@__kao__
|
Madem bazı şeyler açıktı, tüm kartları açık oynamalıydık çünkü benim kapalı kartım yoktu. "Buyurun Dilem Hanım..!" dedi koruma kendisine baktığımı fark ettiğinde, oldukça saygılı bir şekilde. "Patronunu ara ve bana ver!" dedim duraksamadan. Adam durdu, şaşırdı ve arkamda kalan arkadaşına baktı ne yapacağını bilemeyerek. Ardından cebinden telefonunu çıkarmış ve bir kaç tuşa bastıktan sonra telefonu bana uzatmıştı. Tereddüt etmeden telefonu almış ve kulağıma götürmüştüm. En nihayetinde 4. çalışında açılabilmişti. "Bir şey mi oldu Harun?" "Evimde sizi bekliyorum, Beyazıt Bey..." dedim yine duraksamadan. Benim yüzümden Kerem'in başı da belaya giremezdi. "Dilem Hanım?" dedi şaşkınlıkla. "Evet, benim." dedim hızla. Şaşkınlığından olsa gerek kısa bir süre herhangi bir yanıt alamamıştım ancak daha sonra "Peki, geliyorum..." dedi ve telefonun kapandığına dair o dıt sesi geldi. Telefonu Harun'a geri vermiştim ben de mecburen. Sakin olmalı, fevri hareket etmemeliydim. Soğukkanlılığımı korumalıydım. Kendimi sakinleştirebilmek adına burnumdan alıp ağzımdan verdiğim nefeslerle arabama ilerledim. Arabama ulaşana kadar hatırı sayılır derecede sakinlemiştim. Eve ulaşana kadar dinlediğim ağır müziğin de etkisiyle tamamen sakinleşmiş, kendime gelmiştim. En azından nispeten daha sağlıklı düşünebiliyordum artık. Didem'in eve henüz dönmemiş olmasını dileyerek kapıyı açtım. Neyse ki Didem henüz dönmemişti ancak toplanmayı bekleyen ufak tefek dağınıklıklar vardı. Montumu çıkardıktan sonra hızlıca dağınıklıkları toplamaya giriştim. İşimin yeni bittiği sırada kapı çaldı. Bu ister istemez tekrar tedirgin olmama neden olmuştu. Kapıda polis de vardı... Kardeşinin görevlendirdiği polis... Derin bir nefes aldım. Tek güvencem çok kişinin damarına basmış olmam ve bunun biliniyor olmasıydı şu an. Olası ölümüm ve ya kaybolmamın dosyası Baha savcıya verilmezse muhakkak araştırılırdı. Derin bir nefes aldım ve bir kaç adımla kapıya ulaşarak açtım. Neyse ki Didem gelmeden Beyazıt gelebilmişti. "Buyurun..." dedim içeriyi işaret ederek. Zaten tek bir odadan oluşan dairemde, bir de banyonun ve yatağımın olduğu bir asma kat mevcuttu ve tüm evim bu kadardı. Koyu gözlerinin üzerimde gezindiğini hissetsem de olabildiğince görmezden gelerek montuna uzanmıştım. Bunun üzerine hiç bir şey demeden montunu bana vermiş ve geçip gri berjere oturmuştu. Ben de L koltuğumun Arat'a yakın ucuna oturdum. "Umarım hizmetimizden memnunsunuzdur?" dedi sorarcasına. Bir an, sadece bir an tamamen tesadüfen Kerem'e iş teklifinin gittiğini düşünmeme sebep olmuştu. Tamam, Kerem işinde iyiydi ama benim hayatımda bugüne kadar tesadüf diye bir şey olmamıştı ne yazık ki. Her şeyin bir sebebi olmuştu hep. "Buna devam mı edeceğiz?" diye sordum Arat gözlerini salonumdaki devasa düş kapanında gezdirirken. Sorumla birlikte gözleri beni bulmuş ve başını iki yana sallamıştı. Yüzünde tatmin olmuş bir ifade vardı. Arat da bu oyunu daha fazla oynamak istemiyordu. "Baha Savcı biliyor mu?" dedim doğrudan. Duraksamadan "Sizin bu kadar kısa sürede anladığınız düşünülürse?" dediğinde haklı olarak, başımı salladım aşağı yukarı. Gerçekten bu memlekette işini hakkıyla yapan tek bir kişi kalmamıştı. "Kardeşinin arkasına saklanarak her haltı yiyorsun yani..." "Demek sizi bizi kaldırdık..." dedi ve arkasına yaslandı. Yaslanmasıyla saçları da anlık olarak geriye gitmişti. Ayrıca kendinden emin duruşu hiç hoşuma gitmemişti. "Çok kişinin damarına bastın, Dilem. Cevdet olmasa başkası işini bitirir bana kalırsa ki olacak olan da bu bence. Senin işini şu an benim bitirmememin tek sebebi aynı zamanda kardeşimin koruması altında olman." Gülümsedim. "Ben kardeşinden değil, devletten koruma istedim!" dedim sertçe. "Bir cumhuriyet savcısından!" Başını salladı iki yana. "Benim için bir farkı yok. Sonuç olarak kendinle beraber kardeşimin hayatını da tehlikeye sokuyor musun, sokuyorsun! Kardeşim senin yüzünden tehdit alıyor mu alıyor?" dedi sertçe ve önüne düşen kıvırcığa yakın dalgalı saçlarını eliyle geriye attı kabaca. Baha savcının tehdit edildiği bilgisi ise benim için oldukça yeniydi. "Baha mı istedi senden beni korumanı?" dedim ve elimin düş kapanına gitmemesi için tırnaklarımı avuç içime geçirdim. "Evet... Bir, en fazla iki ekip görevlendirebilirim. Sen de bir iki koruma peşine takar mısın? , dedi. O gece de kardeşimin ilk defa benden bir şey istemesine sebep olan kişiyi merak ettiğim için oradaydım." Şimdi daha da oturmuştu bazı şeyler. "Doğrusu ben ve Baha'yı benzetebileceğini hiç düşünmemiştim. Daha önce de dediğim gibi hiç benzetenimiz olmaz. Ancak Baha'nın çevresine baktığında eninde sonunda abisi olduğumu öğrenecektin ve bunu saklamamın bir anlamı kalmamıştı. Beni gerçekten hazırlıksız yakalamıştın o gece. Üstelik o kadar berbat görünüyorken." dediğinde yüzümü buruşturdum. "Hiç bir kadına ne olursa olsun berbat göründüğü söylenmez!" diye çıkıştım. Ancak o beni takmadan devam etti: "Senin hakkında bir de ne anladım biliyor musun? Boş atıyorsun ama istisnasız hepsini dolu tutuyorsun. Milyonlarca ihtimalden birini seçiyorsun, onu gerçek var sayıyorsun, ona göre davranıyorsun ve hepsi de gerçek çıkıyor." Evet, emin olmadığım şeyler hakkında varsayımlarda bulunuyordum ancak bu o milyonlarca ihtimal arasından en mantıklısı oluyordu. Dudaklarımı ıslattığım sırada kapı sesi geldi. Didem gelmiş olmalıydı. Beyazıt'la tanışması son isteyeceğim şeydi. Hızla kapıya ilerledim ve kapı açılır açılmaz Didem'in içeriyi göremeyeceği şekilde önünü kapattım. "Abla?" dedi şaşkınlıkla. "Erkencisin?" dedi sorgulayarak. "Ben de tam tatlı almaya çıkacaktım, sen alıp gelir misin? Ben çok yorgunum." Didem bana şaşkınlıkla baktı. "İnternetten sipariş ederim..." diyerek beni geçti ve eve girdi. Derin sıkıntılı bir nefes verdim. Bir şaşkınlıkla salonda oturmakta olan Beyazıt'a bir de bana baktı. "Merhaba!" dedi ardından şakıyarak ve Beyazıt'a doğru ilerleyerek elini uzattı. Beyazıt da gülümsedi ve "Beyazıt." diyerek kardeşimin elini sıktı. "Didem..!" dedi Didem de ve bana döndü. "Ben sanırım gidip görerek seçeceğim tatlımı..!" Ve tekrar kapıya ilerledi. Tamamıyla yanlış anlamıştı. "Kaybol!" dedim tersçe. Didem koşarcasına evden çıktığında Beyazıt'la bir kez daha yalnız kalmıştık. "Kardeşinle beni tanıştırmak istemeyecek kadar korkuyorken nasıl hâlâ diklenebiliyorsun, nasıl burnunu sokmaya devam edebiliyorsun aklım almıyor..!" dedi başını da iki yana onaylamazcasına sallayarak. "Korumalarını da beraberinde al götür! Artık istemiyorum!" dedim sertçe. Tırnaklarımı gözlerimin dolmasına neden olacak kadar derinlere bastırmıştım elimin kolyeye gitmemesi için. "Korumalarım şu ana kadar senin ruhun bile duymadan kaç olay bertaraf etti haberin var mı? Çekildiğim an ölürsün. Aptallık etme!" dedi. Sesinde kendisini ciddiye almamı isteyen, kendisine itaat etmemi isteyen baskın bir tonlama vardı. Doğrudan üzerime diktiği gözleri, tüm berjeri kaplayan bedeni, kendinden emin duruşuyla da tonlamasını destekliyordu. "Sadece Baha için mi koruyorsun beni? Kardeşin istedi diye?" dedim ve inanmadığımı belli eden bir gülümseme sundum. Sırtını hafifçe berjerden ayırırken kıstığı gözleri altından beni şöyle bir süzdü ve gülümsedi. "Adam öldürdüm, kara para akladım, kumarhanelerim var, bir çok diğer suçluya yardım ve yataklık ettim ve daha bir sürü suç işledim ancak ne yapmadım biliyor musun? Arkamda kanıt bırakmadım..." Dudaklarımı içeri doğru büzerken başımı aşağı yukarı salladım. "Sen bırakmadın ya çevrendekiler?" Sorumla tekrar arkasına yaslanmış ve eski duruşunu almıştı. "Bana diyorsun ama çevrendekiler çekildiği anda sen de hayatta kalamazsın. Hepiniz aranızda çatışsanız da bir şekilde birbirinize muhtaçsınız." Öğrendiğim bir diğer şey de buydu. Biri kara para aklar, biri güvenliği sağlar, bir diğeri işi halleder, bla bla bla... Hepsinin kendi içlerinde iyi olduğu bir şey vardı ve isteseler de istemeseler de bir şekilde birlikte çalışıyorlardı. Yarım bir gülümseme sundu. Manidar bir gülümseme. Hatta yanlış anlamıyorsam bu tavrım hoşuna gitmişti. "Ölmeye bu kadar meraklı olma, Dilem. Henüz çok gençsin, ne yaparsan yap, benim işime burnunu sokma. Yoksa ben değil kimse kurtaramaz seni ve bu da sana ilk ve son uyarım." Başımı aşağı yukarı salladım sözünü dinleyeceğimi belirtircesine ancak"Korumalarını unutma!" demekten de geri kalmadım. Şu an yalnızken kendimi daha iyi hissedecektim. Başını iki yana salladı ağır ağır. "Daha zeki olduğunu düşünmüştüm..." Sesinde gerçek bir hayal kırıklığı vardı ancak bir şey demedim ve Arat'dan önce ilerleyerek kapıyı açtım çıkması için. Bakışlarım yerdeydi ve yalnızca ayaklarından gördüğüm kadarıyla eşiği geçer geçmez kapıyı kapattım hızlıca. Yarın ilk işim Baha savcının yanına gidip ekibi de çekmesini istemek olacaktı. Kendime özel güvenlik tutabilirdim pekâlâ. Kerem'den iyi bir güvenlik şirketi bulmasını istesem iyi olacaktı. Ayrıca onun haberi olmadan Kerem'e de koruma tutmalıydım. Benim yüzümden başına bir şey gelirse kendimi asla affetmezdim. * Didem'i okuluna bıraktıktan sonra doğrudan adliyeye gelmiştim. Hâlâ peşimde polis ekibi vardı ancak büyük Arat korumalarını çekmişti. Aşina olduğum adliye koridorunu hızla geçerek Baha savcının odasının önünde durdum. İçerde başka birinin de olma ihtimaline karşın kapıyı iki kez tıklattıktan sonra açtım. İçerde kimse olmadığını gördüğümde kapının açık kalmasını umursamadan küçük Arat'ın masasına yaklaştım. Beni gördüğünde önce kaşları çatıldı ancak ardından ifadesini düzeltti. "Dile-" Sözünü kestim. Kafamdaki yeri bambaşkaydı ve benim için büyük bir hayal kırıklığıydı şu an. "Polis ekiplerini çek!" Yalnızca bir kaç saniye önce düzelttiği kaşları tekrar çatıldı. "Haddini bil!" dedi ardından sertçe. "Senin karşında bir cumhuriyet savcısı var! Bu ne biçim bir üslup!" Bağırmıyordu ancak sesi oldukça sertti. "Abisini kayıran bir savcıya karşı takındığım bir üslup!" dedim ben de geri kalmayarak ve alenen yüzümü buruşturdum. Baha savcının yüzü şaşkınlıkla gevşedi ve ardından şaşkın bakışları açık kapıyı buldu. Hızla masadan kalktı ve kapıyı önce kapadı ardından da kilitledi. "Ne saçmalıyorsun sen?" dedi en sonunda da bana dönerek. İçimdeki ufacık bilmiyorsa kırıntısı da şu hareketinden sonra gitmişti. Gözlerimle kapıyı işaret ettim. "Şu telaşınıza bakılırsa pek de saçmalamıyorum savcım ama keşke saçmalasaydım..." Gözlerini benden ayırmadan tam karşımda durdu. "Abim koruma gönderdi sana..." dedi anlamış gibi başını da ağır ağır aşağı yukarı sallıyordu. "Siz istemişsiniz..." dedim ve alayla güldüm. Derin bir nefes aldı. "Reddetmişti..." Bilmediğini desteklemek istercesine hafifçe eğdiği başını iki yana sallmıştı bir de. Kerem sık görüştüklerini söylemişti ve bu iletişimsizliklerini sonra düşünmek üzere rafa kaldırmaya karar vermiştim. "Dilem..." dedi ardından da hanımı kaldırarak ve hep dik gördüğüm o omuzlar çöktü. "Abim bu dünyada bana kalan tek şey... Bunu ona yapamam ama sana yemin ederim ki savcı oluşumu kullanmasına izin vermiyorum. Kardeşi olmasam bilmeyeceğim şeyleri bilmiyormuş gibi davranıp tamamen savcı kimliğimle öğrendiğim şeylerle işimi yapıyorum. Hakkıyla!" dedi ve kendisini anlamamı istercesine, kendisini gözlerinden anlamamı istercesine bunları söylerken gözlerini bir saniye kaçırmadı benden. Başımı iki yana salladım yavaşça. "Sadece polisleri çek, zaten kanıtım yok. Ne sana karşı, ne abine ama emin olabilirsin ki bulacağım!" dedim buna tüm kalbimle de inanarak. "Cevdet Sereyli peşinde!" dedi reddedercesine de başını iki yana sallayarak. Sereyli'nin benimle ilgili başka planları vardı. "Bilmediğim bir şey söylemeyeceksen dediğimi yap." Alayla güldü. "Beni yargılıyorsun..!" "Senin abine yapman gerekeni ben sana yapıyorum." dediğimde sertçe, başını bir kez daha iki yana salladı. "Umarım bir gün beni anlamak zorunda kalmazsın. Umarım bir gün kimseye tek kelime edemeyeceğin bir şey yaşamazsın..." Duraksadım. Tabiri caizse kalakaldım. Yaşamıştım. 13 yaşımdan beri tek kelime etmemiştim kimseye. O zamanlar edemiyordum. Korkmuştum, küçüktüm, manipüle edilmiştim ancak şu anki sadakatim kimeydi? Niye hâlâ susuyordum hiç bilmiyordum. Şu an bunu avazım çıktığınca herkese duyurabilirdim ama yapmıyordum. Elimin düş kapanına gitmesine engel olamadım. "Ekibi çek!" dedim bir kez daha ve onu geçerek kapıya ulaştım ve anahtarı çevirerek önce kilidi açtım. Ardından da kapıyı açarak hızla dışarı çıktım. Geldiğim koridorda daha hızlı bir şekilde ilerliyordum ve hâlâ sıkı sıkıya kolyemi tutuyordum. Bugün ihtiyacım olandan kat ve kat daha az turuncuydum. Daha çok turuncuya ihtiyacım vardı benim. Arabamı es geçerek adliyeden çıktım ve ara sokağa girdim. Burada bir mağaza olacaktı. Hızlı hızlı ilerlerken en sonunda görmüştüm mağazayı. Hızla girdim ve baştan aşağı turuncu olan bir takım satın aldım. Zaten ayağımda olan krem topuklularım ve aldığım krem çantamla da bir nebze olsun dengelemiştim. Üzerimden çıkardıklarımı da öylece büyük çantamın içine tıkıştırmıştım. Kabinden çıkıp aynadaki görüntüme baktığımda kendimi nispeten daha iyi hissediyordum. Biliyordum, gelip kabuslarımı yok etmeyecekti ama iyi hissediyordum işte. Aynadaki yansımama gülümsedim ve son olarak kabanımı üzerime geçirerek mağazadan çıktım. Dışarda kalan düş kapanını da bu sırada kazağımın içine saklamıştım. Arabamı almak için tekrar adliyeye yürürken telefonumun titrediğini hissettim. Çantamı kurcalayarak kapanmak üzereyken telefonumu zar zor buldum. Ajanstan arıyorlardı. Annem, Nesrin teyze dolayısıyla doğru düzgün ajansa uğrayamıyordu bir kaç gündür. Ben de dışarda olunca... Sanırım günün kalanını ajansta geçirmek zorunda kalacaktım. Telefonu açtım ve yapmam gereken bir dünya iş sıralanmaya başlandı. * Saatlerdir oturmaktan uyuşan bedenimi esnetirken kimsenin olmadığı ve tamamen cam odalardan oluşan ofis bir an için gecenin karanlığında oldukça korkunç gelmişti. Yalnızca masa lambam ve koridorlardaki cılız ışıklarla aydınlanıyordu şu an ve bu aydınlanma asla yeterli değildi bu koca yer için. Çıkarıp masanın altına attığım krem topuklularımı giyindikten sonra askıdaki montumu da hızlıca üzerime geçirdim. Bir kalem yardımıyla gelişi güzel topladığım saçlarımı da açmış ve son olarak çantamı almıştım. Odadan çıkacakken durdum ve ağır meşe masaya ilerledim bir kez daha. Masanın altındaki dolabın kapağını açtım önce. Ardından da dolabın içindeki kasanın şifresini girerek kasayı açtım. Ay ışığında silahın metali parlarken dudaklarımı yaladım ve en nihayetinde uzanarak silahı aldım. Şu an peşimde ne bir polis ne bir koruma vardı ve ne olur ne olmaz diyerek kendimi korumalıydım bir şekilde. Silahı çantama kolayca ulaşabileceğim bir şekilde yerleştirdikten sonra gitmeden elimi fesleğenime sürtmüş ve ardından da koklamıştım. Fesleğen kokusuna bayılıyordum. Asansöre ilerlerken benim topuk seslerim dışında herhangi bir ses yoktu şu an. Asansörle otoparka kadar indim. Eve ulaştığımda Didem koltukta televizyon izlerken uyuya kalmıştı. Didem kara saç, kara gözleri ve esmer teniyle asla bana benzemiyordu. Bir süre onu öylece izlerken aslında içten içe kıskandığımı fark etmiştim. Didem sadece tip olarak değil, karakter olarak da benden oldukça farklıydı. Yaşanmışlıklarımız da oldukça farklıydı. Aynı annedendik ancak benim annem yüzünden yaşadığım hiç bir şeyi o yaşamamıştı, benim henüz 13 yaşındayken yediğim hayatın sillesini o daha hiç yememişti. En önemlisi babası vardı. Ne olursa olsun yanında olacak bir babası... Derin bir iç çekerek kucağında kalan meyve kasesini sehpanın üzerine bıraktım ve üzerini battaniyeyle örttüm güzelce. Ardından başının üstüne minik bir öpücük bıraktım ve onu kıskandığım için kendime kızdım. Umarım ki hayatın sillesini hiç bir zaman yemezdi ve hep bu kişi olarak kalırdı. Umarım ki... * Sabah gözlerimi gelen aramayla açmış ve Nesrin Hanım'ın öldüğü haberini almıştım. Bunun üzerine hızla yataktan kalkarak Didem'i uyandırmak için aşağı inmiştim. Hastaneye gitmemiz gerektiğini söylemeden evvel bana sarılarak ağlamasına izin vermiş ve onu sakinleştirmiştim. Nesrin Hanım iyi bir babaanneydi ancak asla iyi bir insan değildi. Yine de Didem'e olan saygımdan kalktım ve ben de hazırlandım. Beraber hastaneye ulaştığımızda Didem doğrudan kendini annemin kollarına atarken ben de Ahmet abinin yanına gitmiş ve ona kısaca sarılmıştım. "Başın sağ olsun, Ahmet abi..." dediğimde bana burukça gülümsemişti. "Başımız sağ olsun..." dediğinde onu bozmayarak ben de burukça gülümsedim. Nesrin Hanım'ın belki de gerçek yüzünü gören tek insan falan olabilirdim. Onun için yalnızca torunlarının mirasını bölen bir miras yiyiciydim ki bugüne kadar Ahmet abinin tek kuruşuna el uzatmışlığım da yoktu. Ahmet abi kadar olmasa da annem de oldukça iyi kazanıyordu ve çalışmaya başladığımdan beri annemin parasını da yemiyordum. Yine de nasıl geldiyse öyle gitmiş ve Nesrin Hanım'ın tavırları aynen devam etmişti. Öldüğüne üzülmüyordum. Didem'in ve Ahmet abinin acısına üzülüyordum şu an sadece. Didem annemden ayrılarak gelip bir de Ahmet abiye sarılmıştı. Anneme dönmek istemiştim ancak koridorun başından bu tarafa gelen yüzü gördüğümde kanın tüm vücudumdan çekildiğini, kanın beni terk ettiğini sandım. Yutkunmak bir yana nefes bile alamadım. Nefesimi tutmuş ve öylece bize doğru yaklaşan bedene bakakalmıştım. Bacaklarımı hissedebildiğimde hızlıca arkamı döndüm ve annemle göz göze geldim. Ancak ağzımdan tek kelime çıkamadı ve koşar adım hızla oradan uzaklaşmaya başladım. Burada olmaması gerekiyordu, benden kilometrelerce uzakta olmalıydı. Ahmet abi söz vermişti.
|
0% |