@__kao__
|
Eve ulaştığımda Arat henüz yoktu. Kerem'den Arat'ı daha detaylı araştırıp araştırmamasını istemek arasında gidip geliyordum önümdeki telefona bakarak. Kerem'i zaten Arat'ın radarına sokmuştum. Belli ki beni öldürmemesi için bir sebebi vardı ancak bu sebebin sevdiklerimi de kapsadığını hiç sanmıyordum. Kerem'i daha fazla bu işe karıştırmama kararı aldığım saniyelerde kapı çaldı. Dudaklarıma götürmekte olduğum ve artık kaçıncısı olduğunu sayamadığım kahvemi amerikan mutfağın ada tezgahına bağlı masaya bırakarak yüksek sandalyeden indim ve kapıyı açtım. Karşımda gördüğüm Arat turuncu bir pijama ve beyaz askılı bir tişört içindeki beni süzerken ben dışardan içeri giren soğukla bir kaç adım geri çekilmek zorunda kalmıştım. Arat da üşüdüğümü fark etmiş olacak ki bana bakmayı bırakarak kapıyı kapattı. Etrafta göz gezdirdikten sonra aksimi rahatlıkla görebildiğim koyu gözleri tam üzerimde durdu. "Eşya göremiyorum?" dedi sorarcasına. Kısa bir an neyi kast ettiğini anlamasam da dün sabah 'Cevabın evetse eşyalarını toplamış ol!' gibisinden bir şeyler dediğini anımsadım. "Toplamadım çünkü." dediğimde bir kaç saniye yüzüme öylece baktı ve ardından da kapıya ilerledi. Ne yaptığına anlam veremezken "Nereye?" dedim şaşkınlıkla da. Durdu ve yavaşça bana döndü. "Karakola, elimdekileri sorumlu bir vatandaş olarak teslim edeceğim..." Derin, sıkıntılı bir nefes alırken elimle salonu işaret ettim mecburen. "Böyle geçebiliriz..." de dediğimde yüzünde tatmin olmayan bir şeyler vardı. Yalvarmamı falan bekliyorsa daha çok beklerdi. "Bir şey içer misin?" dedim tamamen laf olsun diye. Ve o da neyse ki "Gerek yok!" dedi aksi bir tavırla. Tezgahın üstünde kalan kendi kahvemi alarak sehpaya bıraktım ve tam karşısına geçip oturdum. "Yalnızca tek bir sebep söyle bana ve gidip eşyalarımı toplayayım..." dedim lafı dolandırıp uzatmadan. Yüzünde alaylı bir gülümseme belirdi ve kendinden emin bir şekilde arkasına yaslandı. Bana güçlü olanın kendisi olduğunu kanıtlamak istercesine bir hali vardı. "Şart koşabilecek bir konumda değilsin Dilem! Son kez soruyorum: Cezaevi mi, dünyaevi mi?" Ne yazık ki haklıydı. Dudaklarımı yavaşça ıslatırken uzun uzun gözlerine bakarak cevap aradım. Ancak istediğim hiç bir şeyi bulamamıştım o gözlerde. Uçuk bir ihtimal dahi olsa sevgi kırıntısı bile aramıştım ama diğer her şey gibi onu da bulamamıştım. Sanki sadece olması gerekiyordu. Bu kadardı. Bir sebebi, bir yararı yoktu. "Hemen mi evleneceğiz?" dediğimde benden gizleme gereği duymadan keyifle güldü ve tabiri caizse gerim gerim gerildi. "Bir hafta içinde..." dediğinde 1 ay gibi yakın bir tarih beklesem de bu kadar da yakın bir tarih beklememenin şaşkınlığıyla gözlerimi kırpıştırdım. Şaşkınlığımdan biraz olsun sıyrılabildiğimde "Bu bir hafta içinde kendi evimde kalacağım..." dedim. Elim boynuma gidemeyince bakışlarım Arat'ın arkasında kalan devasa düş kapanına gitmişti. Sözlerimi yok sayarak "Eşyalarını toplaman için yarım saat veriyorum, gerisini daha sonra aldırırız..!" dedi ve öne eğilerek benim kahvemi aldı. Ardından da bir yudum içti. Sıkıntılı bir nefes verirken ayaklandım. Üstünlüğün Arat'ta olması sinirlerimi bozuyordu. Arat'ın bakışlarını sırtımda hissederken asma katın merdivenlerini tırmandım. Orta boy valizin en altına tabletimi, bilgisayarımı ve şu oyuncuyla ilgili bulduğum bir kaç bir şeyi içeren dosyayla Arat'ın dosyasını yerleştirdim. Üstüne eşyalarım gelene kadar beni biraz idare edecek kadar işe giderken giyebileceğim bir kaç parça, iki bot, iki pijama takımı, spor yapabilmek için tayt ve iç çamaşırı yerleştirmiştim. Bakım ürünlerini ayrı küçük bir çantada hızlıca toplamış ve onu da valize tıkıştırmıştım. Son olarak oradaki odama asabileceğim orta boylarda bir düş kapanını koydum. Çantayı kapattıktan sonra da bacağıma hızla bir kot pantolon geçirmiş, üzerime siyah bir kazak giyinmiştim. Son olarak da şişme bej montumu giymiş ve siyah kabanımı da son anda çantaya eklemiştim. Küçük siyah çantama da telefon, cüzdan, anahtarlar gibi daha temel şeyleri atmıştım. Çantamı omzuma astıktan sonra karnımdaki yaradan dolayı zorlansam da valizi alarak yavaş yavaş aşağı ilerledim. Arat merdivenlerin ortasında beni fark ederek valizi benden almıştı ve bu gözlerimi yuvarlamama neden olmuştu. Çok centilmendi kendileri! Peşinden mecburiyetten ilerlerken içten içe hem söyleniyor hem de hâlâ bir sebep arıyordum. Kapıyı açtığında duraksadı ve ancak neden duraksadığını biraz kenara çekildiğinde görebildim. Karşımda Emir'i bulmayı beklemezken nefeslerimin hızlandığını hissettim. Arat'ın yanımda olmasından hiç bu kadar memnun olacağımı düşünmezdim oysaki. "Abicim?" dedi, Emir samimiyetsizce gülümseyerek, ancak bakışları benden ziyade Arat'ta ve elindeki valizimdeydi. "Bir yere mi gidiyorsun?" "Evet..." dedim ve Arat'ın böyle bir niyeti olmadığını anladığımda Emir'i ve onu aşarak dışarı attım kendimi. Soğuk havanın beni tamamen sarmasından memnunken Emir kolumdan tutarak beni kendine çekmiş ve midemi bulandırarak bana sıkıca sarılmıştı. Arat'a daha fazla yarım yanımı göstermemek için kıpırdayamazken nefeslerinin saçımı havalandırdığını hissetmek kelimenin tam anlamıyla midemi bulandırıyordu. "Çok özlemişim seni, görüşmeyeli bayağı oluyor. Cenazede de konuşamadık. Daha da güzelleşmişsin..." Benden ayrılarak söylediği sözlerde dışardan bakıldığında bir şey yoktu. Bir abinin pek tabii kız kardeşine söyleyebileceği şeylerdi ama altında yatan imayı bilmek ellerimin titremesine yol açmıştı. Bunu saklamak için üşümüş gibi ellerimi montumun cebine soktum. "İşim var." dedim Arat'a malzeme vermemek için. "Sonra görüşelim Emir." dedim ve Arat'a döndüm. Emir'in gözü her ne kadar Arat'ın üstündeyse, Arat'ın gözleri de benim üzerimdeydi ve en başından beri böyle olduğuna, hiç bir hareketimi kaçırmadığına emindim. Arat bendeki bakışlarını en sonunda üzerimden çekerek Emir'e döndü ve elini uzattı. "Beyazıt Arat..." "Kız kardeşimin kabalığı!" dedi ve saçlarımı eğlenen bir ifadeyle geriye attı. Artık ayakta zar zor dururken şu an yanımızda Arat'ın olmasına ve elimi kolumu bağlamasına lanet ettim her ne kadar biraz önce memnun olsam da. "Bizi onun tanıştırmasını beklemiştim. Emir Akçay..." El sıkışırlarken Arat da alaycı bir gülümseme oluştu. "Bazen unutabiliyor böyle şeyleri sevgilim..." dedi ve bana dönerek iç ısıtan bir şekilde gülümsedi. Ben bunun şaşkınlığını yaşarken Emir de en az benim kadar şaşkındı. "Sevgili mi? Bundan bahsetmemiştin abicim!" dedi sesindeki kin, hırs anlık olarak beni o geceye götürmüştü. Artık bacaklarım da titremeye başlarken bunu gizlemek için abartılı bir şekilde kendim titredim.. "Çok üşüdüm, artık gidebilir miyiz Beyazıt?" Arat tek elini belime koyup beni yönlendirirken diğer eliyle de valizimi taşıyordu. "Arkandan takip edeyim..." derken elimden geldiğince elimi titretmemeye çalışarak çantamdan annemin arabasının anahtarını çıkarmıştım. "Bu kadar çabuk yeni bir arabanın olmasını beklemiyordum." dediğinde alayla gülümsedim. "Tek zengin sen değilsin, Arat!" O da alayla gülerken ben hâlâ kinle bana bakan Emir'e son bir bakış atmıştım. Hızla arabama binerken Arat valizimi şoförüne teslim ederek geçip arkaya oturmuştu. Şoförü valizimi bagaja atmış ve ardından da hızla koltuğuna yerleşerek arabayı çalıştırmıştı. Yol ayrımına kadar onları takip etmiş ve onlar sola dönerken ben son hız gecenin bu saatinde kimsenin olmamasını da fırsat bilerek sağa sapmıştım. Gaza iyice yüklenirken telefondan Ahmet abiyi aramış ve hoparlöre almıştım. Çok geçmeden açılırken Ahmet abinin "Dilem?" diyen sorgu dolu sesini işittim. "SÖZ VERMİŞTİN!" diye hırsla bağırırken ıssız bir sokağa da kırarak arabayı orada öylece yolun ortasında durdurmuştum. Kemerimi çözerken Ahmet abinin sıkıntılı nefesini işittim. "Sadece cenaze için geldi, Dilem. Annene neden gelmediğini açıklayamazdım..." dedi fısıltıyla da. Alaylı bir kahkaha bırakırken gözümden bir damla da düşmüştü. "Cenaze için?" dedim sorarcasına ve alaylı bir kahkaha daha bıraktım sinir bozukluğuyla. Hâlâ ellerim zangır zangır titriyordu. "O zaman gecenin bu saatinde benim evimde ne işi vardı, Ahmet abi?" dedim ve ağzıma gelen tuzlu tatla ağladığımı fark ettim. "UTANMADAN BANA SARILDI!" diye bağırdım bu kez de. Nefesini bir kez daha saçlarımda hisseder gibi olduğumda hırsla onları geriye attım. "Bilmiyordum..." dedi mahcubiyetle. "Bilmiyordun?" dedim sorarcasına ve alaylı bir kahkaha daha bıraktım. "Hani peşine birilerini takmıştın, hani bana yaptığını başkasına yapmasına izin vermeyecektin, hani orada bir nevi hapis hayatı yaşıyordu? BÖYLE Mİ HAPİS?" "Özür dilerim..." dedi acı dolu ama kısık bir sesle. Artan göz yaşlarımı silerken başımı da iki yana salladım. "Anneme asıl neyi açıklayamazsın biliyor musun Ahmet abi?" dedim ilk söylediklerine hitaben. "Bunca yıldır bunu saklamanı!" dedim acımasızca. "Bana da kızar ama ben kızıyım! Seni boşar, bunu yaptığına yapacağına pişman eder! O oğluna da sana da dünyayı zindan eder! Yarın sabah Türkiye'de olmayacak o şeref yoksunu oğlun! Bir daha karşıma çıkmayacak! Yoksa bir dahaki hesabı bana değil, anneme verirsin! Bu son uyarım!" Telefonu hırsla kapattığımda bir süre arabada öylece oturmuş ve hıçkıra hıçkıra ağlamıştım kendimi serbest bırakarak. Ne zamanki nispeten sakinleştim, kendimi daha iyi hissettim o zaman arabayı çalıştırarak girdiğim bu ara sokaktan çıktım. Ancak ana caddeye çıkan sokağın önü Arat'ın arabasıyla kesilmiş ve Arat kollarını bağlamış, arabasına yaslanmış bir şekilde beni bekliyordu. Ben de başımı arkaya yasladım ve Arat'ın yolu açması için beklemeye başladım ancak o arabaya binmek yerine bana doğru ilerlemeye başlamış ve yanıma kadar gelmişti çatık kaşlarıyla. "İn!" dedi sertçe. Bu lanet gece niye bu kadar zordu? "Emir erin değilim Arat!" dedim istifimi bozmadan arabanın içinde oturmaya devam ederek. 'Öyle mi?' dercesine tek kaşını kaldırmıştı. Bana eğilerek kemerimi çözdü ve kolumdan kavradı. Ancak ben öyle kolundan tutup istediği yere çekiştirebileceği bir kadın değildim. Zaten kolumdan tutup kendine doğru çekmesini fırsat bilerek kolumu dirseğimden bükmüş ve kolumun hizasındaki karın boşluğuna sert bir hamle yapmıştım. Buna geç kalsa ve dirseğimi yese de refleksleri iyiydi ve ikinci hamleyi yapmama izin vermeden iki kolumu da kavramıştı. Canını yakabilmiş miydim bilmiyordum ama yüzünde mimik yoktu. "Zorlama Dilem! Müstakbel karımın burada ne yaptığını anlatacaksın ve tekrarının yaşanmaması için benimle geleceksin! Fatih getirir arabanı!" O an şoför koltuğunda oturanın Fatih olduğunu fark etmiştim. "Sen zorlama, geleceğim işte!" dedim aksi bir tavırla ve kollarımı hızla kendime çekerek ellerinden kurtuldum. "Biraz önce de geliyordun!" dedi imayla ve başıyla arabasını işaret etti. "Sen benimle o arabaya gelmediğin sürece bir yere gitmeyeceğiz!" dedi ve arabaya yaslanarak beklemeye başladı. Bana hava hoştu. İnatsa inattı. Sabaha kadar burada böyle bekleyebilirdik. Radyoyu açtım. Ardından da annemin mimoza buketinden bir tanesini çekip alarak kokladım. Biraz solmuş olmasına rağmen oldukça güzel kokuyordu. Ardından acımasızca tek tek yapraklarını koparmaya ve öylece arabadan dışarı atmaya başladım. Bir yandan da çalan şarkının ritmiyle ağır ağır hareket ediyor ve fısıldarcasına eşlik ediyordum. Arat büyük bir sabırla tek tek tüm mimozaların yapraklarını koparıp ayağının dibine atmamı izlemişti kapıya yaslanarak. Bir yerden sonra koltuğu geriye itmiş ve ayaklarımı arabanın önüne uzatarak yaprakları koparmaya devam etmiştim. Bu ikimiz için de bir savaştı. Kim daha inatçı, kim daha sabırlı testiydi. İkimizden biri pes edecekti ve her ne kadar açık kapı nedeniyle biraz üşüsem de katlanılamayacak gibi değildi ve pes eden olmama konusunda kararlıydım. Sokaktan geçmek isteyen bir kaç kişiyi Fatih gönderirken koparacak mimoza yaprağının kalmamasıyla saplarını birleştirerek bir taç yapmaya girişmiştim. Ayakta bekleyen ve beni izlemek dışında bir işi olmayan Arat'tı ancak biraz daha böyle kalırsak deliren ben olacaktım. Gün ağardıkça Fatih daha fazla insanla uğraşmak zorunda kalmaya başlamıştı ve muhtemelen benden nefret ediyordu şu an. Yaptığım tacı öylece koltuğa fırlattıktan sonra annemin boş olmayacağını bilerek torpidoyu açmış ve gördüğüm soğuk kahveyle gülümsemiştim. Açıp onu içmeye başlarken radyoyu kapatarak telefonumdan dizi açmış ve onu izlemeye başlamıştım bu kez de. Arat'ı gerçekten zorladığımın farkındaydım ancak o da beni zorluyor ve sabırla hiç bir şey söylemeden yalnızca beni izliyordu. Üzerimdeki bakışları ve tepkisizliği bile beni delirtmeye yetiyordu. Telefonum şarj uyarısı verdiğinde diziyi kapatarak tekrar radyo açmak zorunda kalmıştım. Aynadan kendime makyaj yapmaya girişirken Fatih, Arat'ın yanına gelmiş kulağına bir şeyler söylemişti. Arat ona sözsüz bir emir verdiğinde de gitmişti. "Gitmen gereken bir işin yok mu?" dedim artık dayanamayarak. "Şu an işim seni eve götürmek..." dedi dümdüz bir tonlamayla. Ne yazık ki benim gitmem gereken bir işim vardı ancak neyse ki patronum annemdi. Tabii aramızın bozuk olması bir sorun olabilirdi. Uyursam beni kucaklayıp götürmesi çok muhtemeldi ve bu yüzden bunu yapamıyordum çünkü uykum ağırdı ve top patlasa uyanmazdım. "Yorulmadın mı? Gidip arabanda oturmaya ne dersin?" dedim son bir şans. Alaycı yarım gülüşü yerleşti yüzüne. "Hı, hı! Gideyim de geri geri kaç!" En başta yolu açmalarını beklemek yerine geri geri gitmemem hataydı ancak böyle inada bindireceğini tahmin etmemiştim. Bıkkınlıkla başımı geriye attım ve biten kahvemi son bir umut salladım ancak boştu. Arabada başka yiyecek içecek bir şey de yoktu ve hem acıkmış hem de susamıştım. "Tamam!" dedim ve ona döndüm. Çünkü kahve içmek gibi bir hata yaparak tuvaletimin gelmesine de neden olmuştum. "Ne senin dediğin, ne benim dediğim. Orta yolda buluşalım! Bin..." dedim ve yanımdaki boş koltuğu gösterdim. "Bir yere gitsem bile seninle gitmiş olurum!" İstifini hiç bozmadan dikilmeye devam etti. Sanırım bu kabul etmediği anlamına geliyordu. Telefonumun çalmasıyla bakışlarım ekrana döndü. Didem arıyordu. Alıp açtım hızla. "Çabuk söyle, Didem! Şarjım az..." "Sana da günaydın abla..." dedi böyle bir açılış beklemiyor olacak ki. "Abim gece kimseye haber vermeden geri dönmüş!" dedi sitemle ardından da. Rahatlayarak derin bir nefes verdim. "Gidersin yanına tatillerde, üzülme..." dedim ancak gelen rahatlamayla gülümsememe engel olamamıştım. "Yaptığı iş mi ama abla ya!" dedi sitemle. "Şarjım az, sana sonra döneyim. Konuşuruz uzun uzun." dediğimde sıkıntılı nefesini işittim. "Tamam!" diye homurdandıktan sonra telefonu kapattı neyse ki ve ben de Yasemin'e geç geleceğimi yazdım şarjım bitmeden. Eğer şimdi annemin arabasını sinirle Arat'ın arabasına çarparsam annem beni öldürürdü. Keşke en başından ajansın arabalarından birini alsaydım. Şakasız öğlene kadar beklemiştik. Bu süre zarfında Fatih'in benden nefret ettiğine ve Arat'ın insan olmadığına emin olmuştum. Öğlen güneş doğrudan arabaya vururken hem bir yandan beni bunaltıyordu ancak soğuk hava da üşütüyordu ve arabanın içinde bütün bedenim uyuşmuştu. Açlığım, susuzluğum ve tuvaletimin olması ise cabasıydı. Arat'ın yürüyerek gitmeme izin vereceğini bilsem arabayı burada böylece bırakıp inerdim de ama şu lanet sokaktan o arabaya binmeden çıkmama izin vermeyeceğine de emindim. "Peki, sen kazandın!" dedim sinirle arabadan inerek ve yenilginin verdiği hırsla da öndeki arabaya hızlı hızlı yürümüş ve arka koltuğa bindikten sonra kapıyı sertçe çarparak kapatmıştım. Açık kapı nedeniyle buz gibi olan arabamın aksine bu araba oldukça sıcaktı. Arat şoför koltuğuna bindiğinde kollarımı birleştirmiş ve çatık kaşlarımla öylece oturuyordum. "Öne gel!" dedi ifadesizce. Herhangi bir şey demediğimde ve de bir eylemde bulunmadığımda aynadan gözlerimizi birleştirdi. "Bir de bunun için mi bekleyelim Dilem?" Sabrımı sınıyordu. Beni delirtmek için bilerek yapıyordu. Aşağı inmek yerine arabasının koltuklarına basa basa, kirlete kirlete içerden geçtim ön koltuğa ve rahat bir konuma geldikten sonra kemerimi taktım. Neyse ki bu sefer bir şey dememiş ve arabayı en nihayetinde çalıştırmıştı. Tek kelime etmeden büyük malikanelerine kadar gelmiştik. Arabadan inecekken kapıları kitledi. Delirerek önce Arat'ı sonra kendimi öldürmeme çok az kalmıştı. Camı açtı ve yanımıza gelen Fatih'e "Dilem hanımın valizini odaya çıkarın!" diyerek emir verdi. Fatih bagajdan valizimi alırken Arat camı kapatmış ve bana dönmüştü. "Neden ayrıldın?" "Refleks!" dedim ve samimiyetsizce gülümsedim. "Dalıp sağa kırdım, işe hep oradan giderim de..." Arat uzun uzun gözlerime baktı. Saniyeler boyunca sürdürdü eylemini ve en sonunda başını aşağı yukarı salladıktan sonra kapının kilidini açtı. "Yemiş gibi yapalım bakalım..." Hiç umursamadan indim arabadan ve Arat'ın peşinden içeri ilerledim. Bizi kapıda karşılayıp üzerimizdeki montları alan kadına Arat "Dilem hanıma odasını gösterin!" demiş ve gözden kaybolmuştu. Kadın bana kalacağım odayı gösterip çıktığında ilk işim telefonumu şarja takmak olmuştu. Ardından da Emir'in iğrenç dokunuşlarından da kurtulmak için uzun bir duşa girmiştim. Saçlarımı kurutup maşayla uğraşmak istemediğim için özenli bir topuz yaptım. Ardından da turuncu kumaş pantolonum, turuncu askılı ve korseli dar bir tişört ve üzerine kalın turuncu blazer ceket giyinmiştim. Ayağıma tekrar siyah botlarımı geçirdikten sonra hızlıca yüzüklerimi ve saatimi de takmıştım. Elime siyah kabanım ve siyah çantamı alarak çıktım odadan. Telefonumun şarjı ajansa gidene kadar beni idare edecek kadar dolmuştu ve açar açmazda annemin cevapsız aramaları düşmüştü ekrana. Annemi hızla geri ararken merdivenleri de iniyordum ve hedefim mutfaktı. "Neredesin Dilem?" Annemden bu cümleyi son zamanlarda oldukça sık duyuyordum. "Yoldayım, bir saate gelirim." dedim ve mutfağa girdiğimde çalışanlara döndüm. Annemin duymaması için de elimle telefonun ahizesini kapatmıştım. "Bir kahve ve hızlıca atıştırabileceğim bir şeyler ayarlayabilir misiniz? Kahve sade olsun lütfen..." Kadın bana gülümsemiş ve "Tabii, Dilem hanım!" demişti hızla. Ben de yüksek ada tezgaha çıktım kulağımda telefonla. "İyi gelme o zaman ajansa. Şu Umut Yalçın mı ne var ya? İnşaat şirketi olan..." "Evet?" dedim yardımcı kızın önüme koyduğu kahveden bir yudum alarak. "Bir iş kazası olmuş. Tedbirsizlik mi yoksa gerçekten bir kaza mı git bak. Beykoz'daki inşaatında." "Tamam, bakarım..." diye mırıldanırken kız önüme hazırladığı sandviçi bırakmıştı. Ona gülümsedim ve annemin duymaması için dudak oynatarak teşekkür ettim. Aklıma gelen mimozalarla kaşlarım istemsizce çatıldı. "Bu arada o mimozaları kim göndermiş? Çok güzellerdi." "Benim değil onlar, Ayla ablanın..." dedi hızla. "Arabada kalmış." diye de devam etti. "Ay, umarım Ayla abla mimozalarını geri istemiyordur çünkü bir miktar mundar ettim ben onları." "Aferin, Dilem!" dedi sinirle ve suratıma kapattı. Bir çiçek için neden bu kadar sinirlendiğini ise asla anlamamıştım. Ayla ablanın kendi bile böyle bir tepki vermezdi. Annemi takmamaya karar vererek hızlıca sandviçime döndüm. "Adın neydi bu arada?" dedim tezgahta sebze yıkayan hizmetli kıza. "Oya, efendim..." dedi. Bana dönüp hafifçe gülümsemiş ve geri işine dönmüştü ardından da. Sandviçimi bitirdikten sonra tabağımı ve bardağımı götürüp tezgaha bıraktım. "Ellerine sağlık, Oya..." Oya bana bir kez daha gülümserken ben gözlerimi yuvarladım. Çalışanları da kendi gibiydi. Kapıdan ben çıkacakken girmek isteyen bir adamla az daha çarpışıyordum. "Pardon!" dedi adam hızla ve o anlık şeyle düşen telefonumu yerden aldı. "Bu güzel hanımefendinin kim olduğunu öğrenebilir miyim?" derken yüzünde çapkın bir sırıtış vardı ve sanki telefonumu değil de değerli bir şeyi bana takdim eden bir tavra bürünmüştü. "Dilem Akçay..." dedim telefonumu elinden çekip alırken de ve ceketimin cebine attım. Ardından da kabanımı sırtıma geçirdim üşüdüğümü fark ederek. Adamın gözleri ise şaşkınlıkla açılmış ve beni baştan aşağı süzmüştü. O flörtöz tavrı tamamen kaybolmuştu artık. "Demek meşhur Dilem sensin..." dediğinde, sorgularcasına baktım ona. Tamam sıfır değildim ama o kadar da meşhur da değildim. "Meşhur?" dedim sorgulayarak da ve arkamdan bir ses duyuldu. "İçeri geç Ozan!" Adının Ozan olduğunu öğrendiğim çocuk Arat'ı duymazdan gelirken Arat bir kaç adımla karşıma geçmiş ve beni süzmüştü. "Nereye?" dediğinde alayla güldüm. "Ne hadle soruyorsun? Kabul etmem emrin altına gireceğim anlamına gelmiyor Arat. Ölürüm ama yine itaat etmem." "Anladım orasını..." dedi başını da anladığını desteklercesine aşağı yukarı sallayarak. "Ancak artık peşinde sadece sana düşman olanlar değil, bana düşman olanlar da olacak. Hele ki Cevdet Sereyli... Evleneceğimizi duyduğu andan itibaren ikimize de var gücüyle saldıracaktır." "Bu kadar korkuyorsan evlenme o zaman!" dedim tersçe ve gözüme kestirdiğim adamlarından birine döndüm. Arabamı Fatih getirdiği için anahtar bende değildi. "Arabamı getirin!" Verdiğim emirle Arat'a dönmesi beni sinirlendirmişti ancak gerekli onayı almış olacak ki kulaklıktan bir şeyler söyledi. "Sadece evliliği değil, evliliğin getirdiği sorumlulukları da kabul ettiğini bilerek dön bu eve, Dilem. Seninle her gün böyle uğraşacak değilim. Ayrıca dönmeye karar verirsen ailene de söyle! Düğüne yakın bir pürüz istemiyorum." "Düğün?" dedim şaşkınlıkla. "Seninle cümle alem duysun diye evleniyorum Akçay!" dedi benim ona Arat deyişimi taklit edercesine. "Sade bir nikah olmayacak yani. Kendine gelinlik bakmaya da başlasan iyi olur!" Derin, hırslı bir nefes alırken arabamın gelmesiyle ona arkamı döndüm ve adamının boşalttığı koltuğu hızla ben doldurdum, çantamı da oldukça rastgele bir şekilde fırlattım. Ardından da doğrudan Beykoz'a sürmüştüm. * Kapıyı tıklattım ve 'Gel!' komutu geldiğinde de kapıyı açtım. Annemi masasının başında bir dosyayı karıştırırken bulmuştum. "Oo... Teşrif edebilmişsiniz hanımefendi!" Sıkıntılı minik bir nefes verirken kapıyı kapattım ve anneme yaklaştım. "Seninle bir şey konuşmam gerekiyor." Annem yakın gözlüğünü çıkararak alttan bir bakış attı bana kehribar gözleriyle. Sesimden konunun ciddi olduğunu anlamış olmalıydı. "Söyle!" dedi merakla gözlüğünü ve elinde kalan dosyayı kenara bırakarak. Kısa bir an böyle bir şeyi nasıl söyleyeceğimi düşündüm ve kolay bir yolu olmadığını fark ettim. Annem normal şartlarda da cenazeden hemen sonra evlenmemi ve hatta herhangi bir eğlence tertip etmemi hoş karşılamazdı ancak şimdi evlenecektim. Üstelik hiç tanımadığım bir mafyayla. Beyazıt Arat'la... "Evleniyorum!" dediğimde birden, anneme anlık bir kal gelmişti. Ancak saniyeler sonra "Anlamadım?" dedi. Sesinde de inanamaz bir tını vardı. "Evleniyorum..." dedim bir kez daha. Arat'ı annemin de araştıracağını biliyordum ve doğrusu işime de gelirdi. "Bence saçmalıyorsun şu an Dilem!" dedi sertçe. Sandalyesiyle hafifçe yan dönmüş ve hemen ayağa fırlamaya hazır bir konuma gelmişti. "Ne evliliği bu? Kiminle?" diye de hızla ve sinirle devam etti. "Beyazıt Arat." Ağzımdan çıkan iki kelimelik isim annemin zaten ateş saçan bakışlarının daha da kızışmasına neden olmuştu. "Beyazıt Arat?" dedi ve alaylı bir kahkaha bıraktı. "Onun kim olduğunu biliyor musun sen? Hem nerede gördün sen onu da, nerede evlenecek raddeye geldiniz?" Sustuğum da annem de zaten emanet oturduğu koltuğundan kalkmış ve bir kaç büyük adımla yanıma gelmişti. Topuk tıkırtıları o an çok sinirimi bozmuştu. Çenemden tutarak gözlerime daha dikkatli bir şekilde baktı. "Psikoloğuna gidiyor musun sen?" dediğinde donup kalmıştım. "Kırıcı oluyorsun anne!" dedim hayretle ve bir adım geri çıkarak elinden kurtardım çenemi. "Ne demek psikoloğuna gidiyor musun? Neyi kast ediyorsun?" "Sağlıklı bir beynin böyle bir karar verebileceğini düşünmüyorum çünkü!" dedi gittikçe sertleşen bir sesle. "Uzun zamandır sesin soluğun çıkmıyordu, takip etmedim ama anlaşılan o ki fazla serbest bırakmışım." Bana deli muamelesi yapıyordu şu an, farkında mıydı? Bence her şeyin farkında, Dilem. Zaten beni de hiç bir zaman sevmedi! "Gayet sağlıklı bir beyinle düşünüyorum anne!" dedim gözlerimin dolmaması için bir kaç kere hızlıca kırpıştırmak zorunda kalmıştım. "1 hafta içinde evleneceğiz!" dedim Arat'ın bana sabah söylediğini aktararak. "1 hafta?" dedi dehşetle. "SEN KAFAYI YEMİŞSİN!" diye bağırdı ardından da. "SEN KAFAYI YEMİŞSİN!" İkinci bağırışıyla gözlerimi kapadım sıkıca. Ardından yumuşacık elinin omzumdan ellerime kayışını hissettim. "Annecim..." dedi biraz öncenin aksine yumuşacık da bir sesle. "Ne yapalım biliyor musun?" Kısa bir an arkamda kalan kitaplığına dönmüş ve bir şey düşünmüştü. "Yazın Paris'e gitmek istiyordun... Şimdi git! Bir hafta kal orada, kafanı dinle, sakin sakin düşün... Döndüğünde hâlâ aynı fikirdeysen o zaman oturup sakin sakin konuşuruz, tamam mı?" Bana yine aynı şekilde yaklaşıyordu işte. Sanki ben her şeyi yalnızca kafamda yaşıyormuşum gibi... Deliymişim gibi... Yaşadıklarımızın gerçek olduğuna inanmaktansa, bizim deli olduğumuza inanmak her zamanki gibi kolayına geliyor! "Anladım ben anne!" dedim sert çıkmasına engel olamadığım bir sesle. "Yeri ve saati yazarım, istersen gelirsin..." Arkamı dönüp gidecekken kolumdan yakaladı. "Dilem beni delirtme!" Dişlerinin arasından bağırmadan söylemişti. "Neden evlenmek istiyorsun sen o mafya bozması adamla?" Birini öldürdüm desem beni ihbar eder miydi acaba? "Seviyorum..." dedim, gerçeği söylesem evlenmeme asla izin vermeyeceğini bildiğim için. "Seviyorsun?" dedi sorarcasına. Devamında gelecek soruları bildiğim için ben ondan önce davrandım. "Bir şeyi araştırırken karşıma çıktı, yakından izlemek istemiştim ama sanırım fazla yakından izlemişim..." dedim ve hafifçe gülümsedim. Keşke her şey yalnızca bu kadar klişe olsaydı. Annemin gözüne an be an hayal kırıklığının yerleştiğini gördüm. "Gerçek amacını öğrenirse öldürür seni!" dedi salak demese de öyle düşündüğünü iliklerime kadar hissettirerek. "Biliyor!" dedim hızlıca. Durdu. Gözlerime baktı uzun uzun. "Tanışmak istiyorum! Yarın akşam, bizim evde, yemekte!" "Peki..." dedim ve başımla onayladım annemi. Eğer Arat düğünde bir pürüz istemiyorsa bir akşamını pek tabii feda edecekti.
|
0% |