Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm

@__kao__

Yorucu bir gündü. Bilmem kaçıncı kahvemle zar zor ayakta duruyordum. Kemerimi çözdüm ve binmeden önce fırlattığım dosyaları almak için arka koltuğa uzandım.

Ancak yan tarafta gördüğüm sarı mimozalarla öylece kalakaldım.

Hâlâ annemin arabası bendeydi. Sabaha karşı Arat'la inatlaşırken arabanın her yerini kurcalamıştım ve bir başka çiçek olmadığına emindim. Ki fark etmemiş olsam bile bu kadar canlı olmasına imkan yoktu.

Demek Ayla ablanındı...

Uzanıp dosyalardan önce mimozaları aldım ve hızla buketin içinde kart var mı diye bakındım. Yalnızca masmavi üzerinde hiç bir şey yazmayan kare bir kağıt vardı.

Belki kazımalı ya da çift katlıdır diye kağıdı iyice kontrol etmiştim ancak bildiğimiz dümdüz mavi bir kağıttı.

Kaşlarımın çatılmasına engel olamazken uzanıp arkadan dosyaları da aldım. Artık ineceğimi anlayan ve de hazırda bekleyen Harun hızla kapımı açmıştı.

Annem ne saklıyordu?

Benim için açılan kapıdan içeri girdiğimde montum ve çantamdan evvel çiçekleri verdim.

"Bunları bir vazoya koyar mısınız? Solmasınlar..." dedim ve Oya elimden çiçeği alıp kenara koyduğunda montumu ve çantamı da ona vermiştim.

Dosyaları öylece ona verecek kadar güvenmiyordum.

"Beyazıt beyler yemek için sizi bekliyorlar..."

Kısa bir an yalnızca odaya çıkıp uyumayı düşündüm ancak hem açtım hem de annemin yarın akşam bizi beklediğini söylemeliydim.

Oya'nın gösterdiği yemek odasına elimdeki dosyalarla girmem pek hoşlandığım bir şey değildi ancak yukarı çıkıp bırakıp tekrar aşağı inemeyecek kadar yorgundum.

"İyi akşamlar..." dedim masada gördüğüm sabahki adam ve Baha savcıyla da.

Arat yine baş köşeye kurulmuştu ve sanırım sol tarafı benim için ayrılmıştı.

Orayı es geçerek servisi diğer baş köşeye kaydırdım ve tam karşısına oturdum.

"İyi akşamlar, yenge!" diyen Ozan'la ona tersçe döndüm.

"Tam adın ne senin?" dedim ters bakışlarımı üzerinden çekmeden.

"Tam adın derken? Tek ismim var..." dedi bu söylediğime anlam veremediğini görebiliyordum.

Ancak Baha savcı anlamış ve "Tekin, Ozan Tekin..." demişti. İsmi bir yerden tanıdık geliyordu. Bir yerde daha duymuş olmalıydım.

"Bir daha bana yenge dersen, Tekin..."

Ardından içimdeki vahşi tarafın söylemek istediklerini yutarak gülümsedim.

"Deme lütfen!" diye de devam ettim ve bu sırada Arat'la göz göze geldik.

"Aa, olmaz ama!" dedi Tekin abartılı bir tavırla.

"Racona ters!"

Derin bir nefes aldım. Sakin bir insandım. Fevri değildim. Yalnızca son bir kaç gündür her şey fazla gelmişti ve dengem şaşmıştı. Yine de sanırım şu an ağzının ortasına çarpma isteğim hiç normal değildi.

Çok aç olmama rağmen tüm iştahım da kaçmıştı.

"Afiyet olsun, size..." diye mırıldandım ve dosyalarımı da alarak ayaklandım.

Yorgundum, aklım mimozalarda -annemin ne sakladığında- kalmıştı, hâlâ Arat'ın benimle neden evlenmek istediğine bir anlam verememiştim, Emir olayını söylemiyordum bile. Ve bana bir kez daha yenge derse tüm siniri-

"İyi akşamlar yenge!"

Tekin'in neşeli sesiyle kendimi zar zor tutarak gülümsedim ve yüzüne dikkatle bakarak isminin nereden tanıdık geldiğini hatırlamaya çalıştım.

Hatırladığımda gülümsemem genişledi.

"Duyduğuma göre otelinde bazı geceler kumar oynatıyormuşsun..."

Eğlenen ifadesi silindiğinde devam ettim. Sereyli'yi araştırırken Tekin'in mekanında kumar oynadığını öğrenmiştim ve ismi de oradan tanıdıktı.

"Yarın tüm haber sitelerinde bunu okumak ve polisle uğraşmak istemiyorsan bana bir daha yenge deme Tekin! İştahımın içine ettiğin için de ayrıca teşekkür ederim."

Yalnızca bizi sessizce izleyen Arat'la göz göze geldiğimde duraksadım.

"Yarın akşam annem yemeğe bekliyor."

"Yeliz Akçay'la da tanışacağız demek..." dediğinde keyiflenerek ve de geldiğimden beri ilk kez konuşarak başımı iki yana salladım.

"Tanışmak karşılıklı olur..." dedim daha önceki konuşmalarımıza atıfta bulunarak.

"Annem seni zaten tanıyor."

"O zaman nasıl oldu da yemeğe bekliyor?" dediğinde gülümsememi sabit tutmakta zorlanmıştım.

Deli olarak gördüğü kızının suyuna gitmek için kabul etmişti yalnızca. Ne olacaksa kontrolümde olsun demişti.

"Ona sadece bir kanıt bulabilmek için seninle evleneceğimi söyledim, bana kör kütük aşık olduğunu..."

Anneme de tam tersini söylemem işin benim açımdan acınası olan kısmıydı. Ancak Arat neyse ki bunu bilmiyordu ve şu an aptalı oynamak zorunda olduğu için de sinirlenmişti.

Ozan ise keyifli bir kahkaha bırakmış, Baha savcı kayıtsızlığını korumuştu. Bana karşı ılımlı olsa da bu işte onun da hoşuna gitmeyen şeyler olduğunu görebiliyordum.

"Tekrar iyi akşamlar..." dedim ve yemek odasından çıktım. Ardından da daha önce bana gösterilen odaya ilerledim.

Düş kapanını yatağın başına astıktan ve de üzerimi değiştirdikten sonra da doğrudan yatağa bırakmıştım zaten kendimi.

*

Sahil kenarında günler sonra ilk kez koşu yapmıştım ve bu biraz olsun şu son bir kaç günün stresini atmamda bana yardımcı olmuştu.

Bahçede, havuzun kenarında, şezlonglarda oturan Baha savcıyı görmemle duraksadım.

Terimin soğumaması gerekiyordu ama yine de bu soğuk havada Baha savcıya doğru ilerlerken buldum kendimi.

"Günaydın!" dedim yanındaki şezlonga bedenimi bırakırken.

Dalmış olacak ki irkilerek bana döndü.

"Günaydın..." diye mırıldandı belli belirsiz ve elinde durduğunu daha önce fark etmediğim, üzerinde dumanı tüten kahvesinden bir yudum aldı.

"İyi misiniz savcım?" dedim biraz da saf bir merakla.

"Bu ev sınırlarında, abim yakınlarımızdayken bana savcı deme lütfen..!"

İlk söylediğinde inanmamıştım ancak gerçekten kendini ikiye bölmüştü. Bu evde, abisinin yakınlarındayken küçük Arat oluyor, işte, adliyede ve abisinin uzağında ise benim tanıdığım işine sadık Baha savcı oluyordu.

Ve bu evde ona birinin savcı demesi dokunuyordu. Belki de ikili oynayışı gözüne batıyordu.

"Nasıl böyle kendini ikiye böldün?" diye sormama engel olamadım.

"Abim ve mesleğim... İkisinden de vazgeçemezdim. Ben de birbirlerinden ayırdım..."

Ardından birden bana dönmüş ve ilgiyle onu inceleyen yeşil gözlerim, açık kahve gözleriyle buluşmuştu.

"Sen de bu ev sınırlarında özgürlüğün için sağır, kör, dilsiz olabilirsin..."

Belli belirsiz gülümserken başımı iki yana salladım.

"Ardından da abimi üzersen seni üzerim falan mı diyeceksin?"

Baha savcı başını iki yana salladı.

"Ciddiyim ben Dilem! Abimin affetmeyeceği bazı şeyler var ve bunların başında da ihanet geliyor. Canını yakarsan, canını yakar!"

"Benimle neden evlenmek istiyor?" Baha savcının bu evlilik işini garipseyen herhangi bir tutumunu görmemiştim. Nedenini biliyor olmalıydı.

"Abime sormaya ne dersin?" dediğinde sıkıntılı bir nefes vermemek için zor tutmuştum kendimi. Yine karşımda ketum, sinir bozucu olan savcı vardı.

Esen sert rüzgarla üşüdüğümü fark ederek ayaklandım. Zaten Baha savcının da bana istediğim bir şeyin cevabını vereceği yoktu şu an.

"Aradığın cevapları bulamadın sanırım?" dedi Baha savcı hafifçe gülümseyerek.

Öylece gitmeyi düşündüm ama durdum. Bana abisine ihanet etmemem gerektiğini söylüyorsa kendisi ihanet etmeyeceğine emin olmalıydı.

"Baha savcı ve Beyazıt Arat'ın kardeşi bir gün öyle ya da böyle kesişecek. O zaman ikisinden biri kazanacak. Bana söylüyorsunuz savcım ama umarım siz kendinizden eminsinizdir..."

Arkamda kafası karışmış bir adet Baha savcı bırakırken hızla içeri girmiş ve direkt kendimi ılık suyun altına bırakmıştım.

Hızlı duşun ardından aynı hızla da giyinmiştim. Bugün önce bir hastaneye uğrayıp şu inşaatta yaralanan işçiyle konuşmam, ardından Pırıl'ı bir yoklamam ve o şerefsiz oyuncu hakkında detaylı araştırmalara başlamam gerekiyordu. Ha bir de öğleden sonra ajansta toplantı vardı ve ona da katılmalıydım.

Giydiğim gri kumaş pantolon ve onun takımı olan gri kısa ceketin içine siyah beli kısa uzun kollu badimi giymiş ve kendimi aynada son kez kontrol etmiştim.

Doğal haline bıraktığım açık kumral saçlarım hafifçe dalgalanarak omzumdan aşağı dökülüyordu

Doğal haline bıraktığım açık kumral saçlarım hafifçe dalgalanarak omzumdan aşağı dökülüyordu.

Taktığım kolye ve saat, turuncu tonlu makyajım, turuncu ojelerim ve siyah çantamla da oldukça tamamdım ve oldukça da açtım.

Topuk tıkırtılarım eşliğinde bir alt kata inmiştim, ben tam yanından geçerken odalardan birinden çıkan Arat'la duraksadım.

"Günaydın!" dedim onu baştan aşağı süzerken.

"Günaydın!" dedi o da beni baştan aşağı süzerken.

Giydiği gri klasik takımın içine siyah bir gömlek giymiş ve siyah bir kravat takmıştı. Dönüp bir de kendime bakma ihtiyacı hissettim üzerimde ne olduğunu bilmiyormuşçasına. Pişti olmamız kaşlarımın hafifçe çatılmasına neden olmuştu.

"Güzel görünüyorsun..." dedi sabit bir ifadeyle. Sanki iltifat etmemişti de normal bir şey söylemişti.

"Teşekkür ederim..." dedim ben de onun duygudan yoksun tonlamasını kullanarak ve devam ettim.

"Rolüne bu kadar erken başlamana gerek yoktu aslında..." diye de devam ettiğimde gözleri kısılmış ve yüzümü yavaşça turlamıştı. Ona söylediklerimi pek takmış gibi değildi.

"Kahvaltıyı dışarda yapalım! Konuşmamız gereken şeyler var! Baş başa!"

"Emredersiniz!" dedim arkasından alayla ancak Arat beni takmadan devam etmişti. Konuşacağımız şeyleri merak etmesem asla peşinden ilerlemezdim.

İçimden Arat'a saydırarak kabanımı giydiğim sırada gördüğüm Oya'yla duraksadım.

"Dünkü çiçekleri getirebilir misin?"

Ajansa gittiğimde sahibine vermeliydim.

Oya Arat'ın montunu verirken şaşkınlıkla bana dönmüş ama başıyla da onaylamıştı.

Oya yanımızdan ayrılırken Arat'ın sorgulayan bakışları beni bulmuştu. Arat'ı görmezden gelerek kabanımın içinde kalan saçlarımı çıkarttım ve Oya'yı beklemeye başladım. Çok da bekletmeden gelen sarı mimozalarla Oya'ya gülümsemiş ve elinden almıştım.

"Teşekkür ederim..."

"Mimoza..." dedi Arat yavaşça ve kısık gözlerle bana baktı.

"Kim müstakbel karıma ısrarla mimoza gönderiyor?"

Sesindeki sakinlik nedense içimdeki bir yerleri ürpertmişti.

"Doğru soru 'Müstakbel karım kime ısrarla mimozalarını veremiyor?' olacaktı..." Bunu kurcalamamalıydı. Önce ben ne olduğunu bir anlamalıydım. Arat'tan önce kapıya hareketlendim ve dışarı çıktım biraz da daha fazla sorgulayıp işkillenmemesi için. Başımda az sır varmış gibi bu çiçeklerin kimden geldiğini de bulmalıydım ve de tabii o boş mavi kartın ne anlama geldiğini.

Arat kapının önünde hazır bulunan arabasına ilerlerken kapıdaki Fatih'e döndüm.

"Arabamı getirir misiniz?"

Fatih, Arat'a döndüğünde ben de mecburen Arat'a döndüm. Kendisine dönmemi bekliyor olacak ki anında başıyla yan tarafını işaret etti.

"Tek araba gidiyoruz..." Koltuğa yerleşirken verdiği emirle içime derin bir nefes çekmek zorunda kalmıştım. Yalnızca beni sınıyordu.

Mecburen arabanın etrafını dolaşıp yanındaki koltuğa oturdum ve çiçekleri arka koltuğa bıraktım. Ardından da önüme dönüp kemerimi bağladım.

"Umarım konu ilgimi çeker Arat!" diye söylenmeyi de ihmal etmedim. O kadar sinirimi bozuyordu ki... En azından ilgimi çekecek bir şeyler olmasını umuyordum.

"Geleceğin umarım ki ilgini çekiyordur, Akçay..." dedi anlık olarak bana dönerken ve arabayı çalıştırdı.

Neden olduğunu bilmiyordum ama gerildiğimi, tüylerimin diken diken olduğunu hissettim. Hiç bir zaman gelecek odaklı bir insan olmamıştım, ya anı kurtarmış ya da en iyi ihtimalle yakın geleceğe odaklanmıştım. Beyazıt'ın bahsettiği gelecek ise daha uzun vadeli bir gelecekti. Sanırım beni ürperten de buydu. Bu sırada telefonuma düşen ardı ardına bildirimlere kayıtsız kalamayarak çantamdan telefonumu çıkarttım. Aynı zamanda içimdeki ürpertiye ket vurduğu için de memnundum.

Tabii ki Didem'dendi.

ABLA!!!!!

ABLAAAAAAĞĞĞĞ!

NE DEMEK EVLENİYORSUN!!!!!!!

BANA NASIL SÖYLEMEZSİN????

O sende kalırken gördüğüm adamla mı?

Yani Beyazıt abiyle mi?

Aşk olsun abla ya! Hadi anneme söylemiyorsun, bana niye söylemiyorsun?

Telefonum bir kez daha titrerse o çantayı unut.

Yazıyor ibaresi mesajımdan sonra kaybolmuştu ve çok geçmeden de çevrim dışı olmuştu. Başımı onaylamazcasına iki yana salladım. Bu kız hiç bir zaman değişmeyecekti...

Didem'in sayfasından çıkarak Kerem'in sayfasına girdim.

Akşam sana uğrayacağım, müsaitsen?

Akşam dediğim gece yarısına tekabül ediyordu ve gece yarısından sonra Kerem'in doğum günüydü. Çok geçmeden çevrim içi olmuş ve ardından da yazıyor ibaresi görünmüştü.

Ben ve bilgisayarım her zaman senin için müsaitiz.

Mesaj beni gülümsetirken ona beyaz bir kalp atmış ve sayfadan çıkmıştım.

Maillerime gireceğim sırada araba durdu. Bunun üzerine telefondan başımı kaldırmak ve etrafı süzmek durumunda kalmıştım. Sahil kenarında bir kafenin önünde durmuştuk.

Arat'a döndüğümde onun gözünün telefonumda olduğunu gördüm.

"İnmiyor muyuz?" dedim bunun üzerine telefonumu çantama yerleştirirken.

Bana yalnızca dik dik bakmakla yetinmiş ve tek kelime etme zahmetinde bulunmadan arabadan inmişti.

Bu havalar kime, Dilem?

Beyazıt'ın ardından gözlerimi yuvarladım ve ben de indim. Bu havaları ne yazık ki banaydı ve daha ne kadar katlanabileceğimi ben de bilmiyordum.

İçeri girer girmez bir garson peşimize takılmış ve masamıza kadar da eşlik etmişti. Fazlaca ilgili tavırlarının aksine siparişimizi almadan yanımızda ayrılmasına pek anlam veremesem de üzerinde durmadım.

"Baş başa konuşmamız gereken şey ne?" derken ki tek amacım bir an önce konuşmak ve işime gücüme bakmaktı. Tabii sinirlerimi bozmasının da büyük bir etkisi vardı.

Oturduğu yerde dikleşti ve üsten bir tavra büründü. İtiraz istemez bir hali, bir bakışı vardı.

"Öncelikle bu evliliğin gerçek bir evlilik olmadığını Baha ve Ozan dışında kimse bilmeyecek. Tahmin edebilirler, sorabilirler ama ağzından bunu onaylayacak tek kelime çıkmayacak!"

Emrivaki konuşması pek hoşuma giden bir şey değildi ama devam etmesi için bir şey demedim. Kaldı ki sadece sözleriyle değil gözleriyle de emir veriyordu.

"Peşindeki adamlarımı hiç bir şekilde atlatmayacaksın. Ayrıca merak etme sen benim işlerime burnunu sokmadığın sürece senin işlerine karışmam."

Arkama yaslanırken 'Öyle mi?' dercesine dudaklarımı bükmüş ama bir karşılık vermemiştim. Zaten kendisi de beni takmadan devam etti.

"Evlilik akdi boyunca hayatında başka biri olamaz!" dedi özellikle bunu bastıra bastıra, tane tane söylemişti. Aksini asla kabul etmeyeceği bunu söylememiş olsa da fazlaca belliydi zaten.

Omuzlarımı büyük bir sakinlikle indirip kaldırdım.

Yine de "Kısasa kısas severim. Beni teşvik etmediğin sürece böyle bir şey olmaz..." dediğimde gözleri kısılmış ve sinir bozukluğuyla gülmüştü.

Ona hayatında başka bir kadın olamaz falan demeyecektim ama benim gururumu, itibarımı zedeleyecek bir şey yaparsa, onunkini yerle bir ederdim ve bunu peşin peşin bildiriyordum. Ciddiye alıp almamak ona kalmıştı tamamen.

"Evlilik şartları bitti mi?" dediğim sırada Arat'ın cevap vermesine kalmadan iki garson gelmiş ve ellerindeki kahvaltılıkları masaya dizmeye başlamışlardı.

İşleri bittiğinde ben yokmuşumcasına doğrudan Arat'a döndüler.

"Başka bir şey ister misiniz Beyazıt bey?"

Neyse ki Arat varlığımın farkındaydı ve sorarcasına gözleri beni bulmuştu. Yalnızca garsonların gitmesini ve konuşmaya devam etmeyi istiyordum. Bu yüzden başımı iki yana sallamakla yetindim.

"Yeterli." demesiyle garsonlar yanımızdan ayrılmıştı hızlıca.

Dün akşam da bir şey yemediğim için açtım ve bu süreyi tabağıma bir şeyler ekleyerek geçirmiştim.

Cebinden çıkarttığı kutuyu önüme bıraktığında tabağıma almakta olduğum domatesleri bir kenara bırakarak kutuyu açmak durumunda kalmıştım.

Beni oldukça büyük ve göz alıcı bir tek taş karşılarken bakışlarım Arat'ı buldu.

"Parmağından çıkmayacak!" dedi ardından da dikte edercesine.

Alayla güldüğümde devam etmeme izin vermeden sözü o aldı tekrar.

"Ve tabii düğün gününden itibaren parmaklarımızdan alyanslar da çıkmayacak..."

Ne söyleyeceğimi tahmin etmesi sinirimi bozarken lafların ağzıma tıkılmasının hoşnutsuzluğuyla yüzüğü parmağıma geçirdim.

"Benimle evlenmek için can attığının farkındayım ama evlenene kadar sağ eline takmalısın." dediğinde eğlenen bir ifadeyle, zoraki bir şekilde gülümsedim.

"Er geç çıkarının ne olduğunu öğreneceğim!" Yemin edercesine söylemiş ve yüzüğü sol elimden sağ elime geçirmiştim. Sol ve sağın nasıl bir farkı vardı bilmiyordum ama buna da bir googledan baksam iyi olacaktı.

"Böylesine güzel bir kadınla evlenmek benim en büyük çıkarım bence." dediğinde buram buram alay kokan bir sesle onu boş vererek çayımdan bir yudum aldım.

"Başka bir şey var mı?" dedim hızlıca ağzıma bir kaç bir şey tıkıştırmadan evvel. Artık gitmeliydim.

"Bugün nikah işlemlerini başlatacağız." dedi gitmeye niyetlendiğimi anladığında.

"İşlerim var!" dedim başımı da iki yana sallayarak.

"Eminim ki işlerini erteleyebilirsin..." derken sesi başka bir şansımın olmadığını bana anlatmaya yetiyordu. Sıkıntılı bir nefes verdim.

"Öğleden önce biter mi?"

"Bitittiririz!" dediğinde gözümün önünden yarın ki sıkışık planımın üstüne binen yapmam gerekenler canlanmıştı.

Kahvaltıdan sonra Arat'la nikah işlemlerini halletmek için öğlene kadar oradan oraya gidip durmuştuk. Araya birilerini sokuşturmuş olacak ki sıra beklememiştik neyse ki ama yine de epey vaktimizi almıştı.

"Seni Fatih bırakacak nereye istiyorsan." dediği sırada önümüzde Fatih'in kullandığı araba durmuştu. Ancak içinden çıkan Ozan sürprizdi.

"Oooo... Çifte kumrular şimdiden beraber mi giyinmeye başladınız?"

Arat'la pişti olmak yeterince kötüydü ve zevzeklik kaldırabilecek durumda değildim. Bu yüzden hemen yanımızdaki Arat'ın arabasından eğilerek mimozaları aldım.

Arat'ın ne yapacağını merak etsem de yetişmem gereken bir toplantı vardı ve o yüzden bir şey demeden gözlerimi yuvarlamış, bir kaç adımla biraz ilerdeki arabaya ulaşmış, Fatih'in benim için açtığı kapıdan içeri girmiştim.

Fatih de hızla ön koltuğa geçip yerleşirken telefonumu çıkarmış ve maillerimi kontrol etmeye girişmiş ve belki de ilk defa insanların neden şoför kullandığını anlamıştım. Hele ki İstanbul trafiğinde arabada geçen vaktimi bu şekilde değerlendirebilirdim ancak tabii ki ilk tercihim kişisel alanımdı ve şu an bu istila edilmiş gibi hissediyordum ve devamlı bir şoförle yapamayacağımın da farkındaydım.

Ajansın önünde durduğumuzda Fatih'e döndüm.

"Beklemene gerek yok, kendim dönerim." Ajanstan birilerine bıraktırırdım kendimi.

"Beyazıt bey güvenliğiniz için beklememizi emrettiler. Buralarda olacağız."

Derin bir nefes verdim. Onlar da en nihayetinde emir eriydi.

"Emin ol insanların bana zarar vermek isteyeceği son yer bu haber ajansı..."

Ardından da "Çok yakında beklemenize gerek yok." dedim ancak sesim daha çok emir verircesineydi.

"Ama-" diye itiraza girişecekken attığım bakışla onu susturmuştum.

"Bende numaran var Fatih! İşim bittiğinde ararım. Ajansımın önünde koruma falan istemiyorum. Lütfen!"

Fatih sessiz kaldığında arabadan inmiş ve ajansa ilerlemiştim.

Toplantıdan önce yarım saatim vardı ve bu yarım saatte de mimozaları sahibine teslim edecektim. Kendi odamı es geçerek koridorda ilerlemeye devam ettim. Camla kaplı olmayan tek oda anneminkiydi.

Kapıyı çalma kibarlığı göstermeden doğrudan odaya dalıp ardımdan kapıyı kapattığımda annemin çatık kaşlarıyla karşılaştım.

"Kapısız köyden mi geldin annecim?" dedi hoşnutsuzluğunu gizlemeden ancak gözleri kucağımdaki çiçeklere kaydığında donup kalmıştı.

"Ayla abla ikametgah olarak senin arabanı gösterdi sanırım?" dediğimde yutkunmasını ve ardından da panikle ayaklanmasını izledim.

Bir kaç büyük adımla yanıma gelirken buketi elimden kapmış ve hızlıca karıştırmıştı.

"Boşuna bakma!" derken benim de hoşnutsuzlukla kaşlarım çatılmıştı.

"Yalnızca mavi boş bir kağıt vardı." dedim ve çantamdan mavi kağıdı çıkararak anneme uzattım.

Annem elimden hızla çekip almış ve sanki benim göremediğim bir şey varmışçasına. Kağıdı gözleriyle hızla taramıştı.

"Anne bu ne anlama geliyor?" dedim kendisi hâlâ çiçek ve kartla ilgilenirken.

"Çık Dilem!" dedi tekrar masasına oturarak. Gözleri bana bir salise olsun değmemişti.

"Arabamı da ver artık!"

Gözlerine inanamazcasına baktım.

"Alenen yalan söyledin ve şimdi ne anlama geldiğini söylemeyecek misin?"

"Burnunu sokma her şeye Dilem!" dedi annem ve bu cümleyi son zamanlarda çok fazla duymam sinirlerimi bozuyordu artık cidden.

"Öğreneceğim!" dedim yemin edercesine ve annemin ateş saçan gözlerinin beni bulmasına neden oldum.

"Çık çabuk!" dedi dişlerinin arasından sinirle.

Mimozalara son bir bakış atarak çıktım hızla annemin odasından ve geldiğim koridorun birazını geri dönerek kendi odama girdim.

Toplantının ardından ancak gidip şu yaralanan işçiyle görüşecek kadar vaktim kalmıştı. Oraya da zaten yeni stajyerlerden biriyle gitmiştim ajansın arabasıyla. Arkadan bizi arabaların takip ettiğini gördüğümde oldukça rahatsız hissetmiştim.

Çıkışta da arabayı stajyere bırakarak az arkada bekleyen Fatih'in arabasına ilerlemiştim. Eve ulaştığımızda da annemlere gitmek üzere hazırlanmaya başlamıştım.

Bir kot pantolon ve turuncu bir kazak giyinmiş, siyah botlarımı ayağıma geçirmiş ve küpelerimle saatimi de olduğu gibi bırakmıştım.

Bir kot pantolon ve turuncu bir kazak giyinmiş, siyah botlarımı ayağıma geçirmiş ve küpelerimle saatimi de olduğu gibi bırakmıştım

Makyajımı hiç bozmadan yalnızca rujumu da tazelediğimde hazırdım. Açık bıraktığım saçlarımı düzeltirken kapım tıklatılmıştı.

"Gel!" derken de saçlarımın ucundaki kırıklara bakıyordum.

Arat sabahki takımını çıkarmış ve baştan aşağı siyah olan başka bir takım giyinmişti. Yanında bir tık basit kalmıştı üzerim ancak annemlere gidiyorduk. Annemlere! Süslenip püslenmem mi gerekiyordu?

O da bir beni süzmüş bir de kendi üzerine bakmıştı.

"Sanırım hazırsın..." dedim diğer eşyalarım da getirilmiş olsa dahi hiç değiştirme zahmetine girmediğim siyah çantamı omzuma takarken.

"Çıkalım..." dedi yalnızca ve eliyle kapıyı işaret etti.

İtiraz etmeden çıkmış ve aşağı ilerlemiştim ancak annemle bir kez daha yüz yüze gelecek olmaktan pek mutlu olduğum söylenemezdi.

Arat'ın arabasına yerleşirken de tek kelime etmedim. Bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum.

"İyi misin?" diye sorduğunda ona hoşnutsuzca döndüm ve "Sana ne?" dedim. Kısa bir an dursa da çok geçmeden kaşları çatılmış, çehresi kasılmıştı.

"Bu iki kelimeyi en son kullanması gereken insansın!" dediğinde de sert bir tavırla, sıkıntılı bir nefes bırakmış ve başımı cama yaslamıştım.

"Özür dilerim..." dedim gereksiz çıkıştığımı da fark ederek. Ancak bu Arat'ta daha büyük bir şok etkisi yaratmış gibiydi camdaki yansımasından görebildiğim kadarıyla.

"Vav!" dedi, şaşkınlığını bana belli etmekte de herhangi bir beis görmeyerek.

"Özür dilemeni beklemezdim hiç senden..."

"Daha önce de kısasa kısas sevdiğimi söylemiştim. Kimden nasıl bir tavır görüyorsam ona aynı şekilde davranırım!" diye de devam ettiğimde başım hâlâ cama yaslıydı. Yansımasına baksam da doğrudan kendisine bakmamıştım. Yine de Beyazıt'ın kendisine baktığımı bildiğinin farkındaydım.

"Eh, o zaman fazla da bir şey saklamama gerek yok, işlediğin cinayetleri örttüğüm düşünülürse..." diyerek yüzüme vurduğunda başımı kaldırarak Arat'a döndüm en nihayetinde ve gülümsedim.

"Delilleri elinde tutup tehdit ettiğini de düşünürsek... Evet, kesinlikle saklama lütfen!"

Arat hiç bozuntuya vermeden kahkaha attı.

"İyi anlaşabiliriz aslında..." dediğinde inanmazcasına başımı iki yana salladım.

"Ne bu? Düşmandan dostluğa mı?"

"Düşman mı?" dedi ve şaşkınlıkla başını iki yana salladı. Gözleri kısılmış ve aynı zamanda da araba kullanmasından sebep bir kaç saniyelik bir bakış atmıştı bana.

"Karım olacaksın Dilem... Seninle bir çok şey olabiliriz ama düşman asla!" dedi ve tonlamasıyla da bunu iliklerime kadar hissettirmişti. Tabii bunu desteklercesine başını iki yana sallamasının da etkisi büyüktü.

Evlenmeye bu kadar meraklı olması ise oldukça tuhaftı. Ben söylenebilecek bir şey düşünürken çok rastgele bir şekilde yol üstünde durdu. Bu şaşkınlıkla Arat'a dönmeme sebep olurken Arat sanki biraz önce onları söyleyen kendisi değilmiş gibi "Çiçek mi, tatlı mı?" diye sordu.

Bir kaç saniye soruyu kafamda konumlandıramasam da en nihayetinde annemlere eli boş gitmemek için sorduğunu kavrayabilmiştim.

Annem çiçeğe fazlaca doymuştu bence ancak tatlıyı da eve sokmazdı ama gözünün içine baka baka tatlı yemek de zevkli olurdu.

"Tatlı!" dedim soruya kıyasla gereksiz uzun bir sürenin ardından.

Arat beni kısaca başıyla onaylamış ve hızlıca arabadan inmişti. Neyse ki beni düşüncelerimle çok fazla yalnız bırakmadan elinde bir pastane poşetiyle geri gelmişti. Paketi kucağıma bıraktığında herhangi bir tepki vermedim.

Yolun kalanında da anlaşmışız gibi ikimiz de hiç konuşmadık. Zaten çok geçmeden de eve gelmiştik. Demir kapı önünde durduğumuzda Yusuf bize yaklaşmış ve Arat camı indirmişti.

Soğuk hava ise hiç fırsatını kaçırmadan içeri dolmuştu.

Beni gören Yusuf hızla gerisinde ki Can'a dönmüş ve kapıyı açmasını işaret etmiş ardından da bana "Hoş geldiniz, Dilem hanım..." demişti. Ona gülümserken Arat açılan kapıyla içeri doğru sürdü arabasını.

Ben kemerimi çözerken Arat evi incelemekle meşguldü ama böyle göz gezdirmek gibi değildi. Bayağı bayağı inceliyordu.

Kapıyı açtığımda ise incelemeyi bırakarak atik bir şekilde kemerini çözmüş ve benden önce inmişti arabadan. Elimdeki pastane poşetiyle ben de indim ve bir kaç büyük adımla kapıya ulaşarak zile bastım.

Kapının açılması ve Didem 'in kırk yıldır birbirimizi görmüyormuşçasına üzerime atılması hemen hemen eş zamanlardaydı.

"Yavaş!" diye uyarsam da gülümsememe engel olamamış ve ben de kollarımı dolamıştım bedenine.

"Dur da bir içeri geçelim önce!" diye söylendiğimde ise benden ayrılmış ve yüzünü buruşturmuştu.

Ardından sanki 40 yıldır tanıyormuşçasına Beyazıt'a da sarıldığında gözlerimi yuvarlamıştım.

"Sen de hoş geldin Beyazıt abi!"

Beyazıt da bu kadar sıcak bir karşılama beklemiyor olacak ki yalnızca Didem'in omzuna dostane bir şekilde iki kere vurmak ve zoraki bir şekilde gülümsemekle yetinmişti.

Bakışlarımı onlardan çektiğimde annemle göz göze geldim. Bunun üzerine içeri doğru bir adım attım ve önce elimdeki poşeti bekleyen Gülay ablaya verdim.

"Yemekten sonra servis edersin..." diyerek annemin duymaması için fısıldadığımda Gülay abla, anneme tereddütlü bir bakış atmış ama beni de başıyla onaylamıştı.

Çantamı ve kabanımı da Gülay ablaya vermiş ve Arat'ın da vermesini beklemiştim Ahmet abi ve annemle tanıştırmak için.

"Annem Yeliz ve eşi Ahmet..." diyerek onları tanıttığımda her ne kadar öz babam olmadığını bilse de eşi dememi garipsemiş bir tavrı vardı.

"Ve Beyazıt..." dedim ardından da yanımdaki Beyazıt'ı annemlere tanıtarak.

"Hey!" dedi Didem kendini zorla kolumun altına sokarken.

"Ah, Ve biricik kız kardeşim Didem... Gerçi kendisi 40 yıldır tanıyor seni ama."

Didem beni takmadan Beyazıt'a gülümsemiş ve ardından bana dönüp dil çıkarmıştı.

"Buzlar kraliçesinin bir kızı zaten gelecek buzlar kraliçesi olmaya aday. Taht kavgası başlamadan son veriyor ve kendimi sıcak güney kıyılarına bırakıyorum..."

Sözleri beni güldürürken yanağına bir öpücük bıraktım.

"Umarım açsınızdır..." derken annemin gözü daha çok Arat'taydı.

"Yemekleri bizzat ben hazırladım."

Ne ara hazırladığına ise asla anlam verememiştim. Bazen bir günün annem için 48 saat falan olduğunu düşünüyordum.

"Çiçeklerinle ilgilenmekten vakit ayırabilmene sevindim..." dediğimde gülümseyerek annem de gülümsemek zorunda kalmıştı.

Ancak ilk yalnız kaldığımız anda bunun hesabını soracaktı.

"Senin için her zaman vaktim var tatlım!" dedi yalnızca benim anlayabileceğim alttan bir uyarıyla ve ardından eliyle salonu işaret ederek "Buyurun!" dedi.

"Ne çiçekleri hayatım?" dedi Ahmet abi de.

Annemin duraksadığını gördüğümde şimdi ne diyeceksin dercesine bakmıştım ona. Bu sırada salona ulaşmış ve koltuklara yerleşmiştik. Ben mecburen Arat'ın yanına ilerlemiştim ancak o da fırsattan istifade belimden tutarak daha da yakınına oturmama neden olmuştu.

Annemin bir cevap bulamadığını fark ettiğimde Arat'ın yanında sorun çıkmaması için ben devreye girdim.

"Ajansa renk gelsin diye çiçek almış da, bütün gün onlarla uğraştı ve diğer tüm angaryaları bana yıktı!"

Yerimde rahat etmeye çalışıyormuş gibi yaparak Arat'a minik bir dirsek de atmıştım fırsatçılığı sebebiyle ancak sanki duvara yapmıştım çünkü benim dirseğimin acıdığı gibi Arat'ta acıdığına dair herhangi bir emare yoktu.

"Aa!" dedi Didem şaşkınlıkla.

"Buzullarda çiçek yetiştiğini bilmiyordum. İyi misin annecim?"

Annem Didem'e ve bana ters birer bakış attı.

"Evlat değil, düşman doğurmuşum anlaşılan... Ne istiyorsunuz siz yine benden? Üstelik misafirimize de ayıp oluyor."

Arat'a döndüğümde gözünün bende olduğunu gördüm. Ona dönmemle ve annemin kendisine hitaben konuştuğunu anladığında kıvırcık ve dalgalı arası saçlarını geriye atmış ve başını iki yana sallamıştı.

"Yoğ, hayır..." dedi ve doğru kelimeleri arar gibi bir süre duraksadı.

"Çok güzel bir ailesiniz. Üstelik sizinle tanışmak çok hoş, Yeliz hanım... Namınızı çok duydum!"

"Benim de kulağıma sizin hakkınızda bir şeyler gelmedi değil..." dedi annem de samimiyetsizce gülümseyerek.

Ancak şurada bir kaç gün öncesine kadar ben Arat'ın ismini hiç duymamıştım. Elbette ki herkesin ismini duymam imkansızdı ancak bu kadar yakın çevresini tanırken, bilirken onun adını hiç duymamam da oldukça tuhaf geliyordu şu an.

Bu sırada Gülay abla salondan içeri girdi.

"Sofra hazır, efendim."

"E, geçelim o zaman..." dedi Ahmet abi en önce ayaklanarak.

Annem ve Didem'in ardından bizde ilerledik. Arat hiç bir fırsatı kaçırmayarak elini belime yerleştirmişti bu sırada. Masaya ilerlerken Didem'in de bana dönmesiyle bir şey de diyememiştim.

"Keşke abim gitmeseydi. Beyazıt abi onunla da tanışırdı!"

Kendimi gülümsemeye zorlarken Beyazıt benim için sandalyemi çekmiş ve ona dönüp gülümsemek zorunda bırakmıştı beni. Anlaşılan bayağı şovcuydu. Ardından önüme dönerken Ahmet abiyle göz göze gelmiştim. O an o telefon konuşmamızdan sonra bu konuyu onunla hiç konuşmadığımızı fark ettim.

Ahmet abi suçlulukla gözlerini kaçırırken "Biz tanıştık Emir beyle!" dedi Arat.

"Aa!" dedi annem sahi bir şaşkınlıkla.

"Ne zaman?"

"Cenazenin olduğu gün bana gelmişti de..." dedim Didem'e içimden yine bir şekilde konuyu pek sevgili abisine getirdiği için söverken.

"A, evet!" dedi Beyazıt çok saygılı bir şekilde ve biraz eğilerek baş köşede oturan Ahmet abiyle göz teması kurdu.

"Başınız sağ olsun..."

"Teşekkür ederim..." dedi ve Sevilay çorba servisine başlamışken bakışları doğrudan beni buldu.

"Annen bana evleneceğinizi söyledi?" dedi sorarcasına ve bakışları anlık olarak Arat'ı bulmuş ve onu kısaca süzmüştü.

"Hayret doğruyu söylemiş..." dediğimde mırıldanırcasına annemin ateş saçan bakışları beni bulmuş ancak ben umursamadan tekrar Ahmet abiye dönmüştüm.

"Evet, evleneceğiz Ahmet abi ve hatta bugün nikah tarihi de aldık."

"Burnunun dikine gitmeyi bırak Dilem!" dedi annem kaşığını sertçe tabağa bırakarak. Sanırım artık Arat'ın olmasını da umursamıyordu.

Ahmet abi sakinleşmesi için elini annemin elinin üstüne koyarken Beyazıt'ın karşısında, benim çaprazımda oturan Didem de tedirgin bir şekilde bakıyordu bana.

"Yalnızca bana ne öğrettiysen o!" dedim ve kesinlikle Arat burada olmasa fazlasını da söylerdim. Mesela bana açıklamıyorsa mimozaları belki kocasına açıklardı.

"Niye bu evli-"

"Sen karışma Didem!" diyerek annemle aynı anda Didem'e dönmüş ve sözünü kesmiştik.

Didem sandalyesine sinerken annemle tekrar gözlerimiz birleşti. Ardından beni muhatap almak istememiş olacak ki Arat'a döndü.

"Niye bu evlilik için bu kadar acele ediyorsunuz?"

Sinir bozukluğuyla gülerken yalnızca yemek yemeye ve susmaya karar verdim. Yoksa Arat'ın önünde bayağı annemle kavga edecektik.

Çorbamdan hızla bir kaşık alırken Arat söze girdi.

"Çünkü bu şekilde Dilem'i korumam zor oluyor. Yalnızca ona değil, bana zarar vermek isteyen insanların da hedefinde artık kızınız var."

Annem sinir bozukluğuyla gülerken gözleri beni buldu anlık olarak. Gözlerimde ne gördü bilmiyordum ama her ne diyecekse yuttu ve benim gibi yalnızca çorbasına gömüldü.

Sofrada bir süre çıt çıkmamıştı. En sonunda Ahmet abi ortamı biraz yumuşatmak ve Arat'ı tanımak için ona sorular yöneltmeye başlamış ve Arat da o sorulara büyük bir saygı ve sabırla cevaplamıştı.

Doğma büyüme İstanbulluymuş.

Fenerbahçeliymiş ama fanatik değilmiş.

Pek bir hobisi yokmuş. ( İşlerinden vakti olmuyormuş.)

Şu anki en büyük hedefi sorunsuz bir şekilde benimle evlenmekmiş. (Bunu söylerken annem alayla gülmüştü.)

Annesi, babası vefat etmiş. Yalnızca bir erkek kardeşi varmış ve o da savcıymış. Onun dışında bir halası ve kuzenleri varmış. Başka da akrabası yokmuş(!)

Ve daha bir çoğunun yalan olduğunu düşündüğüm şeyler söylemiş ve anlatmıştı.

Gecenin sonuna doğru annemin gözünün içine baka baka sırf şeker olan tatlıyı yerken bir şey söyleyip yeni bir gerginlik yaratmamak için zor dayandığını görebiliyordum.

Şeker artık bir yerden sonra beni de baymış ve henüz yarısına bile gelemediğim tatlıyı yemeyi bırakmıştım.

"Kalkalım mı artık?" dedim yanımdaki Arat'a mecburen dönüp gülümserken.

"Kalkalım, sevgilim..." derken eli yine belimdeydi.

Arat'la birlikte ayaklandığımızda annemin kaşları çatılmış ve sorgu dolu bakışları beni bulmuştu. Şu an beraber yaşayıp yaşamadığımızı sormak için çıldırdığının farkındaydım ama ona cevap olabilecek her şeyden kaçınarak Didem'e sarıldım.

"Yarın beraber bir öğlen yemeği yer miyiz?" diye sordu ayrıldığımızda.

"Gelip alırım seni!" dedim ve yanağına bir öpücük bıraktım.

Ahmet abi de sarılmak için hareketlendiğinde hem Arat hem annem bir sorun olduğunu anlamasın diye ona da sarıldım.

"Müsait olduğun bir zaman yanıma uğra lütfen!" diyerek kulağıma fısıldadığında ona herhangi bir cevap vermeden ayrıldım.

Annemle göz göze geldiğimizde ikimiz de sarılmak için bir hamle yapmadık ve bunun üzerine sarılmayı boş vererek Arat'a dönüp gülümsedim.

"İyi akşamlar..." dedi saygıyla ve ardından da elimi kavradı. Gülay ablanın getirdiği montlarımızı ve çantamı alarak evden çıkarken de elimi bırakmamıştı.

 

Loading...
0%