Yeni Üyelik
35.
Bölüm

35. Bölüm

@__kao__

Herkese merhaba...

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın.

İyi okumalar...

*

02.07.2023

"Düzenli kullanımda dahi çok küçük bir ihtimal olsa da gebelik ihtimali varken siz birkaç gün alıp almadığınızı hatırlamadığınızı söylüyorsunuz, Dilem Hanım!"

Doktorun sözleriyle iyice stres olurken küçücük banyonun içinde dönüp durmaya başladım. Bir yandan da stresle ufak ufak boynumu çiziyordum.

"Ya ama olmama ihtimalim de var değil mi? Yani stresten dolayı da regl olmuyor olabilirim?"

Annemin ölümünden sonra diğer her şey gibi bunu da atlamıştım. Özellikle ilk birkaç hafta çok buğuluydu bende. Hiçbir şey net değildi kafamda. İlaçları da aldım mı almadım mı hatırlamıyordum haliyle.

"Tabii ki, tabii ki var. Yarın için size bir randevu oluşturayım. Bir gelin kliniğe..."

Görmese de başımı iki yana salladım.

"Yarın olmaz. Şehir dışındayız. Döndüğümüzde ararım yine."

"Peki ama hamile olmasanız dahi bu kadar süredir regl olmamanız normal değil. Mutlaka gelin ve bir test yapalım."

"Görüşürüz, Arzu Hanım." dedim yalnızca ve telefonu cevap gelir gelmez kapadım ancak birkaç gün daha bu muğlaklıkla yaşayamazdım. Daha yeni 24 yaşına girmiştim. Kendimi geçtim, Beyazıt'la her şey büyük bir muallaktı. Daha yeni bir plan yapmıştık ve daha aktif oynayacaktım ama eğer hamileysem Beyazıt asla izin vermezdi buna.

Anne olup olmamak istediğimi bile bilmiyordum. İstesem dahi ve bebeğin en iyi ihtimalle bir aylık olduğunu farz etsek dahi son bir ayda normal şartlar altında bir yılda anca içtiğim sigara ve alkolü tüketmiştim. Ya bebeğe zarar verdiyse? Ayrıca uzun bir süre evden çıkamamam demekti. Tahminen doğum kışa denk gelecekti. Bebek evden çıkamazdı, yani ben de çıkamazdım ama çıkamazsam da delirirdim. Hamilelik apayrı bir şeydi. Tüm hareket alanım kısıtlanacaktı.

Birden kapıya tıklatılmasıyla boş bulunarak sıçradım.

"Dilem, iyi misin? Kahvaltı hazır!"

Kübra'nın sesiyle de dönüp durmayı bırakmıştım istemsizce.

"Geliyorum!" dedim yalnızca. Sabaha kadar uyuyamamış, yatakta dönüp durmuştum. Makul bir saat olur olmaz da doktorumu aramıştım.

Biraz olsun kendime gelebilmek için yüzüme birkaç kez soğuk su çarptım ve temiz bir havluyla da kuruladım. Uykusuzluktan koyulaşan göz altlarıma son bir bakış attım aynadan ve ardından çıktım banyodan. Ortalıkta kimse görünmüyordu. Herkes kahvaltıda olmalıydı ve bunu söylediğime inanamıyordum ama iyi ki kadınlar ve erkekler ayrı yiyordu şu an.

Aksi takdirde Beyazıt kesin bir şey olduğunu anlardı. Avluya doğru ilerlerken genç bir kız durdurdu beni.

"Abla nereye? Kadınlar yukardaki salondadır."

Kıza gülümsedim.

"Korumalara bir şey aldıracağım da..."

"Ne lazımdır abla? Belki vardır."

Koskoca evde sanırım pedi olan bir kadın vardır. Bu olmazdı.

"Arabada kalmış, arabadan aldıracağım. Sen kahvaltıya geç, 5 dakikaya gelirim ben de."

"Tamam ama çabuk olasın abla. İmam nikahı olacak daha kahvaltıdan sonra."

Kızı yalnızca başımla onaylamakla yetindim ve hızlı adımlarla avluya çıktım. Kapının önünde daha önce görmediğim -muhtemelen Ateş'lere ait olan- korumalarla birlikte Fatih'i buldum. Zaten beni görür görmez diğerlerinin arasından sıyrılmış, birkaç adım öne çıkmıştı.

"Buyur yenge, bir şey mi isteyecektin?"

"Ilgın ya da Sara... Bugün hangisi bakıyorsa yollar mısın bana? Avluda bekliyorum."

Geri avluya girecekken Fatih tereddütlü bir bakış attı.

"Benim yapabileceğim bir şeyse..."

"Senin yapabileceğin bir şey olsa senden isterdim Fatih!" dedim duraksamadan ve samimiyetsiz bir gülümsemenin ardından da avluya döndüm. Ardımdan büyük kapı da kapanmıştı zaten.

Yaklaşık 5 dakika da avluda tavaf attıktan sonra büyük kapı bir kez daha açılmış ve içeri Ilgın girmişti.

Onun bana ulaşmasını beklemeden ben birkaç adımla Ilgın'a yaklaştım.

Ortada buluştuğumuzda Ilgın'ın gerisinden bakarak kapının kapandığından emin oldum. Ardından da şöyle bir etrafa bakarak kimsenin olmadığından...

"Senden bir şey isteyeceğim ama aramızda kalacak..."

"Dilem Hanım?" dedi tereddüt ve itiraz dolu bir tonlamayla Ilgın. Zira her şeyi Beyazıt'a bildirmekle görevliydiler.

"Öyle bir şey istemeyeceğim merak etme."

Kısa bir an duraksadım ve daha ikna edici olmak için hızlı bir yalan düşündüm.

"Sadece bugün Ecem için özel bir gün ve hiçbir şey kesin değilken rol çalmak, ortalığı velveleye vermek istemiyorum ama bu belirsizlik de hoşuma gitmiyor..."

İlgisini çektiğini ve bu sırrı saklayabileceğine kanaat getirdiğimde derin bir nefes çektim içime ve son kez kimsenin olmadığından emin olmak için etrafa şöyle bir bakındım.

"Bana bir hamilelik testi alır mısın? Aramızda kalsın ama, kesinlikle Beyazıt'ın ya da bir başkasının haberi olmasın."

"Karttan da alma!" dedim ve hazırladığım nakiti Ilgın'ın avuç içine bıraktım. Bizim isteklerimizi almak için bir ek kart vardı korumalarda da ve eczaneden böyle bir alışverişin kanıtı kalsın da istemiyordum. Bakacağını pek sanmıyordum ama bakarsa verecek bir cevabım da olamazdı.

"Tabii..." diyebildi sadece Ilgın. Böyle bir isteği beklemiyor olacak ki oldukça da şaşkın görünüyordu.

"Kimse bilmesin!" diyerek son kez uyardım onu ve gitmesini beklemeden ben içeri ilerlemeye koyuldum.

Mardin'i bilmiyordum ve tek başıma dışarı çıkmam, onca koruma eşliğinde eczaneye gitmem daha dikkat çekici olurdu. Bu şekilde daha sakindi.

"Nerede kaldın, gelin hanım?"

Sanem Hanım'ın sorusuyla belli belirsiz gülümsedim ve arkamdan rastgele bir yerleri işaret ettim.

"Arabadan bir şey almam gerekti de..."

Ecem'in yanındaki minik boşluğa oturdum ve bu sırada stresten ölmek üzere olan tek kişinin ben olmadığımı fark ettim ama şu an bunu umursayabilecek bir durumda değildim. İnsanlar dini nikah için büyük salonda toplanmaya başladığında ben de aradan sıvışmış ve Ilgın'ı bulmuştum.

Hamilelik testini pantolonumun bel kısmına saklayıp üzerine de tişörtümü indirdim ve bulduğum ilk tuvalete girip testi yaptım. Stresli birkaç dakikanın ardından gelmeyen o iki çizgi içime sular serpmiş ve beni fazlasıyla rahatlatmıştı. Hamile değildim.

Hamile değildim...

Teste bakarken bir yanım rahatlarken bir yanımın da içten içe burkulduğunu hissettim. Hiçbir zaman çocuk istemiyorum gibi bir kafaya bürünmemiştim ama istiyorum gibi bir düşüncem de olmamıştı. İçimdeki bu burukluk bana içten içe istediğimi söylüyordu.

Daha fazla teste bakmayı bıraktım ve bolca peçeteye sararak çöp kovasına attım. Ellerimi yıkadıktan sonra da banyodan çıkacaktım ki karşımda çatık kaşlarıyla Beyazıt'ı buldum.

Başka bir şey demek için ağzı açıldı ama gözleri boynuma kaydığında kaşları daha da çok çatıldı ve dudaklarını kapatıp açtı.

"Boynuna ne oldu senin?"

Elim boynuma gittiğinde ince kabuk tutmuş yaraları hissettim. Doktorla konuşurken stresten çizmiştim.

Banyo kapısını arkamdan kapattım ve bir adım kadar daha Beyazıt'a yaklaştım cevap vermeden evvel.

"Gece uyku tutmadı da... Sıkıntıdan çizmişim, farkında değilim."

Çenemi kaldırdı ve çok çok küçük bir çizik olmasına rağmen boynumu dikkatlice inceledi birkaç saniye. Kendimin çizdiğine ikna olmuş olacak ki bana onaylamaz bir bakış attı.

"Neden uyku tutmadı?" derken de bir şey olup olmadığını sorgularcasına gözleri üzerimde geziniyordu. Kollarını göğsünde kavuşturması sorgudaymışım hissi yaratırken biraz öncenin stresinin henüz geçmemesiyle de bu tavrı kendimi kötü hissetmeme neden olmuştu. Bir şey saklıyormuşum gibi... Oysaki önemsiz bir detaydı. Sonuçta hamile değildim.

"Yerimi yadırgadım sanırım..." diyerek ilk aklıma geleni salladığımda inanmadığını belirtircesine kaşları havalandı.

"Dümdüz beton zeminde bile uyuyabilirsin sen, Dilem! Yeter ki uykun ve rüya kapanın olsun! Hatta uykunun olmasına bile gerek yok!"

Ne yazık ki doğruydu ve ben de dikkat dağıtma yöntemine geçiş yaptım ve şuh bir gülümseme takındım. Sağ omzumu da indirip kaldırdım.

Bir adım kadar yakınlaştım ardından ve kollarımı boynuna doladım. Benim bu hareketimle göğsünde birleştirdiği kollarını çözmüş ve belime dolamıştı.

"Yalnız uyumayı yadırgadım... Sıcaklığını hissedememeyi... Belki de öncesinde biraz yorulmam gerekiyordu..."

Dudaklarımı yaklaştırıp hafifçe dudaklarına sürttüm. Dudaklarımı dilimle ıslattığımda Beyazıt sertçe yutkunmuş ve yerlerimizi değiştirerek sırtımı duvara vermiş, kendisi de üzerime eğilmişti.

Başını boynuma eğip derin bir nefes çekti içine. Hafifçe burnunu sürtmesiyle de huylanmış ve başımı yana doğru eğmiştim. Burnunu sürttüğü yere bir de bir öpücük bıraktı.

"Ilgın'dan ne istedin peki?"

Tabii ki bunun haberi de saniyesinde Beyazıt'a gitmişti. Gitmese şaşardım.

"Ped, regl oldum sandım ama olmamışım."

İkna olmuş ve sorgu bitmiş olacak ki dudakları dudaklarıma doğru yol aldı ama tam da o anda tiz bir çığlıkla ayrılmak zorunda kaldık.

"Ayğ!"

Gençten bir kadın hemen arkasını dönmüştü ama öyle bir bağırmıştı ki sanırsın koridorun ortasında sevişiyorduk.

"Çok pardon!"

Kaçarcasına giden kadının ardından bir süre öylece baktık. En son Beyazıt sıkıntılı bir nefes çekti içine ve benden uzaklaştı biraz.

"Bu gece kesinlikle otelde kalıyoruz! Biraz daha burada kalırsam çıldıracağım!"

Uçak yarın öğlen kalkacaktı ve ben de Yasemin'le bir gece daha aynı odayı paylaşmak istemiyordum.

Sakinleştirmek istercesine hafif hafif kolunu okşamaya başladım. Ben de bu kalabalıktan bunalmıştım ama Beyazıt benden de çok bunalmış gibiydi. Kalabalıktan ziyade bu kalabalığın düğün için oluşu onu rahatsız ediyordu bence. Ecem'in evlenmesinden hoşlanmıyordu, daha doğrusu Ecem'in Ateş'le evlenmesinden hoşlanmıyordu.

"İmam nikahı ne oldu bu arada?" dedim aklıma gelmesiyle. Kız kahvaltıdan sonra olacağını söylemişti.

"Kıyıldı. Seni göremeyince bakmaya gelmiştim zaten."

*

Beyazıt eteğimi bir kez daha çekiştirdiğinde gözlerimi yuvarladım. Benim gözüm gözlerinde olsa da kendilerinin gözü büyük bir hoşnutsuzlukla eteğimdeydi.

Herkesin uzun abiyeler giyip korkunç derecelerde altın taktığı şu ortamda, siyah kısa elbisemle belki de en az dikkat çekici kişi bendim burada. Elbisem straplez olsa da göğüs dekoltesi bile vermiyordu ama Beyazıt yine takacak bir şey bulmuş ve boyuna takmıştı.

 Elbisem straplez olsa da göğüs dekoltesi bile vermiyordu ama Beyazıt yine takacak bir şey bulmuş ve boyuna takmıştı

Nikah memuru geç kalacağı için düğün kısmen başlamıştı. Yani ilk dansı aradan çıkarmak istemişlerdi. Şu anda da diğer çiftler gibi dans ediyor olmamız gerekiyordu ama Beyazıt eteğime takmıştı.

"Yeter ama!" dedim bir kez daha çekiştirdiğinde dayanamayarak.

"Başka dansa katılmak falan yok bu etekle!" dedi beni duymamış gibi hoşnutsuzca hâlâ elbiseme bakarken. Bundan daha kısa etek giymiştim aslında ama sanırım Beyazıt'ı asıl rahatsız eden kısım eteğinin bol oluşuydu. Daha kolay açılabiliyordu ve buna takmıştı.

"Biraz daha devam edersen beni bu pisten indiremezsin!" diye çıkıştım sertçe. Şu an pistte daha çok kız tarafı olsa da halay başladığında Ateş'in tarafının ağırlıkta olacağına emindim ve zaten işi erbaplarına bırakma taraftarıydım ama azıcık daha devam ederse inadına kalıp dans ederdim gerçekten de.

Hoşnutsuz ifadesini bozmasa da bir şey de dememiş, eteğimi çekiştirmeyi de bırakmıştı.

"Dans edebilir miyiz artık?"

Kollarımı hafifçe de sıklaştırdığımda, Beyazıt da belimdeki kollarını sıkılaştırdı.

"Çok güzelsin..." dedi hiç beklemediğim bir anda. Gözlerime dahi bakmamış ve boynuma gömülmüştü.

"Bu kadar güzel olmasan bu kadar kıskanmama da gerek kalmazdı!"

Beni azarlarcasına da homurdandığında sinir bozukluğuyla güldüm.

"Birinin bana ne amaçla yaklaştığını anlayabiliyorum, Beyazıt. Kendimi koruya da bilirim. Kıskançlıktan çok, bana güvenmiyormuşsun gibi hissediyorum."

Ben de başımı omzuna yaslamıştım ve öylece müzik eşliğinde ufak ufak salınıyorduk.

"Güvenmemek değil..."

Başını da itiraz edercesine iki yana salladı.

"Ama bazı şeylere farklı açılardan bakıyoruz... Senin için sorun olmayan bir şey, benim için büyük bir sorun olabiliyor."

Sıkıntılı bir nefesle doldurdum ciğerlerimi. Tam da bu sırada şarkı bitmişti. Doğru düzgün dans edemeden... İlk ve son kez sadece kendi düğünümüzde dans etmiştik ve bu ikinciydi. Yarım bile diyebilirdik hatta.

Yine de konuyu tekrar açmamak için bir şey demedim. Benden uzaklaşmadan hemen önce hızlı bir öpücük bıraktı dudaklarıma Beyazıt.

"Nikah memuruna bakıp geleceğim, masaya geç sen."

Başımla onayladığımda Beyazıt salonun çıkışına doğru ilerlemişti. Ben de şöyle bir etrafıma bakındım.

Ateş'ten uzaklaşan Ecem'in yüzünde hoşnutsuz bir ifade vardı. Bir şey canını sıkmış gibiydi. Ateş ise sinirli gözüküyordu. Ecem giydiği uzun, kabarık gelinliğin eteklerini toplayarak nikah masasına doğru ilerledi.

Bunun üzerine onları izlemeyi bırakarak masaya doğru ilerlemeye başladım. Biraz önce Ateş ve Ecem'in inerek salona giriş yaptığı merdivenlerin önünden geçerken "Yenge!" diye seslenilmesiyle ister istemez dönüp baktım.

Baha yanındaki Yasemin'le merdivenlerin birkaç basamak yukarısındaydı.

"Efendim?" derken yaklaşmıştım da yanlarına.

"Abim nerede?"

"Nikah memuruna bakacaktı."

Bu sırada istemsizce Yasemin'i de süzmüştüm.

Lacivert diz kapaklarının altında biten, sıfır kol bir elbise giymişti. Yakasında ve belinde yer yer dantel detayları vardı. Benimkinin yanında fazla muhafazakâr kaçan bir elbiseydi. Neden Sanem Hanım'ın şimdiden favorisi olduğunu anlamak zor değildi.

Bir basamak kadar yukarı çıktım.

"Ecem'le konuştun mu hiç?" dedim Yasemin'e de tereddütlü bir bakış atarak. Ecem'in başı bugün o kadar kalabalıktı ki neredeyse hiç konuşamamıştım, daha doğrusu hiç yalnız kalmamıştık ve soramamıştım ama içimden bir ses bugünün pek güzel sonuçlanmayacağını söylüyordu. Aksilikler üst üste geliyordu.

Makyöz gecikmişti, son dakika gelin çiçeği kaybolmuş, yenisi yaptırılmıştı alel acele, şimdi de nikah memuru geç kalmıştı ve Ecem'le Ateş kavga etmiş gibiydiler. Bu kadar aksiliğin üstüne normaldi aslında ama yine de içimdeki sesi susturamıyordum.

"Yok, hiç yanına sokmadılar ki! Kuzenim diyorum, erkekler giremez diyorlar!"

Şöyle bir arkama baktı. Sanırsam nikah masasında oturan Ecem'i görebilmek için ancak anlam veremediğim bir şekilde kaşları çatıldı.

"Bir konuşsan iyi olur, çok stresli geldi." dedim pek takılmayarak. Beyazıt zaten huzursuzdu ve her an bu düğünü iptal edebilecek gibiydi. O yüzden onu normal diyerek yatıştırmıştım ve bence Ecem biraz da Beyazıt'tan çekiniyordu. Belki Baha'ya sorunun ne olduğunu anlatabilirdi.

Birden kolumdan tutup yana çektiğinde şaşkınlıkla Baha'ya bakakaldım. Konuşmanın başından beri yalnızca bizi dinlemekle yetinen Yasemin de bu hareketi gereksiz bulmuş olacak ki kaşları çatıldı.

Böyle Baha'nın sinirli sinirli neye baktığını görmek için arkamı döndüğümde bir adamı gördüm basamakların en aşağısında.

"Ne yaptın sen biraz önce?" dedi adama doğru ilerlerken de. Anlam veremeyerek Baha'nın peşine takıldım. Genç fotoğrafçı bir çocuk gayet normal duruyordu ancak Baha'nın kendisine ilerlemesiyle panikledi.

"Bir şey yapmadım abi..." derken sesi titriyordu.

"Ver o kamerayı!" dedi Baha ilk defa duyduğum sert bir tonlamayla.

"Baha ne oldu?" derken çocuğun gerildiğini de hissederek kolunu da tutmuştum.

"Karışma, Dilem!" diyerek bir de bana çıkıştı. Baha'dan ilk kez böyle bir muamele görmenin şaşkınlığını yaşarken bir de üzerine Beyazıt geldi.

Baha elimden kurtulup sorgusuz sualsiz çocuğun kamerasını çekip aldı elinden.

Ekranda her ne gördüyse daha büyük bir sinirle çocuğun üzerine ilerleyecekken Beyazıt girdi araya neyse ki.

"Ne oluyor koçum?"

Kardeşinin göğsünden tutup korkan çocuktan uzaklaştırmak da istemişti ama Baha sadece elinde kalan kamerayı abisine uzattı ve çenesiyle de çocuğu işaret etti.

"Al, bak abi!"

Beyazıt sadece bir saniye için ekrana baktı ve daha sonrasında Baha'dan daha sinirli bir ifadeyle çocuğa dönmesi ve kafayı gömmesi bir oldu.

Erken konuşmuşuz, Dilem...

"Ya ne yapıyorsunuz?" diye aralarına girmek istedim ama daha Beyazıt'a ulaşamadan Baha tuttu beni.

"Bırak hak etti, piç kurusu!" diyerek Baha beni ikinci bir şoka soktu. Bugün ilk kez küfür ettiğini duyuyordum sanırım.

Beyazıt bir kafayla yetinmeyerek çocuğa art arda yumruk atarken etrafa tedirgin bir bakış attım.

Kızın düğününde başına gelmeyen tek bir olay kalmamıştı resmen. Şimdi de düğün fotoğrafçısı kuzeni tarafından dayak yiyordu. Ecem ortalarda gözükmüyordu neyse ki ama elbet duyacaktı. Salondaki herkesin dikkati de buraya toplanmış hatta müzik bile kesilmişti.

"Ne oldu? Ne var o kamerada bu kadar!" diye çıkıştım en sonunda Baha'ya.

Büyük bir hırs ve kinle "Fotoğrafını çekti!" dediğinde kısa bir an algılayamadım. Zaten insanların fotoğrafını çekmek için burada değil miydi?

Sonra farkına vardım. Ben basamaklarda yukarda duruyordum ve çocuk da aşağıdaydı. Yaptığı iğrençliğin anca farkına varırken gözlerimi de sımsıkı yummuştum bir süreliğine.

Ne zamanki araya Ateş'in abileri Toprak ve Rüzgâr girdi ancak o zaman çocuğu Beyazıt'ın elinden alabildiler.

"Sakin ol! Ben cezası neyse vereceğim ama düğündeyiz!" demişti Toprak, Beyazıt'ı sakinleştirmek için. Beyazıt sinirinde bir gram eksilme olmadan sertçe kolunu kurtarmış yere düşürdüğü kamerayı da almıştı. Ardından içinden hafıza kartını almıştı. En son da sinirle kamerayı yere fırlattığında kamera paramparça oldu. Hafıza kartını da parmakları arasında kırıp yere kameranın yanına fırlattı.

O sırada köşemde sakince durmuş sıranın bana gelmesini bekliyordum ve beklediğim an da çok geçmeden geldi. Sinirli gözleri ve gözlerimin buluştuğu o kısacık anda hemen yanımda bitmiş ve elimden tutarak peşi sıra ilerletmişti dışarı doğru.

Üzerimizdeki şaşkın bakışların, kalabalığın arasından geçirdi bizi. Bahçeye çıkmamızla da yetinmeyerek arka tarafa ilerletti. Gözlerden ırak bir nokta olduğuna kanaat getirmiş olacak ki elimi bıraktı ve sakinleşmek, kendine, daha çok da bana alan tanımak için birkaç adım kadar daha ileri gitti. Olduğu yerde küçük bir yuvarlak çizerek volta atmaya başladı.

Tek kelime etmeden biraz olsun sakinleşmesi için Beyazıt'a alan tanıdım. Birkaç dakikanın ardından ancak sabit bir noktada durabilmiş ve doğrudan bana dönebilmişti.

Bu etek mevzusundan en başından rahatsız olduğunu bildiğim için bana da kızmasını, en azından 'Giyme demiştim!' tiradı atmasını bekliyordum ama beklediğimi yapmadı.

"Bu gece yanımdan ayrılma bir daha!" derken engelleyemediği bir şekilde sesi aksi ve sinirli çıkmıştı ama sinirinin bana olmadığının farkındaydım artık.

"Tamam..." demekle yetindim sadece. Zira düşüncelerini baskılamak için kendini nasıl zorladığını görebiliyordum. Ailesinden gördüğü şeyi yapmak ve doğruları kendi akıl süzgeci arasından geçirip ona göre davranmak arasında bocalıyordu.

Tekin'in 'Kendini zamanla törpüledi ve hâlâ da törpülüyor.' derken neyi kastettiğini şu an çok net görebiliyordum. Muhtemelen annesi ve babası böyle bir şey yaşamış olsa babası annesine dünyayı dar eder, suçlu annesi gibi davranırdı.

Belimden tutup bizi tekrar içeri ilerletecekken içine sinmemiş olacak ki durdurdu bir kez daha bizi.

Takım elbisesinin ceketini çıkarıp giymem için bana tuttuğunda tek kelime etmeden cekete kısa bir bakış attım. Gündüz kadar sıcak değildi hava ama yine de ceket giyecek bir hava da değildi. Yine de yazlık bir ceket olduğu belliydi.

Zorlamadan kolayca giyebilmem için tuttuğu cekete kollarımı geçirdim teker teker. Ceket eteğimden bir parmak kadar daha uzundu ve ceketin ağırlığından eteğin arka kısmı üzerime yapışmıştı.

Beyazıt için daha kabul edilebilir bir hâl almış olacak ki kaşları az da olsa düzeldi ve bana elini uzattı. Uzattığı elini tuttum ve tek bir kelime daha etmeden beraber içeri yöneldik.

Salon kapısının önünde bizi Toprak bekliyordu.

"Nerede o piç?" dedi Beyazıt sinirle. Biraz önce az da olsa sakinleştiğini ummuştum ama şu an görüyordum ki hâlâ ilk anki kadar sinirliydi.

"Arkada, ben vereceğim cezasını merak etme..."

Beyazıt bir şey diyecek gibi oldu ama sonra yanındaki varlığımı hatırladı.

"Masaya geçer misin? Geleceğim hemen."

Ellerimizi mecburen ayırırken başımla da onayladım. Beyazıt o kadar sinirliydi ki yeterince uzaklaşmadığımın farkına bile varmadı.

"Yok öyle şey! Bizzat ben vereceğim cezasını. Ver Fatih'e. Sonra onunla özel olarak ilgileneceğim."

"Bak bizim buraların çocuğu, olay büyümesin. Ben halledeceğim, bir daha başını önünden kaldıramayacak hale getireceğim!"

"Toprak! Ver, Fatih'e! Gecenin sonunda özel olarak ilgileneceğim dedim. Ha sonrasında cezasını ben verdim diye üzerine alırsın almazsın orası sana kalmış, aşiretler arası olaylarınıza karışmam!"

Konuşmanın sonlarına geldiklerini hissettiğimde daha fazla ağırdan alamayarak hızlı adımlarla salona girmiştim. Girer girmez de yüksek ses kulaklarımı sağır etmeye yemin etmiş gibiydi. Anlamadığım bir şarkı çalıyordu ve büyük bir kalabalık halay çekiyordu.

Bize ayrılan masaya ilerledim çok da oyalanmadan. Sanem Hanım, Yasemin ve Ela oturuyordu masada yalnızca. Baha, Efe ve Ateş'in ailesinden birileri yoktu ortalıkta.

"Sinirli mi hâlâ bizimki?" dedi Sanem Hanım onaylamaz bir tınıyla. Başımla onayladım Sanem Hanım'ı yalnızca. Kimseyle konuşmak istemiyordum ve olaylar daha içinden çıkılmaz bir hâl almadan önce şu düğünün de bitmesini istiyordum.

Dışarısı neyseydi de içerde ceket de beni biraz bunaltmaya başlamıştı.

"Sana bir şey demedi değil mi? Dediyse söyle kulaklarını çekeyim." diyerek Sanem Hanım beni şaşırtmıştı doğruyu söylemek gerekirse.

"Yok, Sanem Hanım. Onun siniri bana değil."

Anlam veremediğim bir şekilde kaşları çatıldı Sanem Hanım'ın. Müzikten dolayı da iyice bana eğilmek zorunda kalmıştı.

"Ne zaman hala diyeceksin? Bak iki günde Yasemin bile ağzını alıştırdı. Artık hanım demek olmuyor, gelin hanım."

Sanem Hanım'la başta kötü bir başlangıç yapmamıştık aslında ama o bekarlığa veda olayından sonraki tavrıyla beraber sonrasında kötü bir ilişkimiz olmuştu. Annem öldükten sonra bana karşı daha anlayışlı ve alttan alırcasına davranmaya başlamıştı ama bende birçok şey nasıl başladıysa öyle giderdi. Şimdi ağzımı alıştırmam çok zordu.

Kendisini cevapsız bıraktığımda bundan memnun olmadı ama konuyu da uzatmadı Sanem Hanım ve diğer tarafındaki Ela'ya eğildi. Sesten dolayı ne dediklerini duyamıyordum ne yazık ki.

Birden omzuma bir el konulması ve yanımdaki sandalyenin de çekilmesiyle irkilerek arkamı döndüm. Baha bana karşı takındığı o abi tavrıyla gülümsedi. Ela'nın yanındaki Yasemin'in yanı yerine benim yanıma oturmasının Yasemin'in hoşuna gitmediğini görebiliyordum.

"Abimle bir sorun yaşamadınız umarım?" dedi sesten dolayı biraz bana eğilmek zorunda kalarak.

Başımı bir kez daha iki yana salladım.

"Teşekkür ederim bu arada..." Baha fark etmese ben farkına varmayacaktım, belki başka biri de. Birinin beni bu şekilde rızam dışında kullanması fikri fazla iğrençti.

Baha iç ısıtan bir gülümseme takındı.

"Sen yengemsin, yengeden de önce arkadaşımsın ki olmasan dahi bir kadına böyle bir şey yapılmasına izin verecek değilim. Savcıyım kızım ben!" dediğinde sonda böbürlenerek istemsizce gülmüştüm. O an Baha'yla olan sohbetlerimizi de özlediğimi fark ettim. Adli tatile girmeden önce işleri yoğun olduğu için konuşamıyorduk, öncesinde de ben biraz kendimi kapatmıştım.

"Adli tatil geldi, şu balık tutmayı öğretme sözünü tutacak mısın?"

"Daha neredeyse 3 hafta var ama tutarız. Bizde söz senettir." diyerek bir kez daha üst perdeden konuştuğunda başımı onaylamazca iki yana salladım ama gülmeme de engel olamamıştım. Beyazıt'ın henüz gelmediğini fark ettiğimdeyse şöyle bir etrafa bakındım. Hemen geleceğim demişti ama hâlâ görünürde yoktu. Beyazıt'ı arayan gözlerim telaşla bu tarafa gelen Tekin'i fark ettiğinde onun üzerinde duraksadı.

Yanımıza ulaştığında diğerlerine sahte bir gülümseme sunmuş ve Baha'yla ikimizin arasına eğilmişti. Sesine bize duyurabilmek ama diğerlerinin de duyamaması adına "Aranızda Ecem'i gören var mı?" diye yarı yüksek tonda sordu. Güvenlikten bugün bizzat Tekin sorumluydu ve o yüzden pek ortalarda görünmemişti tüm gün.

"Yani tek beyaz giyinen kişiyi bulmak zor olmasa gerek!" dedi Baha. Ona hak vererek şöyle bir salona baktım ama Ecem'i göremedim.

"Tuvalete falan gitmiştir belki, gelinlikle uzun sürer." dediğimde ise Tekin telaşla başını iki yana salladı.

"Hayır, yok ve birazdan kan gövdeyi götürecek! Beyazıt zaten Toprak'la şu şerefsiz üzerine tartışıyordu, üstüne bir de şimdi Ecem yok! Ateş köpürüyor! Beyazıt, Ateş'e köpürüyor! Korumalara, bize ayrı köpürüyor! Birazdan misafirler gelin ve damadın olmadığını fark edecek! Olay içinden çıkılmaz bir hâl alacak."

Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım.

"Allah rızası için kalk şu kocanı sakinleştir! Yoksa gerçekten burada kan gövdeyi götürecek!"

Ardından aynı hızla Baha'ya döndü.

"Sen de kalk Ecem'i bulmamıza yarım et!"

Baha'yla aynı anda ayaklandığımızda Tekin geride kalarak masadakilere de açıklama yapmıştı.

Baha doğrudan çatı katına ilerlerken ben de biraz önce kocamı bıraktığım tarafa doğru ilerlemeye koyuldum. Bir yandan da Ecem'in düğünden kaçmış olabileceği ihtimali geziniyordu aklımda. Beyazıt'la yaptıkları ve benim şahit olduğum birkaç konuşmaları geçti gözümün önünden, Ateş'in her bahsi geçtiğinde hareketlerindeki, tavrındaki değişimler, bugünkü stresi...

Kocam "Bu kız kaçtıysa boşuna kaçmadı düğünden Ateş! Eğer onun kılına zarar verdiysen, bir şey yaptıysan ölümün benim ellerimden olur!" diyerek tehdit savuruyordu yanlarına ulaştığımda. Ateş'in abisi Toprak, Ateş'in arkasında dururken kız kardeşi Su abisini sakinleştirmeye çalışıyor gibiydi.

"Ne yapmış olabilirim! Yaptığı her hatayı yuttum bugüne kadar! Sevdim ben senin kuzenini ama eğer bugün bunca insanın arasında bana bunu yaptıysa asıl senin kuzeninin ölümü benim elimden olur!"

Beyazıt, Ateş'e doğru atılacakken Fatih ve Toprak hemen araya girmişti. Ben de kolundan tuttum Beyazıt'ın ve geri çekmeye çabaladım.

"Beyazıt sakin ol lütfen!"

"Geride dur!" diyerek bana dönüp sert bir uyarı yaptı. En azından Fatih'e yaptığı uyarıyı görene kadar sert olduğunu düşünüyordum.

"Çekil aradan!" diye öyle bir bağırmıştı ki Fatih hemen geri çekilmiş ve Beyazıt'ın hemen arkasında durarak ellerini arkada birleştirip öyle beklemeye başlamıştı.

"Abi ne diyorsun öyle!" diye abisine çıkışıyordu bu sırada Su.

"Ayrıca tek ihtimalimiz Ecem ablanın kaçması mı? Ya başına bir şey geldiyse? Zaman kaybediyoruz burada!"

"Çekil, Su!" diyerek Beyazıt, Su'yu da aradan çıkardı ve doğrudan Ateş'in yakalarına yapıştı sertçe. Ateş de vakit kaybetmeden Beyazıt'ın yakalarına yapışırken aklıma başka bir konuşma doluşmuştu.

"Şu sözlerinden sonra, seviyorum dediğin kadını öldürmekten bu kadar kolay bahsettikten sonra... Ecem seninle evlenmek için yalvarsa ben müsaade etmem. Kaçtıysa da ne kadar haklı olduğunun kanıtı oldu! Eğer onun kılına zarar verdiysen ya da verirsen bugüne kadar görmediğin ve çok merak ettiğin o yüzümle bizzat tanışırsın!"

Sertçe göğsünden iteklediğinde de Ateş'in elleri de Beyazıt'ın üzerinden çekilmişti. Beni yanlarında bırakmak istememiş olacak ki elimden tutup peşi sıra beni de dışarı sürükledi bir kez daha.

Bu sırada bunun olabilirliğini tartıyordum. Gelinlikle, herkesin gözünün Ecem'in üzerinde olduğu şu günde, bunca korumanın arasından nasıl çıkmış olabilirdi? Birinin yardımı gerekiyordu ve yardım eden kişi hakkında ufak bir tahminim olmasıyla birlikte, onun olmaması için de dua ediyordum.

Beyazıt benim dahi bazı konularda kendisi yerine Kerem'den yardım istememi kaldıramıyorken, şimdi bir de kuzeninin kendisi dururken Kerem'den yardım istediğini öğrenirse kafayı yerdi. Şimdi dahi kızgınlığının arkasındaki kırgınlığı görebiliyordum. Ecem'e derdinin ne olduğunu söylemesi için neredeyse yalvarmıştı zamanında. Şimdi ise böyle bir sürprizle karşılaşmıştı.

Aklımda sürekli Kerem'in o imaları, o 'Aptal!' deyişleri dönüyordu. Muhtemelen bir şeye şahit olmuştu kazara.

"Sakinleş biraz..."

Sesimi olabildiğince yatıştırıcı tutmuş, kolunu da sakinleştirmek istercesine okşamıştım.

"Ne sakinliği!" diyerek kolunu hızlıca savurdu ileri doğru. Temasımızı bu şekilde kesmesi beni bir miktar rahatsız etti ama her şey üst üste gelmişken bir şey de diyemedim. Beyazıt adamlarına Ecem'i bulmaları için bir düzine emir yağdırırken olabildiğince sakinleştirmeye ve yanında olduğumu hissettirmeye çabalamıştım. Bir yandan da bir an önce yalnız kalıp Kerem'i aramak istiyordum.

Misafirlerin gelin ve damadın yokluğunu fark etmesiyle de işler iyice çığırından çıkmıştı. İnsanlar Ecem'in, Ateş'i terk ettiğini her söylediğinde Ateş daha da sinirleniyor ve sağa sola çatıyordu. Esma Hanım -Ateş'in annesi- ve Sanem Hanım da bir kavgaya tutuştu bu sırada.

Beyazıt halasını sakinleştirmek için onunla ilgilenirken de istediğim fırsatı yakalamıştım.

Korumalardan olabildiğince uzak ve yalnız olduğuma emin olduğum bir noktada Kerem'i aradım hemen. İlk çalışımda açmadı ama ikinci kez aradığımda anında açmıştı.

"Önemli bir şey yoksa müsait değilim, güzelim..."

Daha ben bir şey demeden böyle girişmesiyle şüphelerimi katmerledi.

"Ecem'in nerede olduğunu biliyor olabilir misin?" dedim uzatmadan konuya girerek.

Karşı taraftan uzun süre ses gelmediğinde telefonu kapatıp kapatmadığından emin olmak zorunda kalmıştım ama hayır kapatmamıştı.

En sonunda sıkıntılı bir nefes verdi.

"Nereden anladın?"

Ben de sıkıntılı bir nefes verdim. Beyazıt delirecekti.

"Neredesiniz?" dedim yalnızca.

"Ecem İstanbul'a doğru yola çıktı, beni de babam çağırttı, onun yanına gidiyorum..."

Kendisi almamış, birilerine aldırtmıştı anladığım kadarıyla.

"Bunu Beyazıt'tan saklayamam, kendisinden önce Ateş bulup kıza bir şey yapacak diye korkuyor..."

Saklayamayacağımı peşin peşin söylediğimde sıkıntılı bir nefes daha verdi.

"Evime gelip abuk subuk tepkiler vermediği sürece sıkıntı yok, ayrıca söyleyeceksen ilet kocana: bana sığınan bir kadını öylece ona vermem. Sadece Ecem kendisi isterse Beyazıt'la dönebilir."

Umuyordum ki Ecem daha fazla Beyazıt'ı kıracak bir şey yapmazdı. Şu an sinir ve Ecem'e bir şey olmuş olabileceği korkusu baskındı ama Ecem'e bir o kadar da kırıldığının farkındaydım.

"Sen ne zaman evine dönmüş olursun?"

"Siz İstanbul'a dönmeden evde olurum ve şimdi gerçekten telefonumu kapatmam lazım, görüşürüz güzelim..."

"Görüşürüz..." dedim ben de ve telefonu kapattım. Beyazıt'ın tepkisinin büyüklüğünü tahmin edemediğim için etrafta Ateş'in tarafından kimsenin olmaması gerekiyordu. Bu yüzden mecburen otele geçene kadar beklemek zorunda kalmıştım. Şu anda da otelin lobisindeydik. Baha odaları ayırtırken Beyazıt, Fatih ve Tekin'le konuşuyordu. Yasemin bana birden çantamı uzattığında şaşkınlıkla bakakaldım.

"Masada unutmuşsun..."

"Teşekkürler..." dedim yalnızca yarım ağız ve çantamı aldım elinden.

"Efe, Ela siz aynı odada mı kalırsınız? Ayrı oda mı?" diye soruyordu bu sırada Baha da. Efe sorarcasına ikizine döndüğünde Ela doğrudan Efe'nin koluna yapışarak ayrı oda istemediğini belirtmişti.

Onlardan biraz uzaklaşarak lobinin köşesindeki Beyazıt'lara doğru ilerledim.

"Üzerine ne para ne telefon almamış, Mardin dışına çıkması düşük bir ihtimal ama yine de otobüs garlarına, havalimanına falan da gidip bakın, kuyumculara gidip tek tek sorun. Belki üzerindeki altınları bozdur-"

Fatih'e emirlerini sıralarken koluna dokunmamla omzunun gerisinden bana döndü.

"Biraz konuşabilir miyiz?"

"Odaya çık geliyorum..." dedi ve hemen tekrar Fatih'e döndü.

"Ecem'in nerede olduğunu biliyorum!" diyerek öylece söylemek zorunda kaldığımda konuşması bir kez daha yarıda kesilmişti.

Bir süre boşluğa bakarcasına gözleri Fatih'te takılı kalmıştı. Doğru duyup duymadığını algılamaya çalışıyor, belki kendisi bulamamışken benim nasıl bulduğumu merak ediyordu.

"Anlamadım?" dedi ancak saniyeler sonra ve doğrudan bana döndü. Sadece Beyazıt'ın değil, Tekin ve Fatih'in de gözleri üzerimdeydi.

Konuşmaya başlamadan önce derin bir nefes aldım. Kerem'in adını duyduğu an çıldıracaktı.

"Düğünden kaçmak için yardım istemiş..."

"Kimden?" derken hangi ismi duyarsa duysun kırılacağının farkındaydım. Kendisi de farkındaydı. Elleri yumruk olmuş, çenesi kasılmış, yüzü biraz önceki sinirinin aksine olabildiğince ifadesizleşmişti.

"Kerem'den..." dedim bir avazda. Zira bunu Beyazıt için kolaylaştırmanın bir yolu yoktu.

"Kerem?" dedi şaşkınlık içinde ve de emin olmak istercesine.

Başımla onayladım onu.

"O mu arayıp haber verdi sana?"

"Sayılır, birkaç kez konuşmalarına denk gelmiştim. Arayıp emin olmak istedim." Kırgınlığı gözlerine yansımıştı ve sanki onun yerine ben kırılmış gibi hissediyordum.

"İyi mi Ecem?"

Başımla onayladığımda bendeki bakışlarını Fatih ve Tekin'e çevirdi.

"Aramaları durdurun. Yarın biz de halamlarla İstanbul'a dönüyoruz. Ona göre yapın hazırlığınızı. Otelin güvenliğinde de bir eksik istemiyorum Fatih!"

Bu sırada bu tarafa elinde oda kartlarıyla geliyordu Baha. Baha'nın yanımıza ulaşmasını bile beklemeden ona doğru ilerlemeye başladı ve rastgele bir oda kartını çekip aldı Baha'nın elinden. Hiç duraksamadan da doğrudan merdivenlere doğru ilerlemişti. Asansör bile beklemek istememişti.

"Hangi oda kartını aldı?" diye sordum Baha abisinin arkasından şaşkın şaşkın bakarken ilgisini üzerime çekerek.

"310 sanırım." dedi elinde kalan kartlara kısa birer bakış attıktan sonra ve yedek kartı da bana uzattı. Aldım elinden kartı. Ben yanlarından uzaklaşırken Baha "Ecem'den haber var mı?" diye soruyordu. Yasal olarak 24 saati geçmeden aratamasa da araya forsunu sokarak polislere de Ecem'i arattığını biliyordum.

Asansörlere ilerlediğimde bir koruma da bana eşlik etmeye başlamıştı. Onu takmamaya çabalayarak doğrudan en üst kata bastım. En üst kattaki odaların tamamı boşaltılmış ve bize ayrılmıştı güvenlik için. Zaten kata ulaşır ulaşmaz da birkaç tanıdık simayı daha gördüm. Koridorlarda nöbet tutacaklardı sanırım. Lobide de varlardı.

310 numaralı odayı koridorun en sonunda ancak bulabildim. Otel geniş bir alanda olduğu için çok yüksek katlı değildi ama yine de şu an 5. kattaydık ve Beyazıt'ın benden önce odaya çıkmış olmasını beklemiyordum. Balkon kapısı açıktı ve orada oturuyordu.

Kravatını öylece odanın ortasına atmıştı. Kolları kıvrılmış, gömleğinin ilk birkaç düğmesini açmıştı. Kolunu korkuluklardan aşağı sarkıtırken elinde de sigara tutuyordu. Beyazıt da benim gibi sadece arada içiyordu. Bağımlı değildi ama yine de elinde sigara görmek istemiyordum. Düğün salonunda bana verdiği ceketini çıkarıyordum bir yandan da ona doğru ilerlerken.

Balkona çıkmadan hemen evvel yatağın önündeki pufa doğru fırlattım ceketiyle çantamı ve sadece elbisemle kaldım. Balkon küçüktü. Yalnızca yuvarlak bir masa ve iki de katlanır sandalyelerden vardı. Yapay çiçeklerle yine de güzel gözüküyordu küçük olmasına rağmen.

Karşısındaki sandalyeye oturmak yerine arkasına geçtim ve ellerimi omuzlarına yerleştirerek ufak ufak sıkmaya, masaj yapmaya başladım. Amacım biraz olsun üzerindeki gerginliği atabilmesiydi.

Hiçbir tepki vermedi. Kendisine masaj yapmama izin vererek öylece yeni yaktığı sigarasını içti ancak bitirdikten sonra omzundaki sol elimi kavramış ve elimden tutarak beni kendine çekmişti. Çekişiyle kucağına yan bir şekilde oturmak zorunda kaldım.

Diğer eliyle sırtıma destek olurken son çektiği sigara dumanını yüzüme üfledi ve gözlerimi kapatmama neden oldu. Kırpıştırarak yeniden açtığım sırada pür dikkat beni izliyordu.

Dudağının kenarını kaşıdı hafifçe işaret parmağıyla.

"Ben yerine ısrarla Kerem'den yardım istemenizin sebebi ne? Korkutuyor muyum sizi, kötü mü davranıyorum, ne yapıyorum size? Ya da Kerem benim yapmadığım, yapamayacağım neyi yapıyor?"

Ecem'e sormak istediği soruları bana sorduğunda bir elimi ensesine götürdüm ve oradaki saçları okşamaya başladım. Gözlerindeki kırgınlık içimi dağlıyordu adeta. Yine de aşağıda kuşandığı ifadesizliğin aksine bana duygularını göstermesi iyiydi, hoşuma gitmişti.

"Benim ve Ecem'in cevabının aynı olduğunu sanmıyorum..."

Burukça da gülümsediğimde Beyazıt da alayla gülümsemişti.

"Doğru! En azından Kerem senin uzun zamandır arkadaşın, daha tolere edilebilir ama Ecem! Ben yerine toplasan birkaç saat görmediği bir adamdan yardım istemesinin sebebi ne olabilir?"

"Konunun seninle alakalı olduğunu sanmıyorum, bazen bazı şeyler yabancılara daha kolay anlatılır... Bir de bence Kerem bir şeye şahit olmuş. Yani az çok durumu biliyordu. Tek kelime açıklama yapmadan sadece yardım istemek daha kolayına gelmiştir."

Bir de bence Ecem, Kerem'den içten içe hoşlanıyordu ama bunu Beyazıt'a şu an için söylemesem daha iyiydi.

"Sormasam haklısın ama bu sabah bile emin olup olmadığını sordum. Tek kelime etmedi bana!"

Bu noktada ne yazık ki benim de cevaplarım tükeniyordu. Sadece başımı göğsüne yasladım ve kollarımı beline doladım. Tıpkı onun bana yaptığı gibi tek kelime etmeden yanında oldum. Çok geçmeden Beyazıt da beni sarmıştı.

Dakikalarca bu şekilde oturduk burada. Valizler Ateş'lerin evinde kalmıştı. Dolayısıyla burada bir düş kapanım yoktu, ay da görünmüyordu. Dün de doğru düzgün uyuyamamışken bugün de uyuyamayacak olmam bana hayatın bir taraflarıyla gülme şekliydi sanırsam.

Beyazıt'ın da uyuyamayacağını anladığımda başımı kaldırdım ve çenemi göğsüne yaslayarak alttan kendisine bakmaya başladım.

"Film izleyelim mi?"

Sanırım ilk ve son kez düğünden sonra o kulübeye gittiğimizde beraber film izlemiştik ama tıpkı sinemadaki iki yabancı gibi. Farklı koltuklara oturmuş ve tek kelime etmeden, sonrasında filmin kritiğini yapmadan dümdüz izlemiştik.

Sorumu beklemediğini gözlerinden anlamıştım ama bozmadı beni. Hafifçe gülümserken başıyla da onayladı.

"Sen filmi seç, ben de atıştırmalık bir şeyler isteyeyim odaya."

Dediği gibi de yaptık. Ben kısa bir araştırmanın ardından Pride and Prejudice izlemeye karar vermiştim. Tam da bu sırada Beyazıt servis arabasını odanın içine sokuyordu.

"Altyazılı açıyorum, çok fazla eski kelime olur muhtemelen?" dedim sorarcasına.

Beyazıt seçtiğim filme göz ucuyla baktıktan sonra beni başıyla onayladı. İkimiz de İngilizce bilsek de eski dönemlerde geçtiği için çok fazla bilmediğimiz kelime olacağını düşünüyordum.

Filmi ayarladıktan sonra başlatmadan bıraktım ve Beyazıt'ın atıştırmalıkları yatak sehpasına dizmesine yardım ettim. Televizyon yatağın tam karşısında olduğu için şanslıydık.

"Kitabını okumuştum birkaç yıl önce ama filmini hiç izleme fırsatım olmamıştı..."

Elbisemi çıkarmış ve yalnızca Beyazıt'ın arabada olan yedek tişörtlerinden birini geçirmiştim üzerime. Beyazıt'ın üzerinde de sadece bir eşofman altı vardı.

"Ne kitabını okudum ne de filmini izledim..." derken Beyazıt da hemen yanıma, yatağın içine yerleşmişti.

"O kulübede Jane Austen'ın kitapları vardı ama. Senin değil mi onlar?" diye sordum ilgiyle de.

"Ela'nın..." dedi yalnızca ve komodine koyduğum kumandayı aldı.

"Sen ne tür kitaplar okuyorsun peki?" diye sordum. Bu zamana kadar pek kitap okuduğunu görmemiştim gerçi. Ayrıca ben de Jane Austen okumaya bayılırdım ve Ela'yla benzer zevklerimizin olması garipti.

"Şimdilerde okumaya pek fırsatım olmuyor ama okursam da çocuk kitaplarının kısaltılmamış hallerini okumayı seviyorum. Pinokyo, Peter Pan falan..."

Bu beklediğim bir şey olmadığı için şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. Beyazıt'ın hiç bu tarz şeyler okuyacağını düşünmezdim. Daha ağır şeyler okur gibime gelmişti.

"Normalde kitapları filmlerden daha çok severim ama Alice Harikalar Diyarında'nın filmi kitabından daha güzel bence."

Omuzlarını indirip kaldırdı bilmem dercesine.

"O incecik kitaptan 2 saatlik film çıkarmışlar. Haliyle bir şeyler de katmışlar ve iyi de iş çıkarmışlar doğrusu ama kitabının yeri de ayrı."

"Orası öyle tabii ama kitabını filmi izledikten sonra okumak gibi bir hata yaptım. Zaten kısa diye diye zor bela okudum biraz."

Güldü. "Önce kitap okunur, sonra film izlenir ve biz de artık film izleyebilir miyiz?"

Elimle televizyonu işaret ettiğimde filmi başlattı. Kliseden çıktıktan sonra yaptıkları konuşma kitapta da filmde de en sevdiğim sahnelerden biri olabilirdi. Başlığın hakkını en çok verdikleri sahne burasıydı belki de.

Film bittikten sonra "Bence bizim hikayemizde gurur sen oluyorsun." dedi birden. Göğsünde uzanmış filmi izliyor, bir yandan da uyumamaya çalışıyordum.

Çok uykum vardı ama kâbus da görmek istemiyordum.

"Bu durumda sen de önyargı mı oluyorsun?" diye sordum hiç alınmayarak. İtiraf etmek gerekirse farkındaydım. Özellikle işi inada bindirdiğimde burnum düşse eğilip almazdım.

"Hakkımdaki peşin hükümlerini duymayı sabırsızlıkla bekliyorum."

"Matruşka gibisin. Tamam diyorum başka çıkmayacak sonra bana hiç görmediğim bir tarafını gösteriyorsun. Geçtiğimiz çarşamba mesela... O kadar soğuk kanlıydın ki, beklemezdim senden..."

Kemal Yılmaz'ın öldüğü o geceden bahsediyordu.

"Ya da özellikle ilk tanıştığımız zamanlarda neredeyse turuncu dışında bir şey giymiyordun ama şimdilerde üzerinde turuncu bir nokta bile göremiyorum."

Omuzlarımı indirip kaldırdım yavaşça.

"İnsanlar değişir, ben biraz fazla hızlı değişiyorum sadece. Kafamda bir şeyleri bitirmem ya da kurmam bazen sadece saniyelerimi alıyor."

Yıllarca turuncu giyersem bir gün benim farkıma varacağını, gelip bana yardım edeceğini düşünmüştüm söylediği gibi ama sonra birden dank etmiş ve hayatımdan turuncuyu sonsuza denk çıkarmıştım.

Kemal Yılmaz'ın öleceğini en azından ölümcül bir yara alacağını da bile bile girmiştim bu işe çünkü inandığım şeylerin bu ülkede bir miktar yetersiz kaldığını fark etmiştim. Tabii ki bu demek değildi ki herkes alsın eline silahı kendi adaletini sağlasın ama sistemin açığını da kullanmama kimse engel olamazdı. Adamlar kravat takıp cezadan yırtarken benim yaptığım devede kulak kalırdı.

"Bu çok ürkütücü..." dedi bana doğru eğilirken ve önüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı.

"Ama bir o kadar da etkileyici..." derken dudaklarıma da kapanmıştı. Öpüşleri hoyrattı ancak bir o kadar da tadını çıkarmak istercesine ağırdı. Üzerime eğildikçe biraz daha yatakta aşağı kayıyordum ama öpüşmeye ara vermiyorduk.

 

(Buradan sonra işaretli yere kadın yetişkin içerik olacaktır. Rahatsız olacaklara ve 18 yaşından küçüklere duyurulur.)

 

Nefes almak için soluklandığımızda hızlıca sıyırıp attı üzerimden kendisine ait olan tişörtü. Sütyenimi de çıkardı ve karşısında sadece bir külotla kaldım.

Ardından kalçalarımdan tutarak beni yatakta iyice aşağı çekmiş ve bacaklarımın arasına girerek üzerime çıkmıştı. Her zamanki gibi kollarımı başımın üzerinde sabitleyerek hareket alanımı kısıtladı.

Dudakları dudaklarıma hızlı bir öpücük daha bıraktıktan sonra aşağılara kaymaya başladı ağır ağır. Önce çeneme, ardından boynuma en son da göğüslerime yer yer öpücük, yer yer ısırık bırakmıştı.

Tek eli kollarımı sabit tutarken, diğer eli de vücudumun aşağı taraflarını keşfe çıkmıştı bir yandan. Bedenim altında titriyor, çırpınıyor, sürtünebilmek için yanıp tutuşuyordu. Bacaklarımın arasında hissettiğim yoğun ıslaklığın aksine yanıyordum. Hem de çok fazla yanıyordum.

Parmaklarından ikisi külotumu kenara itekleyerek içime sızdığında belim kavislenmiş, odayı da derin zevk inlemem doldurmuştu. İki parmağı içimde hoyratça hareket ederken başparmağı da klitorisimi eziyor, sıkıştırıyor, mümkünmüş gibi beni daha çok uyarıyordu.

Her an eline dahi gelebilecek kıvamdayken kıvranmalarıma bir son vererek eşofman altını tam çıkarmaya bile zahmet etmeden yalnızca ereksiyonunu çıkarmış ve bana hizalayarak sertçe içime gömülmüştü.

İçimde sertçe gidip gelirken bacaklarımı beline dolamış ve bu sırada da ellerimi serbest bırakmıştı en nihayetinde. Ellerim serbest kalır kalmaz hareketlendi. Biri sırtına giderken öbürü saçlarının arasına dalmıştı. Her içime vuruşunda derince inliyor, bir yandan kısa saçlarını çekiştiriyor, diğer yandan tırnaklarımı sırtına batırıyordum var gücümle.

Beyazıt ise bir eliyle yataktan destek alırken diğeriyle de klitorisimi uyarmaya devam ediyordu. Dakikaların ardından ikimiz de aynı anda geldiğimizde ağırlığını vermeden kendini üzerime bıraktı ve alnını alnıma yasladı. Bir süre öylece soluklandık.

Bu Beyazıt'a yetmemiş olacak ki beni yüz üstü çevirmiş, ellerim ve dizlerim üzerindeyken bir kez daha içimi doldurmuştu sertçe. Bir kez daha elleri vücudumu talan etti, bir kez daha sayısızca bedeni bedenimi ezdi ve en sonunda tekrar en tepeye çıkıp tepetaklak yuvarlandık.

Hızlanan nefeslerimiz az da olsa düzene girdiğinde içimden çıkarak bedenini yanıma attı, kendimi öylece yüzüstü bırakacakken buna izin vermeden de beni göğsüne çekti ve üzerimizi de ince bir pikeyle örttü. Sonra eğilip dudaklarıma son bir öpücük bıraktı.

 

(+18 kısım bitmiştir.)

 

İkimiz de uyumadık ama. Konuşmadık da. Günün ilk ışıkları odaya girene kadar öylece uzandık, Beyazıt saçlarımla ben göğsündeki kıllarla oynadım.

Tam olarak öyle olmasa da uzun zaman sonra normal çiftler gibi bir şey yapmak çok iyi gelmişti. Uzun uzun bu anın tadını çıkardık ta ki Beyazıt'ın telefonu çalana kadar.

Kendisinin Mardin de halletmesi gereken işler vardı ne yazık ki. Dün giydiği takımı mecburen geri giyindikten sonra hâlâ yatakta uzanan bana döndü.

"Çıkma odadan böyle, geldiğimde giyecek bir şeyler de getirmiş olurum."

Başımla onayladım Beyazıt'ı. Dün tüm gün oradan oraya koştururken giydiğim elbiseyi tekrar giymek istemiyordum zaten. Sadece bir tişörtle de dışarı çıkamazdım.

Alnıma bir öpücük bırakıp odadan çıktığında ben de biraz olsun ayılmak adına soğuk bir duş aldım. Çıkardığım iç çamaşırlarını geri giymek istemediğim için Beyazıt gelene kadar bornozla durmaya karar verdim.

Çantamı, attığım pufun üzerinde bulduğumda onu da alarak kendimi televizyonun karşısına attım ve arkada ses olsun diye rastgele bir kanal açtım. Bir yandan da çantamın içinden telefonumu bulmaya çalışıyordum.

Telefonumu bulamadım ama bulduğum küçük tuşlu telefonla şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. Bunun benim olmadığına fazlasıyla emindim. Telefonu açtığımda bir mesaj olduğunu fark ettim ve beceriksizce birkaç denemenin ardından ancak mesajları açabildim. Tuşlu telefon kullanmak çok zordu.

Mesajda gördüklerimle ise sıkıntılı bir nefes verdim. Sereyli düğünün kalabalıklığından yararlanarak bana ulaşmanın bir yolunu bulmuş gibi görünüyordu. Şimdi ne yapacaktım?

Loading...
0%