@__kao__
|
Bir Gün Önce... Baha'dan gelen ısrarlı arama beni şaşırtmazken açmadan rahat etmeyeceğini anladığımda elimdeki oyma bıçağını bırakarak üzerimdeki talaşları kısaca silkeledim ve arka cebimden telefonu çıkardım. "Efendim?" dedim hoparlöre alırken ve kendi yaptığım ahşap masanın üzerine bıraktım. Ardından da iki elimi de masaya yaslayarak öne eğildim bir miktar. Bu sırada endişe dolu sesi doldu kulaklarıma. "Dilem biliyor... Dikkat et kendine." Aklından ne geçiyordu acaba? Dilem bana şu an için herhangi bir zarar veremezdi. "Biliyorum Baha! Sardın kızı başıma..!" diye söylendim ancak o sarmasa da çoktan radarıma girmişti kız. Er ya da geç bir şekilde böyle ilerlemese de yaşanacaktı bunlar. "Korumalarını çektin mi?" diye sorduğunda derin sıkıntılı bir nefes verdim. "Artık şu kızı benim öldürmediğime bir şükretsen mi?" Baha'nın benden ne beklediğini anlamakta zorlanıyordum. Bazen gerçekten yalnızca bir güvenlik şirketim olduğunu falan düşünüyordu sanırım. "Polisleri çekmemi istedi..." dedi, sesindeki üzüntü çekerse öleceğini bildiği içindi ancak ben pek de öyle olacağını sanmıyordum. Sırf bu yüzden dediğini yaparak ekipleri çekmiş ve onu izlemesi için Fatih'i görevlendirmiştim. Ne olursa olsun yalnızca izleyecekti. Haksız çıkarsam ve ölürse zaten işime gelirdi her türlü. "İyi, çektiğinde haber ver de işini bitirmesi için birilerini yollayayım." dedim bastıra bastıra. Ona takındığım tavır herkes için geçerli değildi ve umarım ki bunu bir gün anlayacaktı. "Abi!" dedi sitemle. Bu kızı neden bu kadar önemsediğini bir türlü anlayamıyordum. Aşık desem aşık değildi, yakınlar desem aman aman değillerdi. "Lütfen, Dilem'e bir şey yapma..." İstesem de yapabileceğimi sanmıyordum ancak bunu ona söylemedim tabii ki. "Ne o Baha savcı? Tutuklar mısın yoksa beni?" dediğimde sinirden gözlerini kapatarak sakinlemeye çalıştığını görmesem de biliyordum. Oluşan kısa süreli sessizlik de bunun kanıtıydı. Ancak sakinlemeyi başaramamış olacak ki "Siktir git, amına koyayım!" diyerek telefonu yüzüme kapattı. Yüzüme kapattı... Yüzüme! Sakinleşmek için derin bir nefes alırken telefonu alarak tekrar arka cebime sıkıştırdım. Madem öyleydi şu saatten sonra benimle telefondan bok iletişime geçerdi. Sinirle oyma bıçağını tekrar elime aldım ve yarım bıraktığım işe giriştim bir kez daha. Bugün perşembeydi ve yarın akşamı dört gözle bekliyordum. * Şimdiki zaman... Nefeslerim hâlâ düzensizdi. 11 yıldır görmemiştim. Tam tamına 11 yıldır görmüyordum. 11 yıl önce yine şubatın 10'unda sürgün edilmişti ve yine bugün şubatın 10'unda sürgünü sona ermişti. Bazen gerçekten kabusmuş ve hiç yaşanmamış gibi gelirdi ama gerçekti. Yüz hatları oturmuş, vücudu gelişmiş, şekillenmişti ancak oydu işte. Düş kapanını boynumdan çıkardım hırsla. Korumuyordu işte bu aptal şey. Var gücümle uzağa fırlatırken bir yandan da arabama ulaşmış ve hızla binmiştim. Arabada asılı olan mini düş kapanını gördüğümde alıp onu da camdan aşağı attım. Nereye dahi gittiğimi bilmeden ıssız yerlere giriyor ve sanırsam şehir dışına doğru ilerliyordum. Kafamı toplayamıyordum. Ahmet abiden hesap sormak istiyordum. Bana söz vermişti. Gerçi kim sözünü tutmuştu ki o tutsun. Gözümden yaş aktığını ağzıma gelen tuzlu tatla anlamıştım. Akan yaşları silmek için elimi kaldırmıştım ki ilerde yan bir şekilde durmuş ve zaten dar olan yolu kapatmış siyah arabayla frene basmak zorunda kaldım ve gözüm hızla yanımdaki çantamı buldu. Neyse ki çantamı almıştım yanıma. Geri geri gitmek için hazırlanırken arkama da bir araba gelip durmuş ve tüm kaçış yollarımı kapatmışlardı. Elim çantama uzandı ancak bana doğrultulmuş silahlarla birlikte 2 adam öndeki arabadan indiğinde kıpırdayamamıştım. Silahıma davrandığım an ölürdüm. Dikiz aynasından arkamdaki arabaya baktığımda aynı şekilde ondan da 2 adamın elindeki silahlarıyla indiğini gördüm. Kim göndermişti bilmiyordum ancak beni öldürmek için dört adam göndermeleri gururumu incitmişti. Filmlerdeki gibi sürüyle gelmeleri ya da uzaktan bir keskin nişancıyla işlerini halletmelerini çok isterdim. Güçsüz görünmemek için gözümden akan damlaları silmiş ve önüme düşen saçlarımı da düzelterek geriye atmıştım. Bir ruj da tazele istersen, Dilem. Öndeki adamlardan biri bu tarafa gelerek kapımı açtığında içimde hissetmem gereken korkuyu hissedemedim. Narenciye'nin dediği gibi durup rujumu dahi tazeleyebilirdim. Öyle bir hissizlikti. Sadece pişmanlık vardı. Yıllardır çıkarmadığım kolyeyi neden şimdi çıkarmıştım ki? Şu an o kolyenin boynumda olmasına her şeyden daha çok ihtiyacım vardı. "İn!" dedi sertçe adam ve silahı şakağıma dayadı. İtiraz etmedim ki etmemin de herhangi bir faydası olmayacaktı. Kemerimi çözdüm ve arabadan indim. Arabamın kapısı öylece açık kalırken ve adam beni öndeki araç ve kendi aracım arasındaki boşluğa çekiştirirken diğer iki adam da gelmişti ve etrafımı sarmışlardı. Gözlerim uzun uzun üzerlerinde dolandı. Kaslılardı ancak aman aman kasları yoktu. Ellerindeki silahlar olmasa belki dördüne karşı küçük de olsa bir şansım olabilirdi. "Kimin paralı köpeklerisiniz?" dedim yeterince süzdüğüme kanaat getirdikten sonra ve sözümün bitmesiyle yanağıma sert bir tokadın inmesi bir olmuştu. Ağzımın içine dolan demir tadından nefret ettim. İlk kez 13 yaşında baktığım bu tattan da kokusundan da oldum olası nefret ediyordum. Beni küçümsediklerini belli edercesine ancak yine de tedbiri elden bırakmayarak yalnızca biri bana silah doğrultmuş durumdaydı şu an. Diğerlerinin silahı bellerindeki yerlerine yerleşmişti. Ağzıma dolan kanı tükürdüm. Sereyli değildi biliyordum, Arat olduğunu da düşünmüyordum. Yakın zamanda kızdırdığım mafyatik bir tip... "Ferzan?" dedim sorarcasına. İçlerinden bir tanesi gevrek gevrek güldüğünde Semih Ferzan olduğuna emin olmuştum. "Demek kimlerin işine burnunu sokmaman gerekirken soktuğunu biliyorsun..." dedi ve saçlarıma asılarak ağzımdan bir inilti çıkmasına sebep oldu diğerlerine nazaran bana daha yakın duran. "Ah!" dedi abartılı ve de alaylı bir tavırla. "Acıdı mı prenses?" Saçıma daha sert asıldığında bu sefer bağırmamak için yanağımın içini ısırmayı becerebilmiştim. Ağzımda kalan kanı yüzüne tükürdüğümde suratıma sert bir tokat daha yiyerek tabiri caizse yere yapışmıştım. "Orospu!" diye söylenirken kolunun tersiyle yüzündeki kanları sildi. Yanağım yanarken değen soğuk hava şu an oldukça iyi geliyordu. Beni şu ana kadar öldürmedilerse aldıkları emir başkaydı ve savaşmadan gitmeye niyetim yoktu. En azından kendimle beraber birini daha beraberimde götürsem yeterdi. "Fotoğraflar nerede?" diyerek arkamdan bir başkası saçıma asılarak beni ayağa kaldırdığında gülmemek için büyük bir mücadele vermiştim. Ferzan'ı daha zeki sanıyordum ve yalnızca aklında bir köşede ya doğruysa ihtimali kalsın diye attığım bir yemdi. Yiyeceğine ihtimal dahi vermemiştim ancak görünen o ki yemişti. Karnıma sert bir tekme yediğimde acı içinde öne doğru katlandım. Karnımı kasma fırsatım olmamıştı ve tam boşluğuma gelmişti. "Cevap ver!" dedi bir diğeri beni bir kez daha saçlarımdan tutarak ayağa kaldırırken. Tam bu sırada tek bir el silah sesi duyuldu. Tek bir kurşun gelip elinde silah tutmakta olan adamın kafasına isabet etmişti. Diğer üçü panikle etraflarına bakınıp ikisi silahlarına davranırken saçlarımdan tutan adamın şaşkınlığının yarattığı fırsattan istifade saçlarımı elinden kurtararak bileğinden tuttuğum kolunu çevirmiş, arkasına geçmiş ve dizine tekme atarak dengesini kaybetmesine dolayısıyla yere çökmesine neden olmuştum. Eş zamanlı bir şekilde hem önümdeki adamı kendime siper etmiş hem de belindeki silahı çekip alabilmiştim. O günlerin bana kazandırdığı yegane şeylerden biriydi bu. Kendimi o kadar savunmasız, o kadar güçsüz hissetmiştim ki tekrarının olmaması için çeşitli dövüş eğitimleri almıştım. Bana isabet etmek isteyen kurşun önümdeki adamın omzunu sıyırırken ben de silahın emniyetini açtığım gibi bir diğerinin dizine sıkmıştım. Silah kullanmakta o kadar da iyi olmadığım için olsa gerek benim bacağına diye sıktığım kurşun adamın karın boşluğuna gelmişti. Bu birini öldürme korkusunu içimde yaratırken önümdeki adamın kafasına hızla silahı geçirerek sersemlemesini sağlamıştım. Ardından da hızla kendimi arabanın arkasına yuvarlamıştım silahtan korunmak için. Arabanın camları patlarken başıma cam parçalarının yağmaması için öne katlanmış ve hatta doğrudan arabanın altına sürünerek girmiştim. Alttan gördüğüm bacağa hızla artık buradan da ıskalamayacağımı düşünerek sıkmış ve bunu fırsat bilerek biraz daha sürünerek adamların olduğu tarafa geçmiştim. Arkadaki arabaya ulaşırsam kaçabilirdim. Adamlardan biri eğilmiş bacağını tutarken, bir diğerinin bir eli karın boşluğunda diğeri silahında çıkmamı bekliyor, sonuncusu ise kolunu saymazsak oldukça sağlam görünüyordu. Neyse ki onun silahı bendeydi. En yakınımda bacağına vurduğum adam vardı. Beni gördüğünde silahını bana doğrultmuş ancak ben ondan hızlı davranarak silah olan eline bir tekme atarak silahın düşmesine neden olmuştum. Halsizce silahını bana kaldıran adama ben de silahımı doğrulttum. "Yerinde olsam o silahı bırakırdım çünkü kötü bir nişancıyım ve koluna diye kafana sıkabilirim." Adamın parmağı tetiğe gidecekken ölmek ve öldürme ihtimali arasında hızlı bir karar vermiştim ve neyse ki şans benden yana olmuş ve istediğim gibi kolundan olmasa da omzundan vurabilmiştim. Herkesin silahsız kaldığından emin olduktan sonra geri geri yürümek istedim ancak arkadaşının silahına davranan adamla bunu yapamamış ve mecburen silahı fırlatarak ona ilerlemiş ve biraz önce karnıma yediğim tekmenin intikamını almak istercesine karnına sert bir yumruk geçirmiştim. Ancak yumruğumun etkili olmadığı gibi bir diğeri de üzerime geldiğinde dikkatim dağılmıştı ve ne yazık ki adam kolumdan yakalamış ve ters çevirmişti. Acı bir haykırış boğazımdan koparken kıskacından kolumu düzeltecek şekilde dönerek kurtulmuş ve bana yaklaşmakta olan adama kolumu tutan adama sırtımı yaslayarak sert bir tekme geçirmiştim. Arkamdaki adamın yalpalamasıyla ikimiz de yere düşmüştük. En azından kolumu kurtarabilmiştim. Nefesimi düzene sokmak için bir kaç saniye kendime vermiştim ancak bana doğru gelen yumruğu görmemle yerde yuvarlandım. Montumun hareketlerimi kısıtladığını fark ettiğimde hızla onu çıkarmış ve bana doğru gelen adamın yüzüne fırlatarak görüş alanını kapatmış ve arkasına geçerek kolumla boğazını sıkıştırmıştım. Kollarımdan kurtulmaya çalışırken daha fazla direnemeyeceğimi fark etmiş ve bize doğru gelen diğer adamla adamı bırakmış, bir kaç adım gerilemiş ve zaten şu an görme yetisinin olmamasını fırsat bilerek tekme atmıştım. Adamın diğer adamın üzerine doğru yalpalamasını fırsat bilerek de en yakınımdaki silaha koşmuş ve onu yerden almıştım bir kez daha. Ben onları vurmadan önce ulaşabilecekleri kadar yakınlarında silah yoktu artık. Aramızda da hatırı sayılır bir mesafe vardı ve bana yaklaşamadan onları indirebilirdim. İkisi de bana dönmüşken ben dik durmaya ve bir yandan da nefeslerimi düzenlemeye çalışıyordum. "Kıpırdamayın!" diye uyardım onları. Hâlâ nefes nefeseydim. Ancak o zaman hem karnından hem omzundan vurmuş olduğum adamın bıraktığım yerde olmadığını fark ettim. Panikle etrafımı taradığımda sürünerek silaha ulaşmak üzere olduğunu ve hatta elini uzatmakta olduğunu gördüm. Eli silaha değecekken düşünmeden ona sıktım. Bu sefer kıpırdamadı, bağırmadı. Karnı ve omzu gibi sırtı da kanla kaplandı. Ben bunun şaşkınlığını daha atlatamamışken tekrar bana hareketlenen adamı buldu bu sefer namlu ve bir el daha... Sanırım battı balık yan gider hesabı sonuncusuna da namlu dönmüş ve hatta tetiğe de basmıştım ancak mermim bitmişti. Bunun üzerine silah elimden kayıp düşerken daha önce ayağından vurduğum adam ayağını sürüyerek bana yaklaşmaya başladı. "Orospu!" derken şaşkınlığımdan yararlanarak yüzüme sert bir yumruk geçirmişti. Yumruğun etkisiyle yere düştüm. "Şimdi ne yapacaksın?" derken sağlam ayağıyla bana tekme atmak istemişti ancak ayağını havada yakalamış ve geriye doğru var gücümle, adrenalinin de yardımıyla iteklemiştim. Ancak ben iteklemesem de düşecekti çünkü bir silah sesi daha duyulmuş ve adamın boğazını bir mermi delip geçmiş, boğazından akan kan hemen altında uzanan yüzümü yıkamıştı. Nefes nefese kendimi yere bırakırken şoktaydım. Nefes almakta zorlanıyordum. Ellerim gayriihtiyari boynuma gitmiş ama kolyeyi yerinde bulamamıştı. Bunun üzerine ellerim boğazıma gitmiş ve tırnaklarım acımasızca boğazıma geçmişti. Bir el gelip elimi boğazımdan çekerken beni de doğrultmuştu. Görüşüm bulanık olsa da küçük Arat'ın yüzünü seçebilmiştim. "Öldürdüm!" dedim dehşetle. "Nefsi müdafaa..!" dedi Baha savcı başını iki yana sallayarak ve bir yandan da omuzlarıma bir şey bıraktı. Başımı kaldırdığımda büyük Arat'la göz göze geldim. Etrafa bakındım. Polis yoktu. "Polis!" dedim hızla ve Baha savcının elleri arasından çektim ellerimi. Hızla yerden de kalktım. Yalpalasam da düşmemiştim. Arabama ilerledim düşünmeden. Titreyen ellerimle çantamı aldım. Fermuarı zar zor açarken karşıma çıkan ilk şey silahım olmuştu. Elime değer değmez almış ve benden olabildiğince uzağa fırlatmıştım. Ardından da ellerim tekrar çantamın içine dalmış ve telefonumu bulmuştum. 112'yi arayacakken telefon elimden çekilip alındı. Beyazıt Arat'la bir kez daha göz göze geldim. "Ver!" dedim sertçe. "Aptal olma!" dediğinde avazım çıktığınca "VER!" diye haykırdım. Abisinde olan ilgimi sertçe beni tutup çevirerek Baha savcı üzerine aldı. "Bir adamı sırtından vurdun. Diğer adamın yakınında silah bile yoktu! Yaraladıkların senin olsun! Nefsi müdafaa saymazlar!" dediğinde panikle "Ama, ama..." diye kekelemeye başladım ve elimle sırtından vurduğum adamı işaret ettim. "Silahı almak üzereydi..." Ardından elimle ikinci vurduğum adamı işaret ettim. "Üzerime geliyordu. Panik yaptım... Hem önümü kestiler!" diye panikle açıklamaya çalışıyordum kendimi. "Dilem..." dedi Baha yapma dercesine başını iki yana sallayarak. "Yakın savunma biliyorsun, belgelerin, derecelerin var, savunmasız bir kadın değilsin ki üzerime geliyordu diyesin. Saymazlar..." dediğinde gözümden bir kaç damla ardı ardına aktı. Böyle bir şeyi saklayamazdım yapamazdım. Ancak Beyazıt Arat adamlarına "Temizleyin!" emrini verirken sesimi çıkartamadım. "Savcısın sen!" dedim son bir çare. Başını iki yana salladı. "Şu an değilim, eğer Beyazıt'ın kardeşi olmasam şu an bu yaşanılandan haberim bile olmayacaktı. Şu an ben Beyazıt'ın kardeşiyim ve sen de kendini koruyan bir kadınsın ve bu sır burada kalacak." "Kalmayacak..." dedim başımı dehşetle iki yana sallayarak. "Bana karşı kullanacak!" dedim Beyazıt Arat'ı şikayet edercesine elimle işaret ederek. Kendisi zaten halihazırda beni izliyordu ve bu hareketimle kaşları havalanmıştı. "Birinin oyuncağı olmaktansa girer yatarım!" dedim başımı da iki yana sallayarak. "Öyle bir şey olmayacak!" dedi Baha ancak abisine attığı tereddütlü bakışı görmüştüm. Bakışlarım üzerleri birer poşetle kapatılmış ölü adamlarda gezindi. İkisini ben, birini Beyazıt Arat öldürmüştü ancak dördüncüsünü kimin öldürdüğünü dahi bilmiyordum. "Bana neden yardım ediyorsun?" dedim Baha'nın doğru söylediğinden emin olmak istercesine gözlerinin içine bakıyordum. Ancak biri kolumdan tuttu ve beni kendine çevirdi. Gözlerim Baha savcının açık kahve gözlerinin ardından Beyazıt Arat'ın koyu kahve gözlerini buldu. "Üç adamı öldürdün..." diye sertçe söze başlamıştı ki başımı iki yana salladım. "İki..." dediğimde Arat'ın gözleri kısıldı. "Anlamadım?" "Üç değil, iki adam öldürdüm." O an etrafta bir çok ses vardı ancak Beyazıt Arat için sanki tüm sesler kesilmişti. Etrafında bakışları turladı ve birini aradı. Birinde bakışları durduğunda ben de ona baktım. Adam tam da o an başını iki yana sallıyordu. Beyazıt Arat bir şeyden emin olmuş olacak ki bakışları saatini buldu ve "Gitmeliyim, seninle dönünce konuşacağız!" dedi ve kardeşine döndü. "Eve götür ve ben gelene kadar gitmesine izin verme." Ardından da hızla en arkadaki arabaya ilerledi. Bugün cumaydı. "Saat kaç?" diye sorarken buldum kendimi Kerem'in söyledikleri aklıma doluşurken. "Dokuza geliyor..." Cevabını aldığımda azıcık halim olsa Beyazıt Arat'ı kesinlikle takip ederdim. "Sana pansuman yapalım..." diyerek bir arabaya ilerletti beni Baha savcı. Kendi arabamın yanından geçerken içim acıdı. Camları parçalanmış, yer yer kurşunlar sebebiyle minik göçükler oluşmuştu. Annemin mezuniyet hediyesiydi bu araba bana. Şu zamana kadar sahip olduğum ilk ve tek arabaydı da aynı zamanda.
|
0% |