ve Tekin'e bakmıştı.

"Sosyal medya hesaplarını da bir düzenlemeliyiz." derken de bana dönmüştü.

Başımı iki yana salladım.

"Ben pek sosyal medya kullanmıyorum. Olan da Didem'in elinde. Daha çok benim yerime kendi özel günlerini kutlamak için falan kullanıyor. İstediğimizden farklı bir imaj yok orada."

Maalesef böyle bir gerçek de vardı. Birilerini araştırmak için oluşturduğum sahte bir hesabım vardı ama benim adıma olan hesabı Didem açmıştı.

"Hiç İnstagram'ını stalklamak gibi bir düşüncem olmamıştı ama bu bilgiden sonra kesinlikle bakacağım."

Tekin eğlendiğini belirtircesine de gülerken gözlerimi yuvarladım. Önceden saçma sapan bir şeyler paylaşıyor mu diye yokluyordum ama uzun süredir kontrol etmemiştim. Umuyordum ki saçma sapan bir şeyler atmamış olsun.

Daha sonrasında oyunlarının bitmesini beklemek zorunda kaldım. Son kalan siyah topu Tekin içeri soktuğunda zaferle eğildiği masadan doğruldu.

"Akşam yemeği umarım güzel geçer kardeşim!" dedi büyük bir zevkle de. Yüzünde kocaman bir sırıtma vardı. Sanırım iddiaya girmişlerdi.

"Senin ilgi alanın! Hâlâ çok saçma!" dedi Beyazıt da hoşnutsuzca. İstekayı yerine bırakırken başını da onaylamazcasına iki yana sallamıştım.

"Bana ne abicim, kaybetmeseydin! Paşa paşa gideceksin!"

"Sanki kaybetsen gidecektin, bir yerlerini kırar yine gitmezdin!"

Tekin bir çocuk gibi omuzlarını indirip kaldırdı. Bu sırada o ciddiyetinin sebebini anlamak da beni güldürmüştü.

"Sen en azından karınla gidebilirsin, ben tek başıma suratsız herifle. Babamdan bu kadar azar yemedim, o heriften yediğim kadar, anlaşın imzaya gelirim."

"Zahmet olmasın(!)" dedi Beyazıt da alayla, bir yandan da bana doğru geliyordu.

"Ayağına getirirdim."

"Kendi geleneklerimizin de olacağı ikiz otel açma fikri sana aitti. Uğraş suratsız herifle, bana ne?"

Beyazıt kolunu belime dolarken Tekin'e ters bir bakış attı.

"Diğer ülkelerin kültürleri varken Türkiye'de Türk kültürünü mü göstermeyecektik? Bu bir fikir değil, olması gereken!"

Tekin'e takındığı sert ifadesinin aksine bana yumuşak bir gülümseme sundu.

"Hadi inelim artık, her şey hazırdır sanırım."

"Sürpriz gibi sürpriz!" dedi Tekin arkamızdan gelirken.

İstemsizce gülerken Beyazıt'a döndüm.

"Bu otel mevzusu ne?" diye sordum.

"Görmüştün ya hani. Farklı kültürlere ait alanların olacağı bir otel... Oteli ikiz binalar olarak böleceğiz. Birinde diğer kültürler olurken, diğerinde farklı farklı Türk kültürlerinin olmasına karar verdik. Azerbaycan, Gagavuz, Kazakistan, Özbekistan, kısaca tüm Dünya'daki Türklerin."

"Kulağa hoş geliyor..." derken etkilendiğimi belirtircesine dudaklarımı da içeri doğru bükmüştüm.

Neredeydi hatırlamıyordum ama yazlık bir yerdeydi. Şu an yazlık beldelerimizi Arap ve Rusların işgal ettiğini düşünürsek çok iyi bir fikirdi. Bazı topraklarımızda kendimizi turist gibi hissediyor olmamız çok korkunçtu. Hele ki böyle olmaması için yıllar önce onca şehit vermişken, kan dökülmüşken...

Son basamağı inerken ışıkların kapalı olması rezaleti bambaşka bir boyuttu. Bu evde akşamları herkes yatana kadar ışıkların kapatıldığına bir kez olsun şahit olmamıştım.

Sonrası ışıkların birden açılması, başımdan aşağı konfetilerin patlatılması, pasta üflettirmeleri ve tek tek herkesin gelip doğum günümü kutlamasıydı. Adını zar zor hatırladığım insanları Didem nereden bulup da getirmişti acaba? İstediğinde bulamayacağı kimse yoktu sanırım. Karakolda çalışmaya başlasa faili meçhul diye bir kavram kalmazdı.

"Beni doğum günümden de kaçırır mısın?" dedim kendimi zar zor Baha'yla konuşan Beyazıt'ın yanına atarken.

"Hâlâ düğünden erken ayrılmamızın lafını yiyoruz. Emin misin?" derken Beyazıt da gülümsüyordu.

"Ya birçoğunun adını zar zor hatırlıyorum. Bu kız bunları nereden buldu da getirdi?"

Ev o kadar kalabalıktı ki... Herkes salona sığmadığı için bir grup da bahçedeydi. Hatta Sanem Hanım, kafasının kaldırmadığını söyleyerek benden müsaade istemiş ve yukarı çıkmıştı. Tabii peşinden Efe ve Ela da.

Beyazıt gülerken kolumun sertçe sarsılmasıyla arkamı dönmek zorunda kaldım.

"Oha, kızım. Lisedekiler bile burada. Hiç özlememişim!"

Gökçe'ye acıklı bir bakış attım. Neyse ki henüz onlarla karşılaşma fırsatım olmamıştı. Olmamasını da diliyordum. Özellikle erkekleriyle. Zira kan çıkabilirdi. Beyazıt'ın dediği gibi neredeyse doğduğum günden beri tanıdığım herkes buradaydı.

"Ne taraftalar?" dedim Beyazıt'ın duymaması için Gökçe'yle bir miktar uzaklaşarak.

"Bahçede." dediğinde derin bir nefes verdim.

"Hadi onları ikna edip bir kulübe falan gönder."

"Niye-" diyecekken duraksadı ve o da biraz arkamızda kalan Beyazıt'a baktı. Anladığını gözlerinde görebiliyordum.

"Kızım hangi birini ikna edeyim? Çıkıntılık yapan illaki olacaktır."

"İçkilerin senden olduğunu söyle, ben ödeyeceğim. Lütfen gönder bir şekilde. Biriyle denk gelirsek ve Beyazıt görürse olay çıkar. After party gibi bir şey olduğunu, sonra geleceğimi falan da söyleyebilirsin, avukat olan sensin! Ben mi yalan bulayım sana?"

Gökçe bana onaylamaz bir bakış attı.

"Kızım niye davet edildi bu insanlar o zaman?"

Bu konuda maalesef ki Didem'e de kızamıyordum çünkü bilmiyordu. Lisede defterim biraz kabarık olduğu için hepsini bilmesi de imkansızdı.

"Bunu sonra konuşuruz, yeter ki yolla şunları."

Gökçe son onaylamaz bir bakışın ardından bahçeye doğru ilerlerken şöyle bir etrafta göz gezdirdim ve risk olabilecek biri var mı diye bakındım. Görünürde yoktu.

"Güzelim!"

Olduğum yerde sıçrarken Kerem'i görmemle rahatladım. Bu gidişle doğduğum gün, ölüm günüm olacaktı.

"Kime bakınıyorsun?" dedi Kerem bu tavrımı garipsemiş olacak ki o da etrafa bakınmaya başladı.

"Kerem, lütfen Didem'in Çınar'ı çağırmak gibi bir fütursuzluk yapmadığını söyle!" dedim asıl büyük korkumu dile getirerek. Beyazıt, Çınar'ın resmini görmüştü. Sıyırma şansım sıfır falan olurdu o da buradaysa.

"Yok, yani görmedim!" dedi Kerem de bu halime şaşkın şaşkın bakarak.

O kadar herkes buradaydı ki bir an için onun da burada olduğunu düşünmek korkunçtu. Gerçi şimdi durup sağlıklı düşününce Didem çağırmak gibi bir aptallık yapsa, Çınar bana ya da Kerem'e sormadan gelmezdi.

Baş sağlığını bile belki Beyazıt rahatsız olur diye beni doğrudan aramak yerine Kerem aracılığıyla iletmişti.

"Sen niye bu kadar tedirginsin? Sen çağırmadın ya!" dedi kolumdan tutup beni kenara çekerken.

"Beyazıt sana bile takık, kaldı ki eski sevgilimle aynı havayı soluduğumu anlasa delirir! Sorun çıksın istemiyorum!"

"Korkuyorsun yani!" derken kaşları da çatılmıştı Kerem'in.

"Korkmak değil. Ben de olsam istemem. Eski sevgilimin doğum günümde ne işi var?"

Kerem bana onaylamaz bir bakış attı.

"Olduğunu sanmıyorum ama ararım buradaysa kendimle onu da götürürüm. Çok kalabalık!" dedi en son hoşnutsuz bir şekilde etrafı da süzerek.

"Teşekkür ederim." derken de bir gülümseme sarmıştı yüzümü. Parmak uçlarımda yükselerek yanağına bir öpücük bıraktım. Kerem kendisinden uzaklaşmama izin vermeden kollarını belime dolamıştı. Ben de kollarımı hemen boynuna sardım ve ayrılmadan önce kısaca sarıldık.

"Doğum günün kutlu olsun güzelim. Hediyen evde. Bana uğradığında alırsın."

Kerem'in pek insan içinde açılabilecek bir hediye almadığının farkındaydım. Kesin rezil bir şeydi.

"İntikam alındı mı?" derken gözümün önüne dairesinde oldukça büyük yer edinmiş devasa peluş caretta caretta gelmiş ve kıkırdamıştım.

"Alındı. Yalnızken açmanı öneriyorum." dedi o da gülerek. O esnada gözü arkamda bir yere takıldı ve gülümsemesi yüzünden silinirken bana kısaca el sallayıp başka bir şey demeden arkasını dönüp gitti.

"Sana yalnızken açmanı gerektiren ne almış olabilir?"

Beyazıt'ın sinirli sesini duyduğumda sıkıntılı bir nefes vererek arkamı döndüm. Döner dönmez de hoşnutsuz, sinirli çehresiyle karşılaştım. Damarları belirginleşmiş, alnı kırışmış, çehresi kasılmıştı...

Gözü benden ziyade uzaklaşan Kerem'deydi.

"Öyle bir şey değil. Ben biraz gıcık olacağı bir hediye almıştım doğum gününde. Onun intikamı. Muhtemelen beni rezil edecek bir şey."

"Kerem'le bu kadar yakın olmandan hoşlanmıyorum!" dedi belki de bin birinci kez ve Kerem tamamen gözden kaybolmuş olacak ki doğrudan bana dönerek.

"Ya neden Kerem'le sadece arkadaş olduğumuzu kabullenemiyorsun. Senin için Ecem ve Ela neyse Kerem için de ben oyum."

"Onlar benim kuzenim!" dedi elleri de yumruk olurken.

Benim de kaşlarım çatıldı.

"Yanlış hatırlamıyorsam halan kuzeniyle evliydi. Sizin ailede akraba evliliği pek de uzak bir şey değil!"

Beyazıt gözlerini sinirle yumarken sıkıntılı da bir nefes verdi.

"Hepimizi halam büyüttü Dilem. Kuzenden çok kardeş gibiyiz."

"Tek sorun Kerem'le herhangi bir kan bağımızın olmaması mı ya da aynı evde büyümememiz mi? Ne Kerem bana o gözle bakar ne ben ona. Bir şey olacak olsaydı senden önceki 6 yılda olurdu zaten! Kerem'i bir sal artık! Lütfen!"

Kavgayı uzatacağını belirtircesine derin bir nefes almıştı ki elimi kaldırarak durdurdum onu.

"Lütfen, bugün kavga etmeyelim, olur mu? Benim için daha iyi bir doğum günü hediyesi olur."

Başka bir şey demesine de müsaade etmeden kalabalığın arasına daldım. Birkaç kişi beni durdurup selam vermiş ve doğum günümü kutlamıştı. Bu sırada da anlamıştım ki birçoğu doğum günümü kutlamaya değil, uzun süre gözde bekar kalan Beyazıt Arat'ı ve yaşadığı yeri görmeye gelmişti.

En son bir köşede şarap içen Didem'i bulduğumda duraksadım. Normalde bu kalabalığın tam göbeğinde olmalıydı. Kenarda köşede bir şeyler içmesi...

"Kaçıncı o?" diye yanında bittiğimde sıçramış ve başparmağını üst dişlerine getirerek kaldırmıştı.

"Ay, abla!" dedi kalbini de tutarak.

Elindeki kadehi alıp tekte kafama diktim.

Geri önüne bırakırken de "Kaçıncı?" diyerek sorumu yeniledim.

Bakışlarını benden kaçırırken "Saymadım..." diye mırıldandı.

Daha pasta kesilirken sorduğunda sadece bir kadeh içmesine izin vermiştim.

"18 olana kadar herhangi bir özel günde bir daha tek yudum içmeyeceksin!" derken de yanına oturdum.

"Neden bu kadar kalabalık?" Konuyu daha fazla uzatmayacağımı anlaması için de omzundan tutup kendime çekmiş ve başının üstüne minik bir öpücük bırakmıştım.

Bir ev için gereksiz bir kalabalık vardı gerçekten. Beyazıt'ın neden karışmadığını anlayabiliyordum ama evin eski haline dönmesi birkaç günü bulurdu sanırım. Didem henüz 17 yaşında olabilirdi ama evde bu denli bir organizasyon yapılmayacağının da farkındaydı.

"Zevk almıyorum çünkü! Kimse sarmıyor artık beni! Eskisi gibi hissedemiyorum abla! İllaki birileriyle kafam uyuşur ve eskisi gibi eğlenirim diye düşünmüştüm ama burada tek başıma oturmuş içiyorum, pardon artık içemiyorum da!"

İlk haline göre oldukça azalmış kalabalığa boş bir bakış attım. Eskisi gibi hissetmesi artık ne yazık ki mümkün değildi. Bir babası yoktu artık, annesi de, annemiz de...

"Bak mesela! Beyazıt abilerin de annesi babası ölmüş ama halası var. Kuzenleri var. Bizim kimsemiz yok! Bu kadarız. Sen, ben, abim... Artık aile büyüğümüz abim! Bunun rezaletinin farkında mısın?"

Sitemle de bana döndüğünde gözlerimi kaçırdım.

"Haksızlık ediyorsun. Ayla abla, sahip olabileceğimiz en iyi teyze bence. Kan bağını kafanda bu kadar büyütme. Feridun abi var, Ezgi var, Gökçe ve Batu var, Kerem var, Beyazıt var. Laf aramızda kalsın kocamın ailesiyle benden daha iyi anlaştın."

Bir çocuk gibi omuzlarını indirip kaldırırken belli belirsiz de gülmüştü.

"Ama eğer senin kardeşin olarak doğmasam, kan bağımız olmasa yüzüme bile bakmazdın! Kan bağı sandığından daha önemli bence. Evet onlar var ama mesela birimize bir şey olsa polis onları aramaz. Öldüğümüzden haberleri bile olamaz belki."

Ne diyeceğimi bilemedim bir an. Zira bazı noktalarda haklıydı ne yazık ki.

"Kan bağımız olmasa da yine de seni severdim."

'Kimi kandırıyorsun?' dercesine bir bakış attı.

"Adımı bile öğrenmeye tenezzül etmezdin, abla!" dediğinde büyük bir ciddiyetle bir an itiraz edecek gibi oldum ama sonra duraksadım. Zira haklıydı. Başka bir şekilde karşılaşmış olsak Didem tanışmak isteyeceğim insanlar arasına girmezdi.

"Ama tanıştık ve bence yine bir şekilde tanışır ve birbirimizi severdik. Mesela Beyazıt abin. Normalde pek benim tipim değil, fazla otoriter ama bir şekilde tanıştık, evlendik ve hatta kendisini seviyorum. Sanırım ben biraz da kadere inanıyorum. Kaderimizde birbirimizi sevip tanımak olduğu için kardeş olduk. Yoksa seni ne yapayım ben?" derken hafifçe kafasına vurmuş ve başının omzuma yaslanmasını sağlamıştım.

Didem sinir bozukluğuyla gülse de belime sardı kollarını sıkıca.

"İyi ki doğdun, iyi ki varsın ve iyi ki benim ablamsın..."

Başının üzerine bir öpücük daha bıraktım.

"Sen de iyi ki benim kardeşimsin ama bu izin verdiğimden fazla içtiğin için ceza almayacağın anlamına gelmiyor."

"Ya!" diye huysuzlanan Didem'i umursamadan yanından kalktım ve ona öpücük atarak iyice azalmış olan insanların arasında dolaşmaya başladım. Bu sırada Didem'in olmasını beklediğim yerde Ecem'i bulmuştum. Müzik eşliğinde daha önce tanışmadığı insanlarla dans ediyordu delice ve oldukça mutlu görünüyordu. Yanından geçerken Didem'i de yanına almasını rica ettim ve biraz önce Didem'i bıraktığım yere yönlendirdim.

Gökçe'yi bahçede gördüğümde ben de biraz da hava almak için bahçeye çıktım. Servislere yönlendirme yapan Jale'yi gördüğümde Gökçe'den önce onun yanına ilerledim.

"Yavaştan insanları yolcu edelim, Jale."

Etrafta başka ev yoktu ama saat oldukça geç olmuştu ve bu evde kalan ve yarın işi olan birçok insan vardı.

"Gönderdin mi?" diye sordum yanına ulaşır ulaşmaz. Bahçede neredeyse kimse kalmamıştı zaten. Olan da içeri girmişti.

"Hallettim ama ayıp oldu. Fena ektik."

Umursamayarak elimi salladım.

"Sanki bir daha nerede göreceğiz!"

"Deme onu! İstenmeyen ot burnunun dibinde."

Gülerken onaylamazca başımı da iki yana salladım.

"Aşkım sen İstanbul'da bile yaşamıyorsun." derken de pek de memnun olmadığım bir gerçeği dile getirdim.

"Sana hediyemi vermedim, değil mi?" derken heyecanla da bana döndü Gökçe. Ardından da kendini işaret etti.

"Verecek daha iyi bir hediye bulamadığım için kendimi veriyorum!"

Gözlerimi kıstım şüpheyle.

"Fesat mı düşünmeliyim?" dediğimde bozularak omzuma vurdu hafifçe.

"Öf! Pislik yapma! Tekrar İstanbul'a dönüyorum hayatım. Buradaki bir hukuk bürosundan ortaklık teklifi aldım!"

Heyecanla genişçe gülümserken hemen sıkıca sarıldım Gökçe'ye.

"Ciddi misin?"

Gökçe de aynı heyecanla başını aşağı yukarı salladı hızla.

"Evet! Ya zaten kendi büromu açmayı düşünüyordum bildiğin gibi ama olacak olsa bu Ankara'da olurdu, malum çevrem orada ama işte şansa bir davada karşı tarafa bakan avukatın burada hukuk bürosu varmış. 1 hafta önce de dava sonuçlandı ve kapandı. O zaman söyledi. Zaten uzun zamandır ortaklık teklif etmeyi planlıyormuş ama davanın sonuçlanmasını ve beni iyice gözlemlemek için beklemiş. Daha taze bir büro ama hızla yükseliyor ve ben de zaten temelden emeğimin olmasını istediğim bir yerimin olmasını istiyordum. Kabul ettim."

"Tebrik ederim!" derken kısaca tekrar sarılmıştım. Ayrıca Gökçe'nin tekrar İstanbul'a dönmesi benim için aşırı iyiydi. Neredeyse anne karnından beri beraberdik. Aynı kreş, anaokulu, ilkokul, ortaokul ve liseye gitmiştik. Kendimi bildim bileli hayatımın her anındaydı. Ne zamanki üniversiteye başladık o zaman biraz yollarımız ayrıldı ama tabii asıl ayrılış Gökçe'ye Ankara'daki bir hukuk bürosundan teklif gelmesiyle olmuştu.

"Bu arada maddi, manevi ne lazımsa, her daim yanındayım. Söylememe gerek yok bence..."

"Biliyorum..." derken sarılmak için tekrar hareketlendi ve bir kez daha sıkıca sarıldık.

*

01.07.2023

"Abla ben gelmesem ayıp olur mu? Yani ne işim var Mardin'de? Tamam, Ecem ablayı seviyorum ama gelmek istemiyorum."

Yatağın ayak ucunda oturan Didem'e kısa bir bakış attım.

"Evde tek kalmanı istemiyorum bir tanem ve ben gitmek zorundayım."

Mardin'i gezmek isterdim aslında ama bu sıcakta değil. Tabii gezmeye de vaktimiz olmazdı muhtemelen. Dünkü kınanın ardından bugün öğlen uçakla Mardin'e geçecektik. Yarın da düğün vardı zaten.

"Ayla ablalarda kalsam? Gerçekten gelmek istemiyorum."

"Ayla ablayı arayıp sorarım. Müsaitlerse olur. Yine de birkaç günlük çanta hazırla kendine. Hadi..."

Didem bunun üzerine genişçe gülümsemiş yanağıma hızlı bir öpücük de bırakarak odadan çıkmıştı. O çıkarken içeri Beyazıt girmek üzereydi. Hatta az daha Didem kendisine çarpacaktı.

"Pardon, Beyazıt abi!" dedikten sonra da hız kesmeden aşağı inmeye koyuldu. Didem'in bu aceleci tavrına onaylamaz bir bakış attı. İçeri girdikten sonra da arkasından kapıyı kapattı.

"Hâlâ hazır değil misin?" dedi bana da yaklaşarak.

"Çıkmamız gerekiyorsa kalanlarını oradan da alabilirim?" dedim bir an için duraksayıp Beyazıt'a bakarak. Uzun süredir saate bakmamıştım.

"Biraz daha vaktimiz var ama kahvaltıdan beri çanta hazırlıyorsun, alt tarafı 2 gece kalıp döneceğiz."

Gözlerimi yuvarladım.

"Sıradan bir iki gece değil. Öncelikle kuzeninin düğününe gidiyoruz. Biri yedek olmak üzere iki elbise götürmeliyim. Bunlara uyan ayrı ayrı çanta, ayakkabı ve makyaj malzemeleri de var. Tarak!"

Koymayı unuttuğum tarak ve diğer saç şekillendirme aletleri aklıma geldiğinde onların olduğu çekmeceye ilerledim. Kuaför ayarlanmıştı zaten ama yine de lazım olabilirdi.

Beyazıt halime gülerken başını da iki yana salladı.

"Gitmeden önce halletmem gereken küçük bir işim var. 1 saate dönmüş olurum, ben döner dönmez de çıkarız. Toparlan artık lütfen... Ayrıca çok kasma, bir şey eksik olursa alırız oradan da. İnsanlıktan uzağa, kampa gitmiyoruz."

Pufun üzerindeki valize umutsuz bir bakış attım ama yine de Beyazıt'ı başımla onayladım.

*

Ateş'in ailesi aşırı büyüktü. Öyle böyle bir büyüklük değil ama. Uçaktan iner inmez otele gideriz diye düşünmüştüm ama Ateş'in ayarlardığı arabalar bizi doğrudan büyükçe bir konağa getirmişti. Yoktu böyle kalabalık ve kimin kim olduğunu henüz çözememiştim.

Herkes birbirinin bir şeyiyle evlendiği için birine bazen teyze bazen hala diyorlardı mesela ve zaten aşırı insan yüklemesi yapılmış beynim için bu kadarı çok fazlaydı. Herkesin soyadı aynı olduğu için de kimseye soyadıyla hitap edemiyordum. Bazılarının isimleri de aynıydı üstelik. İlk defa duyduğum isimler ise beni bayağı zorluyordu.

Kadınların ayrı erkeklerin ayrı oturması ise başka garipsediğim bir şeydi. Beyazıt'la ilerleyecekken genç bir kız beni durdurmuş ve kadınların diğer salonda olduğunu söylemişti.

Hepsi akrabayken neden ayrı ayrı oturduklarını asla anlamamıştım. En azından İstanbul'dayken Ateş'ler böyle bir şey teklif etmemişlerdi.

"Boncuk göz yok mu Dilem yenge?"

Azad'ın çoktan Buse'yi unuttuğunu düşünmüştüm ama unutmaması ister istemez gülümsememe sebep olmuştu.

"O annesiyle Fransa'da hayatım."

Hafifçe yanağını da okşadığımda dudaklarını sarkıttı.

Fransa'da evlendikleri için orada da boşanacaklardı. Hem de alması gereken birkaç eşya olduğu için dönmüştü Ezgi ama birkaç hafta içinde geri geleceklerdi.

"Fransa çok mu uzak ki anne?" dedi annesine dönerek. Kübra oğlunu kolundan tutup kendine çekerken yanağına da bir öpücük bıraktı.

"Biraz uzak oğluşum ama elbette yengeni görmeye geleceklerdir. O zaman müsait olurlarsa biz de görürüz."

Azad bunun üzerine bana döndü.

"Haber verir misin gelince, yenge?"

"Veririm..." dedim gülümseyerek. Beyazıt'ın o yemekteki tepkisi gözümün önüne gelince gülümsemem büyüdü. Bu konuşmayı duysa çok memnun olurdu eminim ki.

Niye kocamla birlikte oturamıyordum ki? Çok saçmaydı! Buradan şimdiden nefret etmiştim.

"Gelinlerinin ikisi de pek güzel maşallah..." dedi adını anımsayamadığımı yaşlıca bir teyze, Sanem Hanım'a hitaben. Bir Ecem'in yanındaki bana bir de Ecem'in yanındaki Sanem Hanım'ın yanında olan Yasemin'e. Evet, ne yazık ki o da buradaydı. Baha'nın sevgilisi olarak o da gelmişti. Yok saymam, yok olduğu anlamına gelmiyordu.

"İki kardeşin zevki de pek birbirine benzemiyormuş..."

30'larının başındaki bir kadının söylemiyle salonda bir kahkaha koparken istemsizce Yasemin'e kısa bir bakış attım.

Koyu kahve saçları, esmer teni ve çilli suratıyla kesinlikle benden çok farklıydı. Kilolu değildi, aksine fit bile bir vücudu var diyebilirdim ama kalın bacaklıydı. Yani ne fiziğimiz ne yüzümüz ne de huyumuz gram birbirine benzemiyordu. Kadının söylemi bir tık rahatsız ediciydi ama bir noktada da haklıydı.

Ecem "Annemin aksine benim favori gelinim sensin!" dedi bunun üzerine kulağıma hafifçe eğilerek. Kadınlar benim soğuk duruşumdan pek yüz bulamadıkları için Yasemin'e yönelmişlerdi. Onu tanımaya çalışıyorlardı.

"Teşekkür ederim, görümcecim."

Ben istemsizce de gülerken Ecem, Yasemin'e hoşnutsuz bir bakış attı.

"Annemin hayalindeki kız çocuğu tam. Tanıştırdı ya annemle bir kez, artık Yasemin'le evlenmek zorunda. Hele bir ayrılacağım desin, bak annem nasıl kafasını kırıyor. Ela'dan bile daha çok sevdi bence."

Ecem'in derdi Yasemin'den çok annesinin Yasemin'e olan tutumuydu bence. Annesi tarafından onaylanmak isteyen bir tarafı vardı hâlâ. Özel uçakta, zaten bize servis açacak olmalarına rağmen kendi elleriyle bir şeyler hazırlayıp gelerek yalnızca birkaç saatlik uçak yolculuğunda Ecem'in ömrü boyunca beklediği övgüyü almış olabilirdi Sanem Hanım'dan. Bana kalırsa gereksiz bir hareketti ve insanlara bir tık dayatılmıştı ama Sanem Hanım'ın çok hoşuna gitmişti. Tabii Tekin'in de. Tüm böreklerin yarısını tek başına bitirmişti resmen.

"Yasemin çok sivri köşeli biri. Köşeleri Sanem Hanım'la benzediği için şu an iyiler ama elbet o köşeler birbirlerine de batacak. Ayrıca Sanem Hanım'ın tek çocuğusun. Senden daha çok kimseyi sevmesi mümkün değil."

Başını iki yana salladı.

"Ela'yı seviyor. Ben mesela Ela yerine sussam, ağzıma bir tane çarpar 'Şımarıklık yapma!' derdi. Ela'ya bir kez olsun bunun imasını bile yapmadı!"

Yüzü de asıldığında uzanıp elini tuttum ve hafifçe sıktım.

"Derdin Ela ya da Yasemin'le değil, annenle. Neden bunu açık açık Sanem Hanım'la konuşmuyorsun?"

İlgimi tekrar diğer kadınlara verdiğimde Ateş'in bir büyük abisi Rüzgâr'ın yeni doğan kızının konu başlığı olduğunu anladım. Nilüfer bir örtünün altında kızını emziriyordu tam da şu an. Adını da babaannesinden almış. Esma... Koyana saygım vardı ama şahsen bir çocuğum olsa yaşayan ya da ölü herhangi birinin ismini ona vermezdim. Kendine özgü bir adı olmalıydı.

"Siz Beyazıt'la evleneli ne kadar oldu?"

Birden konunun bana dönmesiyle birkaç saniye duraksadım.

"5 ayı geçti..." dedim neden birden bana döndüğünü de pek anlamayarak.

"Yok mu hâlâ bir şeyler?" diyerek aynı orta yaşlı kadın karnımı işaret etti.

Bu hadsizliği karşısında kısa bir an duraksadım ve derin bir nefes çektim işime.

"Yok, sizde var ama sanırım. Allah sağlıkla kucağınıza almayı nasip etsin." diyerek kilodan olduğu fazlaca belli olan karnını işaret ettiğimde kadın alenen bozuldu. Diğerlerinin gülmesiyle ise daha da çok bozuldu.

Birinin dış görünüşünü böyle aşağılamak bana göre değildi ama belki böyle haddi olmayan şeylere karışmamayı öğrenirdi.

"Yok kızım ne gebeliği, kilodan onunki!" dedi kaynanası olduğunu düşündüğüm kadın gelinini korumak yerine aşağılamayı seçerek ki kendisinin de pek fit olduğu söylenemezdi.

Daha sonrasında beraber yemek yendi ama aile de nasıl aileydi. Kurtlar sofrasıydı resmen. Herkes birbirinin açığını gözetiyordu ve şimdiden nefret etmiştim bu aile anlayışlarından. Ayrıca ilk kez yer sofrasında yemek yemiştim. Çok değişik gelmişti ama kötü de değildi. Hatta kısmen hoştu bile ama sonrasında bacağım çok kötü uyuşmuştu ve eteğim yer sofrasında rahat oturmak için biraz fazla kısaydı. Buradaki kadınların neden uzun etek tercih ettiklerini de bu sayede anlamıştım.

Yasemin her gün yer sofrasında yiyormuşçasına hızlı bir adaptasyon sağlamıştı, bugün yaptığı kötü bir şey de yoktu aslında ama bir kez gıcık kapmıştım ve artık her hareketi bana batıyordu, genel olarak gözüme batıyordu yani.

Yemekten sonra bir otele geçmek için Sanem Hanım gerçekten çok çabalamıştı ve erkekler tarafında da Beyazıt'ın çabaladığına emindim ama Ateş'in ailesi tarafından bizim ailecek burada kalmamız, uygun olmayacağı için de Ateş'le Baha'nın, Ateş'in büyük amcasında kalmasına karar verilmişti.

Üstüne bir de kocamla aynı odada kalamıyordum. O Tekin, Efe ve Sanem Hanım'la, ev yarınki düğün sebebiyle kalabalık olduğu için bir odayı paylaşmak zorunda kalırken ben de Ecem, Ela ve Yasemin'le bir odayı paylaşmak zorunda bırakılmıştım. Ecem dışında diğer ikisiyle konuşmamam dışında pek bir sorunumuz yoktu elbette.

"Ateş'le evlenmeye hâlâ kararlı mısın?" dedim odadaki yer yataklarından cam kenarında olanına kendimi atarken ve o an yer yatağının göründüğünden daha konforlu olduğunu fark ettim. Uzaktan hiç bu kadar konforlu görünmüyordu oysaki.

"Son gün aklımı çelme lütfen!" dediğinde kıkırdadım. Hiçbir çekince göstermeden doğrudan üzerimdeki elbiseyi çıkardım ve yerine geceliklerimden birini geçirdim. Ne yazık ki Beyazıt'la ayrı kalacağımızı düşünmediğim için daha seksi bir modeldi. Yedeğinin de bundan pek bir farkı yoktu üstelik.

"Kadınlar ve erkekler olarak neden ayrı yemek yediğimizi hâlâ anlamadım."

"Ya zaten bayramdan bayrama geliyorlarmış buraya, bir de düğünden, cenazeden cenazeye falan."

"Çok sık düğün yapıyor olsalar gerek."

Aşağıda sadece nişanlı olan bir düzine kızla tanışmıştım.

'Aşağı yukarı' dercesine başını iki yana eğdi. Ardından da Yasemin'e döndü.

"Siz sanırım adliyede tanıştınız Baha'yla?"

"Evet, adliyede tanıştık."

Herhangi bir soyunma odasında giyinmemişçesine aşırı çekingen bir şekilde üzerini değiştirmişti Yasemin. Ben normalden bir tık daha rahat olabilirdim bu konu da ama yine de bu kadar çekinecek bir şey olduğunu da düşünmüyordum.

"Bir dosyamı Baha'ya devretmek zorunda kalmıştım. Detaylarını konuşurken arkadaş olduk."

Eğer benim Başsavcıyla konuşup devrettirdiğim dosyaysa o dosya şu an kendimi camdan aşağı atabilirdim.

"Senin sayende yani aslında." diyerek bana döndüğünde kendimi boğazlama isteğimi baskılamak ve gülümsemek zorunda kaldım ama aslında bu da garip bir kader ağıydı bana kalırsa.

Ben Baha sayesinde Beyazıt'la tanışmıştım, Baha benim sayemde Yasemin'le tanışmıştı.

"Baha'nın da pek günahı yok gibi aslında ama bilemiyorsun işte..." dedim bir yandan da tatlı tatlı gülümseyerek.

Yasemin yüzüme kilitlenip dik dik bakarken belki de Ela'nın ilk defa bir konuşmamıza tepki verdiğini ve güldüğünü gördüm.

Yasemin sakinleşmek için derin nefesler alırken kapı tıklatıldı. Kimin geldiğini bilmiyordum ve üzerimdeki biraz fazla seksiydi. Hepimiz en müsait olan kişiye döndük bunun üzerine. Ela bakışlarımızın kendisinin üzerinde olduğunu fark ettiğinde gözlerini yuvarlamış ve tek kelime etmeden gidip kapıyı açmıştı. Kimin geldiğini gördükten sonra tek kelime etmeden suratına kapatmış ve doğrudan bana dönmüş ve kapıyı işaret etmişti başıyla.

Sanırsam gelen Beyazıt'tı.

Bir an öylece çıkacak gibi oldum ama kimlerin kaldığını bilmediğim bu evde bu şekilde odadan çıkarsam Beyazıt'la büyük kavga ederdik.

Çantadan oversize tişörtlerimden birini alıp öylece geceliğin üzerine geçirdim ve öyle çıktım odadan. Beyazıt kapının kenarına yaslanmış beni bekliyordu. Her zamanki gibi oldukça da göz alıcıydı.

"Neden burada kalmayı kabul ettik?" derken kendisine sırnaşmış kollarımı boynuna dolamıştım.

Kollarını belime sararken eğilip dudaklarıma bir minik de öpücük bıraktı.

"Çok ısrar ettiler. Yasemin de sizinle kalmasa gelip seninle uyurdum."

Kaşlarımı hoşnutsuzca çattım.

"Yasemin'e karşı daha çok bileme beni lütfen."

Hafifçe gülerken başını da iki yana salladı.

"Hâlâ Yasemin'le aranızda ne geçtiğini söylemedin?"

Bir an yazın sıcağında şort giydim diye "Burası genelev değil, savcılık makamı, Dilem Hanım!" dediğini söyleyecek gibi oldum ama sonra bundan vazgeçtim. Ki giydiğim şort öyle kort şort falan değildi, bayağı ceketli falan, takım, resmi şortlardandı ve giydiğim en uzun şort boyuna falan sahiplerdi.

Baha'yla arası yeni düzelmişti ve Baha'nın kabaca da olsa olayı bildiğini biliyordum. Haliyle Yasemin'in tarafında olacaktı ve bir de bu yüzden aralarının bozulmasını istemezdim.

"Öyle eski bir şey aslında ama nasıl başladıysa öyle gidiyor işte!" dedim elimi de önemli değil dercesine sallayarak.

"Pek öyle değil gibi ama ne-"

Bu sırada koridordan gelen ayak seslerini fark ettik ve duraksadık. Neden bilmiyorum ama o an sanki Beyazıt'la yasak bir şey yaşıyormuşuz gibi geldi. Çok geçmeden elinde bastonuyla oldukça yaşlı bir teyze göründü. Bizi fark ettiğinde kaşları çatıldığında o his büyüdü.

"Evli misiniz bakayım siz?" dedi o hoşnutsuz ifadesiyle bize daha çok yaklaşırken.

'Değiliz!' desek bastonu kafamızda kıracak gibi duruyordu.

"Evliyiz, Hatun Teyze."

Kadının öyle sert bir ifadesi vardı ki imkânı yok 'Sizi ilgilendirmez!' diyemezdim.

"De git odana! Kızlar kalıyor bu koridorda hep! Gelme bir daha da! Bir gece de ayrı kalıver karından!"

Bastonunu savurarak Beyazıt'ı alenen kovaladığında da gülmemek için dudaklarımı içe doğru bükmek zorunda kaldım.

Kadın oldukça yaşlıydı ve kadındı yani. O yüzden Beyazıt bir şey demek istememiş olacak ki başıyla onaylamak ve ortaya bir "İyi geceler!" bırakmakla yetindi.

Ardından mecburen diğer taraftan odasının olduğu tarafa ilerlemeye koyuldu.

"De gir odana sen de! Baldırı çıplak gezme buralarda. Seninkin gibi herkesin yavuklusu buraya gelse..."

Elini de daha neler neler gibisinden salladığında gülmemek için zor duruyordum. Bugün ciddi bir kültür şoku yaşıyordum ve sinirlerim bozulmuştu. Gece gece de kimseyle uğraşmak istemiyordum. Yarın zaten yorucu olacaktı.

"İyi geceler!" diyerek odaya geri girecekken tam kadın birden kolumdan tuttu ve beni ışığın altına çekti. Bastonu tutmadığı eliyle de çenemden tutup başımı kaldırdı.

"Bir bak bakayım bana bir..." dedi bir de zorla kendisine çevirmemiş gibi. Yüzümü şöyle bir inceledikten sonra çenemi bıraktı.

"Kaç aylık evlisin?" dedi ardından da. Yüzünde de hoş bir tebessüm belirmişti. Bugün bu soruyu ikinci kez duymak ise iyice sinirlerimi bozmuştu. Yine de "5 ayı geçti" diyerek aynı cevabı verdim.

"Gebe güzelliği var sende. Anlarım ben. Gebe misin?"

Kaşlarım çatılırken kadın elini karnımı atacakken kendimi geriye çektim.

"Yok düşünmüyoruz biz, iyi geceler!"

"Olan olmuş, düşünün ya da düşünmeyin..." dedi kadın beni umursamadan.

Hızlıca kendimi odaya attım. Bir yandan da olurunu düşünüyordum. Yok canım. Korunuyordum. Olamazdı.

"İyi misin? Bembeyaz olmuşsun."

Ecem'in ilgili sorusuyla odada yalnız olmadığımı hatırlarken başımı iki yana salladım kendime gelmek için.

"İyiyim, yok bir şey."

Cam kenarındaki yatağa geçip otururken hâlâ olurunu düşünüyordum. Birkaç aydır regl olmuyordum ama bunu annemin ölümü sebebiyle üzüntüme ve değişen alışkanlıklarıma bağlamıştım.

Olabilir miydi böyle bir şey?

Yok, canım. Yaşlı bir kadının sözüyle hamile ilan edemezdim kendimi.

*

Sizce Dilem hamileyse, hamile demiyorum ama ilerleyen bölümlerde de hamile olursa bebek erkek mi olur, kız mı? Bu arada kafamda cinsiyeti belli. Kız için de erkek için de aklımda isimler var ama sizin önerilerinize de açığım ve fikirlerinizi merak ediyorum.

Ayın 17'sinde görüşmek üzere.

Sağlıcakla kalın...

 

Loading...
0%