Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm

@__kao__

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın.

İyi okumalar....

*

Aşağıdan duyduğum sesler evden sıvışmak için geç kaldığımı söylüyordu.

"Bala'm..." dedi babam. Beni gördüğünde telefonuyla ilgilenmeyi bırakmış ve ilgisini tamamen bana vermişti.

Beni hazırlanmış bir halde bulmayı beklemiyor olacak ki baştan aşağı şöyle bir süzmüştü.

Yırtık bol paça bir kot pantolon ile beyaz crop bir tişört giymiştim.

"Hayırdır?" dedi ardından.

"Sahaf gezeceğim biraz." dedim aklıma gelen ilk yalanı söyleyerek.

Serkan ısrarla Deniz aracılığıyla benimle konuşmak istediğini, eğer eve gitmezsem buraya geleceğini söylemişti.

"İyi kahvaltıdan sonra işe geçmeden ben bırakırım seni..."

Şüphelenmemesi için başımla onayladım ve çantamı vestiyere astım.

Beraber bahçeye çıktığımızda masa halihazırda kuruluydu.

"Amca salatalıkları ben doğradım!" diyordu Elif gereksiz bir neşeyle.

Beklentiyle de Can'a bakıyordu. Can, Elif'in yanağını öptü.

"Ellerine sağlık, prensesim..."

Elif çocuklara özgü bir şekilde gülerken "Yesene!" dedi Can'a.

Sanki o doğrayınca salatalığın tadı değişiyordu.

Can gülümserken uzanıp bir salatalık attı ağzına.

Ardından da abartılı bir tavırla "Çok güzel..." dedi.

Babamla masaya oturduğumuzda Hilal ve Ali de gelmişti. En son Selma da ekmek sepetiyle geldi.

Sırf oyalanmak için bir bardak çay aldım. Kahvaltı etmek gibi bir niyetim yoktu.

"Bala bak!" dedi Elif bana kafasını uzatarak. Kafasını!

İki taraftan saçlarının birer tutamını tutturduğu vişneli tokaların Arda'nın hediyesi olduğunu tahmin etmek çok da zor değildi.

"Arda almış bana. Güzel mi?"

"Normal düz toka işte kızım. Başka tokan mı yok senin?" dedi Ali hoşnutsuzlukla. Yanağındaki iz kabuk bağlamış ve hepten belirginleşmişti. Ellerime sağlıktı.

"Annem hep ne der? Hediye değil alan kişi önemli. Tokam var ama Arda'nın aldığı tokam yok bundan başka." dedi Elif de bilmiş bilmiş.

Ve sonra tekrar bana döndü.

"Güzel mi Bala?"

"Çok güzelmiş..." dedim gülümseyerek ve babamın bakışlarını üzerimde hissederek göstermelik bir iki lokma attım ağzıma.

Babam da en nihayetinde kahvaltısını bitirebildiğinde evden çıkmıştık. Babam beni Kızılay'da bıraktığında hem Serkan'ın evine gitmeye üşenmiş hem de böylesinin daha iyi olacağını düşünerek onu buraya çağırmıştım.

Neyse ki beni çok bekletmeden 1 saat içinde gelmişti.

O geçip karşıma otururken selam verme zahmetine bile girmedim ve çayımdan bir yudum aldım.

"Bana bir açıklama borçlusun..." dedi bir şey demeyeceğimi anladığında.

"Hiçbir şey borçlu değilim." dedim sertçe ve oturduğum yerde daha düzgün bir pozisyon aldım.

Kaşları havalandı.

"Bala!" dedi o da sinirli bir tonlamayla.

"Yalanlar söyleyerek gidiyorsun, benden ayrıldığını bile sağdan soldan öğreniyorum ve bir açıklama hak etmiyor muyum?"

Başımla onayladım onu.

"Tam olarak öyle. Sırf gelip beni rezil etme, babamın ağzına daha fazla malzeme verme diye geldim Serkan ama bir daha beni rahats-"

Sözümü elini kaldırarak kesti ve telefonunu çıkardı. Telefonundan bir kaç tuşa bastıktan sonra ekranı bana çevirdi.

Gördüklerimle dona kalırken yutkunamadım bile.

"Peki ben bir açıklama hak etmiyorum ama sen bunu hak ediyorsun!"

"İğrençsin..!" diyebildim yalnızca dişlerimin arasından tiksinircesine.

Ben uyurken çekilmiş özel fotoğraflarımdı.

"Senden daha fazla değil..." dedi gözlerime hırsla bakarak.

Bu neyin kuyruk acısıydı? Onu terk etmemin mi?

"Tamam, sevgili olmayalım ama ihtiyaçlarımı gidereceksin yoksa bu fotoğrafları okuldaki herkese gönderirim."

Ateş saçan gözlerim onu buldu. Öfkeyle yerimden fırladım ancak sonra duraksadım. Soğuk kanlı kalmalıydım.

Bir kez boyun eğersem önü arkası kesilmezdi.

"Gönder..!" dedim elimden geldiğince net bir şekilde.

"Ama göndermeden önce gönderirsen babamın sana neler yapabileceğini iyice düşün ve öyle gönder..."

Sesimin pürüzlü çıkmaması için duraksadım ve hafifçe boğazımı temizledim.

"O fotoğraflar en fazla bir kaç saat kalır orada. İnsanlar da elbet unutur. Babam belki bana da kızar ama sana yapacakları pek unutulur tarzda olmaz!"

Çay fincanının altına 20 TL bırakarak hızlıca ama olabildiğince kendimden emin bir şekilde çıktım kafeden.

Elim ayağım titriyordu. Şimdilik göndermeyeceğini biliyordum ama kafası atarsa gönderebilirdi de.

Gözümden bir damla yaş akarken kendime de kızıyordum.

Nasıl bunca zaman bu kadar kör olabilmiştim? Dile kolay 2 yıldır sevgiliydik.

Nasıl bu kadar korkunç bir insan olabilirdi?

Hiç mi tanıyamamıştım?

Azıcık bile mi tanıyamamıştım?

Ağzımdan küçük bir hıçkırık kaçtığında insanların olduğu işlek sokaktan daha az insanın olduğu bir ara sokağa girdim.

Görüşümün açılması için elimin tersiyle göz yaşımı silerken korna çalınmasıyla arkamı döndüm.

Beyaz yabancı bir araba durduğunda yürümeye devam edecektim ancak yolcu koltuğundan çıkan Ali'yle duraksadım.

Tekrar yürümeye karar vermiştim ki Ali bir yandan telsizini tuttuğu eliyle kolumu yakaladı.

"Ne oldu? Yine niye ağlıyorsun sen?"

"Sana ne!" diye çemkirdim ancak ağlamamı durduramıyordum.

"Bekle!" dedi bana tersçe bakarak ve geri arabaya döndü.

Arabanın içine eğilerek bir şeyler söyledi ve ardından açık bıraktığı kapıyı kapattı.

Araba yoluna devam ederken Ali de yanıma dönmüştü.

"Çok ağlamışsın... Ne oldu Bala? Sahaf gezmeyecek miydin sen?"

Ali'ye çemkirmek istiyordum ama ağlamam izin vermiyordu.

Babama söylemeliydim ama söylediğimde çok kızacaktı.

Dayanamayıp kaldırım kenarlarındaki yuvarlak şeylerden birine oturduğumda Ali önümde diz çöktü ve ellerini dizlerime dayadı.

"Bak söz veriyorum, aramızda kalacak. Söyle hadi, ne oldu?"

Babam mı, Ali mi? Ali de halledebilirdi.

Ağzımdan minik bir hıçkırık daha kaçarken başımı iki yana salladım yavaşça.

"Babama söylemeyeceksin ama?" dedim iç çekişlerim arasında.

"Söz dedim ya, kızım! Delirtme de söyle hadi!"

Elimin tersiyle çeneme doğru kayan göz yaşlarını sildim.

"Serkan'la buluştum."

Ali'nin kaşları çatıldı.

"Bir şey mi yaptı o it?" derken yerinde zor durduğunun farkındaydım.

Ağlamaktan akan burnumu çektim ve başımla onayladım onu.

"Tehdit etti..."

Ağzımdan küçük de bir hıçkırık kaçtı.

"Neyle?" dedi Ali dişlerini sıkarak. Alnındaki damarlar belirginleşmişti.

"Babama söylemeyeceksin?" dedim yine de bir kez daha.

Ali yumruk yaptığı elini dizime yasladı.

"Söylemeyeceğim, Bala. Söyle! Neyle tehdit etti?"

Bir kez daha burnumu çektim ve yenisi gelen yaşları bir kez daha kuruladım.

"Fotoğraflarla..." dedim içime kaçmış kısık bir sesle. Bakışlarım da eş zamanlı bir şekilde yere dönmüştü. Utanıyordum... Çok utanıyordum hem de...

Ali dayanamamış olacak ki ayağa fırladı.

"Nasıl fotoğraflar?" dedi anlamış olsa da olmamasını dilercesine sormuştu.

Bir cevap yerine ağzımdan bir hıçkırık daha çıktı.

Ali oturduğum yuvarlak demire sert bir tekme geçirdiğinde olduğum yerde sıçramış ve ağlamam daha da şiddetlenmişti.

"Nasıl izin verirsin böyle bir şeye?" Sesini kısık tutmakta zorlandığını görebiliyordum.

"İzin vermedim..." dedim açıklama telaşına düşerken.

"Uyurken çekmiş... Yemin ederim..."

Ali gözlerini sımsıkı kapatırken bu ıssız sokaktan geçen bir iki kişinin dönüp bize baktığını görmek kısa süreliğine duran ağlamamı yeniden başlatmıştı.

"Kalk, hadi!" dedi biraz sonra ve bana elini uzattı.

İkiletmeden kalktığımda ellerini omuzlarıma yerleştirdi.

"Şimdi eve gidiyorsun, bir daha da herhangi bir sebeple o itle konuşmuyorsun. Karşına çıkarsa bana söylüyorsun. Bu meseleyi de ben halledeceğim, başka kimseye bir şey söyleme."

Onu başımla onayladığımda ağlamaktan ıslak olan gözlerime bakıyordu.

"Metroyla gitme bu halde. Bin bir taksiye... Paran var mı?"

"Var..." dedim iç çekişime engel olamayarak.

*

"Bala!"

"Hı?" dedim dalgınca.

Babamın üzerimdeki bakışları yumuşadı.

"Bir şey mi oldu?"

"Yoğ!" dedim sakin kalmaya çalışarak.

"Dalmışım öyle, sen ne diyordun?"

Gözleri kısa bir süre beni tarttı.

"Kredi kartından harcama yapmamışsın, kitap almadın mı?"

Tabii ki kontrol etmişti. Başımı iki yana salladım.

"Aradığım kitapları bulamadım."

Ardından inandırıcı olması için ekledim:

"İnternetten sipariş edeceğim artık."

Babam başıyla onayladı.

"Çalışmıyor musun sen?" dedi Miraç'ın annesi kaşlarını kaldırarak. Babamın parasını kullanmam garibine gitmiş olsa gerek.

Aman ne tuhaftı!

Tam olarak yemeğe gelecek akşamı bulmuşlardı zaten.

"Okuyorum..." demekle yetindim ve masaya doğru eğilmiş bedenimi dikleştirdim.

Bu esnada Ali'yle göz göze geldiğimizde bakışlarımı kaçırdım utançla.

"Daha küçüksün o zaman?" dedi Ahmet amca da.

Ailecek yakın olduklarını görebiliyordum ve masadaki tek yabancı bendim. Meraklarını anlayabiliyordum ama şu an gerçekten zamanı değildi.

"Son sınıfa başlayacağım. 21 yaşındayım." dedim sıkkınlıkla.

Odaya çıkmak istiyordum ama babam bir tuhaflık olduğunu anlar ve beni rahat bırakmazdı.

"Ben de!" dedi Miraç'ın kız kardeşi Feride.

"Hangi bölüm, hangi üniversite?"

"Ankara üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı..." dedim ardından da ayıp olduğunu fark ederek sahte bir ilgiyle "Sen?" dedim.

"Hacettepe'de sınıf öğretmenliği okuyorum."

Kardelen de Hacettepe'deydi ama içimden tanıyıp tanımadığını sormak gelmedi ve küçük bir gülümseme sundum yalnızca.

"Mezun olunca ne olacaksın? Öğretmen mi?" dedi Feride ve derin bir nefes almama neden oldu.

Modumda olmadığım yeterince belli değil miydi?

Başımı iki yana salladım.

"Editörlük şu an için daha çok cezbediyor."

Tabii yayın evlerinin neredeyse hepsi İstanbul'da olduğu için bu mezun olduktan sonra taşınmam gerektiği anlamına geliyordu.

Bir yandan iyiydi ama bir yandan da kötüydü. Ankara'da doğmuş, Ankara'da büyümüştüm.

"Bize bir kahve yapar mısın bebeğim?"

Babamın bana hitaben konuştuğunu geç de olsa fark ettiğimde başımla onayladım hızla.

Zaten kaçmak için yer arıyordum.

"Tabii... Nasıl içersiniz?" dedim misafirlere dönerek.

"Uğraştırmayalım seni. Sade yapıver herkese..." dedi Ahmet amca gülümseyerek.

"Benimki şekerli olsun cimcime..."

Elif'e döndüm.

Bacaklarını sallarken bir yandan da gayet doğal bir şekilde Arda'yla parmak güreşi yapmaya devam ediyordu.

"Benimki de şekerli olabilir mi Bala abla?" dedi Arda, Elif'in aksine kibarca.

"Kahve içmek için izniniz var mı acaba?" dedim Elif'e tersçe bakarak.

"Elif'in yok..." dedi Hilal kızına uyarıcı da bir bakış atarak.

"Arda'nın da..." dedi Miraç da kısaca.

"Yağ ama dede... Bir sefercik içelim."

Elif'e göz devirdim. Bir de her şeyde babama söylemesi yok muydu?

Doğrudan içeri girdim. Ancak kaç kişi olduğumuzu saymamıştım.

Babam, Ali, Hilal, Can... Misafirler vardı o kadına da yapardım ama içmezdi inşallah.

İçerse de boğazında kalırdı inşallah.

Miraç, anası, babası, kardeşi, bir de ben...

10 kişiydik.

Bir fincan yardımıyla 10 bardaklık suyu cezveye doldurdum.

Kahveyi de üzerine ekledim ve bir iki kez karıştırdım. Kahve hazır olana kadar fincanları tepsiye dizmiş yanlarına da çifte kavrulmuş antep fıstıklı lokum koymuştum.

Kahvenin yanında bu lokumları yemeye bayılıyordum.

Tepsiyi alıp gidecekken sularını doldurmadığımı fark ettim ve hızlıca yanlarına su da koydum.

Bahçeye dönüp herkese kahvelerini verdim ve ben de yerime yerleştim.

Kahveyi kendime de yapsam da içesim gelmemiş yalnızca lokumlarını yemiştim.

Daha sonra babamınkine geçmiştim. Bir an kendimi babalarının lokumunu yiyen Elif ve Arda'yla yaşıt hissetmiştim ama olsundu.

Lokum güzeldi. Üşenmesem mutfağa gider ve kalanını da yerdim.

Hilal lokumlarını yemiyordu ve göz dikmiştim.

Umarım bakışlarımdan anlar ve bana lokumlarını verirdi.

Ancak kendisinin gözü şu anda Feride'deydi.

Pes ederek başımı kaldırdığımda Miraç'la göz göze geldik.

İkimizin de gözlerini ayırmaya niyetinin olmadığını düşündüğüm saniyelerde bir öksürük sesiyle ikimizin de dikkati dağılmıştı.

Ali hafif hafif annesinin sırtına vururken "İyi misin?" diye soruyordu.

Can da su uzatıyordu.

Selma suyu içerken başıyla onayladı.

"Kahve kaçtı boğazıma... İyiyim."

Belli belirsiz gülümsedim.

Zehir zıkkım olurdu umarım.

Sebepsizce gözlerimin dolduğunu hissettim.

Gerçekten çok sulu göz bir insana dönüşüyordum.

Ağlamamak ve biraz dikkatimi dağıtmak için sargısını çıkarttığım tırnağımla oynarken elimin üzerine bir el kondu.

"Oynama..." dedi Ali.

"Doktor yamuk çıkar dedi."

Omuzlarımı indirip kaldırdım umursamazca.

"Çıksın!"

Ali derin bir nefes alırken ben tırnağımla ilgilenmeye devam ettim.

Gitselerdi keşke bir an önce.

"Sen Burcu'yu tanıyor musun?" dedi Feride birden bana doğru eğilerek fısıltıyla.

"Sizin okulda okuyor."

"Burcu Akgün mü?" dedim tanıdığım tek Burcu'yu söyleyerek.

Beni gözleriyle onayladı.

"Hamileymiş biliyor musun?"

Konu ilgimi çekerken onu başımla onayladım. Geçen Kardelen söylemişti.

"Biliyorum. Babası kim biliyor musun?"

"Ben de sana onu soracaktım. Kimse kim olduğunu bilmiyor. İnsanlar hocayla yattığını falan söylüyor."

Gözlerim irice açıldı.

"Yok artık! O kadar da değildir..." dedim hızla da.

"Yani aman aman bir arkadaşlığımız yok ama birkaç kere aynı ortamda olduk. Korkak bir tip biraz. Hocayla yatacak yürek yok onda. Daha başkasının yerine imza atmaya korkuyor. Ki bildiğim kadarıyla bebek de düşmüş."

"Ciddi misin?" dedi Feride de şaşkınlıkla.

Başımla onayladım onu.

"Sen Burcu'yu nereden tanıyorsun?" dedim merakla.

"Arkadaşımın arkadaşı... Ortak bir grupları var."

Anladığımı belirtircesine başımı salladım yavaşça.

Bebeğin babasını iyice merak etmiştim.

Bir ara ben de Burcu'ya geçmiş olsuna gitsem iyi olacaktı.

"Bebeğin düştüğünü bilmiyordum..." dedi Feride. Hâlâ şaşkın görünüyordu.

*
"Gelsene az bir!" dedi Ali, babam Miraç'ları geçirirken.

Gerildim, lakin itiraz etmeden peşinden ilerledim.

Bahçede nispeten kuytu bir yere geçtiğimizde kısa bir süre beni şöyle bir süzmüştü.

"Hallettim. Seni bir daha rahatsız edemez ama olur da etmek gibi bir aptallığa düşerse bir an bile düşünmeden gelip bana söylüyorsun."

Ne demem, ne yapmam gerektiğini bilmiyordum.

Tepkisizce öyle durmaya devam ettiğimde eli omzumu buldu.

"Anlaştık mı?"

"Anlaştık." dedim başımla da belli belirsiz onaylayarak. Utanıyordum.

"Yüzünün kızarabildiğini bilmek güzel ama bu yüzünün kızarmasını gerektiren bir şey değil. Tamamen o itin şerefsizliği. Bir dahakine biraz abi, baba sözü dinlersin artık."

Kendime engel olamayarak göz devirdim.

"Defol git, Ali! Abim falan değilsin!"

"Ha şöyle!" dedi elini omzumdan çekip bir kaç adım gerilerken.

"Görmeye alışık olduğum Bala bu. İçine başka birinin kaçtığını falan düşünmeye başlamıştım."

Ona ciddi olup olmadığını sorgularcasına bakmaya devam ederken geri geri gidiyordu.

"Dur gitme!" dedim ve birkaç adımla ona yaklaşarak avcumu açtım.

"Kartını ver!"

Tek kaşı havalandı.

"Allah Allah! Nedenmiş?" dedi açık avcuma tersçe bakarak.

"Kıyafetlerimi kestiğin için, pardon kızına kestirttiğin için giyecek kıyafetim yok ve okullar açılacak. Yarın kendime kıyafet alacağım."

Ali bana ters bir bakış attı.

"Yoğ, ne münasebet!"

"Baba!" diye bağıracakken elini ağzıma kapattı. Bir yandan da çatık kaşlarının altından bana bakıyordu.

Bağırmayacağımdan emin olduktan sonra elini ağzımdan çekerek arka cebine attı ve cüzdanından kartı çıkarttı.

Tabii bunu yaparken ağzının içinden homurdanmayı da ihmal etmiyordu.

"Al, Allah'ın cezası! Al!" dedi kartı avcumun içine bırakırken.

Yanıma gelmemiş olsa ben sessiz sessiz utanmaya devam edecektim en az bir kaç gün daha. Kendi kaşınmıştı valla.

Gülümseyerek kartı telefon kılıfının arkasına koydum.

"Temassız var. Hiç bir yerini kapatmayan bez parçaları değil, kıyafet alman için verdim ona göre!"

Derin bir nefes aldım ve Ali'ye dil çıkarttım.

Tam gidecekken duraksadım.

"Rica ederim bu arada."

Ali ne için rica ettiğimi sorarcasına bana baktığında parmağımla kendi yanağımı göstererek onun yanağından çenesine kadar çizilmiş olan yüzünü işaret ettim.

"Sayemde kötü polisi daha rahat oynarsın artık."

Ali bana doğru atılmıştı ki hızla içeri ilerledim.

"İyi geceler!" diye de seslendim içeri girdikten sonra.

Yarın kozmetikten, giyime; çantadan, kırtasiyeye bütün ihtiyaçlarımı alacaktım kesinlikle.

Loading...
0%