Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Bölüm

@__kao__

Kenarda durmuş pastane paketini açarken Arat'ın bakışlarını üzerimde hissediyor ama görmezden gelmeye çalışıyordum.

Minik pastanın üzerine mumu yerleştirmiş ve çantamdan çıkardığım çakmakla da rüzgarın söndürmemesi için büyük bir çaba vererek yakmıştım.

Zili çaldığımda kepenk büyük bir gürültüyle kalkmaya başlamıştı.

Alttan geçebileceğim bir boyuta geldiğinde dönüp son kez Arat'ın beni bıraktığı arabaya baktım.

Hâlâ neden beklediğini anlamamıştım ama umursamayarak alttan geçtim.

"Bir an gelmeyeceksin sandım!" dedi Kerem bakışları bilgisayarındayken ve ardından da bana döndü dönen sandalyesinde. Elimdeki pastayı beklemiyor olacak ki şaşkınlıkla gözleri iri iri açıldı.

"İyi ki doğdun!" dedim neşeli bir tonlamayla ve elimdeki pastayla ona yaklaştım. Saat itibariyle bugün yani 15 şubat Kerem'in doğum günüydü.

"Unutmamışsın!" dedi sevinçle ve bir çocuk edasıyla oturduğu yerden heyecanla kalktı. Bu beni güldürürken "Tabii ki unutmadım!" diye çıkıştım.

Neredeyse 6 yıldır arkadaştık ve Kerem pek arkadaşımın olmadığı şu sıkıcı hayatta bir ilaçtı adeta.

Ben neciyim burada?

Gözünden bir damla aktığında şaşkınlıkla pastayı masaya bıraktım ve Kerem'e yaklaştım.

"Ne oldu şimdi?" diyerek panikle de ona yaklaştım.

"Yanlış bir şey mi yaptım?"

"Hayır!" dedi ve gözünden akan bir damlayı sildikten sonra bana sıkıca sarıldı.

"Sadece pek doğum günümü kutlayan olmaz da..."

Gülümserken ayrılmadan önce sırtını da hafifçe sıvazlamıştım. Babası dışında ailesinden kimse yoktu ve babası da ondan oldukça uzaktaydı anladığım kadarıyla.

"Ben hayatında olduğum sürece alışsan çok iyi olur." dediğimde gülümsedi ve beni kendine çekerek sıkıca sarıldı bir kez daha. Ben de kollarımı Kerem'e doladım. İlk yıllarda Kerem'in doğum günü bahsi hiç geçmemişti ve bunu sormamak benim hatamdı. Beraber geçirebileceğimiz 3. doğum gününü ilk kez kutlamıştım ve çok mutlu olmuştu ancak geçen sene ki doğum günü tamamen aklımdan çıkmıştı. Daha sonrasında kutlasam da yerini tutmamıştı tabii ki ve bu tepkisi bu yüzdendi.

"Neli?" derken benden ayrılmış ve ilgisi tamamen pastaya kaymıştı.

"Bol çikolatalı, çilekli..."

Benim aksime kendisi tam bir çikolata, tatlı manyağıydı.

"Dilek dile ve üfle artık!" dedim sabırsızca ve iki adım ötemdeki tezgaha ulaşarak Kerem için bir plastik çatal aldım. Yıkamamak için plastik tabak, çatal kullanıyordu.

Ben ise bugün yeterince tatlı yemiştim.

Dilek dileyip üflediğinde genişçe gülümsemiş ve bir kez daha "İyi ki doğdun!" demiştim.

Kolunu omzuma atarak beni kendine çekti ve başımın üzerine de minik bir öpücük bıraktı.

"Sen de iyi ki varsın!" demiş ve hafifçe kendini geriye çekerek yüzüme bakmıştı. Bu sırada çatalı uzattım.

"Kendine de alsana!" dedi ancak çoktan elimden çatalı kapmış ve pastadan yemeye başlamıştı bile.

"Ay, yok!" dedim ve yanındaki sandalyeye oturdum.

"Bugün annemin inadına tatlı yedim zaten. Şekerli şekerli!"

Bana kendimi tuhaf hissettiren bir bakış attı.

"Nasıl bir insan tatlı sevmez?"

"Sevmiyorum değil!" diye çıkıştım ona.

"Evet, biliyorum... Yeliz Akçay bir kontrol manyağı ve sağlıksız beslenince kafayı yiyor. Tatlı yemeye alışık olmadığın için fazla geliyor, bla bla bla..."

Bacağına minik bir tekme savurduğumda hiç umursamadan yemeye devam ediyordu ayı.

"Madem biliyorsun niye söyletiyorsun her seferinde?" diye söylendim ve pasta yeme zevkini bozmamak için pastasını bitirene kadar havadan sudan konuşmaya devam ettik.

En sonunda bitirdiğinde dönen sandalyede bir sağa bir sola dönmeyi bırakarak öne eğildim.

"Doğduğun bu güzide günü gölgelemek gibi olmasın ama sana bir şey de söylemeliyim..." dediğimde ağzını sildiği peçeteyi iyi bir nişancılıkla biraz ötedeki çöp kovasına fırlattı.

"Gönder gelsin!" dedi arkasına da yaslanırken.

"Arat'la evleniyorum..." dedim ağzımın içinde mırıldanarak.

"Ne dedin, ne dedin?" dedi şaşkınlıkla ve doğru duyup duymadığını anlamak için öne doğru eğildi.

"Arat'la evleniyorum." dediğimde daha net bir tonlamayla kelimenin tam anlamıyla bir 10 saniye kadar yüzüme aval aval bakmış ardından gür bir kahkaha bırakmıştı.

"Komik şaka... Bir an gerçek olduğuna inandım bile!"

Gülmeyi kesip yüzüme baktığında ve gülmediğimi gördüğünde yüzündeki gülümsemesi donmuştu.

"Ciddisin sen!" dedi dehşetle.

"Ciddiyim." diyerek onayladım onu.

"Ne zaman?" dedi sesindeki dehşetten bir gram bile kaybetmeden.

"Bu pazar..." dedim ve çoktan saat itibariyle çarşamba olmuş olmalıydı.

"Neden?" dediğinde hayretle sıkıntılı bir nefes koy verdim.

"Aşık oldum palavrasını sıkmayacaksın inşallah!" dedi ve uzanıp elimi tuttu.

"Tehdit ediyorsa söyle. Bir açığını elbet bulurum..."

Başımı iki yana salladım. Kerem'in başının belaya girmesini istemezdim.

"Bu öyle bir şey değil... Karşılıklı çıkar amaçlı bir evlilik diyelim..." dedim çünkü ne anneme sıktığım aşığım palavrasını ne de Arat'a anneme söylediğimi söylediğim haber için onunlayım, bana aşık palavrasını yemezdi.

İlk tanışmamızı ,ki bundan yalnızca 8-9 gün önceydi, biliyordu.

"Nasıl bir çıkar?" dedi çatık kaşlarıyla.

"Biliyorsun başıma sık sık birilerini sarıyorum..."

Kaşları manalı bir şekilde havalandı.

"O seni himayesine alacak, peki onun çıkarı ne?" dedi.

"Kurcalamamam?" dedim sorarcasına ilk aklıma geleni söyleyerek. Bunun cevabını ben de bilmiyordum çünkü.

Kerem'in kaşları ona küfür etmişim gibi çatılırken ben de elimi avuçlarını arasından çekmiş ve saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırmıştım.

"Ve sen de bunu kabul ettin? Yeme beni, Dilem! Ki adam da sana niye böyle bir teklifte bulunsun? Öldürür direkt!"

"Öyle!" diyerek haksızlığımı bastırmak için çıkıştım.

"Kardeşi savcı! Bir delil olsa bile örtmüştür. İyi de korunuyor. Uzaktan sittin sene bir kanıt bulamam ben. Onun neden böyle bir teklif yaptığına gelirsek..." dedim ve duraksadım.

Buna bir yalan bulamayıp kaldığımda Kerem "Ya, ya..." dercesine anlamlı anlamlı başını aşağı yukarı sallıyordu.

"Yalanlarınız mı bitti, Dilem hanım?"

Kuyruğu dik tutmak için yarı dürüst olmaya karar verdim.

"Hayır, neden onun böyle bir teklifte bulunduğunu bilmiyorum... Çıkarı ne bilmiyorum ve aslında senden bunu bulmanı isteyip istememek arasında da gidip geliyordum. Seni biliyor ve seni de tehlikeye atmak istemiyorum..."

Kerem bana salakmışım gibi baktığında gözlerimi kaçırdım.

"Alttan alttan araştırırım ama bu iş hiç hoşuma gitmiyor, Dilem. Adamın çıkarının ne olduğunu bile bilmiyorsun. Hani kimsenin piyonu olmazdın? Sırf himayesine alsın diye böyle bir şeyi kabul edecek biri değilsin! Neden benden saklıyorsun onu da bilmiyorum ama senin için her zaman buralarda olacağım..."

Ona içten bir şekilde gülümsedim. İnsanların sözlerine güvenmeyi bırakalı uzun zaman olmuştu ama bunu duymak yine de çok güzeldi.

"Teşekkür ederim..."

Ancak o bana gülümsememişti. Bu yüzümü düşürürken derin de bir nefes aldım.

"Kerem..." dedim böyle yapmaması için yalvarırcasına.

"Sorun değil!" dedi ve kendini zorlayarak gülümsedi bana.

"Hazır olduğunda ya da istediğinde anlatırsın bana... Tabii anlatmamak da bir seçenek. Yani anlatmak zorunda da değilsin ama anlatmanı isterim. Yani baskı da kurmak istemiyorum ama... Anlat bence. Yani dediğim gibi zorunda de-"

Konuşmayı noktalayamayacağını fark ettiğimde araya girip acısına son vermek durumunda kalmıştım.

"Biliyorum. Beni bir şeye zorlamazsın, benim için her zaman buralardasın ve şimdi değil belki ama anlatacağım. Söz!"

Bu sefer içten bir şekilde gülümsediğinde uzanıp yanağına bir öpücük bıraktım ve masanın üzerine bıraktığım çantamı aldım. Zaten montumu henüz çıkartmamıştım.

"Yine ve yine iyi ki doğmuşsun ama ben artık gitmeliyim."

Kerem beni başıyla onaylarken ayaklandı da ve masanın üzerindeki kumandaya basarak kepenklerin gürültüyle açılmaya başlamasına neden oldu. Beraber dışarı çıktığımızda ilk gözüme çarpan hâlâ kapıda duran Arat ve arabası oldu. Arabasına yaslanmış bir şekilde sigarasını içiyordu.

Şaşkınlığımı atarak Kerem'e döndüm gülümseyerek ancak onun bakışları da Arat'taydı.

"Burada olduğunu söylememiştin!" dedi Kerem. Başını eğmiş ve göz göze gelmemize neden olmuştu. Kendisi benden sinirlerimi bozmaya yetecek kadar uzundu. Üstelik ayağımdaki topuklu botlara ve onun ayağındaki saçma terliklere rağmen.

"Bırakıp gittiğini düşünmüştüm..." dedim özür dilercesine ve hızlıca sarıldım ona.

"Şahidim sensin!" dediğimde ayrılırken bana ters bir bakış attı.

"Bir git işine ya!" diye de çıkıştığında gülümsedim.

"Ciddiyim ben, en yakın arkadaşım olarak şahidim sensin!"

Bana dik dik bakmayı sürdürürken ona el salladım ve geri geri kapıya doğru ilerlemeye başladım.

"İçeri gir hasta olacaksın!" da demiş ve Kerem'in bana bir kez daha ters ters bakıp içeri ilerlemesine neden olmuştum. Onun içeri girmesiyle birlikte de önüme dönmüş ve Arat'a doğru ilerlemiştim mecburen.

"Bekleyeceğini söylememiştin?" dedim sorgulayarak tam yanına ulaştığımda.

"Müstakbel karımı gecenin bir yarısı, yabancı bir adamın evinde öylece bırakacak kadar geniş bir mezhebe sahip değilim..."

Sonuna gelmiş olduğu sigarasını uzanıp az ilerdeki taş duvara bastırarak söndürürken alayla gülmeme engel olamamıştım.

"Sen bu işe kendini bayağı kaptırmışsın, Arat!" dediğimde de hayretle, bana öyle bir dönmüştü ki elimin kolyeme gitmemesi için kabanımın cebine sokmak zorunda kalmıştım.

"Bu bir oyun değil, Dilem! Ben bu akşam sırf saçma bir oyun için ailenle yemek yemedim. Gerçekten evleneceğiz! Duygusal bir şey olmaması seni sakın yanıltmasın!"

Dikte edercesine konuşması sinirlerimi bozuyordu.

"Gerçek bir evlilik olduğunun farkındayım. Ancak daha bu sabah konuşmuşken gecesinde kapıda nöbet tutacak kadar güvenilmez biri olarak görüyorsan beni, neden evleniyoruz? O kadar büyük olan çıkarın ne?"

"Bir çıkarım yok! Ayrıca seni de güvenilmez biri olarak falan görmüyorum!" dediğinde alaylı bir kahkaha bıraktım geceye.

"Bırak Allah'ını seversen! Çocuk mu eyliyorsun sen? Salak mıyım ben? Bir çıkarı yokmuş muş..!"

"Seni inandırmak zorunda değilim!"

Arabanın etrafında dolanıp şoför koltuğuna doğru ilerlediğinde hırslı bir nefes bırakmıştım. Mecburen ben de arabaya bindiğimde daha kemerimi bile bağlamadan arabayı çalıştırmış ve gaza yüklenmişti.

*

Sabah erkenden uyanmış, koşuya çıkmış, dönmüş, duşumu almış ve hazırlanmıştım.

Bugün daha çok dışarda oradan oraya koşturacağım için beyaz kumaş bir pantolon ve yine beyaz olan modeli çok hoşuma giden boğazlı bir kazak giymiştim. Turuncu kabanım ve beyaz çantamı da dışarı çıkarken almak için Oya'dan vestiyere bırakmasını rica etmiştim.

 Turuncu kabanım ve beyaz çantamı da dışarı çıkarken almak için Oya'dan vestiyere bırakmasını rica etmiştim

Şimdi de mutfak tezgahında oturmuş suyumu içerken çalışanların kahvaltı hazırlamasını izliyordum.

"Baha savcı da mı burada kalıyor?" dedim merakla. Sanırım dün ve ondan önceki gün burada kalmıştı ancak iki kimliği arasında bu kadar sıkışmışken burada genel olarak kalmasını garipserdim.

"Evet, Dilem hanım..." dedi aralarındaki en yaşlıları. 45-50 arası yaşı olmalıydı.

Kadın bana gülümsese de bakışlarındaki sorgudan bunu neden sorduğumu anlamaya çalıştığını görebiliyordum.

"Bana evi gezdirebilir misiniz?" dedim oturduğum yerden inerken.

Geldiğimden beri yalnızca Arat'ın çalışma odasına, bana verilen odaya, salona ve mutfağa girmiştim ve bu benim için oldukça tuhaftı.

Şimdiden her yerin altını üstüne getirmiş olmalıydım.

"Şimdi mi?" dedi yaşlı kadın bana şaşkınlıkla dönerek.

"Eğer işiniz acil değilse?" dedim sorarcasına doğradığı patateslere bakarak.

Kadın hızla elini fırının üzerinde asılı olan havluya sildi ve doğrudan bana döndü.

"İsterseniz gezdireyim tabii ama Beyazıt bey ya da Baha beyin yapması daha iyi olur efendim."

"Neyi benim ya da abimin yapması daha iyi olur?" dedi Baha savcı içeri girerek. Üzerinde her zamanki gibi şık bir takım elbise vardı.

"Evi gezdirmek, uzun bir süre misafiriniz olacağım da..." dediğimde Baha savcı bana ciddi olup olmadığımı sorgulayan bir bakış attı.

"Gel, gezdireyim." dedi ardından da ve yaşlı kadına döndü.

"Hatice abla menemen de yapabilir misiniz? Canım çekti."

Bana karşı olan mesafeli tavrının aksine Baha savcıya içten bir şekilde gülümsedi kadın.

"Yaparım tabii paşam. Başka bir şey de ister misiniz?"

"Yok..." dedi Baha savcı gülümseyerek ve bana döndü.

Bunun üzerine oturduğum yerden atlayarak peşine takıldım.

"Yukardan başlayıp aşağı doğru inelim." derken adımları merdivenleri bulmuştu.

En üst kata çıkarken hiç konuşmamıştık.

"Sadece ikiniz mi yaşıyorsunuz burada?" dedim koca ev iki kişi için kesinlikle çok büyüktü.

"Abimle kavga etmediğimiz zamanlarda, evet..." dedi ve bana dönüp gülümsedi.

"Ve tabii artık üç kişi..." dediğinde ona dik dik bakmıştım ama beni umursamadan daha önce girdiğim Arat'ın çalışma odasının kapısını işaret etti.

"Orası abimin çalışma odası ama girersek bizi öldürür ve şifresini de bilmiyorum zaten."

Omuzlarımı indirip kaldırdım.

"Ben girdim bile..!" dediğimde şaşkınlıkla bana dönmüştü.

Konuyu dağıtmak için diğer dört kapıda göz gezdirdim. Merdivenden çıkınca sağdaki ilk odada ben kalıyordum zaten.

"Buralar yatak odası mı?" diye sorduğumda odamın yanındaki kapıyı işaret etti.

"Orası abimin odası. Yanında da sen kalıyorsun zaten."

Arat hemen yanımdaki odada kalıyor ve ben bunu yeni mi öğreniyordum? Mükemmel.

"Şurası dinlenme odası gibi bir şey..." derken Arat'ın odasının karşısındaki kapıya ilerlemiş ve açmıştı.

Peşinden ben de içeri girdiğimde neredeyse tüm duvarı kaplayan oldukça büyük bir televizyon, karşısında da koyu gri bir L koltuk vardı.

Minik bir kitaplık ve hemen yanında camın önünde iki krem berjer ve bir ahşap sehpa vardı. Diğer duvar boydan boya ahşap bir konsolla kaplıydı ve üzerlerinde ahşap oyma süsler vardı. Ayrıca köşeye konumlandırılmış mini bir bar da vardı.

Konsolu yalnız geldiğim bir vakitte kurcalamayı aklıma yazdıktan sonra Baha savcıya döndüm ve birlikte odadan çıktık. Yan oda boştu ve Arat'ın bir kaç kullanmadığı eşyası bırakılmıştı.

Alt kata indiğimizde de yine tam karşıda bizi bir çalışma odası karşılamıştı ve orası da Baha savcının çalışma odasıydı.

Tam abisinin odasının altında kalan odada kalıyordu ve onun karşısındaki oda da bir nevi oyun odasıydı. Yine büyük bir televizyon ve bir oyun konsolu vardı.

Ancak onun yanında bir bilardo masası, yukardakinin aksine küçük bir konsol ve üzerinde, satranç, tavla, puzzle gibi değişik kutu oyunları vardı. Hatta mini bir bowling sahası dahi vardı.

Diğer iki oda ise misafir odasıydı. Her katta yalnızca beş oda olması odaların neden bu kadar geniş ve ferah olduğunun kanıtıydı sanırım.

Son olarak en alt kata indiğimizde bana spor odasını, ortak banyoyu, mutfağı, yemek odasını, salonu ve diğer iki küçük misafir odasını gösterdi. Zemin kattan aşağı uzanan merdivenleri sorduğumda ise orada çamaşır odası, kiler, depo falan olduğunu söylemişti. Bunun üzerine salonun boydan boya cam olan kapısından bahçeye çıktık. Üzerimize bir şey almamamızdan sebep bir miktar üşümüştüm.

Ancak yine de bana bahçedeki oturma gruplarını, garajı, müştemilatı ve havuzu göstermişti. Tek bir yer hariç tüm evi gezdirmişti kısaca. Müştemilat evden oldukça uzaktayken, ahşap kulübe nispeten daha yakındı.

"Orası ne?" dedim başımla ahşap kulübeyi işaret ederek.

"Abimin orası, girmeyelim şimdi." dediğinde Baha savcıyı başımla onayladım ancak kesinlikle daha sonra girecektim oraya.

"Hadi gel, kahvaltı hazır olmuştur, üşüdük de..."

Baha savcıyı başımla onayladım ve içeri girdik. Ardından da birlikte yemek odasına geçtik.

Arat her zamankinin aksine baş köşeye değil normal şartlarda benim oturmam gereken yere oturmuş ve elindeki tabletten bir şeylere bakıyordu.

Bizi fark ettiğinde tableti kapattı ve başını kaldırarak bize baktı.

"Günaydın..." dedik Baha savcıyla senkronize bir şekilde. Göz göze geldiğimizde neden baş köşeye oturmadığını sorgularcasına baktım ona.

"Günaydın..." dedi hızla ve gözleriyle baş köşeyi bana işaret etti.

"Madem başa oturmak istiyorsun, buyur... Diğer türlü çok uzak kalıyorsun."

Şaşkınlıktan küçük dilimi yutabilirdim. Baha savcı da en az benim kadar şaşkın görünüyordu.

Masa uzun olduğu için diğer baş dediği gibi oldukça uzakta kalıyordu. Tereddütle normalde Arat'ın oturması gereken başa ilerlerken Baha savcı da kendi yerine ilerlemişti. Her an şaka diyerek beni kaldırmasını bekliyordum.

Arat'la karşılıklı oturmak başkaydı ancak bu şekilde oturmak kısa bir an rahatsız hissettirmişti. Neyse ki çok geçmeden o kadar da tuhaf gelmemeye başlamıştı.

Minik kare bir masa gibi düşünmem de tabii ki bunda etkili olmuştu. Baha savcı bıyık altından gülerek abisine bakarken hepimiz anlaşmış gibi tek kelime etmemiştik yemek boyunca.

Yalnızca büyük bir sessizlik içinde kahvaltımızı yapmıştık. Tabii benim kaçamak bakışlarım arada Arat'a değmişti ama hiç denk gelmemiştik neyse ki.

Kahvaltıdan sonra ise doğrudan evden çıkmış ve önce Pırıl'ın yanına uğramıştım. Ardından da ajansa geçmiş ve ilgilenmem gereken bir kaç şeyle ilgilenmiştim ve de şu oyuncuyu araştırmaya başlamıştım.

Daha çok magazinle ilgilenen bir kaç arkadaşımı da aramış ve hakkında ne biliyorlarsa: yayınlanan, kaldırtılmış olan, daha yayınlanmadan önü kesilen ne varsa mail olarak atmalarını istemiştim.

Kendim de şöyle yüzeysel bir arama yapmış, polis arkadaşımdan da siciline bakmasını, daha önce bir suça karıştı mı karışmadı mı öğrenmesini istemiştim.

Buralardan bulduklarıma göre de kendime ilerleyeceğim yolu çizecektim ve er geç kariyerini bitirecek, kamuoyuna sunup, yaptıklarının cezasını da çekmesini sağlayacaktım.

Öğle arasında Didem'i okuldan almak için ajanstan çıkmıştım. Tabii Didem'i almadan önce bir mağazaya uğramış ve o çok istediği çantayı almıştım.

Annem, Didem aşırı maymun iştahlı olduğu için ve de henüz bu yaşta bu kadar giyim kuşam takıntısı olduğu için ona bir sınırlama getirmişti. Hem annemi bu konuda desteklemekle birlikte bir miktar abarttığını da düşünmüyor değildim.

Didem ön kapıyı açıp bindiğinde ona dönüp gülümsedim.

"Abla!" dedi gereğinden neşeli bir şekilde ve bindikten sonra kapıyı kapattı.

Uzanıp yanaklarımdan da öperken ben de Didem'e kısaca sarıldım ve arabayı çalıştırdım.

"Annemin arabası neden sende?" dedi kemerini bağlarken.

"Benimki serviste..." dedim ancak öyle bir şey yoktu. Muhtemelen parçalarına falan ayrılmıştı şu an.

Annemin arabasını da ona en kısa zamanda geri verip bir araba alacaktım bir zaman diliminde.

"Arkada sana bir şey var..." dedim kırmızı ışıkta durduğumuzda.

Didem hızla arkasını dönmüş ve arkadaki poşeti kaptığı gibi kucağına çekmişti.

İçine şöyle bir baktıktan sonra sevinçle kollarını bana doladı.

"Teşekkür ederim, teşekkür ederim! Bir tanesin sen!" derken beni bırakmamış ve hatta yanağıma da sert bir öpücük bırakmıştı.

"Dur! Yeşil yanacak şimdi!" diyerek onu kendimden bir miktar itekleyerek uzaklaştırdığımda hiç bozuntuya vermeden tekrar yerine yerleşmiş ve poşetten çantayı çıkartmıştı. Bir yandan da her seferinde nasıl bu kadar heyecanla karşıladığını anlamaya çalışıyordum.

"Ay, bu çok güzel!" derken de hayran hayran çantaya bakıyordu. Didem'in bu haline gülerek başımı iki yana salladım ve yeşil yanmasıyla da arabayı çalıştırdım.

Bu esnada gözüm aynaya, arkamdaki araçlara takılmıştı. Sürekli peşimde birilerinin olması beni oldukça rahatsız eden bir şeydi. Huzursuzca yerimde kıpırdandım istemsizce. Hâlâ birilerinin beni takip etmesine alışamamıştım ve sanırım alışamayacaktım da.

"Ne yiyoruz bu arada?" dedi Didem çantadan başını kaldırabildiğinde.

"Yeni bir Japon lokantası açılmış. Sushi yeriz diye düşünmüştüm."

"Herkese lazım senden bir tane. Bayağıdır yemiyordum, iyi olur." derken sevinçle de ellerini birbirine çarpmıştı.

Ancak ondan sonra aklına bir şey gelmiş olacak ki gülümsemesi silindi ve bana kaçamak bir bakış attı. Kendisine kızmamdan korkuyordu.

Ben yine bir şey yaptığını düşünürken "Bu arada siz abimle küs müsünüz?" diye sormasıyla şaşkınlıkla Didem'e döndüm ama araba kullanmamdan mütevellit çok geçmeden önüme dönmek zorunda kalmıştım.

"O nereden çıktı?" dediğimde gerginliğimi belli etmemek için ona ikinci kez dönmemiş ve yalnızca yola odaklanmaya çalışmıştım.

"Bundan işte!" dedi ve beni işaret etti.

"Her konusu açıldığında geriliyorsun, cenazede de hiç konuştuğunuzu görmedim. Abim desen her konuştuğumuzda seni soruyor direkt seni aramak yerine..." dedi çok bariz şeylerden bahsedermişçesine ve öyleydi de. Bu sır aslında çok barizdi ve bu kalbimi daha da çok kırmıştı.

Aklı havada, ergen kardeşimin bile fark edeceği kadar bariz olan şeyi annem hiç mi fark edemiyordu?

Kendimi gülümsemeye zorladım.

"Yok öyle bir şey. Sadece biliyorsun, hiç bir zaman çok yakın değildik onunla."

Küçükken onu çok sevdiğimi hatırlıyordum oysa ki. Benimle hep ilgilenirdi, sürekli beraberdik ve ben onu gerçek bir abi gibi görüyordum. Oysa ki o beni hiç bir zaman kardeşi olarak görmemişti.

"İnanmadım." dedi Didem doğrudan.

"Aranızdaki sorun ne bilmiyorum ama neyse. Beyazıt abiyle nasıl tanıştınız, gelinliğini seçtin mi, şahidin kim olacak? Dün akşam Beyazıt abiyle giderken soracaktım aslında ama annem sizi hiç onaylamıyor gibi göründüğü için soramadım. Hem sen Beyazıt abiyle birlikte mi yaşıyorsun? Tek araba geldiniz. Gerçi pek tabii seni evinden almış olabilir ama neyse... Ben ne giysem acaba düğünde? Bu arada düğün olacak değil mi? Öyle basit bir nikahla geçiştir-"

"Ay, yeter!" diye patladım en sonunda. Zaten restorana da gelmiştik ve arabayı da durdurmuştum. Biraz öncenin tedirginliğini ise hâlâ yaşıyordum.

"Bir nefes al Didem! Yemek yerken konuşuruz..."

Sonlara doğru sesim yumuşamıştı ancak bu Didem'in yüzünü buruşturmasına engel olamamıştı.

*

Üzerime degaje yaka, turuncu, yırtmaçlı, bileğime kadar uzanan ve de sırtı boydan boya açık bir elbise giyinmiştim. Fazlaca açıkta kalan vücudumu dengelemek için de sırt kolyesi, pırlanta bileklik ve Arat'ın verdiği tek taşın yanına da bolca yüzük takmıştım.

 Fazlaca açıkta kalan vücudumu dengelemek için de sırt kolyesi, pırlanta bileklik ve Arat'ın verdiği tek taşın yanına da bolca yüzük takmıştım


Bej topuklu ayakkabılarımla uyumlu olması için bej olan el çantama da gerekli olabilecek bir kaç şey koymuştum.

Yine bej peluş montumu da çıkarken almak üzere yatağın üzerine bırakmıştım. Üstelik bugün Didem'i bıraktıktan sonra gidip tırnaklarıma turuncu french yaptırmıştım ki gerçekten de tam vaktinde yaptırmışım.

Hazırlanmadan önce dalgalandırdığım ancak makyajımı yaparken topladığım saçlarımı nazikçe açtığım sırada kapım tıklatıldı.

"Gel!" dedim bir yandan da elimle saçlarıma şekil verirken.

Arat'ın elinde tuttuğu siyah şeyle içeri girmesini boy aynasından izlemiştim. Giydiği lacivert takım elbise üzerine tam oturmuş ve kaslı bedenini gözler önüne sermişti. Ayrıca normalde daha çok dalgalıya yakın saçları şu an daha çok kıvırcığa yakındı ancak yine de kusursuz duruyordu.

Saçımın düzgün olduğuna kanaat getirdiğimde aynadan bakmayı bırakarak doğrudan Arat'a döndüm.

Arat bel hizama doğru bakıyordu ve ancak ona döndükten bir kaç saniye sonra bakışlarını gözlerime çıkarabilmişti.

"Bel gamzelerin var..." dedi garip bir şaşkınlıkla.

Ben de şaşkınlığına şaşırırken omuzlarımı indirip kaldırdım.

"Belinde gamzesi olan tek insan olmadığıma eminim."

Ardından bakışlarım elindeki o siyah şeyi buldu. Yanlış anlamıyorsam o bir çeşit silah kılıfıydı.

"Önceden uyarmalıydım..." dedi bakışları yırtmacımda dolaşırken.

"Yırtmacının açılmamasına çok daha fazla dikkat etmen gerekecek." derken de düşünceli bir hali vardı.

Ardından saatine baktı ve tekrar gözlerime baktı.

"Dikkat edebilecek misin?"

"Neden silah taşımam gerekiyor?" dedim biraz da tedirginlikle.

Sadece damdan düşercesine evlenmememiz için öncesinde biraz görülmemiz gerektiğini söylemişti ve şu yorgunluğuma rağmen onunla davete gitmek için hazırlanmıştım ancak kesinlikle silah kaldıramazdım.

"Tedbir sadece. Bugün alenen birlikteliğimizi duyuracağız."

Derin bir nefes aldım ve başımla onayladım onu.

Bunun üzerine önümde diz çöktüğünde bir miktar garip hissetmiştim. Nefeslerim hızlanmıştı, heyecanlanmıştım ve bu pozisyon da bir tık erotikti. Takabilmesi için elbiseyi kenara çekerek sağ bacağımı da tamamen açıkta bıraktım.

Gözleri gözlerime çıkarken büyümüş olan göz bebekleri daha da garip hissetmeme neden olmuştu. Bu an neden bu kadar tuhaf hissettirmişti asla anlayamazken Beyazıt inadına yaparcasına oldukça yavaş bir şekilde kılıfı takmıştı üst bacağıma. Bu sırada tenime değen sıcak parmaklarının bana pek yardımcı olduğunu söyleyemezdim. Ardından da belinden çıkardığı küçük silahı yerleştirmişti aynı yavaşlıkla.

Biraz öncenin aksine hızlıca ayağa kalkmış ve hafifçe boğazını temizlemişti. Ben de hızlıca elbisenin eteğini düzelttim ve tıpkı onun gibi hafifçe boğazımı temizleyerek daha önce yatağa bıraktığım çantam ve montumu aldım.

En azından tek etkilenen ben değildim.

Sence bu daha mı iyi, Dilem?

Arat geçmem için önceliği bana verdiğinde de önden aşağı ilerledim. Aramızdaki bu sözsüz anlaşmalar bana çok farklı şeyler hissettiriyordu. Hissettirmemesi gereken şeyler... Bizi antrede Arat'ınkine benzer şık bir takımın içinde Tekin karşıladığında ifademi sabit tutmakta zorlandım. Hiç zevzeklik çekecek halim yoktu. Hele ki hâlâ bacağımdan Arat'ın dokunuşlarının izi, etkisi geçmemişken.

"Barbie'nin pembesi ve yengenin turuncusu ölümüne kapışır!" dediğinde eğlenen bir ifadeyle bir yandan da beni süzmüştü, Tekin.

Konuşmayı öğrenene kadar nasıl dayanmıştı acaba?

"Neyse ki senin zevzekliğinle yarışabilecek herhangi bir şey yok!"

Montumu giyerken de sert bakışlarım üzerinde dolanıyordu.

"Ayrıca kaçıncıda bana yenge dememen gerektiğini anlayacaksın söyle de bir kerede diyeyim ikimiz de kurtulalım."

"O laftan anlamıyor!" dedi Arat da Oya'nın ona verdiği siyah kabanını üzerine geçirirken.

Tekin yüzünü buruşturdu.

"Sadece kısa bir an böyle bir kadınla evleneceğin için sana üzülmüştüm ama tam tencere kapak olmuşsunuz. Takılın böyle sevimsiz sevimsiz!"

Sinir bozukluğuyla gülerken başımı da iki yana salladım ve Arat'a döndüm.

"Arkadaşını dövsem anlaşmamız bozulur mu?"

"Davetten sonra istediğini yapabilirsin ama şimdi geç kalıyoruz." dedi ve elini belime yerleştirerek bizi kapıya ilerletti. Açık çek ise en sevdiğimdi.

"Bak işte bu yüzden erkeklere güven olmaz. Güzel bir kadın gördü kaç yıllık arkadaşını sattı. Daha güzelini bulursa seni de satar bu yenge. Benden demesi..." diye söylene söylene peşimizden gelirken Arat durmuş ve benim de durmama neden olmuştu.

Tekin'e döndüğünde ben de döndüm.

"Tek kelime daha edersen Ozan..."

Ardından derin bir nefes aldı ve gülümsedi. Ancak bu öyle bir gülümsemeydi ki tüylerimin diken diken olduğunu, ürperdiğimi hissettim.

"Seni oyarım, yavaş yavaş, acele etmeden, günlerce... Hem sen daha çok karın kası istiyordun!" Tekin sertçe yutkundu ve dudaklarını aşağı sarkıtırken başını da iki yana salladı.

"Yok ya!" dedi ardından da.

"Mevcut kaslarımdan oldukça memnunum."

Birden gömleğini yukarı sıyırıp kaslarını bize gösterdiğinde gülmeme engel olamadım. Tekin ise doğrudan bana dönüp göz kırptı.

"Müstakbel kocanınkilerden iyiler değil mi, yenge?"

Maalesef elimde kıyaslayabileceğim bir görüntü yoktu.

Tekin, Arat'a döndüğünde artık nasıl bakıyorsa hızla gömleğini indirmiş ve üzerini düzeltmişti. Nasıl baktığını görmek için Arat'a döndüğüm esnada o da bana dönmüştü.

Saniyelik bakışmamızı elini belime yerleştirip beni arabaya doğru yönlendirerek bozdu. İkimiz yan yana otururken Ozan Tekin de tam Arat'ın karşısına geçmişti.

Onlar yalnızca bakışarak konuşurken oldukça rahatsız hissetmiştim kendimi ve bu sebepten telefonumu çıkartarak gelen mesajlara bakınmaya başladım.

Umarım davet sorunsuz geçerdi.

Loading...
0%